a var MEN AYR ray a leme Paper Sahife 6 ma PAZARTESİ KONUŞMALARI: İHTİRAS TERBİYESİ Geçici heyecanlardan ruhu kurta- rp devamlı ve hararetli bir alâka ile irşeye bağlanmaya, psikoloji llsanın- Ga İhtiras diyorlar. Aşk, böyle devam- lı ve hararetli olduğu zaman bir ihti- rastır, Kumar, içki, iptilâ halinde ise- ler birer ihtiras sayılırlar. İhtiras, bir burgu gibi değişmeyen bir nokta üze- rinde, döne döne, dele dele derinleşir. | ihtiras, kaynağı kurumuyan bir nehir | gibi, yatağını durmadan aşındıra | aşındıra akar. İhtirasın, bi, iyisi, herşeyde olduğu gi” fenası, zararlısı (ove faydalısı vardır. Meselâ Ohasis- lik fena, merhamet güzel bir ihtirastır. Kıskançlık zararlı, birşeyin künhünü anlama ihtirası faydalı bir ihtirastır, Onun bunun işine, yerine göz dikerek ruhu çılgın bir hale geti- ren mevki ve makam hırsı fena, yük- gelmek, ilerilemek, bir cemiyet içinde iik safta adam olmuya çalışmak güzel bir ihtirastır. Bizde asırlardanberi çok kereler fe- na ihtiraslar ayaklanmış ve bize sayı- &iz kötülükler yapmış olduğu için bu- nun reaksiyonu olarak ihtirassızlık ru- hu telkin edilmeğe çalışılmıştır. Her- şeyi hoş görmek, her söylenene (Eyvel- lah) demek, bir lokma ile bir hırkaya Tazı olmak, gününü gün etmek ve faz- lasını istememek, saadeti yaşanılan anda arayıp yarını ve ileriyi düşünme- leri henüz açılmadığı halde bile gıda membal aramakta bir arzunun itmesile kıvranır durur, Bir gün koca köca, farelerin üzerine atılıp onların ensesinden yakalıyabilecek olan çevik, atılgan tekir kediyi işte yavru iken böyle kıvıl kıvıl kıvrandıran bu hayat | arzular yaratacaktır. Yaşamak için istemek şarttır. Bura- de bütün dava, ne: sinde toplanır. Uz ğu şuur altında cereyan eden isteklere mukabil, ruh ve cemiyet hayatında şu- urlu istekler olmalıdır. Büyük asker, büyük tacir, büyük âlim, büyük kâşif, büyük sanatkâr... Bütün bunlar bi- rer istek mevzuudur. Fakat sade İs- temekle iş bitmez. O isteği hakikatleş- tirmek için emek, bıkmadan, yorul- madan çalışmak zaruridir. Böyle mu: ayyen bir gayeye kalbini bağlamış o insan için hayat, ciddi bir t alır. Dalgacılık, şakacılık, ka- yıdsızlık artık bitmiştir. Hattâ, bu ha zirlık devresinde, en açı mahrumiyet- ler bile, insana tatlı gelmeye başlar, * İşte güzel ihtiras bu anda teşekkül etmiş, doğmuştur. Mimar Sinana bu muazzam abideleri kurduran iç kuy- vet, böyle bir ihtirastı. Mevlinaya o koskoca külliyatı söyleten böyle bir aşktı. Timürlengi Asyanın ortasından Ege kıyılarına, Hind illerine koşturan böyle bir ruh yangını idi. Kâtip Çele- mek, elhasıl lahzalar içinde yaşamak |biyi, yesin diye kendisine verilen zeytin- ve ona kani olmak... İşte böyle bir ruh bali, saadet için tek yol olarak göste- rilmiştir. Bunun düsturu şu mısrada görülür: Ne verseler ana şakir, ne kılsalar ana şâd..| Hep verilmek, hep şu veya bu hare- kete mevzu olmak. Yeni tam münfail bir hal, Fail olmaktan tamamile çık- mış bir benlik. İşte dünkü dünyamı- zın ahlâk ve hayat öğüdü. Bu öğüd, asırlarca iliklerimize ka- dar işlemiştir. «Aşk olmayınca meşk olmaz»: meseli büsbütün unutulmuş; zafer aramıyan, kendini çalışmaya gö- türücü her müessirden uzak kalan in- sanlara kıymet verilmiştir. Bütün sa- adet melcci, ölümün ölesinde aran- mış; mahallebisi, hurisi ve gilmanile hayalleri dolduran bir rüya âlemi, top- rak üstünde çekilen sefaletler ve mes- kenetlerin