inü 28 Kânunusani 1938 e Bahife 9 Soğuk, fakat güneşli bir pazar gü- nü. Beyoğlunun yirmi beş kuruşa gi- Hilen küçük sinemalarından birinin önü hıncahınç kalabalık. Çünkü meş- İur bir yıldızın gayet güzel bir filmi Oynuyor. Sinemanın kapısında duran- Jar, bir matine önce gelip içeride filim Beyredenlerin dışarıya çıkmasını bek- Hyorlar... Kalabalığın içinde Hadi Se- Mim de var. Hadi Selim oldukça sine- ma meraklısıdır. Aşağı yukarı hiç bir güzel filmi kaçırmaz. Bu şimdi göste- Tilecek filim büyük sinemalardan bi- rinde oynanırken Hadi gribden hasta- lanmıştı. Bir kaç ay evvel göremediği bu filim ucuz, küçük sinemalardan birinde oynatılmağa başlayınca Hadi fırsattan istifade etmek istemişti. Nihayet içeridekiler dışarıya çıktı. Sinemanın kapıları açıldı. Dışarıda &ira bekliyenler de içeriye akın ettiler, Hadi Selim sinemanın balkonunda Bayet güzel bir yerde iki boş koltuk gördü. Hemen birisine ilişti. Bu esna- da yanındaki yere de kızılcık gibi kıp- kırmızı dudaklı genç bir kadın oturu- vermişti. Hadi Selim bu genç kadını pek sevdiği artistlerden birine çok benzetti. Genç kadın bu güzel yeri kapmakla beraber sanki birisini arı- yormuş gibi etrafına dikkatli dikkatli bakıyordu. Nihayet Hadi Selime dön- du: — Rica ederim, dedi, yerimi muha- faza eder misiniz? Ben bir arkadaşıma bakacağım... Acaba geldi mi? Gelme- di mi?. Hadi Selim — Aman efendim, emredersiniz... Genç kadın — Kitabımı kanepeniri üstüne bi- takıyorum. Siz de bakarsanız yerimi Kimse kapmaz. Pek teşekkür ederim. Ben bir dakikaya kadar dönerim.. dedi. Hadi Selime tatlı tatlı gülümse- di ve uzaklaştı. Hadi bu güzel ahbab- bk başlangıcından pek ziyade mem- hundu. Bir dakika sonra genç kadın Yerine dönecekti. Salon karanlık ola- €ak, filim başlıyacaktı. Karanlık bir #alonda, gayet güzel bir genç kadının Yanında, onun nefis lâvanta kokusu- Bu koklıya koklıya güzel bir filim sey- Tedacekti, Fakat Hadinin oturduğu balkon bu mada fena halde dolmuştu. Genç üzerine kitabını bıraktığı yeri Muhafaza etmek pek güçleşmişti. Bir her gelen oraya oturmak istiyor, hemen: — Affedersiniz. var... Hadi bu sözleri belki otuz kişiye tek- Tarlamıştı! Fakat güzel komşusu da 16 olmuştu? Gideli bir dakika değil © ağağı beş dakika geçmişti. Hadi Genç kadının aşağıya indiği balkon Kapısına sabırsızlıkla bakınıyordu. Bu rada iri yarı şişman, yaşlıca, gayet Sert bakışlı, kelebek gözlüklü bir ka- “im Hadinin yanına yaklaştı. Boş yere Oturmak istedi. Hadi hemen: — Affedersiniz... dedi, bu yerin sa- hibi var.. şimdi gelecek. Sert bakışlı şişman kadın sanki Kendisine fena bir şey söylenmiş gibi hiddetlendi —— Sahibi var da ne demek?.. Bura- Yerler numaralı değil ya... Kim boş ursa oraya gelip oturur?.. Selim; Rica ederim efendim... diye söze başlamak istedi. Fakat iri yarı kadın: m Allah Allah, dedi, olur şey değil > Bu yerin tapu senedlerini sis b mediler ya... Kaldırın bakayım oradan... ket bu esnada salon kararmış, Day başlamıştı. Fakat aksi bakışlı an, Hadinin yanındaki boş yere di- İŞ bir türlü uzaklaşmıyordu Selim; hab dan « İstirham ederim... Si- Yerin sahibi var diyorum... diye rarladı; diyordu. Bu yerin Kelebek gözlüklü bayan: lı Eh artık çok oluyorsunuz ama, , e sahibi varsa hani?.. Sine- hâlâ ortalıkta yok... Kaldi: a yok... Şu kitabı. Ben buraya oturaca- > ne garib insanlar var Mann. Hele şuna bakın bir kere... yn £ kitabı kaldırmam. ânın sahibi var... Sonra öy- eb insan» filân diye de fazla Bu Enemenizi rica ederim... Mirada, filim an başladığı halde şiş- kadının ayakta durması arka sı. Arkadan rada oturanları kızdırm bir kaç ses; | o—Otursum. — Oturalım... — Göremliyoruz... Oturunuz... diye murıldanmağa başlamıştı. Bunun Üze- rine kadın büsbütün hiddetli bir hal de Hadiye: — Saygısızlığın lüzumu yek... dedi. Kaldır bakayım o kitabı... Hadi fena halde kızmıştı — Ağzınızı toplayınız... — Ne? Ne?. Kim ağzını toplya- cakmış bakayım... Gidi utanmaz gi- di.. Şimdi senin ağzını kulaklarına kadar yırtarım... Kitabı kaldırmaz- miş... Bak şu arlanmaza... Karanlıktaki “kadın böyle söyliye- rek kalın, cildi kitabı aldı. Hızla Ha- di Selimin üzeğse fırlattı ve geçti, boş koltuğa otur&u. Hadi Selim neye uğradığım şaşır- mıştı. Aksi kadının bu kadar ileri gis deceğini hiç tahmin etmiyordu. Ka- dının attığı kalın cildli kitab kaşının üzerine çarpmıştı. Yüzünün bu kısmı fena halde ağrıyordu. Bereket ki sine- ma çok kalabalık ve gürültülü, salon da karanlık olduğu için Hadi Selimin başına gelenleri herkes görmemişti. Yalnız balkonda oturanlar onların bir yer meselesi hakkında münakaşa ettiklerini uzaktan işitmişlerdi. İşin farkına varanlar Hadinin civarındaki sıralarda oturanlardı. Hadi Selim bu vakadan sonra sinemadan çıkıp git- meği düşündü. Fakat birdenbire ye- rinden kalkıp dışarı çıkması büsbü- tün nâzarı dikkati celbedecekti. Son- ra kitabın sahibi genç kadına karşı vaziyeti ne olacaktı? Genç kadın ona kitabını ve yerini emanet edip gitmiş- ti. Nihayet güzel komşusu gelince ona kendi yerini de verebilirdi. Halbuki eğer şimdi kitabı bırakır da sinema- dan çıkıp giderse kendi yeri de kapı Jacaktı. Belki genç kadının kitabı da kaybolacaktı Güzel komşusu tekrar sinemanın balkonuna dönünce Hadiyi ortadan kaybolmuş, yeri kapılmış ve güzel cildil kitabını yok olmuş görürse onun hakkında ne düşünürdü? Sonra ya- nında hâlâ homurdanan şişman kadı- na da fena halde kizıyordu. Bunun için sinemadan çıkmamağa karar ver- di. Zaten deminki hâdise karanlıkta olduğu için öyle herkes bunun pek farkına varmamıştı. Lâkin boş yere yerleşen şişman ka- dın şimdi sol tarafındaki ihtiyar bir adama karanlıkta: — Dünyada ne terbiyesiz adamlar yar efendim... Ne terbiyesiz insanlar var... diyordu. Öteki adam da kadına hoş görün mek için: — efendim öyle... diyordu. Kadın: — Ahlâksıza, saygısıza bakınız efen- dim... dedikçe ihtiyar adam: — Haklı âliniz var efendim... cüm- lesini bastırıyordu. Hadi Selim oturduğu yerde çıldıra- caktı. Hele öbür ihtiyara fena halde tutuluyordu. Filmin sonuna kadar yanındaki kadının çenesi durmadı. Hadinin ne terbiyesizliği, ne gün gör- memişliği, ne saygısızlığı kaldı. Kadı- nın sol tarafındaki zat ta sanki bu sözler birer vecize imiş gibi her cüm- leden sonra «isabet buyuruyorsunuz efendim..», «çok doğru söylediniz efen- dim» leri yağdırıyordu. O güzel filim Hadi Selime zehir olmuştu. Üstelik yanındaki şişman kadının ağır ter ko- kusu burnunun direğini kırmıştı. Fi- lim bitip salon aydınlanınca şişman kadın Hadiye ters ters: — Nerede imiş yerin sahibi?.. Mak- sadınız sadece ukalâlıkmış.. dedi ve sonra yanındaki yaşlı adama bakıp: — Değil mi efendim?.. diye sordu. İhtiyar) Hadinin yüzüne karşı bir şey söylemedi ama başile «evet gibi bir işaret yaptı. Hadi bu kendi aleyhinde söylenen her sözü tasdik eden adama dik dik bakınca şişman kadın: —A.. A... Şu adama bakınız hele.. babası yerindeki zatı nerede ise döve- cek... diye yüksek sesle söylenmeğe başlayınca Hadi içinden âhavlev yi bastırdı. Balkondan aşağıya indi. Bu esnada önünde bir loca kapısı açıldı. İçeriden kitabın sahibi genç kadınla bir delikanlı çıktı. Hadi ona doğru ileriliyerek: — Kitabınızı efendim... Yerinize de dönmediniz.. — A.. sahi.. dedi, yanınızda yer ayrt- tığımı tamamile unutmuştum... Arka- daşımı buldum. Locaya girdim, Bir daha balkona dönmek aklıma gelme- di... Kitabımı muhafaza ettiğiniz için çok teşekkürler... Diyerek kitabı aldı, delikanlının ko- Tuna girerek uzaklaştı. (Bir yıldız) Bu akşam Ertuğrul, lukta Zafiropulos, Beyoğlu: caddesinde oGalatâsaray, o Tünelde Matkoviç, Galata: Okçumusa endde- sinde Yeniyol, Pındıklıda Mustafa Nall, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy: Ha- licloğlunda Barbut, Eminönü: Ye- mişie Bensason, Heybellada: Halk Büyükada: Halk, Fatih: Veznöcilerde Üniversite, Karagümrük: Mehmed Fuat, Bakırköy; HUM, Sariyer: Os- man, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Ru- melihisarındaki eczaneler, Aksaray: Sotiryadiz, Yeldeğirmeninde Üçler, Üsküdar: Ömer Kenan, Küçük- pazar; Yorgi, Samatya: Yedikulede Teofilos, Alemdar: Ali Rıza, Şehremi- mi Ahmed. 4. İsmek Güneş Öğle İkindi Akşam Yalı 12.15 188 708 9451200 135 MX Tlk 1277 15,04 1720 1855 İdarehane: Babıâli civarı Acımuslak So. Ses müsabakasına kayıt Beyoğlu Halkevinden: Evimizin tertip eylediği ses müsabaka- si kayd muamelesi $i ikinci kânun 998 tarihinde hitam bulacaktır. Müşabakaya girmek istiyenlerin EBvi- miz müdlüriyetine müracat eylemeleri mercudur. NEVROZIN iş, nezli romatizma ve bütün ağrılarınizi derhal Beni mia bkm günde 3 kaşe almabilir. NEOKALMINA Grip, Baş, ve Diş ağrıları Nevralji, Artritizm , Romatizma KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli manın Tefrika No, 129 mamumuzız İki tilki karşı karşıya oturmuş