ZABITA NUVELİI İ)ev Bekir mi, CüceReşid mi, yoksa... B öyle fırtına, böyle yağmur, böyle şimşek beş on senedebir görülür... Gökyüzünde sanki muhare- be oluyordu... Taarruz eden semavi Ordular istilâ ettikleri ülkelerin su bendlerini yıkmışlardı sanki... O su- lâr, tufan halinde şehre ve civarına gkıyordu... Her yeri seller basmıştı. Bu fırtınanın ortasında. Topkapı dışlarında bir otomobil, çamurlara saplandı. Şoför, bir kaç tecrübeden sonra, içeride oturan orta boylu, kır saçlı, siyah bıyıklı, basit fakat temiz kılıklı, zeki yüzlü adama: — Bujiler de yandı. Gidemiyeceğiz, bayım! - dedi. — Vay... Fena havadis... Sizin beye- fendi beni akşam yemeğine bekliyor- du. Vakit de geç oldu. Burada başka otomobil bulunamıyacak... Bilhassa bu havada... Ne yapmalı? Bilmem... — İstanbula dönseniz... Hazır mu- şambanız da var... Fakat muşambasının kukuletesini de başına geçiren bay Ali, İstanbula değil, Bakırköy “istikametine doğru, sulara, çamurlara, bata bata ilerileme- ğe başladı. Bir çeyrek kadar gittikten sonra, kömürünü boşaltmış bir köylü ile iki beygirine rasladı. Pazarlıkta çabu- cak uyuştular. Zira köylü de Bakırköy civarındanmış zaten... Çakan şimşeklere, düşen yıldırımla- ra, gökgürültülerine ve Nuh günleri- ni andıran yağmura rağmen ilerli- yorlardı. Nihayet Bakırköy ötelerinde elli dönümlük muazzam bir bahçeyle | çevrili olan Naci bey köşkü görüldü. Bay Ali, köylüye: — Eh burada ineyim... — Aman beyim... İçeri kadar gide- Um... Bu yağmurda nasıl yürürsünüz? — Hayır, hayır... Buradan ayrılma- | Yiyız! - diyerek Ali attan aşağı atladı; köylünün parasını verdi; karanlıklar içinde kayboldu. —3 O akşam Naci beyin karısı Nazlı, odasında hazırlanırken kocası- nın yeğeni Nihal'le konuşuyordu: — Kardeşim, üzülme... Ben elimden geldiği kadar âmcanı kandırmağa ça- lışırım... Mademki komşumuzun oğ! Bülend'i seviyorsun, artık zenginliği- ne, fakirliğine bakmasın seni ona ver- 8in... Elhamdülilâh paramız var.. Sen bizim kızımız sayılırsın... Kuraca- ğınız aileye yardım ederiz, Nihal yengesinin boynuna sarıla- — Senin kadar müşfik insan gör- medim... Hakkını nasıl ödeyeceğim bilmem... Fakat amcam bu işe katiy- yen razı olmıyacak... Ne derece inad- cı olduğunu bilirsin. — Ben onu yavaş yavaş yola geti- ririm... Şimdi git, giyin... Yemekte misafirimiz var. biliyorsun... Bir pro- fesörmüş... Fakat bu hava... Maazal- Nihal odadan çıkınca Nazlı tuvalet aynasının karşısına geçti, O cidden pek güzel ve genç bir kadındı. Uçuk benizli, sarı saçlı, süt gibi beyaz ten- M... Tuvalete son derece “ meraklıydı. Uzun uzun, süslendi. Güzel görünme- ği âdeta kendine vazife edinmişti. Yal- nız da olsa, kendine itina etmekten biran geri durmazdı, Aşağı indikleri zaman, Naci bey, daima evlerinde oturan akrabasından doktor Recai ile yavaş sesli bir müna- kaşaya tutuşmuştu. Kadınları görün- ce muhavereyi kestiler, Ev sahibi, sa- Atine bakarak: — Geç oldu. Artık yemek yesek... Misafirinkini ayırırız! - dedi. Böyle de yaptılar, Sofrada bilhassa havanın fenalığı mevzuu o bahsoldu. Nihal böyle bir zamanda misafirin gelemiyeceğini söylüyordu. Naci bey: — Taş yağsa gelir. Ben onu bili- rim! - diyordu. - Mutlaka