2 i- ie in SAMAN: ŞE Sam TA 19 Kânunuevvel 1937 Marlenenin yeni filmi: Melek Marlene bu filimde büsbütün başka bir tip yaratıyor İ Marlene, kocasile kocasının arkadaşı arasında Amerikada ve Avrupanın bazı memleketlerinde Marlene Dletrichin yeni bir filmi gösterilmeğe başlanmış- tır, Filmin adı «Melek» dir. Marlene, Lubitsehin idaresi altında çevirdiği bu filmde büsbütün başka bir kılıkta görünmekte, şimdiye kadar gördük- Jerimizden başka bir tip yaratmakta- dır. Marlene şimdiye kadar hep meşum kadın rolü yapıyordu. Bir çok kimse- lere şiddetli ihtiraslar telkin eden, bunların felâketine sebeb olan Bir ka- dın... Marlene bu defa kocasına mer- but, kocasını seven ve onun lâkaydisi- ni yenmeğe çalışan bir kadın rolün- de görünmektedir. «Melek» in mev- zuu şudur: Sir Barker (Herbert Marshall) adında bir İngiliz diplomatı vardır. Bir müddettenberi Maria (Marlene) ile evlidir. Fakat hayatları çok tadsız geçiyor. Kadın kocasını seviyor, onun la gezmek, kocasının kendisile fazla alâkadar olduğunu görmek istiyor. Halbuki koca pek az konuşuyor. Her sabah kalkınca barometreye bakıyor, sonra şu konuşma oluyor: Koca — Bugün hava Iyi olacak, — Evet, öyle benziyor. — Golf oynamağa pe misin? sofraya oturuluyor. Orada da şu tarz- da görüşülüyor: — Bu jambon geçen defaki kadar iyi değil — Öyle mi? — Evet, öyleye benziyor. — al değiştireceğim. — Teşekkür ederim. Kahvaltıdan sonra diplomat gaze- — Bizi alâkadar edecek bir şey yok... Mühim siyasi meseleler kadınları alâ- kadar etmesi... Kadın ses çıkarmağa korkuyor, bir kenara çekiliyor. Vaziyet bu suretle devam ediyor. Kadın sıkıntıdan bu- nalmıştır. Kocasının bir vazife ile başka bir yere gitmesinden istifade ederek Londradan gizlice ayrılıyor, Parise gidiyor. Orada otelde Halton (Melvyn Doy- las) adında bir gençle tanışıyor. Zeki, zarif bir genç... Delikanlı soruyor — Bu akşam birlikte gezebilir mi- ? >. Hay hay! Ne yapacağız? » Bir lokantada yemek yeriz. di — Ası — Sonra tiyatroya gideriz. — Mükemmel! — Ondan sönra bir dahs yerinde bir parça otururuz. — Çok iyii Birlikte çıkıyorlar, iki arkadaş gi- bi geziyorlar ve pek eğlenceli bir ak- şam , Maria otele gelince odasına çekiliyor ve ertesi günü Lon- draya kaçıyor. Halton, Marlanın kocasının mektep arkadaşıdır. Bir gün ikisi Londrada karşılaşıyorlar. Öteden beriden konu- şurlarken söz Parise intikal ediyor. Halton: — Pariste hiç umulmiyan şeyler oluyor... diyor. — Meselâ? — Ben Pariste bir melek tanidım, Benimle bir akşam geç vakte kadar gezdi, sonra ortadan kayboldu. — Pariste melek!.. Amma yaptın!.. — Seni temin ederim. — İnanmam. Koca, arkadaşını evine davet edi- yor. Delikanlı ile genç kadın karşıle- gınca biran şaşırıyorlar. Fakat ken- Âllerine hâkim oluyorlar. Bir aralık koca dışarı çıkınca Halton genç kadı- ha bir akşam birlikte gezmelerini ri- ca ediyor. Kadın şu cevabı veriyor: — İmkân yok! — Niçin? — Çünkü kocamı seviyorum. Bu sırada koca içeri giriyor. İkisi- nin vaziyetinden şüpheye düşüyor. Karısını gizlice tarassuda karar veri- . Bir iki gün sonra bir iş için se- çıkacağını söylüyor. Kadın: — Birlikte gidemez miyiz?. diye soruyor. Kocası kısaca şu cevabi ve — Hayır olamaz! Kadın, biraz değişiklik olması için, Kocasının bulunmadığı müddet zar- (nda Parise kadar atlamağı kararlaş- tarıyor, kocasının arkasından yola çi- ai Pariste indiği otelde odasının ka- pısı vuruluyor. Kapıyı açınca karşı- gana kocası çıkıyor. Karı koca bu defa anlaşıyorlar, ko- ga meleğin. kim olduğunu anlıyor, sandete