Rıfat Fevziye Mersin vapurunda Basladım. Beni görünce: — Vay kardeşim... dedi, Mersine MMİ?.. Ben de oraya... Aman bu yol ne kadar memnun ol- Bum tasavvur edemezsin... Vapur kalktıktan sonra Rıfata bayağı bir Mahzunluk çöktü: — Ne o Rıfat?.. dedim O acı acı gülerek: — Arkamda mühim bir aşk fırsatı Kaldı da ona yanıyorum... me e va a la güneşe karşı uzun iskem- İalerimize oturduk: — Ehhh Rıfat... dedim. Şu ar- Kanda bıraktığın aşk fırsatım an- atsana. — Bırak bırak... Derdimi deşme... Bu öyle budalacasına elden kaçını- Miş bir fırsat ki sorma... Maamafih Yolculuk başka türlü nasıl geçer?.. Anlatayım da, bari içim hafiflesin... Hele bir sigara uzat... Bigarayı verdim. Anlatmağa baş- — Kaâriyi bilir misin?.. — Bilmezmiyim hiç?. Gece gün- Ölür içtiği için arkadaşları ona «Bu- Mite ismini takmışlardı ... — Hah işte o... «Bulut Kadri... Bu çocukla biz mektepten beri arka- daşız. İyi hoş çocuktur amma işte Du içkiye iptilâsı yok mu?.. Kaç ke- Te kendisine içki aleyhinde konfe- Tanslar verdim. Dinletemedim gitti. Bu yaz birlikte ayni sayfiyeye git- İk. Ayni mahallede aynayı iki köşk tuttuk. «Belki, diyordum. Bu- Tada, sayfiyede biraz oyalanır'da bu Kadar fazla içmekten vazgeçer...» Ne kadar yanılmışım!. Kadri gene eski Kadri idi. Beni bilirsin. Benim de bir iptilâm Birinci günü sayfiyeyi şöyle bir ko- laçan ettim, Kendime uygun birini İkinci günü gene şöyle Nihayet üçüncü günü köşkten çıkar Şikmaz uzun boylu, iri gözlü tam is- tediğim tipte bir genç kadınla kar- pilaştım. Dikkatli dikkatli baktı. Ve bende Şafak attı. Derhal arkasına düştüm. Onun yürüyüşünü arkadan seyret- mek bile doyulmaz bir zevkti. Epi Yürüdük. Nihayet genç kadın benim çok iyi tanıdığım bir sokağı döndü. Burada annemin arkadaşlarından, beni çok seven ihtiyar bir kadıncağız oturu- bin köşkünün önünde durdu. Kapıyı galdı, Kapı açılınca onun: — Buyurunuz... Sesleri arasında Ve bende bir kere daha şafak attı. Genç kadının bayan Zeynebe git- mesi benim için bulunmaz bir fır- sattı. Sayliyeye taşındım taşınalı bir kerecik olsun annemin sevgili arka- daşı bayan Zeynebe gidip elini öpme- — Ah evlâdım... Rıfatçığım... Ne- Mlerdesin?.. diye merdivenlerde gö- Tündü. Beni aldı, salona götürdü. Genç kadın salonda güzel bacakla- Mı birbirinin üstüne atmış oturu- Yordu, Bayan Zeynep bizi birbirimi- Ne tanıştırdı. Genç kadının ismi Muallâ idi. Ba- Mn süallerinin ardı arkesı. kesiimi- Yordu. Maamafih bir taraftan bu suallere Sevap yetiştirirken bir taraftan Mu- ADA le konuşmağı ihmal etmedim. bir aralık bayan Zeynep di. Hanı çıkar çıkmaz hemen kalkıp onun 5 Yanındaki kanepeye oturdum. aplik hiç te fena gitmiyordu, Artık o günden sonra bayan Zey- nebe - vazifeşinas bir memurun dal- resine devamı gibi - her gün gidip gelmeğe başladım. Bazan bayan Zeynebin evde işi gü- cü oluyordu. Biz Munllâ ile bahçe- de dolaşıyor, havuzun kenarmda otu- rüyorduk, Hattâ bahçedeki büyük ıhlamur ağacına Muallâ için güzel bir