17 Kânunuevvel 1937 Hakkı uzun uzun güldü: — Hayatımda en ziyade ne zaman müşkül mevkide kaldım bilir misiniz? dedi, Mahmureyi babasından istedi- dim gün... O zaman yirmi üç yaşında İdim, Mahmure ile sevişiyorduk. Ev- lenmeğe karar vermiştik. Mahmure «beni babamdan iste.» dedi. Doğrusu bu teklif beni çok düşündürdü. Zira Mahmurenin babası lüzumundan faz- la ciddi, yanında gençlerin gülmesini bile hafiflik telâkki eder bir adamdı. Üstelik çok sertti. Sonra dehşetli iş adamı idi. Benim gibi, şimdiye kadar hayatında sadece topu topu 10 - 12 manzume yazmış genç, parasız, üstü başı eski bir şaire biricik, zengin kızt- Bı verir miydi?.. Mahmure aklımdan geçenleri göz- lerimden sezmiş gibi: — Belki, dedi, babamın iyi bir ta- rafına raslarsın... — Evet; belki... Zaten benim de bü- tün ümidim bunda idi ya... Ertesi gü- nü Mahmurenin babasını görmeğe karar verdim. Fakat üstüm başım pek eski idi. Arkadaşım Cevada koştum. — Aman Cevadcığım... dedim. Se- nin elbiselerin bana tam gelir. Mü- him bir işim var. Elbiselerinden biri- ni bana ver. — Hangisini istersen al... dolabı gösterdi. Cevadın üç kat elbisesi içinde, cid- di görüneyim diye, giydim. Aynaya baktım. Va dişmiştim yahu... Ne de olsa insanı gösteren üstbaş canım... Eski elbise- lerimden mendilimi filan aldım. Va- kit yoktu. Acele ile bunları cebime yerleştirdim. Mahmurenin babası bay Şakirin yanına girerken heyecandan bayıla- cak gibi idim. Sevgilimin babası beni her zamanki ciddiyetile karşıladı. Lâ- fa neresinden başlıyacağımı bir türlü kestiremiyordum. Nihayet her şeye rağmen açılmağa karar verdim ve başladım. Ben söyledikçe Mahmure- nin babası canı sıkılmış, yahut dişi ağırıyormuş gibi yüzünü buruşluru- yordu. Sözlerim bitince büyük bir is- tiğna içinde sordu: — İşiniz nedir?... Şair olduğumu söylemiştim. Yavaş- ça mırıldandım: — Şiir yazarım... — Canım onu biliyorum Fakat asıl işiniz nedir? Ne ile Gerim diyerek Sustum. Alnımda iri iri i terler baş- lamıştı. Cebimdeki mendilime el at- tım. Mendili çıkardım. Mendille be- Bir ipliğe dizilmiş yüze yakın iğne... Bevgilimin babası cebimden çıkan bu acaib şeye hayretle baka kalmıştı. Ben artık utancımdan, canımın si- kıntısından mahvolmuştum. Evvelâ bu iğnelerin nereden çıktığı bana da merak olmuştu. Fakat sonra derhal aklıma gelmişti. Elbisesini istediğim arkadaşım Cevadın müthiş bir mera- kı vardı: Hokkabazlık merakı... Kendisi yaman bir amatör hokka- bazdı. Her gittiği eğlencede, kadın meclisinde hadsiz hesapsız hokkabaz- hık numaraları yapardı. Bu iğneler de onun pek meharetle yaptığı bir nu- maraya aitti, Cevad bu ipliğe geçmiş am herkesin gözü önünde yutar- Mineli bu iğneler dizi halinde Ce- vadın elbisesinin cebinde kalmıştı. Ben mendilimi çıkarırken bunlar da beraber çıkmıştı. Acele ile tekrar iğ- neleri cebime almak istedim. Fakat kahrolasıca şeyler elimden kayıp hali- nın üstüne düştü. Mahmüurenin baba- m iğildi: — Müsaade eder misiniz? diyerek iğne dizisini yerden aldı. Tetkik etme- ğe başladı. Artık ben şaşkınlıktan ne yaptığımı bilmiyordum. Elimdeki men- dili cebime koydum. Bir sigara İçer- sem belki kendime gelirdim. Bu sefer ceketimin cebinden tütün paketimi çıkarırken yere bir hokkabaz hokkasi düşmez mi?. Hokka zıplıya zıplıya tâ Mahmüre- nin babasının önüne geldi. Ve oradaki masanın ayağına çarptı. Hokka ma sanın gyağına çarpar çarpmaz orta- ından yarıldı, İçinden bir kumarbaz sarı çıktı... Mahmurenin babası: — En son sistem bir hokkabaz zarı,, dedi. Artık benim halimi tesavvur edebi- Mirsiniz