kavuşuyorlar. Arif C. Denker Ah- Sing henüz Yazan ESRARENGİZ KERVAN- 'Tefrika No. 34 ölmemişti, çok güçlükle nefes alabiliyordu — Eer şeyin sırası var. Evvelâ ker- | yanı bulalım. O, Turfandan kalktı, | Şimdi yoluna devam ediyor. Bütün | deve kervanları gibi yavaş yavaş yü- | rüyor. Onun için biz ya Korlaya ve | yahud Karaşehire giderek kervanı orada beklemeliyiz, Şayed Kervan ora- | dan gelip geçmiş ise arkasından yetiş- mek zor değildir, Yalnız, o iki şehir- den birisine en iyi ve çabuk bir su- rette nasıl gidebiliriz? Ahmed cevap verdi: — Evvelâ Kunges oyasını takib ederiz. Narat geçidinden Yıldız ova- sına İneriz. Bu ova Karaşehire kadar gider. Fakat, dar olan Kunges ovası tehlikelidir, Oradan geçtiğimiz görü- lebilir, Kulcadakiler tuttuğumuz yolu haber alırlar. Onun için buradan ya- rum gün uzakta ve Rus hududu içeri- sinde olan Ketmene gidelim. Bunu yaparsak Rusyaya geçtiğimiz ve Niern- yiye gittiğimiz sanılır. Ketmende Akburdaş dağları üzerinden geçen ve Karatavdan Musart geçidine giden yolu alırız. Fakat Musart geçidinden geçip Tekes ovasını takib ederiz. Bil- diğim başka bir geçidden doğru Yıl- diz ovasına ineriz. Ancak bu yolu ara- ba ile katedemeyiz. Şayed bu yola ka- rar verecek olursak Ketmende araba- ları satip yük hayvanları satın alma- Yayız. Güldost, Ahmed Abud tarafından verilen bu izahatı dinledikten sonra düşündü. Ahmedin anlattığı yolu yal- nız göçebeler bilirler. Bu mevsimde ise onlar da görülmez. Çünkü dağlar- daki kar mayıs ortasına kadar eri- mez. — Dağlardan geçen bu yoldan gi- dersek ne kadar zamanda Korlaya ve yahut Karaşehire varabiliriz? diye Ahmede sorunca Türkmen genci bir müddet düşündü. Ondan sonra şu cevabı verdi: — Hayvanlarımız iyi olursa ve yok da kazaya uğramazsak yirmi günde Korlaya erişebiliriz. Belki de yirmi beş gün sürer. Yukarı Yıldız ovasında yol- lar iyi ise yirmi günden daha szda sürebilir, — Demek ki üç hafta zarfında Kor- ladayız. O halde bu yoldan gideriz. Ahmed Abud: — Bu yolu ben çok iyi bilirim, Kila- vuzluğu bana bırakıtsan, umulmadık süratle yol alırız. dedi, Güldost: — Neden Musrat geçidini tercih etmiyorsun? diye sorunca Ahmed: — Çünkü Musrat geçidi bütün se- ne tamamile karla örtülür. Seyahat daha uzun sürer. cevabını verdi. — O halde hemen yemeğimizi yer ve Ketmene hareket ederiz. dedi. Aradan yarım saat geçtikten Sonra atlar arabalara koşuldu, Güldost bir şey unutulup unutulmadığını anla- mak için arabaları muayene etti. On- dan sonra, arkadaşı ölelidenberi ken- disine boş ve çok geniş gelen arabası- na bindi. İnzivada kalan mezar ta- rafına bir kere daha baktı. Islık çala- rak Malçıkı yanına çağırdı. Andrey ie Vassili arabacı mevkiine oturdu- Jar. Güldost: — Paşal, çek! emrini verince arâ- balar harekete geçti. Bir dağ eteğin- de kün olan Ketmene gitmek üzere garb istikametinde yollandı. 7 Ah-Singin ümidleri Ah-Singin evinde derin bir sükü- net hüküm sürüyordu. Av âliheleri- nin önünde mütemadiyen altın yal- dızlı kâğıd şeridler yakılıyordu. İhti- yar, cılız bir Çinli rahib dualar oku- yarak ve tılsımlar mırıldanarak bu kâğıd şeridleri bir yağ lambasında ya- karak «Cos» denilen şişko karınlı, bağdaş kurarak yerde oturan sırıtkan mabud heykelinin burnu altına tutu- yordu. Galiba mabudun bü sirtkanlı- İı arada sırada odaya girip çıkan uşaklara da sirayet ediyordu. Çünkü onlar da mabud gibi sıntıyorlardı, hınçlarının alınmasından doğan bir sevinçle sırıtıyorlardı, Ah-Singi uşakları da sevmezlerdi Çünkü yalnız