yegâne tesellisi olarak ruh- larda yer tutmuştur, Varlığı başkala- rna hiç bir hayati fayda getirmiyen, zahirde olgun ve sevimli, hakikatte muzır ve öldürücü mahlüklarla cemi- yet bünyesi, müthiş bir tufeyliler isti- Tâsına uğramıştır. Hayatta faydalı ve müessir olmak için, herşeyden önce istemek, birşey yapmayı, birşey olmayı istemek lâzım- dır. Bir yerde hayat olduğunu bize ilk anlatan, orada bir arzunun mevcud oluşudur. Yeni doğmuş minimini bir kedi yavrusu, eğer canlı ise, hattâ göz- yağını sabahlara kadar ışık edip ku- ru ekmekle yaşatan böyle ateşli bir sevgi idi. Daha birçok misaller ha- tıra gelir ve her biri öbüründen başka İ sahada, başka âlemde birer kutup olan bu büyük insanlar, insanlığın özü ve zübdesidir. Parlak zekâlar ve dehâlar, hep ihti- ras dediğimiz bu ruh halinin eserleri- dir. Onlar o şahikalara benzerler ki, dünya yuvarlağının içinde mahpus du- ran ateş, fışkırmak için nasıl yanar dağların tepesini arayıp buluyorsa in- Sanlığın en verimli kudretleri de böyle olanların dimağlarından çıkıp etrafa lâvlarını yayarlar. Kendini salmış, ruhu lapalaşmuş olanlarda böyle bir infilâka ve iştiale imkân yoktur. Ya- nık ve uyanık ruhlara muhtacız. Gü- zel, faydalı ve hayat verici ihtiraslara açız. Yükselmek ve yüksek olmak is- tiyorsak, karlı tepeleri gökleri delmiş azametli dağlar üstünde esen korkunç ve haşin rüzgârlara tahammül edecek hale gelelim. Hasan -.Âli Yücel İngiliz - Amerikan ticaret görüşmeleri Londra 19 (A, A) — Bir İngiliz ti- caret heyetinin bir İngiliz - Ameri- kan itilâfı akdetmek üzere gelecek son kânunda Vaşingtona gideceği öğrenilmiştir. Müzakerelerin üç ay süreceği tahmin edilmektedir. —- BÜYÜK AŞK Nakleden: (Vâ-Nü) Leman hanımefendi kurnazlıkla lâ- fi Fahriye intikal ettirdi. Gen çkız, saf ve güzel gözlerile muhatabına ba- Tatmaz; hattâ bazan tecrübe ve aşk ıztırabile yuğrulmuş ruhlarda âlice- nablık bile doğurabilir, Leman hani- mefendi de o an içinde mağlübiyetini kabul etti, Selma, soruyordu: — Fahri bey hakkında ne düşünür- sünüz? Cevab, kati ve tereddüdsüz geldi: — Çok iyi adamdır. Genç kız, ısrar etti; — Öyle mi? İnsan ona emniyet ede-! bilir demsi? | — Tamamile. İ — Sin anu iyi tanır mısınız, hanr- mefendi? — Namusuna ve doğruluğuna ke- fil olacak kadar... — Çok teşekkür ederim. O esnada bir genç Selmayı dansa davet için yaklaştı. Kagıb paşanın ha- kıyordu. ! Kıskançlık her ruhta hainlik ya- rmaj remi yalnız kalınca haline şaştı. O, bir Tefrika No: 3 gelmişti. Halbuki sözlerile bilâkis işi tacil etmiş olmuyor mıydı?. İşte bazan, verdiğimiz kararlar, böy- le, sebebini kendimiz de tayin edeme- diğimiz bir şekilde ve ani surette baş- ka bir mecra alıverir. Eğer benliğimi- #in daha derinlerine inecek olsak, şüp- hesiz ki, meydana vurduğumuz hisle- rimizin altında hakiki fikirlerimizi keş- fedebiliriz. Onlar bazan zannettiğimiz- den çok daha fena. bazan da umduğu- muzdan çok daha iyi çıkarlar. Fahri, uzaktan, metresinin harekâ- tını endişeyle takip etmişti. Genç kı- ın Leman harımefendiden ayrıldığı- ni görünce hemen eski metresine yak- Jaştı, Sert bir sesle: — Ne yaptın?