otomobile bir şey olmuştur. Ona doğru doktor Recai: — Yazılarım var! » diyerek ayrıldı; Alt kattaki odasına girdi. Kadınlar da Nazlı'nın odasına çe- kildiler, Aralarında pek az yaş farkı olduğu için hep birlikte vakit geçirir- ler; kâh kitab okur, kâh çene çalar, elişi yaparlardı, Son derece sevi- lerdi, ; Nakleden: (Vâ-Nü) Naci bey aşağıda, binanın ortasını teşkil eden ve salon gibi süslenmiş olan sofada yalnız kaldı. Dışarda yağmur ve gökgürültüsü bütün şiddetile devam &diyordu. Hat- t& bir müddet sorira, şiddetli bir yı- dırım patırtısını müteakıb, bahçede Aâteda bir şey yıkıldı. Naci, ürkerek, yerinden fırladı: — Allah Allah bu da ne?... Salonda bir müddet mütereddid dolaştı. Âdeta pencereye yaklaşmak- tan korkuyordu. Böyle havalar, onun Asabını son deçece bozardı. Neden sonra camekânli kapının önüne çıktı, Bahçeye baktı ve bir şimşek çakması esnasında hayreti arttı: Demek demin düşen yıldırım bahçedeki heykeli devirmiş! —3— radan bir saat kadar zaman geçmişti ki, kapı çalındı. Çe- murlara batmış, sırsıklam olmuş, bay Ali göründü. Ev sahibiyle mektep ar- kadaşıydılar. Biribirlerinin elini sik- tıktan sonra Ali başından geçenleri anlattı. Naci de yemeğe beklemedik- lerini, fakat yiyeceğin hazır olduğu- nu Ssöyliyerek zili bastı, (Hizmetçiyi çağırdı, Misafir yemek yedikten sonra yorgun olduğu için, müsaade istedi. Naci bey ona odasını gösterdi. Kendi- si de karısının yanına gitti. Fakat ertesi sabah harikulâde bir vaziyet dikkate çarptı: Doktor, Recal odasından çıkmamıştı. Öğleye doğru kapısını vurdular. Bir türlü cevap alamadılar. Kiti oluşu da büsbütün merak uyandırdığından delikten bak» tılar. Anahtar, üstünde yoktu. Alinin itirazına rağmen ev sahibi, kapıyı kırdırdı ve işte o zaman müthiş bir manzarayla karşılaşıldı: Doktor kapal olan pencerenin kar- şısındaki yazı masasının başında oturmuştu. Tam alnının ortasında bir delik vardı. Kanlar, yüzünde gözünde kurumuş ve masanın üstünde küçük bir göl hasıl etmişti. Önünde ne bir kitab, ne bir kâğıd vardı. —41— B ir müddet sonra, karakoldan ge- len polislerle, bay, Ali şöyle ko- İ nuşuyordu: — Hem pencere kapalı, hem kapı kilitli. Anahtar bir yerde bulunmadı. İntihar değil, çünkü odada tabanca yok ve kurşunun beş metreden atıldı- ğı tesbit edildi. Demek ki evvelce pen- cere açıkmış ve kurşun dışarıdan atıl mış. Zira bakın: Şu parkenin üzerin- de su lekeleri var. Halbuki bu ev iti“ nalıdır; her gün her yer cilâ olur. De- mek yağmur esnasında pencere açık- miş. — Peki açıksa nasıl kapandı? — İçeriye bir adam girmiş. Pence- reyi kapamış, elektriği söndürmüş, kapıyı dışarıdan kilitleyip çıkmış. İş- te yerde bir de çamur izi var. — Öyleyse katil giren adam. — Girenin muhakkak katil olduğu belli değil. Çünkü bu ev sakinlerinden biri olduğu muhakkak. Aksi takdirde Naci bey sofada oturuyordu. Yaban- cı dikkatini celbederdi. Hem kapıla- rım, pencerelerin Yaziyetirden sofa- ya giren bu adamın evde kaldığı ve dışarı çıkmadığı katiyetle anlaşılmış- tır. Bütün ev halkı istintak edildi. Hiç kimse tabanca sesi işitmemiş. Bunda da şayanı hayret bir şey yok. Çünkü cinayet fırtınanın en velvele- li zamanında yapılmış. Bu da doktor tırmangrak biri değil. Çünkü o takdirde mesafe beş metre olmazdı. Pencerenin vaziyetine göre, ancak 2 metre 40 santim boyun- da dev cüsseli bir adamın bu cinaye- ti yapması muhtemel, Polisler #lay etti; — Bu boyda adam, İstanbulda ne- rede yahu?... Bay Ali: — Varl - dedi. Biraz tetkikat yapar- sanız, çambaz kumpanyasında teşhir edilen Muğlalı Dev Bekir dikkatinizi celbeder, | D ev Bekiri yaknladılar. Bu biçare aptalın biriydi. Bünyesile hiç uymıyan cılız bir sesi vardı. Mütema- diyen çocuk gibi ağlıyor: — Allah belâsını verdi bu dokto- run! Öldüğü de isabet... Fakat ben öldürmedim... Ben öldürmedim! - di- yordu. Dev Bekir tevkif edildi. Fakat ap- | tal olduğu için kendisinden bir şey öğrenilemedi. “Esasen polis ayni za- manda Ali'dende şüpheleniyordu. O gece geç vakit fırtınaya rağmen niçin köşke gelmişti? Bahusus niçin sürücünün kapıya kadar teklifini red- detmişti? Gerçi Naci bey onu davet etmiş. Fakat bu davet de düşündürü- ciydi, Diğer bir şüphe de Naci beyin üze- rinde toplanıyordu. Belki de iki arka- daş müşterektiler. Bu İşte hırsızlık Yoktu. Doktorun portfoyu altın saati, parmağındaki yüzüğü hep yerliyerin- deydi. Yalmz profesör Ali: — Bu odadan evrak çalınmış! - diye iddia ediyordu; çünkü bütün vaziyet, doktor Recainin o gece saatlerce yazı yazdığını gösteriyordu; fakat yazıl- —5— l mış kâğıdlar ortada yok. Koruluğa giderek: eEiler yukarı!» dedi, —6— rtesi akşam, Ali, bahçenin korü- Juğundan geçerken, kulağına bir ses çalındı. O tarafa doğru yakla- şınca, Nihal'in yere oturup ayağını uğuşturduğunu gördü. Kız dehşet içindeydi. Belli ki bir şeyden ürkmüş- tü. Ali dedi ki: — Nişanlınızla randevunuz vardı, değil mi? Dönerken düştünüz... Evet. Hem de ayağımı incittim. Yürüyemiyorum. — Ama, bir şeyden de ürkmüşe benziyorsunuz. li sanırsınız. Ali fazla ısrar etmedi. Kızın koluna girerek eve doğru onu yürüttü. Bu si- rada Nihal yalvarıyordu: — Aman kuzum Bülend'le rande- vumuz olduğunu amcama söylemeyi- niz. Eve geldikleri zaman randevudan her ne kadar bahsetmedilerse.de, Na- ci hakikati ânlamakta güçlük çekme- di; fevkalâde hiddet alâimi gösterdi; ve hışımla Nazlı'nın yaninâ gitti, Ali, genç kadının kocasını teskin etmeğe uğraştığını işitiyordu. di ! müşahedesile sabit! Açık pencereye | , — Ürktüğüm şeyi söylesem beni de- vurdu desek kabil | —1— rtesi sabah Ali ve polisler, köş- kün salonunda oturmuş, cina- yete dair fikir yürütüyorlardı. Birden- bire Ali dedi ki: — Bu işi ayni zamanda pek kısa boylu bir insan da yapmış olabilir. Meselâ seksen santim boyunda... Gör- dünüz mü? Pencereye doğru, bir ağa- cın dalı sarkmış. Eğer tabii sıklette biri bunun üstüne tırmansa dal kirı- hır. Fakat ölçtüm, mesafe ve yüksek- Mik bahsettiğim cücenin buradan ateş etmesine tıpatıp uygun geliyor. Polisler, omuz silkti: — Artık siz hayalâtı son haddine vardırdınız. Yoksa bu sözlerle bizi mi şaşırtmak istiyorsunuz?... Nerede böy- le bir cüce... Ne münasebet?... Bu aralık, merdivenden Nihal trabzanlara tutunarak iniyordu. Al genç kızı çağırdı: — Küçük hanım! Dün akşam bah- çede neden ürktüğünüzü anlıyorum... İki karış boyunda, kurbağaya benzi- yen yerden bitmiş korkunç bir adam gördünüz, değil mi? Kız, hatırası canlanmış gibi yüzünü kapatarak: — Nereden anladınız?... Evet tıpkı söylediğiniz gibi bir adam gördüm... Demek hayal de- ğilmiş?... Ali dedi ki: Nihal Nazlı'yı hizmetçilerin yardı- mile odasına çıkardı. Yatağına yatır- dı ve başından ayrılmadı. Bir aralık polisler istintak için içeriye girdiler, Genç kadını bu felâketli zamanda ta- ib ettiklerinden af diliyorlardı; Maa- mafih bir kaç sual sordular. Nazlı bütün metanetini topladı. — Ne kadar derdli olursam olayım. Sevgili kocamın katilini bulmanız için elimden gelen yardımı yapaca- ğım. Maamafih fazla bildiğim bir şey de yok. * Yeğenine dönerek: — Affedersin şekerim, Senin de sırrıni ortaya koymağâ mecburum. Bu şerait tahtında polisten hiç Bir şey saklı kalmamalıdır! Nihal'in komşu delikanlı ile seviş- tiğini anlattıktan sonra: — Kocam bu işin aleyhindeydi. « di- ye devam etti, - Nihal'in ondan gizli Bülend'le buluştuğunu öğrenince sa- Nişanlının. bıraktığı miras Bu zabıta nuveli öbür günkü çıkacaktır Nakleden: (Vd-N4) bahleyin kavgaya gitti. Dönmemesi Üzerine merak ettim. Kavganın önü- ne geçmek için koşarak o tarafa yü“ rüdüm. Kârulukta Naci'nin cesedini buldum. Aman Allahım... Genç kadın gene hıçkırmağa başla“ dı ve bayıldı. Bu büyük ıztırabın kar- şısında polisler hürmetle iğildiler ve yavaşça dışarı çıktılar. iğ iL vin içinde tahkikat, * tedkikat bütün hararetile devam ediyor- du. Bu ikinci cinayet herkesi şlart- miştı. O esnada zabıta Malatyah Cü- ce Reşid'i de bulup getirdi. Kurbağa gibi bir ucube... Ağız, kulaklarına ka- dar, âdeta yırtılmış... Gözler zaten fırlakken, güya göz kapaklarının ke- narları kesilerek bu fırlaklık tebarüz ettirilmiş. Buna rağmen kurnaz kur- naz bakıyordu. Dev Bekir'le muvacehe etmek üzere bir meclis kurulmuştu. İki ucube tam tezat teşkil ediyorlar, Fakat arkadaş- mışlar. Reşid cırtlak sesile; — Aldanıyorsunuz... Biz öldürme dik... Onlar bize fenalık ettiler. İyi olmuş da gebermişler. Fakat öldüren biz değiliz. Bizi serbes bırakmağa mec- bursunuz. .. Dev Bekir arkadaşının bu kadar cerbezeli konuşmasına hayran hay- ran bakarak kafa sallıyordu. İnce ap- tal sesile, boyuna: — Ya... Ya... Biz öldürmedik... ben demedim miydi? - diyordu. —10— cinin evrakı arasında bir vasi- yetname (bulundu. (o Maktul, bütün servetini karısına bırakıyordu. Halbuki Nihal'in de hakkı olmak ge rekti. Bir de polise hitaben mektubu çıktı: “Şayet başıma gelir de öl- korktuğum dürülürsem, katillerimin cezasız kalma- masını istiyorum. Esrarımı karım bile bi- Lâkin bir garibenin ne kadar sakil olur. su 0 kadar fazla para getirdiğini de öğ- rendiğimiz için, akrabamdan doktor Re- cal, ameliyat yaparak onların ârızalarını. eai'yi öldürmüş. Ölçlüm: Mesafe tam beş metre. Yükseklik te kaidenin Üzerinden 2,40 ediyor. Yani 1.60 böy- da bir insanım marifeti... Kazmanın üzerinde mermer izleri var. Hem bi- nada siperi saika varken yıldırım. kele raslıyamazdı!. ? e .âbahi karşı köşkte bir patırdı dahs koptu. Bahçıvanlar bağrı- şıyordu. Hattâ Nihal, aşağıda Bülend'- in sesini bile işitir gibi olmuştu. Deli- kanlı; — Babamı öldürmüşler! - diye ağlı yordu, (Devami İnci sahifede) «© wi