Şevki aynaya şöyle bir baktı. Her- gey mükemmeldi. Kravatının munta- Bam bağlanışından, yüzünün perdahlı fraşına kadar herşey istediği gibi idi. Bugün Mehlika ile randevüsü vardı. Evden çıktı. Yolda bir kere daha sa- Btine baktı. Mehlika ile buluşmak çin daha çok erkendi. Bir saat kadar vakti vardı. Şevki arkadaşı Fuad Ma- hirin evinin önünden geçerken: — Bizim genç âlime uğrıyayım... Bir Bast kadar onunla çene çalarım... de- di, Fuadın evine girdi. Fuad, hayatını küçük böceklerin tedkikine vermiş genç bir âlimdi. Şevki onu evinin hu- sasi lâboratuarında çalışırken buldu: — Merhaba genç üstad... dedi, gene hangi böcekleri tedkik ediyorsun... Fuad gülümsedi: — Bu sefer gayet meraklı bir mev- Ku üzerindeyim.. Tahtakurularının, pirelerin yaşayışlarını tedkik ediyo- rum... Baksana bir sürü tahtakurusu, pire topladım... Şevki arkadaşına takıldı: — Yahu... Biraz da şu kokulu lâbo- Tatuarının dışındaki asıl hayatı tedkik «isene... İnsanların yaşayışlarile in- #anların aşklarile meşgul olsana... Fuad elile önündeki böcekleri gös- teri: — Azizim, dedi, işte benim bütün sevgililerim, aşklarım hepsi bunlâr.. Benim dünyam böcekler... Şevki âlim arkadaşile bir saat kadar konuştuktan sonra pardesüsünü giy- di: — Aziz dostum, dedi. Seni tahtaku- rularınla, pirelerinle başbaşa bırakıyo- rum... Bana gelince; on dakika sonra dünyanın en güzel genç kızı ile bulu- pacağım... Böyle söyliyerek evden çıktı. Mehli- ka ile buluşacağı pastacıya girdi. Bu- radan Mehlika ile sinemaya gidecek- erdi, Ondan sonra Şevki bu akşam kö- ye, Suadiyeye gidecekti. Mehlika ile bu Uk randevuları idi, Genç kız: — Sizi biraz beklettim galiba... di- yerek geldi. Sinemanın başlamasına daha va- kit vardı. Karşılıklı oturup birer çay içtiler, Bir aralık Şevki sırtında müthiş bir kaşıntı hissetti, Sanki gömleğinin içi- ne avuç avuç pire ve tahtakurusu dö- külmüş gibi kaşınıyordu. Şevki haya- tanda bu derece kaşıntı hissettiğini bilmiyordu, Evvelâ sabretmeğe ka- rar verdi. Dişini sıktı. Fakat imkânı yoktu. Bu sırt kaşıntısına tahammül etmek kabil değildi. Mehlika onun renkten renge girdiğini görünce Sor- du: p — Rahatsız misiniz?, Şevki kekeledi; — Hayır... Neden sordunuz?. Nihayet Şevki ne olursa olsun sırtı- ni hiç edğilse şöyle hafifçe kaşımağa karar verdi. Yavaşça arkasını duvara sürttü. Fakat onun bu hareketi sırtı- nı daha ziyade kaşındırdı. Şimdi ar- kası kaşınıyordu. Bu esnada gözleri ceketinin yakasına ilişti. Az daha deh- | getli bir feryad koparacaktı, Yakasının kenarından muntazam bir tabur ha- Minde bir sürü tahtakurusu gidiyor- du. Hem de hepsi kanlı canlı, iri yarı mahlüklardı. Şevki bunları görünce sırtının büs- bütün kaşındığını hissetti. Ne yapaca- ğa şaşırmıştı, Şimdi yakasındaki tah- takturuları yukarılara doğru çıkıyor- lardı. Bir aralık Mehlikanın bunlara gö- sü ilişti. Genç kızın yüzünde müthiş bir tiksinme alâmetleri belirmişti. Şimdi Şevki işi anlamıştı. Fuad Ma» hirin evinde pardesüsünü çıkafdığını çok iyi hatırlıyordu. Demek Fuadın tedkik için topladığı tahtakuruların- dan bir kısmı onun pardesüsüne hü- Cum etmişti. Bir aralık Mehlikada sararıp bozar- Mağa başladı. Nihayet genç kız da can havlile sırtını kaşımağa koyuldu. Mehlika: — Ay, diyordu. Şimdiye kadar hiç böyle şey başıma gelmemişti. Sizin ka- Şınmanız bana sirayet etti, Bu sırada Şevki ceketine bir daha baktı, Üstübaşı tahtakurularile dol muştu. Tahtakuruları pastahanenin Mıcağını görünce