- dedi, — Ben mi?, Kadın onu üzmek istiyordu. Fakat kendinde artık, ızlırap vermek, fena- lık yapmak haleti ruhiyesi kalmamış- ta. Maamafih, gene müphem bir cevap vermek İstedi, , — Ne olâcak?, Hakikati söyledim, Fahri, helecanla tekrar etti; kikati Murad Gnlütasaray Kaledini tehdld ediyor, — Telâş etme... Senin doğru ve iyi bir adam olduğunu söyledim. Hakikat değil mi bü?. Delikanlı eğildi, kadının elini öptü: — Çok iyi kalblisin, Leman, Ragıb paşanın haremi, ıztırabını bel- U etmemek için, acı bir tebessümle YA- ve etti; — İyhliğim gayri ihtiyari. — Neden?. — Zira hissettim ki, kız seni sevi- yor. — Nasıl anladın? Söyledi mi?, — Söylemeğe ne hacet?.. Nitekim iş- te bu sözlerim seni de memnun etti, Haydi, Allaha ısmarladık. İşte gidiyo- rum, Zira her zaman bu derece âlice- nap olabileceğimi tahmin edemiyo- rum. Onun için, uzaklaşayım daha yi. — Nereye gidiyorsun?. — Kocamın yanına. Ankaraya... — Beni fena hislerle hatırlama, Le- man. — Ankarâda bülünürsam hiç olmaz- sa saadetinizi görmem. Allaha ısmar- ladık. Kadın çıkıp gitti. Fahri onun ıztırablı yüzünü görne- yince rahatladı. Uzaktan, onun gidişi- ni nazarlarile takip etti. Bu ense, bu omuzlar, bu arkanın çizgisi ki, onu vaktile heyecanlara boğardı; — şimdi | hepsini me kadar lâkaydile seyredi- Murad sediye ile sahadan çıkanlıyor “O çıldırasıya İstediği tenin şimdi de- kanlı içi hiç bir câzibesi kalmamış- ti. Fahrinifi nazarında artık bütün s- “üdet sadece Selma idi. Bu, ona, büs- bütün, bambaşka bir aşk gibi geliyor- du. Daha yüksek, daha nadir ve bina- enaleyh daha devamlı olması lâzım ge- len birşey... Hırsa arzuya galebe çalan bir kalb ve fikir uyuşması ki, bütün bir hayat imtidadınca devam edebilir. Artık vakit kaybetmeden, genç kızla | konuşup anlaşmak istiyordu. Hemen onun olduğu tarafa koştu. Dansı biti- rince müsaade İsteyip yanına otur. du. Selma, yakında İstanbula döneceği- ni söyledi. — Ben de. «— Adadan ayrılmak size güç gel- miyecek mi?. — Yalnız kalınca buranın zevki yok. — Bir ahbabınız mı gitti”. — Evet, madem ki siz gidiyorsu- MUZ... Selma kızardı ve o anda biribirlerini sevdiklerini anlamış oldular. ... Selma asansöre binip dairesine Çi- karken, kanlı menditine hüzünle bak- tı. Acaba bu, mühim bir hastalığın başlangıcı mıydı? Saadetinden vaz mı geçmesi icap edecekti; yahud da saa- detini geciktirmesi?. Evinden içeri girer girmez, dosdoğ- ru, b zı odasına gitti. Baba- Güneş kalecisi Galatasarayın Ws alınımı kesiyor si mütekaid nazırlardandı. Şimdi öm- rükitap okumakla geçiyordu. Karısı kalabalığı ve hayatı ne kadar seviyor- sa:paşa.da o kadar inzivaya müptelâ. Ata biner, kitap okur, ömrü odasında ve yahud kırlarda geçerdi. Biricik kızl için, bütün mânasile arkadaş, derd or» tağıydı. Selma, sosyete içinde yaşıyan annesinden ziyade, babasile anlaşıf ve sevişirdi. Kızının verdiği izahatı işitince, Ek- rem beyin içini büyük bir endişe kap” Tamakla beraber, yavrusunu teselli etti: — Telâşa hacet yok evlâdım. Şimr di doktor Muradı çağırınız. Hemen telefonu açtı. Hekim, akşa” ma doğru geleceğini söyledi. Sonrâ, kızından gizli ona tenbih etti: — Kendisinden hakikati gizle. Bö” na herşeyi söyle. İhtiyar doktor, çocukluktan beri bö yüttüğü sevgili müşterisini bütün mâ nasile teselli etti; kandırdı: Kan, kop” muş ufak bir damardan gelebilirmiğ Ciğerler son deröce sağlam. Muayen&* de hiç bir hunütu işitilmemiş. Maamâ” fih, izdivaç günü yakın olduğu için bif tadyogrefi yapmak daha doğtu olur” muş. Fakat bu, sırf ihtiyaten... evlenecek bir kadının sıhhatine itİn# lâzım... Çocuklar da doğacak... Fazlâ t yorgunlukların önüne geçmeli, Genç kız sordu: