emme m m Öndimimemmenni #3 . »vercarır ır Kadınlar ihtiyar sayılırlar? Kadınlar için tam gençlik yaşı kırkmış, daima 90 Künunuevvel 1937 bu yaşa “ Kırkıncı yaş sonbahara benzer, kışın yaklaşması insana keder verirse de olgun meyvalarile sonbahar çok tatlıdır ,, Kemiğe Kadınlar kaç yaşına girince ihti. yar addedilirler? Kırkında mı, elli. sinde mi? Bu pek malüm değildir. Bizde umumiyet itibarile kadınlar kırk yaşına girmekten çekinirler, Hattâ otuzundan sonra gelecek hez yaşa karşı büyük bir titizlik göster- mek Adettir. Halbuki kadın için ideal yaş kır. kıncı yaşmış. Her kadın bu yaşa gir- mekten korkmamalı, bilâkis ona yak. Jaştığına memnun olmalıymış. Bunu madam Sheridan isminde bir muhaş Tir söylüyor. Ayrı zamanda heykelti» Taş ve ressam olan, ömrünün yarım #eyahatlerle geçen ve büyük hadise- lere karışan madam - Sheridan yaz dığı bir makalede kadın için kırk yar şma girmenin faziletlerini sayıp dökmüştür, Kırk yaşına girdiği günü büyük bir sevinçle karşılayan ve bu tarihi neşe içinde tesid eden madan Sheriden tedkik ve teerübelerine is- tinadan kaleme aldığı bir makalede diyor ki: Hayatta katettiğim mesafeleri şim; di bütün açıklığile seyredebiliyorum. Zaten bunu ancak biz, kırkıncı y&- şını idrak etmiş kadınlar yapabiliriz. Eskiden kadın otuz yaşına girince gençlik devrini bitirmiş addedilirdi, Şimdi öyle değildir. Zamanımızda kadınlar daha uzun müddet genç kalabiliyorlar, O kadar ki bugün bir çok kızlar 30 yaşına gelmeden evlen- meyi akıllarına sığdıramamaktadır. Jar. Zira kadın ancak kırk yaşında tam manâsile inkişaf eder. Ondan evvelki devrin yarısı çocukluk, yarısı da şuurun kontrolünden kısmen uzak olan ilk gençlik devridir, kadında kırkıncı yaş gerek psikolojik ve ge rekse fiziyolojik olgunlaşmanın ke male erdiği noktadır. Bu hakikat Fransada tamamen an» Jaşılmıştır. Onun için, Fransa kırk yaşındaki kadınların cennetidir, deni- lebilir. Baştan başa gençliğin hâki- miyeti altında olan İngilterede ise bir genç kızı yirmi yaşın temin ettiği gözalıcı falkiyetlerile gölgede bırakan kırklık kadınlara sık sık tesadüf edi- Jir. Esasen seks appel denilen şey de bu hakikatin anlaşılmaya başlaması demek değil midir? İhtimal genç kızlar «Kırk yaşında” olmak ne güzel şey; dediğim zaman bana İnanmıyacaklar, gülecek ve bel- ki de alay edeceklerdir. Fakat onlar rın. da benim gibi «Kırk yaşında ol- mak ne güzel şeys diyecekleri gün gelecektir. Gençlik, tecrübeler devri! İnsan maziye bir göz atınca geçir diği tecrübelerin teşkli ettiği yüksek bir merdivenin son basamağı üzerin- de durduğunu ve ancak son basama- ğa (yani kırkıncı yaşa) vardığı za man ufukları kolaylıkla ve bütün vüzuhile seyredebildiğini anlıyor. Ah bu ilk gençlik devrelerindeki saflığı tuhaf bir hüzünle hatırlams- mak kabil midir? İnsan o ilk gençlik Yaşlarında ne kadar toy, ne kadar havai ve ne kadar görgüsüzdür. Her Şeyi kendisine göründüğü gibi zan- neder. Müsamâha etmez, kırıcı, dö- kücüdür, gençlik Hiç bir şeyi tanı- maz, Fakat, kadın kırk yaşına geldi mi edindiği tecrübeler onu basirete, dik- kat ve itinaya davet ederler, Çünkü hayattan çok acı dersler almış, bun- lar sayesinde biraz daha ketüm, bi- Yaz daha kapalı olmuş, duymamaz kğa, görmemezliğe gelmek icab ete İiğini anlamıştır. kaç yaşına girince girmeğe çalışmalı imiş ... daha başkadır. İnanılmaz derecede büyük, derin ve sonsuzdur. Alman filozofunun tebrik mektubu Bir müddet evvel «Kadın için ha- kiki hayatın başladığı yaşa. girmem münasebetile büyük Alman filozofu Kayserlingden tebriklerle dolu bir mektub almıştım, Kayserling bu mek- tubunda «Kadın hakiki benliğine kırk yaşında kavuşur, her şeyden he- vesini alır, kendi kendini bulur; di- yör ve bugünlere eriştiğim için beni tebrik ederek sandetler diliyordu. Madam Sheridan 40 yüşmda baş- Uyan aşkın pek büyük olduğunu da kaydediyor. Gençlerin kemiyete, gö- rünüşe kapıldıklarını, fakat kırk yas andan sonra kaliteye, öze ehemmiyet verildiğini ve kadının kendini sevdir- mek sanatını öğrendiğini ilâve ede- rek diyor ki: Elli yaşında mesüd bir izdivaç «Bir kadın ahbabım vardır. Eli yaşında olduğu halde gayet yakışıklı, Sengin bir adamla evlendi. Bu onun | Üçüncü kocasiydi. Fakat bu sonun- cusu kendisine tarif edilmez bir aşk- la bağlıdır. Ahbabım genç yaşta ev- lendiği genç kocalarından katiyen nasib olmıyan bir hayat yaşıyor, ko- cası âdeta üzerine titriyor. Bir gün bana gülerek: «Elli yaşında olmam- dan çok memnnum, Bundan evvel. ki yaşlar aşılması lâzım gelen mania» | larla dolu bir yol. Kırkıncı yaş tıpkı bir sonbahara benzer. Ellinci yaş ise . kışın başlangıcıdır. Kışın yaklaşması ber ne kadar insana keder verirse de olgun meyvalar asılı ağaç- sonbahar çok tatlıdır. Hasad mevsimi, bereket mevsimi...» Genç kızlar mağrurdurlar Bir genç kadının «Kocam az daha kendisine olan aşkımı itiraf etmeden ölecekti> dediğini işitmişimdir. Çün- kü gençken o kadar mağruruz ki er- keğin bizi sevmek bize bağlanmak mecburiyetinde olduğunu zannede- fiz. Fakat kadın kırk yaşına girdi mi gururun . manasızlığını anlar, aşkta gurura yer olmadığı, alçak gönüllülük, İhefis feragati, âlicenaplık istediği ha- kikatini öğrenir. Birçok kimseler kırk yaşında bir kadının ihtiyarladığını, dünyadan ini eteğini çektiğini zannediyorlar. Bu ne kadar yanlıştır. Bazan kırk yaşında bir kadin bizzat sevmese bi- Je başkasına derin bir aşk ilham edebilir, tarih böyle misallerle doludur. İnsânm ilk gençliğini kaybettiği zannedilen bir anda veya o ana ka- dar olduğu gibi ondan sonra da çıl- gince sevilmesi, beriki itidalini kay- bederken onun soğukkanlılığını mu- hafaza etmesi güzeldir. Evlenmemiş bir kadın için gençlere artık bu işler- bir hadise onun için son olstaktır, Sonuncunun da mühim olmasını ister, Kırk yaş ihtiyarlık yaşı | lerinin den el etek çekmesi icab eden bir yaş gibi görünen kırkıncı yaşta hem de başkalarının arzu ettiği biri tarafın- dan sevilmesi erişilmez bir zevktir; Şayanı dikkat bir hâdise Madam Sheridan kırk yaşındaki kadınları pek müteselli eden sözleri- ni şöyle bitiriyor: w «— Beş altı ay evvel bir lokantada yemek yerken garson masaların Üze- rine o gün çıkan akşam gazetelerini bıraktı. Yanı başımdaki masalardan birinde oturan bir genç kızla bir de- Yikanlı gazeteyi aldılar ve birinci sa» bifedeki bir kadın Tesmine uzun uzun baktılar, Biraz sonra erkek hiç bir gey söylemeden elindeki sigara ile güzetedeki kadın resminin gözlerini Bu gözler kırk yaşında bir ka- aitti ve bir Kralı çileden çıkar- dıkları haber veriliyordu.» j Kırk yaşına girdiğini ilân etmek galletini gösteren madam Sherida» tın sörlerinden sonra bu yaşı çok tan geçtiklerini itiraf edecek kadın- Mar çıkacak mi dersiniz? o ŞER. değildir Genç kızlar kırk yaşındaki kadın- ları samanlarını geçirmiş addederler, Onlarm gözlerini gençlik bürümüş- tür. Fakat kırk yaşında bir kadının genç kızlar karşısında duyduğu his hiç bir saman yerini genç nesillere terketmiş bir ihtiyarınkine benzemez. Bilâkis onun vaziyeti tıpkı talebele- rinin karşısında hocanın vaziyeti gi- bidir. Hemen hemen gurura yakın bir his duyar, onların henüz varamas dıkları bir merhaleye erişmiş, mu- zaffer olmuştur. Dikkat ederseniz kırk yaşında bit kadınla “Kırk yaşında bir erkek ey. lenseler ikisi de ayni yaşta oldukları halde umumiyetle erkeğe «Genç adamş denir. Hareketleri kadındali daha hafiftir. Kadın ondan daha ol. gundur, Kadında hakiki sevgi kırk yaşında başlar, Alle muhabbeti, annelik duy- guları bütün çiçeklerini açışlır ve alabildiğine inkişafa hazırdır. Bu yaş- ta aşk da diğer yaşlardakinden çok Yazan: Arif C, Denker ESRARENGİZ KERVAN Sahife ? Tefrika No. 35 Ah-Sing: “Gitti, kayboldu. Yerden göklere uçtu galiba, dedi Hang-Faoyu taşıyan Çin sediyesi Ah-Singin bahçe kapısından içeriye girerek iç kapıda yere indirilir indirti- mez Hang-Fao alelâcele dışarıya çık- ta ve derhal Ah-Single konuşmak iste- diğini uşaklara bildirdi. Hang-Fao gibi yüksek bir şahsiyet geri çevrile- miyeceğinden ziyaretçi Çinlilere mah- sus teşrifat ile Ah-Singin yatak oda- sına götürüldü. Hang-Fao dostunun halini, sargılara sarılı davul gibi şişmiş olan yüzünü ve boğazını görünce büyük bir hayrete düş tü. Ah-Sing dostunu gördüğü zaman evvelâ hiç bir mâna ifade etmiyen bir nazarla ona baktı Hang-Fao, yatakta yatan ve yüzü yamrı yumru olan hastanın haline bakar bakmaz bu hastalığın sebeble- rini herkesten evvel ve herkesten da- ha iyi keşfettiği halde, dostunun gizli ervahın hışmına uğradığı hakkında çıkan ve tabii keniüi kulaklarına ka: dar erişen şaylalara inanır gibi öldü. Ah-Sing dostunu tanır tanımaz ka- dınlarına ve uşaklarına işaret ederek onları dışarıya çıkarttı. Ondan sonra gene işaretle Hang-Faoya yakına gel- mesini bildirdi ve dostunun kulağına hırıldıyarak şu sözleri fısıldadı: — «O genç Türkmen bir şeytan- dı, belki şeytanın babasıydı, hattâ bir çok şeytanların oğlu ve torunuydu.