ar, İLERİ Si Nt zü ©) Arap 23 Şubat 1938 Endülüs nasıl kuruldu? Yeryüzünde en güzel görü ordunun seçit resmidir Attı saat bir gemiyi yüzerek takib eden adam elbette ülküsüne eşrişecekti Endülüs camii Başı kabak, baldır: çıplak bir genç, elinde demir asa, Fas şehrinden çıktı, Tilimsana. oradan Tunusa, Tunustan Kayruana, oradan da Kahireye, Şa- ma, ve nihayet Bağdada vardı. Bu genç İbn 'Tumardı. Bir masala göre, Bağdadda Gezali onu görmüş: l — Alnında yazılı, demiş, sen Mağ- | nb aksaya hükümdar olacaksin! Bu sözden cesereti artan 'Tumar diyar diyar gezip islâmları bir,araya toplamak ve hıristiyanlara karşı harb açmak emelile dolaşıyor, fakat her yerden kovuluyordu. İskenderiyeden de sürüldü, bir ge- Miye bindirdiler. Yolda tayfalar Tu- marın vaazlarına usandılar, kaldı- Tıp deniza attılar. Tumartam altı sâat gemiyi yüzerek takib etti” Bu gayret ve inadını görüb hayran olan tayfalar onu gene gemiye aldılar ve Boji şehrine çıkardılar. “Tumar orada aradığını buldu, ken- di gibi meteliksiz, başı kabak, baldırı İ $ıplak yollara düşen idealist bir'gen- | ee, Abdül Mü'mine rasladı. Anlaştı- | Jar: Fasa gidecekler, Atlas kabilelerini |. Balıkesir (Ak- ayaklandırıp, — buristiyanlara © karşı mukaddes savaş açacaklardı. Berberiler « için harb bir zevktir, battâ hayatlarının en büyük zevkidir. Hazirandan ikinciteşrine kadar yapa” cak işleri Şoktur. Ekin zamanı bitin- Ce. tüfeklerini alırlar ve komşu kabi- Telerle bir kaç tutam erzak, bir kaç hayvan, bir iki kadın ele geçirmek savaşırlar, Bonbahar olunca ge Me yerlerine dönüp sonbahar ekimine başlarlar. 'Tumar, yanında Mu'min, bu insan» Yarın başına geçti ve yıllardanberi bes- lediği ülküye kavuştu. pm ölünce, yerini Mü'min tut- Abdül Mu'min Cebelüttarıkı geçip Endülüste tahfını kurmuştu. Bir gün veziri Ebu Cafer, Mu'minin sarayına geldi. Mü'min bahçe üstün“ deki odasında oturuyordu. Bahçede olgun yemişler dallardan sarkıyor, renk renk çiçeklerden güzel kokular dağılıyor, kuşlar ötüyordu. Ortalık yeryüzü cennetinden farksızdı. Mu'minin yanında oturan Cafer, gözünü pencereden O ayıramıyordu. Bu güzel görü onu bir hayal Aleminde yaşatıyordu. Mu'min vezirine baktı, gülümsedi: le pek beğendin galiba? — Evet dedi, bu kadar güzel man- zara görmedim. Mu'min dudak büktü: — Güzel manzara dediğin yemişli ve çiçekli bahçe mi — Evet. Abdül Mu'min başka bir şey sorma» dı, bir şey söylemedi. İki gün sonra ordunun geçid resmi yapmasını em- retti, Askerler, halis kan atlı süvariler, oymak oymak, kabile kabile, aşiret aşiret, sarayın önünden geçiyorlardı. Bir aralık Mu'min, Cafere döndü: — İyi bak, dedi, güzel görü buna derler, kuşlar cıvıldıyan yemiş ve çi- çek bahçesine değil!.. .. Yakub Mansur, Mu'minin torunu- dur. Emir tahtına oturunca o da Fas- tan İspanyaya geçmiş, hiristiyanlarla döğüşmüş, bir iki zaferden sonra Fa- sa dönmüştü. Yakub İspanyadan çıktıktan sonra kral Alfons Endülüsü arada bir tarı- yordu. Bir gün Elcezireye kadar akın etti ve oradan Yakuba şu mektubu gönderdi: «Bizimle döğüşmek isteğindeysen, ordunla beraber bize kadar gelmen güç oluyorsa, bize gemi ve sal gönder, biz ordumuzla gelir senin toprakla- unda sizinle vuruşuruz. Eğer bizi Çalışkan bir belediye doktoru şani) — Balıke- tayin olunduktan sonra da mesaisine devam etmiş ve seneler- Biğine denberi şehrin sıhhalile yakından wlâkadar olmuştur. Bu meyanda Kasaplar deresile Çay deresine akan açık lâğımların kanalizasyona çeyril- mesi, el ve hattâ ayakla un ve susam yuğurulan fırın ve helvacı dükkânlar rının tamamen makineleştirilmesi hususunda çok kıymetli teşebbüs ve mesaisi görülmüştür. Bundan başka