Bir ara, sokaktan geçen bekçinin düdüğünü duydu ve onu içeriye alıp eserini göstermek fikri kafasında par- layıp söndü.. hayır!. Bu da uygun düşmezdi. «Elin bekçisi, belki örümcek kafalı, yabanın biridir.. ister misin, sopasını kaldırıp Çoban kızının bey- nine indirsin!.» diye düşündü. Sabah sabah bir hiç için cinayet çıkarmak- tansu gündüzü beklemeği muvafık buldu. Ve pijamasının ötesine berisi- ne yapışan alçı tozlarmı silkeleyip Yâmbayı söndürdükten sonra tekrar kanepeye uzandı, pardösüsünü üstü- ne çekti, sızdı. Yazan ve resimlerini yapan: Cemal Nadir | allime anlattı. Muallim bu izahatı dinledikçe hay- rellen hayrele düşüyor ve bir sanat İ vehmi uğrunda canım mesleğini feda eden operatörün deli olup olmadığım anlamıya çalışıyordu. Doktorun lâkırdisi bittikten sonra Yiçare inünekkid evvelâ önündeki bu kepaze, ne olduğu belirsiz, sanat tek- miğinin «T» sile bile alâkası olmıyan alçı yığınının, sonrada kendinde | zerresi bulunmuyan bir kudretin veh- mile boyundan büyük işlere girişen doktorun suratına, sanat namına, tü- kürüp (Okaçmak istedi. Fakat akıl ve mantık yolun- dan bu kadar şaşmış bir ada- mın böyle bir tens Kidden de anlıya- mıyacağını dü- şünerek bağrına taş bastı, işi ala- Tezkerede «Muhterem kardeşim, size mühim bir sanat sürprizi hazırla- dm. İlk fırsatta bendehaneye teşrifi- nizi Tica ederim..» diye yazılıydı. Mu- alim ( tezkereyi sir almaz, dok- torun hazırladı- fı sanat sürpri- zinin bir heykel olabileceğini aklı- na bile getirme- 5 meden Muhlis Fedainin evine , koştu. Zaten ilk dersi boştu. Doktor, muatlimi büyük bir heyecan Içinde içeriye aldı ve doğruca atölye- sine götürdü. Oraya buraya şaşkın Şaşkın bakıp sürpriz arıyan müallime, odanın köşesinde siyah bir perde önünde beyaz en- rek : 7 —ilk eserim hakkında sami- mi tenkitlerinizi dinlemek için si- ze zahmet verdim!.. dedi, Muallim, karşıki ilkmektepte resim ve elişi hocasıydı. Fakat resim sanati hakkındaki bilgisi sağlam temeller Gstüne kurulmuş ve mütevazı çalış- masile de öldükça iyi eserler vermiş, sanatkâr bir gençti. Doktorun sürpriz diye karşısına çıkardığı bu acayib si- Şa yığınına baktıktan sonra: — Bu nedir?.. diye sordu. Muhlis Fedai, aslında çok mânalı olan bu suali «çocuğun memleket iş- lerinden haberi yok galiba. Biraz iza- hat vermeli!» şeklinde hayra yorarak: e, m bu bir Çoban kızı hey- Diye söze başladı ve olanı biteni mu- İl telâş ve ik ağıamalardar sonra | cenaze hazırlığına başladılar, Duroy geç vakte kadar oradan oraya koştu. Geldiği zaman karnı çok açtı. Ba- yan Forestier biraz yedi; yemekten muyorlardı, Etraf karardıkça kaygulanan Geor- ges görünü cesedden ayırmıyorüu. De- mek, daha dün kendisile konuşan ar- kadaşı Forestir bu idi! Bir varlığın 80- BA erişi ne garip, 'ne tüyler ürpertici bir şeydi! Ölüm korkusile yaşıyan Va- renne'nin sözlerini hatırlıyordu: — Giden gelmez! Bir daha bakmamak üzere gözlerini Büden çevirdi. Bayan Forestier de, gözleri önünde acıktı şeyler düşünüyor gibiydi, Hazin yüzünü çerçeveliyen kumral saçları o kadar güzeldi ki, genç adam gene tatlı bir ümide kapıldı. Kadına bakmağa başladı. Kadın dal- gm, onu görmüyordu, Duroy kendi — Mükemmel!.. Mükemmel bir €ser üstadi.. Bravol.. Sizden hiç te Ümid edilmezdi doğrusu!.. Hele şu lâ- tif kalçalar, şu zarif kollar, şu inhi- nalı bacaklar olur şey değil!.. Diye pohpohlu kelimeleri sıralama- Halbuki Çoban kızı heykeli haki- katte ıslak bir'un çuyalının yanları- na iliştirilmiş iğri büğrü iki asma kabağile üstüne oturtulmuş bir elmayı ve çuvalın altından tuttu- Tulmuş