şarap içiyordu. İkisi de biribirini avlamağa çalışıyordu! Bunu kimse bilmiyordu. Muhak- | dırabilirsehiz, alıp buraya getiriniz! kak olan bir şey vardı: Sinyor Ve- neyro, Rozitadan çok şeyler bekli- yordu. Haltâ (Rozita, padişahı bile öldürecektir!) ümidile müsterih ya» şıyor ve İstanbulun büyük hadisele- re sahne olacağını umuyordu. Rozi- tanın birdenbire Çırağan dairesine atılması, larının tahakkuku gününün gecik- mesine sebep olmuştu. Venedik elçisi, Hoşedanın saraya geldiğini duyunca: — Rozita gözden düştü ise, Fran- çeska onun yerini tutabilir! Demişti, -O şimdi Hoşedayı etmenin yolunu arıyordu. — Sinyor Veneyro bir gün veziriâzamı ziyarete geldi. Elçilerin sarsya ve veziriâzamı görmeğe geldikleri za- man yanında bıçak, hançer gibi si- Jâhlar taşıması yasaktı. Sinan paşanın yanında, İspanya kralı ikinci Filipin yeni elçisi de bu- Yunuyordu. Sinan paşi, İspanya elçisinin üzeri aranıp aranmadığını kethüdasından sordu. Kethüda bey: — Aradık velinimetim! Bir şey yoktu... Diye cevab verdi, Binyor Veneyro vaziyetten o şüphele- lenerek belindeki hançerini kimseye sezdirmeden pantalonunun içine at- mıştı. Veneyro o gün kendini milletine feda ederek Sinan paşayı hançerliye- cekti, Buha karar vermişti. Kellesini koltuğuna . alarak. geldiği . belliydi. Fakat Sinan paşayı yalnız bulmadı. Bu kararından vazgeçti. Hattâ kork- tu.. Hançerini saklamağa bile Jüzum elde gördü. ie O gün garip bir tesadüf eseri ola- rak Sinan paşa da Venedik elçisin- den şüpheye düşmüştü. Sokollu Mehmed paşanın nasil öl- dürüldüğünü bilen Sinan paşa: — Bunca harplerde ölmedim; Âhır ömrümde bir kâfirin hançerille can vermek istemem... Diyordu. Sinyor Veneyro gittikten sonra, Sinan paşa, bir vasıta ile Üs- küdarlı çehgi Dırahşanı Venedik elçi- sinin peşine taktırdı. Sinan paşanın kâhyası çok sadık ve zeki bir adamdı. Çengi Dırahşanı bir gece konağına davet ederek: — Paşs efendimiz sana bir vazife veriyor. Bunu yaparsan çok zengin olacaksın! Memleketine, milletine de hizmet etmiş olursun! Dedi. Dırahşanın eline bir kese &l- tan tutuşturdu. Çengi Dırahşan kibar muhitlerde güzel rakısları ve şarkılarile tanın- mış sevimli, genç bir kadındı. Kâhya- ya söz verdi: — Paşa efendimize canım kurban olsun. Para almadan da emirlerini yaparım, dedi, Sinan paşanın kâhyası, efendisin- den aldığı talimat üzerine Dırahşa- na, ne yapacağını anlattı. — Cibaliye gideceksin, dedi, Vene- dik elçisinin yalısı önünden bir kaç kere geçeceksin! Onlar seni görünce çevirirler. Hiç itiraz etmeden, bir çen- gi olduğunu söyler ve elçinin harimi- ne girmeğe çalışırsın! Ondan ötesini senin zekâna, bırakıyorum. Elçinin gerek türkler hakkında, gerekse pa- şa efendimiz için e düşündüğünü öğreneceksin! Sinyor Veneyro çok iç- ki içer. İçki arasında onn söyletmek güç bir iş değildir. Haydi göreyim se- ni, Dırahşan! Beni paşa efendimizin yanında mahcup etme! Çengi Dırahşan . kâhyaya söz verdi, Veziriâzamın konağından koynu altın dolu olarak çıktı. Evine gitti, giyindi, süslendi ve doğruca Cibaliye indi. Venedik elçisinin sahilhânesi önünde dolaşmağa başladı. “e. Venedik elçisinin evinde.. Çengi Dırahşanı pencereden gö- ren sinyor Veneyro, adamlarına: — Güzel bir kadın geçiyor... Kan- Diye emir Yermişti. Dırahşanı yolundan çevirmek güç olmadı — Mademki elçi çağırıyor, hatırını kırmak istemem. Dedi ve kendisinin bir çengi oldu-” ğunu söyliyerek sahilhanenin kap sından içeriye girdi. 'Dırahşanı sinyor Veneyro karşıla” - mıştı. Veneyro türkçe konuşmasını bi- lirdi, O zaman Türkiyeye gönderilen Venedik elçilerinin altı ayda türkçe öğrenmeleri şarttı, Bu müddet zar- fında türkçeyi öğrenemiyen elçiler geri çağırılırdı. Veneryo — Sizi çok sevdim.. sokakta ne gü- zel, ne edâlı yürüyüşünüz yardı! Diyerek, bu güzel kadını elde et- mek istemişti. Veneyro zaten hatırı sayılır zampüralardandı. Türk kadın- Jarile içki sofrasında eğlenmesini se- verdi t 5 Çengi Dıtahşân, şen bir kahkaha atarak: — Erkeklerin “benim yürüyüşümü beğenmesinden ne kadar hoşlanıyo- rum bilseniz... Dedi. İçki sofrası kuruldu. Sahilhanenin tenha ve sessiz bir O şimdi şen ve şakrak sesile şarkı- lar söylüyerek, Kâh oynuyor, kâh el- çinin dizlerine yatıp bin türlü işve- bazlıklarla kendini sevdirmeğe çalı- şıyordu. Duahşan kurnaz bir kadındı. Ken- disi bir kadeh şarap içerse, elçiye iki kadeh sunuyor, onu çarçabık sarhoş larında istedikleri gibi eğlenip, çen- gilere göbek attırmasını bilirler. Bu kabi! kadınların daima o mem- deketin idaresinden şikâyet ettikleri- ne şehit olan Venedik elçisi bıyık al- tından sırıtarak mırıldandı: — Hakkın var, nazlı çiçeğim! Ve- zirler ihtiyarladıkça taassupları ar- tayor. Dırahşan hiddetle bağırdı: — Hele şu pinti Sinan paşa yok mu? Onun geldiği gündenberi orta- ık daha fazla sıkıştı. Atlı asesler 80- kak sakak dolaşıyorlar ve nerede bir az açık saçık gezen kadın görürlerse hemen çevirip Kulealtına götürüyor- lar. Az kaldı dün de beni çeviriyor- Jardı. Zalimlerin elinden güç kurtul- düm. — Sinan paşa, budalanın biridir, yavrum! Devlet böyle pintilerden ne hayır görecek? . Bahis uzadıkça Dırahşanım atıp tutması da artıyordu. Pinti diyoruz amma, konağında elliden fazla cariyesi var. Bunların hepsi de güzel ve genç kadınlardır. Dedi.. Şarap kadehini elçinin ağ- zına götürdü: — Haydi içelim, aslanım! Madem- ki onlar Koca sakallarından ulanmı- yarak eğleniyorlar. Biz de eğlenelim. Veneyro şarap kadehini bir yudum- da boşalttı: — Padişah bu budala adama nasıl Mimad ediyor, güzelim? Halkın neler söylediğini, kendisile nasıl alay etti- ğini duymuyor mu acaba?... — Kulaklarının sağır olduğunu bilmiyor musunuz? — Adamları söylemezler mi kendi- sine?.. — Bunu söylemeğe kimse cesaret edemez. Söylese de ehemmiyet ver- mez ki... Veneyro da Dırahşan gibi atıp tut ıtmağa ep din de tap minik kafalar gittikçe duman» (Arkası var)