12 Kânunusani 68. 1938 — AKŞAM Eski ki dünyadan n Yeni Yeni dünyaya: 4 Satıcı tamir için akmış çorap arıyor, fakat kimsede yok! Almanlar tramvay raylarının ortasını birer çayır haline getirmişler 'Berlindeyiz... Kaderde Mussolini Me Hitleri yanyana görmek te var-. | mış... Sant beşte iki meşhur siyasi Bdamın,. Berlinin Kayser Wiühelm | kilisesi önünden geçeceği Berlinde. ; ağızdan ağıza dolaşıyor. Bütün âi- | Tekler bayraklarla donatılmış, Müt- hiş bir kalabalık... Bekliyenler rü ında şık şık kadınların tuzsuz tuz- süz harıl hari domates yediklerini gördüm. Sordum, Berlinde uzun müddet kalan bir ahbabım: — Burada domates en iyi meyva» dır... dedi. Bir çokları muza doma- Hakikaten sonra da trenlerde, tramvaylarda ( bilhassa kadınların büyük bir iştah ile domates yedikle. rini gördüm. Kayser Vilhelm kilisesi önündeki kalabalıktan birdenbire - bağırmalar yükseldi, Hitlerle Mussolini gellyor- muş. Baktım, açık büyük bir otomo- bil içinde Hitler de, Musolini de ayak- ta duruyor. Yanyana... Bir Alman bize Izahat veriyordu: — Hitler şoförünü çok sever... Otomobilinde böyle merasimlerde daims şoförünün yanında ayakta durur. Führer bugün ilk defa şofö- ründen ayrılıyor... Otomobil tam önümüzden gayet yavaş geçti, Ayakta duran iki şef- ten Hitler üstüne bal rengi bir üni- forma, giymişti. Mussolininin üni formasi ve serpuşu yeşildi, B. Musso- İni elini uzatarak faşist selâmı ali- yordu. Hitler mütebessimdi. B. Mus- golininin her zamanki gibi kaşları hafif çatıktı. Kayser Vilhelm kilisesi önünden kıvrılarak uzaklaştılar. Arkasından da gayet kalabalık bir maiyet erkânı anları takip ediyordu. Öğleden sonra kendimize bir otel bulduk ve Berlini gezmeğe başladık. Bizimle beraber umum! muharebe- denberi Berline gelmemiş olan bir arkadaşımız hayretler içinde idi: — Büyük muharebedenberi Alman kadınları ne kadar değişmiş, ne ka- dar şıklaşmışlar!... Hakikaten öyle idi. oÖtedenberi 'Alman kadınlarının iyi giyinme bil- meğdikleri söylenir durur. Halbuki bugün Berlin sokakları dünyanın cn şık kadınlarile dolu... Bomanyaya, Bükreşe mukabil burada, bu kadar gıklıklarına rağmen, kadınlar gayet az boyanıyorlar. Fakat Berlinde en çok şaştığım şey şehirdeki bisikletli kadın, bisik- Jetli genç kız bolluğu idi. Sokaklar binlerce bisikletli genç kız ve kadın- la dolu... Halâ ihtiyar kadınların altlarında bile bisikletler gördüm. Hem de öyle süratle gidiyorlar ki Adeta bisikletle uçuyorlar gib... Ber- inde bisikletler o kadar çoğalmış ki caddelerde bisikletler için ayrı kal dırımlar yapılmış... Fakat asıl iri lecek şey bisikletli kadınları.. Bunlar bisikletlerinin arki Çin - Japon esti ediliyor- m cep hede yaralanan ve evinde tedat edilen bir Çin askeri — Ogörül atiyor. Berlinde Alexanderplatz le çevirerk, eteklerini savura savura Berlinde bisikletten sonra Otomat denilen Amerikan usulü lokanta bol- luğu gözümüze çarptı. Buralarda gayet ucuz yemek yemek kabil... «Aşinger» diyorlar böyle bir lokanta var. Bütün Türk telebesi burada... Bardağınızı bir musluğun altına Ko- yuyorsunuz. Musluğun kenarındaki deliğe 10 fenik attınız mı «cırırir bardağınız bira ile doluyor. Gene bir deliğe 10 fenik daha atınız, makine- den bir kol size sıcak sıcak iki su- cuk uzatıyor... Fakat lokantalarda insanın önüne birer lokma ekmek koyuyorlar, su hiç yok... Lokantada su içmek âdet de- gil... Bizim yediğimiz ekmeğe hay- retle bakıyorlar... Meğer biz Avrupa lara nazaran ne kadar çok ekmek yiyormuşuz. . Garsondan ekmek İs- tedikçe adamcağız şaşıp kalıyor... Hele yemekte bardak bardak su içi- şimiz onları hayretten hayrete dü- şürüyor, Yolda bir arkadaşımız fena halde susadı. Berlinde oturan talebelerle aradık, taradık, tabii Berlinde su sa | tan tek yer yok... Nihayet grup ha- linde bir lokantaya girdik, soğuk bir bardak -su *bulabildik. İçtikten sonra arkadaşımız SOrĞU: — Su para ile satılır mı? Hakikaten nerede “su içti isek biz- den para almadılar. Suyun para İle satılabileceği Avruptlıların “akılla rının almadığı bir şey... Bizim İstan- bul subularının kulakları çınlasın... Tevekkeli değil o bir Amerikalı gaz€- teti İstanbula gelmiş, kendisine sor- muşlar: — Siz garabet merak! tanbulda. en: gerip bul Gin - Janon harbinin acıklı safhaları İ | miyor. İ bir genç kız imdadına yetişiyor: nedir?. Gazeteci cevap vermiş: — Suyun bardak bardak para ile » Berlinin en şık kadınlarile dolu Kurfürstendamm caddesinde 6 katlı bir bonmarşeye girdik. İçeride si- gara içmek memnumuş... Kapının yanında büyük bir sigarelik koy- muşlar... Buraya. gelen iri yaprak si- galarını sigaralığa yanyana diziyor- lar. Çıkınca herkes yaprak #ıgaları- nı alıyor, tekrar yakıp püfür püfür içiyor. Bonmarşenin en alt katında gâ- yet kalın sesli bir Alman... Önüne bir masa koymuş, avaz avaz bağırı- — Akan ipekli çorapları tamir et- mek için bu âletten sınız... Ma- damlar, matmazeller rica ederim... Akmış çorabınız varsa bacağınızı uz&* tınız, çoraplarınızı ayaklarınızda te- mir edeyim! Fakat aknışı çoraplı kimse olmadı- ğı için biçare adamcağız bir türlü tecrübesini yapmağa muvaffak ola- Nihayet kalabalık arasından -—ş Şimdi çorabım bisiklete takılıp attı, Lütfen tamir ediniz... Ve iri yarı Alman mal bulmuş mağribi giki genç kıza: — Mütfen bacağınızı uzalınız!. diyor, Genç kız kahkahalar arasında ayağını masanın üstüne uzatıyor ve Alman akan çorabı tamir ediyor. Otomat lokantalardan başka 80- kaklardâ her dım başında bir ma- kineye rasgeliyorsunuz. Her şey 10 feniğe... Hangi delikten 10 fenik at- sanız önünüze bir küçük kâğıdın içinde dondurma, bir tek muz, yap- rak sigarası düşüyor... Fakat bazan da bizim uğradığımız gibi feci bir yanlışlığa düşüyorsunuz. Muz ala- cağım diye 10 feniği yanlış deliğe atı- yorsunuz... «Çat!..» önünüze bir doma- tes düşüyor... Artık yiyebilirseniz yi- yiniz... Burada en hoşuma giden şey ye- şillik oldu. Almanlar tabiatle, mede- niyetin güzelliğini birleştirmişler. Ye- şillik ihtiyacını tatmin için üzerin- den otomobil geçmiyen İramvak ray- larının ortasını birer küçük çayır haline getirmişler... İki rayın arası i yemyeşil gözünüzün önünde uzanıyor. Kurfürstendamm'deki gayet lüks dükkânlarm yaptıkları. bir yenilik gayet hop... Her mağaza kendi hiza- sında kaldırımın yanına küçük bir vitrin yapmış... Bu rengârenk ışık larla dolu vitrinde balıklar, şaraplar var. Küçük manken insanlar bira içiyorlar, dans ediyorlar... Berlini o kadar dolaştık ki ayak- larımız sızladı. Gece Berlinin eğlen- ce yerlerini görecektik. Otelimize çe- Kildik.:. Hikmet Feridun Es Yazan: Arif Ç, Denker ESRARENGİZ KERVAN Sahife 7 “Tefrika No. 566 —— Güldost gözlerini açtı, karşısında bir gölge duruyordu — «Geceniz hayır olsun!» dedi, ar- kasını döndü, ateşin neşrettiği & dınlığın çerçevesi içinden çıkarak ka ranlığa deldi. Yumuşak zemin üze“ rinde âyak sesleri çarçabuk kay- boldu. Güldost yeni plânlaria, yeni dü- güncelerle, yeni ümitlerle yatağına uzandı. Yanında yanan ateşe bir iki dakika baktıktan sonra birdenbire derin bir uykuya daldı. Uzaklardan - bir köpek havladı, diğer köpekler de bu havlamaya iş- tirâk etti Ondan sonra her taraf gene ıssızlaştı. Yalnız yakında uyu- yan develerin ağır ağır nefes alışları duyuluyor, bir at kişniyor, hanımı Dın ayak ucunda uyurken rüya gö ti, Gözünü açınca önünde birisinin durduğunu gördü. Ateş sönmüş oldu- ipe o adam simsiyah bir gölge gi- görünüyordu. Kız yatağında doğ- rularak yavaşça: — Sen kimsin? diye sordu. Bu ara ık köpeğin ayak ucunda kımıldadı- ğını hissederek müsterih oldu. Yaban» cı birisi olsaydı Malçık mutlaka hav- lardı, dedi. Önünde duran adam: — Benim, hanımefendi, Ahmed Abud, dedi, Korkmayınız. Yalnız ya- vaş konuşalım, Güldost; — Sen misin, Ahmed Abud? Ne İs- tiyorsun? diye sorduktan sonra Ah- med Abudun bulunduğu tarafa dön- dü, başını dirseğine dayıyarak ona doğru baktı. Ahmed ağzını Güldos- tun kulağına yaklaştırdıktan sonra dedi ki; — Emrin üzerine Çimene gittim. orada etrafı tarassud ettim ve tahki- kat yaptım. Öyle şeyler işittim ki ge- ce yarısı hemen buraya gelerek sana haber vermeğe mecbur oldum. Benim- le beraber giden Hüseyin efendi Çi- — Çimene gittiğim zaman bir çay- haneye girerek bir kaç yerli ile tanış- tım, Konuşurken yerliler Çimen civa- rındaki fevkalâde hallerden bahset- meğe başladılar. Bir tarafta büyük bir kervan nehri geçmeğe çalışırken, diğer tarafta yüksek adamların Çime- ni ziyaret ettiklerini söylediler. Yük- sek adamlar sözünü işitince tabil ku- Jak kabarttım. Bunların kim olduğu- nu sordum. İsimlerini bilmediklerini söylediler, Fakat onların nerede otur- duklarını - öğrenmeğe muvaffak ol- dum. Geceleyin bu adamları terassud etmeğe karar verdim. Hüseyin efen- dile çayhanede yattık. Herkes uyu- yunea kalktım, gökteki yıldızlara bak- tım, saat gece yarısından iki saat ev- vel olmalıydı. Sokağa çıktım. Büyük adamların oturdukları evin önüne geldim. Bir pencereden ziya görünü- yordu, odada bazı İnsanların dolaş- makta oldukları seçilebiliyordu. Bu vaziyet beni şüpheye düşürdü. Çünkü geç vakte kadar fakir Çimen köyünde kim gaz lâmbesı yakabilirdi? Tabi en evvel büyük kervanın düş- manları aklıma geldi. Hemen kerpiç duvardan yavaşça o evin bahçesine atladım. Bereket versin bahçede kö- pek yoktu. Aydınlığın geldiği pencere- ye yaklaştım, Fakat pencere yilksek olduğundan içerisini göremedim... Güldost burada Ahmedin sözünü. keserek: — Peki, peki, dedi. Bu teferruatı bana sonra nakledersin, ne İşittinse evvelâ onları anlat! Fakat Ahmed Abud vermeğe başla- dığı tafsilâttan vazgeçmek İstemiye- rek sözüne devam etli: — Hanımefendi, müsaade et te her şeyi birer birer anlatayım, dedi. Pen- cereye yetişemeyince ne yapayım diye düşündüm. Her ne kadar pencereden dışarıya boğuk sesler aksediyorsa da ne söylendiğini anlıyamıyordum, oda- dakileri göremiyordum. Onun için pencereye kadar tırmanmama misa- ade edecek bir vâsıta aramak maksa- dile evin duvarlarına tutunarak ileri- ledim. Birdenbire elim bir boşluğa te- sadüf etti. Baktim, pencereye benzi- yen bir delik gördüm. Bu delikten elimi içeriye söktüm, her taraf tozlu İdi. Burasınıh bir ambar olduğunu, #lkbahar olduğu için ambarın boş bu- lunduğunu üanlâdım. Biraz sonra gözüm karanlığa alışınca bitişik oda- da yanan kandilin ambarla oda ara- sındaki duvârâ hasıl olan yarıktan ambari da bir pârça aydınlahmakta olduğunu götdüm. Zaten evin Ber ta- Güldostun suallere Ahmed şu suretle mukabele etti: — Hayır, hanimefendi, Hiç yamlır mıyım? Ah-Singin yüzünü ömrüm ol- dukça unutinyacağım, Hem çenesin- deki yara izi henüz yerinde idi. Hain herifi derhal tanıdım. — Ya Ming-Tse? Onun bu mınta- kada ne işi var? Kulcadaki mevkiini terkedip nasil büralara kadar gelebil- miş? Tabit nereden bileceksin? Onun olduğuna emin misin? — Kendimden emin olduğum ka- — Evvelâ konuşulan şeyleri iyice anlıyamadım. Düşmanlarımı karşım- da görüverince kalbim o kadar şiddet- le çarpmağa başladı ki bir nehrin or- tasından fışkıran suların altında bu- Junuyorum zannettim. Etrafımda su- ların akmasından hasıl olan uğultu- lara benzer gürültüler işitmeğe baş- ladım, Fakat, yavaş yavaş aklım başi- ma geldi, firsati kaçırmayıp herifleri dinlemeğe mecbur olduğumu hatırla” dım. Bu sâyede biraz sükünet bul- dum. Kulağımı yarığa koyarak içeri- de konuşulân şeyleri iyice dinlemeğe başladım. Herifler iki partiye ayrılimışlardı. Bir tarafta Ming-Tse yalnız başına kalmıştı, öbür taraftada diğerleri