saklandıkları yerler- den grup grup çıkıyorlardı. Mehlika baktıkça sırtını kaşıyordu, Gy kaz nihağet, — Ay dayanamıyacağım... Müsaade ederseniz ben eve gidiyorum!.. Diyerek Şevkinin elini bile sikma- dan pastahaneden fırladı. Şevki onun sırtını, boş böğürlerini kaşıya kaşıya bir otomobile atladığını pastahanenin | camından gördü. Fakat genç adam da fazla duracak vaziyette değildi. Hemen pastahaneden çıktı, Yolda alabildiği. | ne koşuyordu. Aklına Fuad Mahir gel- dikçe: — Hay tahtakurularını tedkik et- | mez olaydı... Hay onun ecza kokulu lâ- | boratuarına girmez olsaydım... diyor- du. O hızla yürürken yanında bir otomo- bil durdu. Otomobilin içinde Şevkinin çalıştığı — şirketin müdürüumumisi vardı, Müdür otomobilin penceresin- den seslendi: — Bay Şevki... Bay Şevki... Nereye böyle... Şevki cevap verdi: — Köprüye iniyoruni efendim... Va- pura binip Suadiyeye geçeceğim... Müdür: — Sizi köprüye bırakayım... Gelse- nize... Şevki otomobile girdi. Müdürüumumi:* — Bu gece radyoda konferansım var... diyordu, temizliğe dair... Tahta- kurusu denilen küçücük hayvanların büyük mazaratlarını anlatacağım. 'Tahtakurularının pislik alâmeti ol duğunu söyliyeceğim. Şevki bunu işitince büsbütün renk- ten renge girmeğe ve'kaşınmağa baş- ladı. Müdürüumumi gayet titiz, son derece temiz bir adamdı. Bir aralık müdürün gözü Şevkinin ceketine ilişti: — Fakat efendim... dedi, siz temiz olmıyan bir yerde oturmuşsunuz gali- ba... Üzerinize tahtakuruları binmiş... Şevki kaşınmağa devam ediyor, ne diyeceğini bilmiyordu. Bu esnada mü- dürüumumi de dehşetli surette kaşın- başlamıştı. Müdür: — Eyvahlar olsun.. Neler oluyorum... tahtakuruları hakkında konferansımı nasıl vereceğim!.. Diye çırpınıyordu. Şevki Dayanamadı. Yüksek sesle; — Gözün kör olsun Fuad Mahir|.. diye bağırdı. Bu sırada tahtakuruları da otomo- bilin şoförüne kadar akın etmiş ola- caklar ki, adamcağız da bir elile di- reksiyonu tutmuş, ötekisi ile sırtını Şoför cevap verdi: — Vallahi efendim... Hayatımda böyle şey başıma gelmedi. Sanki en- semden aşağı bir çuval tahtakurusu bırakmışlar gibi birşey. Bereket versin ki, bu esnada köp- rüye gelmişlerdi. Şevki müdürüne: — Allaha ısmarladık. diyerek hemen atladı. Köprünün merdivenlerini iki- şer ikişer inerek vapura girdi. Gömle- ğini çıkarıp tahtakurularını silkmez- se dünyada tahammül edemiyecekti. Hemen yan kamaralardan birine gir- di. Kapıyı kapadı. Pencerenin perde- sini indirdi. Ve kimse içeri girmesin diye sırtını kapıya dayıyarak gömle- ğini çıkardı. Tevekkeli değil... Gömle- İ gi tahtakurusu dolmuştu. Bütün kuv- vetile gömleğini silkmeğe başladı. Fa- kat bu esnada kamaranın kapısı hızla açıldı. Bir sürü genç kız başı içe- ri uzandı. Genç kızlar Şevkiyi gömleği elinde, fanilesi sırtında görünce kahka- halar atarak kaçtılar. Bir hafta son- ra Şevki arkadaşı Fuad Mahire ras gel- di. Fuad Mahir: — Aman Şevkiciğim... dedi... Bir gün bana gel... Sana çok meraklı şeyler göstereceğim... Bitlerin hayatını ted- kik ediyorum... Sana bu hayvanları mikroskop altında göstereyim... Olur mu? Muhakkak beklerim.. (Bir yıldız) 20 muevvel 937 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05 Plâkla Türk musikisi, 1850: Muhtelif plâk neşri- yatı, 14: SON. 7 Akşam neşriyatı; 17: İ Üniversiteden naklen Mahm kurt tarafından, 1830: Plâkin dans mu- #ikisi, -19: Çocuk tiyatrosu (TU ve Mi- #1 Mavi kuş peşinde), 1930: Çocuklara masal: Bayan Nine, 1955: Borsa haber- leri, 20: Rıfat ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Hava raporu, 2033: Ömer Rwa tarafın- dan arabca söyler, 2045: Belma ve ar- Kadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (8. A), 2115: Radyo fo- nik opera: Maruf Stüdyo orkestrası Te- fakatile, . 