parklar tesisi, çöp ihrak fırınları in- şası, sokaklara tükrük hokkaları kon- ması işlerine de önayak olmuş ve bunları temin ettirmiştir. Belediye dispanserinde mükemmel bir lâboratuvar tesis ettiren B, V. Yü- cel, gıda maddelerini daimi bir kon- trol altında bulundurmakta ve bil- bassa ekmeklerin evsaf ve talimat- nameye uygun olarak işine önem vermektedir. Bir fen adamı olduğu kadar bir şehirci de olan B, Vasfi Yücelin me- satisi gerek şehir halkınca ve gerek Vekâletçe takdirle karşılanmaktadır. Kayruanda bir kapı mağlüb edersen, balık kendiliğinden ağa düşmüş olur, bizi de hükmün al- tına alırsın; yok ben seni yenersem © zaman hem hıristiyanlara, hem İs- lâmlara hükmederim. Selâm.» Hıristiyanların meydan okumasına islâm Şövalyesi dayanamazdı; bu mektubu cevabsız bırakamadı. Davul- ların, sancaklarını, kırmızı çadırını çıkarttı, Magribileri, Sudanlıları top- Iadı, Toplantı yeri Ribat şehrinin et- Tafını çeviren kale duvarı ortasıydı. Bu meydana Ribatülfetih adım verdi. 'Toplanan ordu, islim #lemjnin bir daha görmediği ve toplıyamadığı mu- azzam bir orduydu... Ordu yola çıktı. Alfonsun ordusile Alarkosda karşı- laştılar. Hârb kısa sürdü, hıristiyan- lar mağlüb oldu, Yakubun eline yir- mi bin esir düştü. Yakub emsalsiz bir civanmerd- Tik gösterdi; esirleri serbest bıraktı, Sevil şehrine girdi. | O muzafferiyetten sonra El Man- sur adını aldı ve Sevilde dört köşe bir kule yaptırdı. Bu kule pembe kiremit- tendir. Kulenin kubbesini o zaman şehre sokmak için kapılardan birini yıktılar, El Mansur yalnız yakıp yıkan bir muharip değil, yıkıp yaktıktan #on- Ta yerine yenilerini kuran bir yapı- cıydı. Ribat'ın Hasan kulesi, Fasın Kutbiyesi, büyük haflar heponun eseridir. ... 13 üncü asrın sonlarında islâm ida- resi tereddiye başladı: Hıristiyanlar bütün Endülüsü ele geçirdiler. Ancak Cebelüttarık, Kadiks ve Gırnata islâmlar daha iki asır barınabildiler, Nihayet kral Ferdinandile İzabel orasını da zaptetti. Fakat üç asır zar- fında islâm medeniyetinin kökleştir- diği mimari bugün hâlâ Endülüste bakidir. S.İS. Yazan: Arif O, Denker ESRARENGİZ KERVAN Tefrika No. 91 Kervansaray odasında büyük kervan için hazırlanan yeni bir sulkasd ğu halde İstanbulda tahsili “gör- müştür. Gene İstanbulda yüksek bir mevki sahibi olmuş, banka direk- törlüğüne kadar çıkmıştı. Fakat yap- tığı yanlış spekülâsyolar yüzünden bankayı iflâsa sevk edince İstanbul- da tutunamıyarak Çin Türkistanına kadar kaçmış ve Hotanda yerleşerek halı ve ipek ticaretine başlamıştır. On sekiz senedenberi devam eden bu ti- careti sayesinde oldukça büyük bir servet biriktirmiş ise de 1918 senesin- de zuhur eden ihtilâl esnasında mal ları yağma edildiğinden servetinin büyük bir kısmını kaybetmiştir. Onun Için Ihtiyarlığına rağmen, para ka- zanmak için karanlık ve bulanık işle- re karışmaktan geri durmaz. Hüdaverdi de Ermenidir. Fakat Çin Türkistanında yaşıyan Türklere hoş görünmek için ihtida etmiş ve Hüdaverdi ismini almıştır. Türkçeden maada rusça ve çince bildiği için Ho- tanda tercümanlık yapar. Eyüp Mirap ise, oradaki Türklerin Msanında sunung beyidir. Tarlalar& su veren kanallara isale edilecek suyun tanzim ve idaresine memur olan bir adamdır. Eyüp Dolanlar denilen mil- lete mensuptur. Dolanlar da Moğolis- tandan gelme bir millet olmakla be- raber garib garib âdetleri vardır. Şar- ki Türkistanın türkçesini konuşurlar. Fakat Türkler onları hiç sevmezler. Derler ki: «Dolanlar karılarını, kızlarını ku- Yübelerine gelen misafirlere peşkeş çekerler. Ondan sonra da, misafir gi- dinciye kadar komşu kulübeye çeki- lerek orada beklerler. Dolan kadınla- rı zaten