kendisi yaşamak ister, başkalarına yaşamak hakkını vermez- di. Uşaklarını en küçük hâtalarından dolayı bile ağir surette ve insafsızca cezalandırmaktan geri durmaâzdı. Bu sebebden doldyı, zengin tüccarın evin- de hizmet gören uşaklar, arabacılar, köleler, ahçılar ve saire hiç sevmedik- leri efendilerinin başından geçen ga- rib hâdiseden dolayı sevinmekten ken- dilerini alamıyorlardı. Ah-Sing sâbahleyin baygın, yüzü mosmor ve elleri toprağın içine gö- mülerek kalmış bir halde ve yüzüko- yun çukura uzanmış bir vaziyette bahçenin nihayetindeki duvarın di- binde - bulunmuştu. Hang-Faonun adamlarından ve Ah-Singin itimad ettiği uşaktan başka hiç bir kimsenin O gece evde olup biten şeylerden h&- beri olmadığından, o uşak ise ağzımı açıp bir şey söylemekten korktuğun- dan, hane halkı Ah-Singin başından geçen vaka hakkında tüyler ürperte- cek kadar feci masallar anlatıyordu. Bu masallar içinde en ziyade inanı- danı şu idi: «Servet biriktirme hırsına kapılan Ah-Sing ervahtan bir sır koparmağa muvaffak olmuştu. Bu suretle bahçe- deki duvarın dibine asırlarca evvel zengin bir rahib gömüldüğünü ve bu rahibin bütün zinetleri, serveti ve el- masları da beraber defnedildiğini ha- ber almıştı. Bu serveti ele geçirmek tamahını yenemiyen Ah-Sing gece herkes uyurken bahçeye çıkmış, o ye- ri tırmaklarile kazmağa başlamıştı. Fakat o mukaddes servetin ve evliya- dan olan rahibin mezarındaki raha- tini bozmağa yeltendiği için mezar- ların sahibleri olan gizli ruhlar, Ah- Singin üzerine hücum etmişler, boğa» zına sarılmışlar ve onu öldürmek iste- mişlerdi. Ah-Sing büsbütün ölmemişti. He- nüz yaşıyordu. Hilekâr Çinli pek güç- lükle nefes alabiliyordu. Boğazlanır- ken gözlerinde hasıl olan dehşetin eserleri henüz bakıydı. Ah-Sing kendi- sini az seven kadınlarının kolları ara- sında harem dairesinde yatıyordu. Ağzından derin bir hırutıdan başka bir ses çıkmuyfrdu. Bu hırıltı çok kor- kunç bir şeydi. Yüzünün aldığı şekil de insana iğrençlik veriyordu. Onun için Ah-Singe gerek kadınla- rı, gerekse hürmetten ziyade korku içinde hareket eden uşakları pek o kadar aldırış etmiyorlardı. Her ne ka- dar kendisine ihtimamla bakılıyorsa da hiç bir kimse ağrılarını dindirmek için acele etmiyordu. Yanağını kis- men parçalıyan ve çenesinin altında delikler açan çirkin ve derin bir ısırık yarası yüzünü berbad etmiş, iğri büğ- rü yapmıştı. Yüzünün bir taraf) da- vul gibi şişmişti.. Çehresinin umumi heyeti yarım kalmış bir şeylan mas Kesine befiziyordu, öyle bir maske ki çocuklar onu gördükleri zaman kor- karlar, büyükler ise gülmekten katı- lırlardı. Zaten büyükler, hilekâir Ah-Singin yamrı yumru olan yüzüne gizliden gizliye gülmekten kendilerini alamıyorlardı. Duvar dibindeki hâdisenin ertesi günü Ah-Singin dostları tarafından gönderilen uşaklar efendilerinin ken- disile konuşmak istediklerini haber verdikleri zaman onlara Ah-Sing «haz- retlerinin» henüz uykuda olduğu ve rahatsız edilmek istemediği bildirildi. Biraz sonra uşaklar tekrar gelerek ayni şeyi tekrar edince, Ah-Singin derin bir ibadete daldığı ve mabud- ların önünde diz çökerek dua etmek» te olduğu cevabı verildi. Ancak, dostlarında artan fevkalâde merak üzerine müracaatler tevali edince Ah-Singin biraz rahatsız oldu- ğu veonun için istirahate muhtac bulunduğu bildirilmek lâzım geldi. İkinci günü öğleden sonra, Ah-Sing henüz konuşamasa bile işaretlerle an- laşacak bir hale gelebilmiş iken biz» zat Hang-Faonun ziyarete geldiği bile dirildi, (Arkası var), akay mi