> Hang - Fao dostunun yanında diz çökmüş oturuyordu. Yüzündeki ve boğazındaki sargıları ve bezleri mua- yene etti. Ondan sonra dedi ki: — «Neler oldu? O herif te bizim gibi etten ve kemikten yapılı bir in- sandı. Onda insanlardan aykırı bir şeytanlık hali yoktu. Gösündeki adale- parçalandığını, kanlarının aktığını görmedin mi? Hiç şeytan- da böyle şeyler olur mu? Yanılıyor. sun!> Ah-Sing hiddetle yüzüne bakarak: — <Yanılıyor muyum? dedi. Hiç yanılmış gibi görünüyor muyum? Hang - Fao başını sağa, sola sal- hyarak Ah - Singi dikkatli bir göz muayenesinden geçirdi. Hang - Fao da, evdeki kadınlar ve uşaklar gibi belki onlardan da fazla içinden Ah - Singin haline seviniyordu. Bir de, Ah-Sing uzun müddet yataktan kal- kamıyacağından, Japonlarla ve Çin memurlarile beraber kervan işini yalnız başına halledeceğinden dolayı çok memnun oluyordu. Alh-Sing or- tada olmayınca o işten hasıl olacak kârın büyük bir kısmı tabii kendişi- nin, Hang - Faonun cebine girecekti, Hang - Fao içinden bunları düşünür- ken yavaşça Ah-Singe dedi ki: — «Hayır, yanılmış gibi görünmü- yorsun. Fakat yanlış görmüş olabi- lirsin.> vü Ah-Sing öbür tarafa döndü. Müt- hiş iztırap duyuyordu: Başı, boğazı; arkası cehennğim aföşile tutuşmuş. gibi yanıyordu. Hang-Fao belli olmıyacak kadar bafif bir surette gülümsiyerek Ah - Binge sordu: — «Evvelâ neler olduğunu, neler yaptığını anlat ta ona göre bir ka- rar verelim. Kâğıdları çalan Türk- men genci ne oldu?» Ah-Sing büyük bir gayretle gene Hang-Faonun tarafma döndü ve dedi ki: — «Gece onu tekrar sorguya çek- mek için yanına gittim. Söyletmek için bazı çarelere başvurdum. Fakat, Türkmenin mensup olduğu ruhlar Ye şeytanlar birdenbire üzerime hü- cum ettiler. Kendimi elimden geldi- di kadar müdafaa ettim. Fakat ge- celeyin evinden uzak olan bir kim. şeytanlarla nasil başaçıkabilir? Se onlar galip geldiler. Kendi. mi kaybettim.» Ah - Sing burada susmağa mec bur oldu. Çünkü fısıldıyarak ko- muşmak bile kendisine müthiş iztı- Tap veriyordu. Hang-Fao, dostunun © gece yak nız başıma yapmak istediği icraatını Hang-Faonun bir maksada müstenit olduğunu derhal anlamakta güçlük çekmedi, Ah - Singin “bütün kârı kendi tara- fına çekmeğe teşebbüs etmiş olduğu- nu sezdi: — «Ya, dedi. Demek ki geceleyin yalnız başına hırsızı sorguya çök- meğe gittin, öyle mi? Bu hareketin cesurluğa delâlet ettiği kadar akıl sızca da bir hareket!» — <«Akıllılığa, akılsızlığa, cesarete, cesaretsizliğe, neye delâlet ederse et- sin, işte yaptım. Çünkü, hıraz sa- baha kadar ölürse bundan bize hiç bir fayda çıkmaz diye düşündüm» — «Tabii hiç bir fayda çıkmazdı. Fakat hırsız