istedikleri zaman kulübeleri- ne dost kabul etmek itiyadındadırlar. Kulübeye gelen dost erkek içeriye gi- rerken kunduralarını kulübenin kapi- sı önünde bırakır. O'sıralarda kadı- nın kocası gelecek olursa kundurayı görür görmez gerisin geriye döner ve kunduralar kapının önünden kalk- madıkça kulübeden içeriye girmez.» Dolanlar hakkında söylenen bu de- dikoduların ne dereceye kadar doğru olduğu malüm değildir. Muhakkak olan bir şey varsa oda Dolanların sağlam bir ahlâka sahib olmadıkları- dır. Eyüp de böyle ahlâksız birisi ol- malıydı ki odanın içinde hazırlanan yeni sulkasde âlet olmağa karar ver- ralşti, Evet, odada banıl harıl müzakere eden bir Japon casusu, bir Çinli tüe- car ve iki Ermeni silâh taşıyan bü- yük kervanı nihayet ele geçirmek için yeni bir suikasd hazırlıyordu. Müza- kere sonuna ermişti. Japon casusu konuşulan şeyleri bir kere daha hu- lâsa ederek dedi ki: — Şu halde intihab edeceğimiz üç çöl klavuzu derhal yola çıkacak, silâh rildiklerini söyliyerek kervanın önüne geçecek, kervanı çölün iç taraflarına sevkederek susuz bıraktıracak, ondan sonra gelip bize haber vereöek, biz de 'kararlaştırdığımız plân dahilinde ha- reketle, artık hiç bir küvvet ve kudre- dört cürüm şeriki birden ayağa kalk- tılar. Hüdaverdi kapıyı açarak Eyübü içeriye çağırdı ve ona yavaşça: — Çöl klavuları hazır mı? diye sor- du. Hüdaverdi: — Hazır, emirlerinizi bekliyorlar! cevabını verdi. — O halde yarın alessabah hareket etsinler, Paraları Hang-Fao tarafın- dan âvdetlerinde tesviye olunacaktır. Eyüp: — Peki, emredersiniz! dedikten son- ra çıkıp gitti, Suikasdciler de bir iki dakika bekledikten sonra vedalaşarak ayrıldılar. İçlerinde en ziyade memnun olani Hang-Fao idi. Çünkü Ah-Singin telef olduğunu üç dört gün evvel haber al- mıştı. Şimdi bütün kervan onun eline geçecekti. Kervanı dağlara o kaçıra- .caktı, silâhları o satacaktı ve paraları da o cebine yerleştirecekti. Hotanda temin ettiği iki Ermeni yardımcı ile Eyübe vaadettiği hisse pek az bir şey tutuyordu. Hang-Fao bunları düşün- dükçe memnuniyetinden ellerini uğu turarak çırpınıyordu. Osako Şimojiye gelince o bu “işte bir menfaat gözetmiyordu: Bir casu: sıfatile vazifesini yapmağa çalışıyor- günü haber alahdanberi vazife aşkı- na bir de intikam hissi katıldığından, Japon casusu son günlerde daha fa7- la faaliyet ve gayret göstermeğe baş- lamiştı. Ah-Single Takomo Asapın, ölümün- den sonra büyük silâh kervanm artık kurtulacağı dostlar tarafından ümid edilirken geride kalan düşmanların aldıkları bu yeni tertibat yüzünden Hasan bey yeni ve daha feci bir aki- betle karşılaştı. O Hotanderya sahili- ni takiben yoluna devam etmekte iken karşısına çıkan üç sahte çöl klavuzu- nun Hacı Mehmed İsa tarafından gönderilmiş olduğuna inandı. İnan- makta da haklı idi. Çünkü Güldost gittikten ve onun arkasından Ahmed Abudu gönderdikten sonra her gün bu klavuzların kendisine iitihaklarını bekleyip duruyordu. Sahte klavuzlar büyük kervanı Ho- tanderya sahilinden ayırarak Kara- kaş nehri sahiline tevcih etti- ler. Bu fikir evvelce Hasan beyle Gül- dost arasında esasen bir kere müzake- Te edilmiş olduğundan Hasan bey yo- Jun değiştirilmesinde ( dikkati celbe- decek bir fevkalâdelik bulmadı. i Kervan Karakaş nehri oyasını pek az mümbit olan dar bir noktadan geç- ti. Hasan bey buna itiraz etmek iste- di, kervanın kurak yerlerden geçemi- yeceğini ileri sürdü. Fakat klavuzlar o mıntakanın Karakaş nehrinin ku- Tuyan kollarından biri olduğunu, ile- ride suya ve ota lesadüf edileceğini söylediler. Kervan artık çölden yürü- yerek garb istikametinde ilerilemeğe başladı. (Arkası var)