iki beyaz boruyu andır. yordu!.. a Heykelin resmi küşadı kasabayı yerinden oynattı. Muzikalar, nutuk- Jar, «yaşa Fedall.» sesleri srasında kasabanın belediye meydanı o gün 'beysz ve son ziynetini de göğsüne tak- miş oldu!,. Haik, günlerce «Çoban kızın dedik- leri bu alçı yığınının etrafında dön- dü, durdu. Anlıyanlar gülüştüler, an- lamıyanlar da: — Bu bir kübik heykel olsa gerekl.. diyip geçtiler! Sonbaharın son günleriydi. Kışın fik soğukları yağmurlarla beraber başladı. Kasabayı seller götürüyordu. Yağmur bilhassa geceleri yağıyor, bütün kasaba her sabah, yatağını kir. letmiş çocuklar gibi tembel ve miskin 'uyanıyordu!.. Şakırtılı bir gecenin sabahında hey- keltraş Muhlis Fedainin kapısı acı acı aaa am m m Yarın ikinci hikâye: Marangoz Feyzi usta! kendine: «İşte hayatın yegâne iyi şeyi diyordu: aşk! Sevilen bir kadının boy- nuna sarılmak! Beşer saadetinin son hududu budur.» Bu ölü, böyle güzel ve akıllı bir ka- dına düştüğü için talihliydi. Nasıl ta- nışmışlardı? Bu kadın onun gibi orta seviyede bir adamla evlenmeğe nasıl razı olmuştu? O adamı nasıl meydana çıkarıp sivriltmişti? Bundan sonra insanların, Kayatiş- rındaki gizli tarafları düşündü. Kadı- na para verip evlendirmiş olan kont Vandrec hakkındaki fısıltıları hatırla dı. Şimdi bu kadın ve yapacaktı? Kime yaracaktı? Bayan Marelle'in dediği gi- bi belki bir mebus, belki de Forestier”- den üstün, istikbali açık bir delikanlı- ya. Acaba bu hususta kati bir kararı, projesi, plânı var mıydı? Bunu bilmek isterdi. İyi amma kadının ne yapacağı ona neydi? Bunu sorunca, gizli bir dü- şüncesi, insanm kendi kendine bile iti- raf etmek istemediği gizli bir düşünce olduğunu sezdi. Öyle ya, neden kendisi namzedliği- ni koymasın. Bu kadınla birlik olunca, kuvvetli, korkulcak bir şahsiyet ola- No, 4 - — çalındı. Sıcak ya- ) lağının içinde, başlıyacağı yeni bir eseri tasarla- makta olan sabık doktor ok gibi yatağından fırla- yıp kapıya koştu. Kapıyı çalan bir belediye çavuşu N tdi: — Belediye reisi sizi dairede bekli- yor, ama çabuk!.. die doktora haber getirdi. Doktor hir taraftan, sabahın bu sa- atinde hiç ummadığı bu davetin ma- hiyetini keşfe uğraşırken bir taraftan pantalonunu giyiyor, kıravatını bağ- Hıyor, ceketini arıyordu. Nefes nefese belediye dairesine koş- tu. Belediye reisi merdiven sahanlı- Zında sinirli sinirli cıgara içiyor, bir Aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Muhlis Fedniyi görür görmez taş merdivenle- Ti ikişer üçer inip doktorun yakasına, sarıldı: — A doktor, VE yaptın mı yapaca- Wer Bini bize?. Nedir başımıza gelen . 5 ba 159. N Diyerek Muh- N Yis Fedaiyi bele- gi diye meydanmın > bir köşesindeki “ heykele doğru sürükleği, Çoban kızı heykelinin önüne var- dıkları zaman doktor nefesi kesiliyor zannetti. Yanında belediye reisi olma- saydı düşüp bayılacaktı. — Aman Allahım, bu ne?.. diye haykırdı. Belediye reisi yarı ciddi, yarı alay: — Ne olacak, eserçirei desti meha- reliniz: Çoban kızı! Diyerek kundurasının bümile, yer- de serili yatan alçı parçalarına vurdu. Müzikalar, kurdelâlar, nutuklar ve «yaşa Fedai» seslerile belediye mey- danının göğsüne takılan beyaz Çoban kızı heykeli, suyu fazla gelmiş ekmek hamuru gibi M- pa lâpa, taş kal- denin üstünden #şağı (dökülüp yerlere serilmişti. Doktorun hey- kel tekniği hak- kında bir fikri pe cö olmadan yarattı- “iz ğı koca eser, gün- lerce yağan yağmurların tesirile, kalb durmasından ölüveren insanlar gibi, gecenin bir saatinde göçüvermişti!... Muhlis Fedal bu akıbete ağlamak istedi, ağlıyamadı. Gülmek