şimdi nerede?» Ah - Sing “inliyerek cevap verdi: — «Gitti, kayboldu. Yerden gök- lere uçtu galiba. Çünkü yer yüzün- de hiç bir iz Birakmadı. Sana söy- lüyorum, o “mutlaka insan kıya- fetine girmiş bir şeytandı. Bak beni ne bale soktu» “Ah - Bing “bünü ööylerken Bifaz sargısını Kaldıfdı ve çenesindeki müt- hiş ısırık yarası meydana çıktı. Hang - Fao kanlı yaraya alâka ile baktı, Parçalanan çeneyi tedkik etti, Ondan sonra dedi ki: — «Bu yara yüzünde adamakıllı bir iz birakadak. Harbe giderek ya- ralanan bir askere benziyeteksin. Fakat her halde yüksek siman o ya ra izi sayesinde güzelleşmiyecektir; Ah - Sing bu istihza üzerine ken- disine düşmanca bir nazar fırlatıp yarasını tekrar kapatınca Hang-Fao Şu sözleri ilâve etti: — «Her ne hal ise, o şeytanlar ve yahut insanlar, hiç olmazsa canına kıymamışlar. “Buna da şükret. De- mek ki harsız kaçtı, öyle mi?» — «Kayboldu, havaya uçtu diyo rum sana. Hiç bir eser, hiç biriz bı- rakmadan, tıpkı bir şeytan gibil; Heng - Fao evvelâ Ah - Singin sözlerine inanmamış, Ahmed Abudu kendi menfaatlerine - hizmet etmek maksadile serbes bıraktığını zannet- mişti. Fâkat'yüzündeki yaranın de- rinliğini görünce “bu şüphesi biraz sarsıldı. Vakia Hâng - Fao o şeytan hikâyesine inanmıyordu. O zâten hiç bir şeye inanmazdı, Bununla be- raber işin içinde bir şeytan parma- ğı olmaz da başka ne olabilirdi? Hang - Fao bu noktayı düşünün. ce aklına Mer şeyden evvel mesele- nin mutlâka her hangi bir şekilde izah edilmesi lâzımgeleceğini hatır- ladı. Bu öyle bir izah olmalı idi ki meydana çıkarıldığı zaman Ah-Sing mahçup bir vaziyete düşmesin; Onun için şeytan hikâyesi pek muvafıktı. Fakat yaralar'ne olacaktı? Çenesinin altında ve yanağın 'üs- tündeki koskoca yaralar? Bunları “At-Sinig' mahsus açmiş değildi yat .Hang - Fao'bir müddet Ah - Singin balli “tünrini * tödikik ettikten son- 'ra:dedi ki: 2 — «Demek ki hırsız kayboldu! Onunla beraber kâğıdlar da! Ne ya- palım, bu vasiyeti değiştirmek eli- mizde değil! Bir şey yapamayız. Fa- kat, buna mukabil derhal harekete geçebiliriz. Hem de geçmemiz elzem. Vali Ping - Çu tarafından Turfana resmi bir telgraf çekilerek kervan hakkında malümat sorulmuştu. Bu sabah cevap geldi. İki gün evvel 'Turfana büyük bir kervan gelmiş, yarın da oradan hareket ediyormuş» O zamana kadar gözlerini kapalı tutan Ah - Sinğin gözleri birdenbi. re açıldı. Hang - Fao buna ehemmi- yet vermeden sözüne devam etti; — «lâzım olan develeri hazırladı. ğını sana söylemiştim. Kervanı devi? almak için Karayılgın mevkiini in- tihap ederiz, Orasını sen de bilirsin.» Karayılgını bildiğini Ah « Bing bar şile işaret ederek anlatınca Hang-Pao dedi ki: wi — «Ben develerimi Aksuda Jattırırım. Kefvanın Baydan ettiğini haber alır almaz bizim deve” leri ve adamjarımızı Karayılgına yols. larız, kervandan bir gün evvel Orüe ya varınz. : f (Arkası var), Daimi bur i i i