zannederim. Mahmürenin ba» bası gibi ciddi, yanında gençlerin gül- mesini bile hafiflik addeden bir ada- mın karşısına, hem de onun kızını is- tedikten sonra cebinden böyle şeyler düşürmek!., Ne talihsizlik!.. Bu sırada sırtımdaki siyah ceketin bir düğmesinin sanki kopacakmış, düşecekmiş gibi sarktığı gözüme İliş- ti, Şimdiye kadar bunu nasıl görme- miştim? «O esnada insanın gözü düğ- me filan görür mü?» diyeceksiniz. Kahrolasıca gözlerim aksilik olsun di- ye bu düğmeyi gördü işte... Düğmeyi göyle tuttum. Sen misin tutan?.. Düğ“ meye el atar atmaz ceplerimden biri- nin içinden bir düdük çalmağa baş- lamaz mı?. Allah iyiliğini. versin.. Bizim Cevadın böyle münasebetsizlik- leri çocuklukları vardır, Ceketinin bir düğmesini çeker, cebinin içinde dü- dük öttürür. Hem de bu düdük öyle- sine ötüyordu ki sanki göğsüme bir kuş saklamışım da o dile gelmiş gibi... Artık Mahmurenin babasının yâ- nında daha fazla kalmanın mânası yoktu. Felâket bütün fecaati ile ken- disini göstermişti. Yavaşça yerimden kalktım: — Müsaadenizi rica edeceğim... de- dim. Mahmurenin babası gülerek yüzü- me baktı: : — Bu âletlerinizi bırakıp da mi gi- deceksiniz... dedi... Hele bu hokkabaz hokkasına şaştım, Ortasından yarılıp ta içinden bir zar çıkması pek tuhaf... Pek asri bir hokka.. canım biraz daha otursanıza... Mahmurenin babasının bana «biraz daha otursanıza.» tarzında bir iltifat göstermesine şaştım, kaldım. Sevgilimin babası: — Sizi tebrik ederim... maralar biliyorsunuz... me pek şık... O ciddiyetile tanınmış adamın ağ- zından bunları dinlemek bana hayret veriyordu. Sevgilimin babası kalktı. Kendisini başkalarının dinlemesini istemiyormuş gibi salonun kapısını kapadı. Sonra yerine geldi, oturdu: — Ben de, dedi, gençliğimde böyle şeylere pek merak . Kimse bilmez. Fakat bu bende âdeta bir tir- yakiliktir. Bazan kendi Kendime bir odaya kapanır, kapıyı sıkı sıkı sürme- ledikten sonra bir takım numaralar yaparım... Ama eskisi gibi, gençliğim- de olduğu gibi aşikâr değil... Artık iş adamıyız... Böyle şeyleri gizli yapıyo- ruz... Fakat şu sizin cebinizden çıkan- ları görünce kendimi tutamadım. Mahmurenin babası iskemlesini biraz daha yanıma çekerek: — Allah aşkına... dedi... Bu düdüğü nasıl çaldırıyorsunuz... Cebinizde bir düdük var... Onu anladım, Fakat na- sıl çalıyor?. Baktım, Mahmürenin babası hok- kabazlıktan bahsederken âdeta coşu- yordu. Aksiliğe bakın ki ben de düdü- gün ne gibi bir tertibat sayesinde çal- dığını bilmiyordum. Fakat bozmadım. Meharetimden mağrur bir tavırla ce- ketimin düğmesini tuttum, cebimde- ki düdüğü öttürdüm. Mahmurenin babasi artık bana hayran hayran ba- kiyor: — Fevkalâde... Fevkalâde doğrusu!... Aman bana da öğretin... Meclisi idare içtimalarından sonra odama kapanır, kendi kendime düdük çalarım... Sonra gözleri dizi dizi iğneye ilişti: dedi, iyi nu- Hele bu düğ- NEOKALM Grip, Baş, ve Diş ağrıları Nevralji, Artritizm, Romatizma AKŞAM — Bunları yutar mısınız? Eyvahlar olsun şimdi sevgilimin ba» bası bu dizi dizi iğneyi bana yuttur- mağ kalkışırsa... ç Fakat gene bir bilgiçlik yaptım: — Evvelâ siz yutun görelim... de- dim. Bay Şakir iğne dizisini aldı. Kar- Şımda mükemmel yuttu. Artık onun- la canciğer olmuştuk. Bay Şakir nihayet bir iş adamı ha- Jini tekrar takındı: — Demin bir tasavvurunuzdan bah- setmiştiniz. 