istedi, gü- lemedi!.. Bir yandan yarım kalan doktorluğuna, bir yandan yarım ka- lan heykeltraşlığına yana yana bele- diye reisinin ellerine kapandı!... caktı. Emin adımlarla ilerliyecek, yük- selecekti. Muvaffak olmaması için de sebep yoktu. Kadının hoşuna gittiğini de his- sediyordu. Bu mühim anında onu çağırmamış mıydı? Neden çağırmıştı? Dul kalacağı sırada onu hatirlarken, birleşeceği yeni arkadaşını da seçmişti. Odanın sükütü derindi; yalnız saa“ tin rakkasi duyuluyordu. Haftalık piyasa i Fransa ile ticari münasebetler arttı, Amerika ile müzakere başlıyacak Bayram münasebetile pek tabii olarak piyasa bir sükünet devresi ge- girmiştir. Maamafih dört gün devam eden bayram günlerinde, piyasa ta- | mamile işsiz değildi. Ekscri yazıhane- ler bayramın ikinci gününden itlba- Ten açıktı. Ömer Âbid Han, Dördün- cü Vakıf Hanı gibi piyasa merkezleri sayılan büyük: hanlar bayramın yal nız birinci günü kapalıydı. Bilhassa son gün her tarafta alış verişler bile başlamıştı. Bu itibarla bayram gün- leri, piyasa için tamamile tatil gün- leri sayılamaz. Bayram günleri, iş adamları ve tüc- tar için boş geçen günler diye kabul etmek doğru değildir. Bilhassa yeni açılan av derisi piyasasındaki tacir- ler bayram günleri çalışmışlardır. Tütün tacirleri, kendi aralarında toplanarak, yeni açılacak piyasa et- rafında görüşmeler yapmışlardır. Dış ticaret vaziyetine gelince, Tür- kiye - Romanya anlaşmasının piya- sadaki tesirleri görülmektedir. Türkiye - Almanya arasındaki ti- caret münasebetleri daha normal bir devreye girmektedir. Merkez banka sının neşrettiği rakamlara bakılırsa, Türkiyenin Almanyadaki alacağı mikdrı da azalmaktadır. Türkiye - Fransa arasındaki tica- ret münasebetleri diğer senelere nis- betle daha iyi geçmiştir. Bu münase- betlerin artışında Türk - Franko şir- ketinin büyük bir tesiri görülmekte- dir. Fransız borçlarının tesviyesi için teşekkül eden bu şirket, Türkiye ile ticsri münasebetlerin artmasına ça- lışmaktadır, Bu münasebetler arttığı için İktisad Vekâleti Paris ticaret mümessilliği teşkilâtı genişletmiştir. Piyasada en ziyade Amerika ile ti- Caret anlaşmasına ehemmiyet veril» mektedir. Henüz bu anlaşma müza- keresi başlamamıştır. Yakında bir heyet gelerek anlaşma müzakereleri- ne başlıyacaktır. Yeni anlaşmadan Sonra, Türkiye - Amerikan münase- betlerinin daha ziyade artacağını ümid edenler çoktur. Nitekim komşu memleketlerin bilhassa Yunanista- nın bize nazaran Amerike ile daha geniş münasebeti vardır. Son zaman- larda, Amerikada Japon emtiasına karşı boykotaj hareketi de Yunanis- tanın Amerika İle olan ticaretinin artmasına sebebiyet vermiştir, Vakıa Amerikada boykotaj umumi mahiyet almamıştır. Fakat böyle olduğu hal- de, Yunan ipeklileri, Amerikada de- ha çok müşteri temin etmiştir. Eğer Amerikan pazarı tamamile Japon emtiasına karşı kapalı olursa bu me- sele ipek ticareti üzerine daha büyük tesir yapacaktır, Bundan başka, Ja- Mırıldandı: — Çok yorgun olacaksınız? Cevap verdi: — Evet, bilhassa bitginim. Seslerinin gürültüsünden ürktüler, Birdenbire dönüp ölünün yüzüne bak- talar; sanki kımıldıyacakmış, konuş- tuklarımı duyacakmış gibi geldi. Duroy devam etti: — Sizin için ağır darbe oldu, haya- tınız ve kalbiniz tamamile değişti. Kadın derin bir göğüs geçirdi, cevap vermedi, Duroy gene devam etti: — Böyle sizin kaldığınız gibi genç bir kadın için yalnız kalmak çok hazin şeydir. Sustu. Kadın gene birşey söyleme- di. Duroy mırıldandı: — Herhalde aramızdaki paktı bili- yorsunuz. Her hususta emrinize ama- deyim. Sizin im. Elini uzattı ve bizi iliklerimize kadar ürperten tatlı ve hazin bir bakışla bak- tı: se ben de size: bana güvenebilirsiniz, derdim. Duroy uzatılan eli tutmuş, sıkıyor, öpmek arzusile yanıyordu. Nihayet ka- rar verdi, ağzına yaklaştırdı, sicak, hararetli, güzel kokulu ince deriyi uzun müddet dudaklarına dayadı. ponyanın . Türkiye ile olan münas€- betinde ümid edilmiyen tahavvüllere şahid olacağız. Bir kısım ihraç mak larımız, Japon firmaları tarafından takas suretile alınmaktadır. Tiftik, yapağı, kuru meyvalar gibi... Bu mals Jarın mühim bir kısmı Japonlar tara“ fından Amerikaya satılmakta idi. Boykotaj neticesinde, bu satışların duracağına ve mecrasını değiştirecö” ğine şüpbe yoktur, İhracat maddelerimizin vaziyeti Tütün — Samsun mıntakasında Alman tröstünün piyasa ile olan alğ- kası devam etmektedir. Samsun, Bâf« ra, Çarşambada iyi malların ekserisi satılmıştır. On beş, yirmi gün sonra Marmara mıntakasında Trakyada satışlar baş- lıyacaktır. Henüz piyasa açılmadıği için, çok ümid verir gibi sözler söy- lemek doğru değildir. Bu ifade, tü- tün tacirlerinin ifadesidir, fakat umu" miyet itibarile piyasa iyi geçtiği için Marmara mıntakasında da aynı vazi- yetin devam edeceğini ümid etmek bir hata sayılamaz, Av derileri — Amerika ve İngiltere piyasalarından teklifler gelmektedir, Son zamanlarda Çekoslovakya firma» Tarıodan da teklifler gelmiştir. Geçen sefer de yazdığımız gibi bu seneki talepler yaban kedisi üzerinedir. Bü mal da Türkiyede #x bulunmaktadır. Lâyipzig piyasasından, av derilerine karşı hiç bir alâka yoktur. Bütün ümidler İngiltere ve Amerikan piya- sasından beklenmektedir. Hububat maddeleri — Mevsim its barile hububat maddelerinin satış devresi geçmiş addolunabilir, çavdar gibi çok istenilen bir maddenin mev- .cuğü azalmıştır. İhracatçıları, güç“ Jükle çavdar bulmaktadırlar. Son s€ nelerde, çavdarın memleket dahilin- deki sarfiyatı da artmıştır. Bilhassa İstanbulda çavdar ekmeği yapanlar çoğalmıştır. Arpa için, Mersin, Antalyadan ih- Tacat devam etmektedir. Yaş ve kuru meyvalar — Piyasad& en ucuz olan fındiktar. Tahtakalede- ki kuru meyvscılarda kavrulmuş fre dığın kilosu perakende olarak 40 kus Tuşa satılmaktadır. El arabalarile mahalle aralarında 60 kuruştur. Fin dığın bu kadar ucuza satıldığı yakın senelerde görülmemişti Yaş meyvalara gelince, son hafta” lar içinde, portakal gene pahalılaş- mıştır. Bazı tacirlerin iddiasına göre cenub limanlarından a2 mal gelmek» tedir. Elma da piyasada azdır. H.A Bu dost okşayışınn çok uzayacağınI hissedince, eli bıraktı. El ağır ağir genç kadının dizlerinin üstüne yerleş” ti: — Evet dedi, çok yalnız kaldım, fa kat metin olmağa gayret edeceğim. Duroy onunla evlenmenin kendisi için ne büyük bir saadet olacağını nâr sıl anlatabilirim diye düşünüyordu. Şu anda bu odada, bu cesedin yanım* da elbette böyle birşey söyliyemezdiğ fakat imalı bir söz bulabilirdi. Fakat cesed, aralarında upuzun hâr Teketsiz ytan cesedden sıkılıyordu. Od da kokmağa başlamıştı, Sordu: — Biraz pencereyi açamaz mıyım? Cevab verdi: — Açınız. Ben de farkına vardım. Gidip pencereyi açtı. Gecenin serin” Miği içeriye doldu. — Eava çok güzel, gelip biraz nefes alın. Geldi, Duroyun yanında durdu. Duroy usulce fısıldadı; — Beni iyi dinleyin ve ne demek İ tediğimi anlayın. Bu sırada söylüy! lerime darılmayın, amma öbür gün 8” deceğim, Parise geldiğiniz zaman ğ8; iş işten geçmiş olabilir... Ben biçare b adamım; param yok, henüz bir mevki, de yapamadım, biliyorsunuz z (Arkası var), e elsi OE ENİ BON mm -. BEYE e soka