2215: Ajans haberleri, 2230: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 22,50: Bon haberler ve ertesi günün proğ- ramı, 23: SON, sender 20,10 da, neşeli muzika - Münih 20,10 da, maruf parçalardan mürekkep muziks - Saarbrüken 20,10 da, valslar - Stuttgrat - Frankfurt 2015 de, muhtüf parçalar - Viyana 20,25 de, aşk neşesi ve aşk ıztırabı, konser. Saat 21 de Deutschlandsender 21 de, büyük kon- ser - Munih 21 de, “maruf parçalardan mürekkep muzikanım devamı - Viyana 21 de, aşk neşesi ve aşk ıstırabı konseri- nin devamı - Prag 2155 de, konser. Baat 22 de Berlin 22 de, PFrohlish orkestrası - Kolonya 22,30 da, dans muzikası - Viyana 22 de, büyük konser - Orta İngiltere 22,45 de, büyük konser - Peşte 22.10 opera Orkestrası konseri, Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir, Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla giripin isteyiniz. Grip, Baş, ve Diş ağrıları Nevralji, Artritizm, Romatizma Nafia Vekâletinden: 3/1/938 pazartesi günü saat 18 de Ankarada Nafın Vekâleti malzeme eksiltme komisyonu odasında 2940 lira muhammen bedelli 12,000 adet Telgra? fincanı demirinin açık eksiltmesi yapılacaktır, Muvakkat teminat miktarı 220 lira 50 kuruştur. Bu işe alt şartname ve sair evrak Vekâlet malzeme müdürlüğünden para- 83 olarak alınabilir, İsteklilerin 3/1/988 pazartesi günü saat 16 de komisyonda hazır bulun- maları llrımdır. (8303) KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mam Tefrika No. 91 Cellâdın elinden kurtulan Sinan çok talihsiz bir gençti. Onu biraz sonra zindana atmışlardı. Bu arada kaptan paşanın yanına sokulan asesbaşı yavaşça mırıldan- dı: — Kara Mihali teniyanlar; (Bu, Kara Mihal değildir!) diyorlar. Han- gisine inanalım, paşacığım? Kılıç Ali paşanın içine de garip bir şüphe düştü. Fakat, Sinanı tekrar ölümün pençesine düşürmemek için, asesbaşının sözleriri işitmemiş gibi davrandı Padişah pencereden bağırıyordu: — Direkteki adam kimdir? Kiliç Ali paşa padişahın yanına çıktı ve Kara Mihalin kendi kendini öldürdüğünü söyledi. Mihalin adam- ları zincirlerle bağlı olarak geçer- ken, asesbaşı sadrazama şüphelerini anlatıyordu: —8inanın gemisinde Hasan ve Hü- seyin adlı iki yelkenci, bu adamın Kara Mihal olmadığını söylediler. Padişahımızı aldatıyorlar. Vezirlâzam Ahmed paşa da huzü- ra çıktı Asesbaşının dediklerini üçüncü Murada anlattı: — Ya bu esirler nedir? Deyince Ahmed paşa bunun da ce- vabını verdi: — Sinan bunları adalardan topla- yıp Kara Mihalin adamları diye zin- cire vurmuş. Üçüncü Murad hiddetlendi: — Esirlere sorunuz bâkalım.. ne- reden geliyorlar... Sinanın eline na- sıl düştüler? Diye bağırdı. Esirleri sarayın penceresi önüne getirmişlerdi. Asesbaşı tercümanla esirleri sor- guya çekerek, Kara Mihalin adamla- rı olduğunu “anladı. Fekat, hakikati sakladı. Padişahm yanında duran veziriâ- zama: —Adalardan zorle toplanıp geti- rilmiş zavallılar. Kara Mihali hiç birisi tanımıyor. Dedi. Sinan, aleyhinde hazırlanan dolaplardan haberdar değildi. — Esirler meydanda. Onlara s0- Tunca hakikat meydana çıkar, Diyordu. . Oysa ki harem penceresinde fe- sad ve tezvir kazanı kaynıyordu. Ah- med paşa bu cevsbi verince, üçün- sü Muradın tepesi attı: — Sinanı zincirleyip zindâna et- sanları azad ederek zincirlerini çöz- dürdü. Korsanlar böyle birdenbire serbes — Padişahımız İeketinize gidebilirsiniz! dedi. Ve esirlerin gözü önünde Sinanı zincirleyip Yedikule zindanına at- tılar. (Yeşil Kartal) dan başı örtülü genç bir kadın çıkarıyorlardı. 8inanın başına gelen felâketi ha- ber alan dümenci Mahmud dayı, Si nanın sadık adamlarındandı. Rozi- tanın bir tecavüze uğraması ihtima- Uni düşünerek; , — Haydi gel, seni benim evime gö- türeyim! Sinan saraydan dönünce ye kadar ihtiyar annemin yanında oturursun! demişti. Rozita Cibali sahiline İnerken, asesbaşının adamları Mahmudu çe- virdiler: — Nereye götürüyorsun bu ka- dini? Dümenei Mahmud asesbas ile karşılaşacağını nereden bilsindi? Bir- denbire şaşaladı? — O, Sinan reisin karısıdır, dedi, bana tembih. etti, evime götürüyo- rum Asesbaşı kurmaz bir adamdı. Her kaptanın sefer dönüşünde gizli bir kadın getirdiğini pek âlâ bilirdi. — Bu ne milletten?.. © Diye sordu. Mahmud dayı: — İtalyandır... ? Dedi. Asesbaşı Rozitanın yanına yaklaştı. Başındaki örtüyü açtı ve gözlerini süzerek mırıldandı: — Bir içim su, Sinın bunu padişa- humıza hediye etseydi başına bu fe lâketler gelmezdi. Ve birden maiyetindeki aseslere emir verdi: — Yakalayın şu kadını. Dümenci Mahmudun göğrüne bir kaç yumruk ve tekme vurarak yere devirdiler. Rozitayı kucaklayıp bir kayığa bindirdiler. — Böyle nefis şekerpareler ancak saadetlü canlara lâyıktır. Diye söyleniyordu. Büyük ases kayığı, Sarayburnun- daki hünkâr iskelesine yanaşırken, Kılıç Ali paşa da (Kara Mihal) işi- nin iç yüzünü incelemekle meş- guldü. Asesbaşı, Rozitayı Ciballden #a- raya Kaçırdıktan birez sonra, kaptan paşa Cibaliye gelmiş ve Sinanın ge- micilerini sahilde toplıyarak, kendi- lerle ayfı ayrı konuşmağa başla- mıştı. Sinanın arkadaşları hadiseyi ha- ber alınca çok müteessir olmuşlar. dı. Hiç kimse gemiden ayrılmıyordu. — Elbette bizden de hakikati s0- ran olacak, bildiklerimizi söyleyip, Sinan gibi bir kahramanı bu felâ- Diyorlardı. Kılıç Ali paşa Cibaliye gelir gelmez: — Bu adalı fakirleri ne âlye top- layıp getirdiniz İstanbula? Sözile sorguya başladı. (Yeşil Kartal) denizcileri hep bir ağızdan: — Onlar, Akdenizde yıllarca türk- lere meydan okuyan haydutlardır. Biz onları bir gece baskınında ya- kaladık. Diye bağırdılar. Ve Kıhç Ali paşa saray önünde olup bitenleri anlatın- ca, denizciler tekrar bağrıştılar: — Eyvah. elimizle yakalayıp tirdiğimzi haydutları İstanbulda ser- bes bıraktılar ha?... , Kile All paşa: — Ya bu adamı nereden buldu- nuz? dedi. Haydutlar dediğiniz adam- lar onun Kara Mihal olmadığını söylemişler... Siranın adamları: — Yalandır, kime yalandır. Deyince, Kılıç Ali paşa uykudan uyanır gibi birden sendeledi: — Sakın, Sinanla asesbaşının arâ- sı açık olmasın? Bu, bir şüpheden başka bir şey değildi, Hasan ile Hüseyinin yaptığı tez- virat hiç kimsenin aklından bile geç- miyordu. Gemiciler, Rozita hadisesini de Kı. hıç Ali paşaya” açmağa mecbur Ol- dular: — Sinyor Greçyanonun kızı Rozi- taile Sinan reis Cezairde evlenmiş- ti. Asesbaşı biraz önce buraya geldi ve Rozitayı alıp saraya götürdü. de- diler, Kihç Ali paşa bu sözleri dinlerken düşünüyordu: : — Padişah güzel kadın meraklısı. dır. Rozitayı görürse, Sinanı tekrar affeder. Kaptan paşa (Yeşil Kartal) dan bu malümatı alınca kayığına binerek Cibaliden uzaklaştı. söylemişlerse (Arkası var) | i i