'Tabii bundan kızım Mah- murenin de haberi var değil mi? Son bir cesaretle: — Bu işi ikimiz de fevkalâde isti- yoruz., dedim. Bay Şakir: — Öyle ise bunu ben de isterim... Haydi Mahmurenin yanına gidelim... dedi. Kolkola salondan çıktık. Mah- mure bizi bu derece canciğer görünce Şaşırdı. Hele babasının evlenmemize razı oluşuna âdeta hayretler etti. Bir aralık bana sordu: — Allah aşkına babamı nasıl kan- dırdın? Muhakkak senin zekâni, şiir- deki kuvvetini takdir etti değil mi? Buna cevap vermedim. Mahmure ile evlendik, Zengin kayınpederim be- ni kendisine şerik yaptı. Onun gözü- ne girmek için ben her gün Cevada Eidiyor, yeni numaralar öğreniyor- dum. Bazan biz iki şerik, kayınpede- rimle ben odamızın kapısına «içtima var, girilmez» levhasını asıyor, içeri- de karşılıklı hokkabazlıklar yapıyo- Tuz. Bunlar bitince sanki bazı mühim meselelerden dehşetli yorulmuşuz gi- bi dışarıya çıkıyoruz... (Bir yıldız) Xi Kânunwevvel 337 Cumı İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,05 Plâkla 'Türk musikisi, 1330: Muhtelif plâk neşri- yalı, 14: SON, Akşam neşriyalı; 17: İnkilâip dersi Üniversiteden naklen Hikmet Bayur ta- rafından, 1830: Sekizinci tasarruf ve yerli malı haftası konferansı: Ticaret ve Banayi odası umumi kâtibi Cevat Nizami Düzenli, 19: Halk şarkıları: Osman Peh- Uyan tarafından, .1940: Radyo fonik dram: (Feci bir tecrübe), 1955: Borsa rafından Tür: nil e halk gatR, musikisi ve 2030: Hava raporu, 2033: Ömer Rıza ta- rafından araben söylev. 2045: Bayan Muzaffer ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (S.A), 2115: ORKESTRA: 1 - Weber: Oberon uver- tür, 3 - Lehar: Lustige wittwe potpurl, 3 - Chopin: Plerlide, 4 - Çaykovaki: Dornrösehen valse, 5 - Padu: 5 - Aylenberg: Le moulin, 2215: Ajans haberleri, 220: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 2250: Son haberler ve ertesi günün 1, 23: BON, Ankara — Öğe neşriyatı: 1220 - 1250: Muhtelif plâk neşriyatı, 1250 - 13,15: Plâk: “Türk musikisi ve halk şarkıları, 13,15 - 1330: Dahfif ve harlet haberler. Akşam neşriyatı: Saat 1830 - 1835 Plâk peşriyatı, 1835 - 19 İngilizce ders: Azime İpek. 19 - 1930 “Türk musikisi ve halk şarkıları (Hikmet Riza ve arkadaşları). 100 - 1945 Saat ayarı ve arabca noşri- yat. 1945 - 2015 'Türk musikisi ve halk Şarkıları (Halük Recai ve arkadaşları). 20,15 - 2030 Kanferans: 2030 - 21 Sakso- fon solo: Nihat Esengin, 21 - 2115 Ajans haberleri, 21,15 - 21,55 Stüdyo salon orkes- tarsı: 1 — Tachaikowsky En Traineau » Minlatur » Mareha > Danse Rüsse Tröpak Draged » Danse Ruste Tröpek , Danse Arabe » Danse Chinoise > Danse des Mirlitons » Valse des Fleurs 2185 - 22 Yarınki program ve LMINA >ği'i nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ey yaram ere yil Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla giripin isteyiniz. A Sy RADA Be MEGA A KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mmm Tefrika No, 88 Sahife 9 Küçük Sinan gemisini Cibaliye yanaştırınca baltacıların eline düştü. Cellâda teslim i in saraya götürdüler — Rozitanın sözleri Greçyanonun | zümüzü kızdırıp para istiyelim. saçmalarından daha makul. — Benim aklım yatmıyor bu işe... — Greçyanonun dedikleri doğru mu demek istiyorsun, Mahmud dayı? — Evet. Sinyor Greçyano düşma- nımızdır amma. benonu çok İyi tanırırı. O, az yalan söyler. Ve kızı- nı İnkâr edecek kadar bayağı bir adam değildir. — Kılıç Ali paşayı Arşipelde az mı aldatmış! , tiğimize inanacak mıyız? — O halde buna nasıl inaniyor- sun? — Greçyano yalan söylemez de... — Rozitanın yalan söylediğini ne- reden biliyorsun? — Kadındır, Seni aldatabilir... Sinanın canı sıkıldı; — Seninle bir şey konuşulmaz, Mahmud! Şu kadının bana karşı gös- terdiği fedakârlıkları sende gözle- rinle gördün ve görüyorsun! Greç- yano şimdi bayağı bir korsan gibi adalar arasında dolaşıyor. Eğer Ro- zita, onun istediğini yapsaydı, bugün Kılıç Ali paşanın yerinde yeller es6- cek ve Akdenizde 'Türk donanması yerine Venedik gemileri gezecekti. Rozitanın dediği oçok doğrudur. Greçyano, eski mevki ve şerefini kaybetmiş bir adamdır şimdi, Ufuklara pembe gölgeler düşmeğe medi. Demirini çekerek Çanakkale bo- Bazından içeri girdi. Sinan o zamandanberi vatan has- reti çekiyordu. İstanbulun bahçeleri, Boğaziçi Alemleri, Haliçin güzellik- leri, çengilerin göbek atışları gö zünde - 'Bir aralık dümenci Mahmudla derd- leşti: — Acaba Klıç Ali paşa beni affede- cek mi? — Kaptan paşa seni çok sever. Ondan korkun olmasın, aslanım! — Meseleyi Sultan Murada açtı- Jarsa, ne yaparız? — Padişah Kara Mihalin yakalan- dığını duyarsa seni derhal af, hattâ taltif eder, Şaka değil bu... Kara Mi- hali diri olarak İstanbula götürüyor-” sun! Rozitayı haber alırlarsa... — Bundan kimseye - bahsetmeyiz. Gemi limana girer girmez, her şey- den önce onu çıkarırız. Kimsenin gör- mediği bilmediği bir yere götürür. sün! Böylelikle Padişahın da, Kılıç Ali paşanın da gözünden kaçırmış olursun! — O halde sen bütün arkadaşlara vaziyeti anlat da İstanbula varınca gevezelik etmesinler. çenelerini tut- sunlar. — Merak etme. Bizim arkadaşla- rın hepsinin dilleri pektir. Seni çok severler, Biraz sonra Mahmud dayı denizei- leri başına topladı: — Çocuklar! Bir iki gün sonra İs- tanbula varacağız. Diyerek, Sinanın dileklerini an- Jattı. — İstanbula varınca Rozitadan kimseye bahsetmiyeceksiniz! (Yeşil kartal) ın bütün gemicileri Mahmud dayıya söz vermişlerdi. Bu arada İki yelkenci bir köşeye b yavaş yavaş konuşuyor. Mr ya yn Cezayirde Sinan rels hasta iken vu- racağını vurdu, kemerini doldurdu. Şirhdi ona yardakçılık yapıyor. Ya biz?... Bunların içinde İkimizden gibi böbürlenebilirdik. — Ne olursa olsun, Sinandan, yü- — Ben de bu fikirdeyim. Haydi yürü... Sinanın yanına yaklaştılar: — İstanbula on parasız gidiyoruz. Bize para lâzım... Dediler, i Sinan yelkecilerin yüzüne hayretle baktı: İkisi birden bir kelime ile cevab verdiler: — Yedik... Biz de öteki arkadaşlarınız gibi, adam olup ta saklasaydınız! me başını çevirip güverteden ay» Yelkenciler dişlerini sıkarak mırıl- dandılar: — Alacağın olsun öyleyse. Biz sen den para almanın yolunu biliriz. * (Yeşil kartal) Çanakklale limanın- da demirlemişti. — İstanbula Kara Mihali gölü rüyorum... Dedi. Çanakkale muhafızı İbrahim bey hayretle gözlerini açtı: — Ne diyorsun, Sinan. Kara Mİ- hali rüyada mi gördün? Sinan, İbrahim beyi geminin am- barına götürdü. Ambar ağzında duran nöbetçilere sordu: — Kara Mihal uyanık mı? — Bâlâ yatıyor... Uyanmadı. İbrahim bey başını ambardan İbrahim bey, ambarda yatan Ka- ra Mihali görünce, hayretinden dil tutulmuş gibi, ne söyliyeceğini bil. miyordu. (Yeşil kartal) gemicileri öğleye kadar Çanakkalede kaldılar, Dinlendiler. Öğleden sonra demir alıp limandan ayrıldılar. (Yeşil kartal) İstanbul yolunda, Sinandan para istiyen iki yelkeci, Sinana tuzak kurmakla meşgul. Hüseyin: — Sinanı öldürelim. Diyor. Arkadaşı buna razı değil İkisi de düşünüyor. Nihayet şuna karar verdiler; — İstanbula varır varmaz Asesba- şıya koşup Rozitayı haber vereceğiz! BÖLÜM: 4 Kara Mihal İstanbulda. Küçük Sinanın İstanbula geldiğini getirmesini söylediler. İdam hükmü Topkapı sarayı bah- Sinanın saraya celbi için Haliep gönderilen baltacılar, (Yeşil kartal) Me sü virka Merke,