sa- nacak yaptım. Bu salıncak sefası maceramızı daha tatlı bir şekle sok- tu. Her gün salıncakta sallanıyor, karşılıklı kolan vuruyorduk. İşte günler böyle geçti. Nihayet aramızdaki macera aşk denilebilecek kadar kuvvetli bir rabıta haline girdi. Fakat şu Mersindeki amcam yok mu?.. Onâ ne kadar muhtaç ol duğumu bilirsin. Beni okutan, bana para gönderen hep amcamdır. San- ki Muallâ ile aramızdaki maceraya mâni olmak için mütemadiyen mek- tup yazıp duruyor, beni İstanbul dan Mersine çağırıyordu. Ben Mu- allâdan öyle kolay kolay yarılamı- yordum. Amcamdan bir izin kopar- dım, iki izin kopardım. Nihayet üçüncü defa bana yalnız bir hafta müsaade etti. Muallâya yalvarıyor dum: — İstanbulda yalnız bir haftam kaldı. Ne olur bir gün, yahut bir gece bizim köşke gel... Başbaşa deri- leşelim. Bak artık tamamile İstan- buldan gidiyorum. O gülüyor: — Doğru.. hakkın var Rıfat amma biliyorsun, senin oturduğun köşkün karşısındaki, yanındaki bütün ev- lerin hepsi benim tanıdığım. Güpe- gündüz senin köşküne gelrisem be- nim için neler demezler?.. — Gece gel öyleyse... — O da olmaz. Gece ağabeyim ev- de... Onun ne kadar sert, ne kadar haşin tabiatli bir adam olduğunu Nihayet Mersine hareket edeceğim- den bir gün evvel, yanidün bana büyük bir müjde verdi: — Ağabeyim bu gece evde yok... Bana kendi elimle çay pişiririm... Karşılıklı içeriz olmaz mı?.. Bun Öyle tatlı söylüyorduki, az daha gsevincimden boynuna sarılacağım O gece saat tam on birde buluşma- ğa karar verdik. Artık on biri nasıl beklediğimi tasavvur edemezsin. Saat sekize kadar «Bulut Kadri; ile bir birahanade karşılıklı oturduk. Bu gece o derece heyecanlı idim ki Kad- Ti ile bir kaç kadeh içmeği göze ai- Mıştım.. Ona işi anlattım. Nihayet saat onda Kadriden sy- nildım. Kadri son kadehini: — Bu gece senin saadetin şerefine içiyorum... dedi, benim için de eğ- len... Saat 10... Bir saat sonra san- det seni bekliyor... Kadrinin yanından çıktım. Yağ- mur yağıyordu. Fakat ben artık he- öyle birahanede oturacak filân gibi değildim. Yerimde dura- mıyordum. Yağmura rağmen bir saat ötede beride dolaştım. Nihayet saat tam İl olunca Muallânın köş- künün önüne geldim. Kapı evvelden kararlaştırdığımız gibi aralıktı, Bir Baş, diş, nezle, | i gölge sessizliğile bu aralık kapıdan içeri süzüldüm. Muallâ merdiven başında hafif bir elektrik ışığı için- de, sırtında şık bir pijama ile beni karşıladı. Ceketimin wlek kolunu tutarak: — Islanmışsın... dedi, Güldüm: — Ne zararı var?.. Bu gecenin gerefine ölmeğe bile razıyım... Heye- candan bir yerde duramadım, Bir saat yağmur altında dolaştım. — Üşüyeceksin... Sana benim gayet bol bir pijamam var. onu ve- reyim de giy. Elbiselerin de kurur... Bana kokulu, ipekli bir pijama verdi, Bunu giydim. O beni bu halde görünce kahkahzdanı kırıldı: — Tıpkı bir genç kıza benzedin... Bu esnada ne kadar mesuddum. Dışanda şakır şakır yağmur yağı- yordu. Halbuki ben içeride ipekli pi- jamaler sırtımda, fokurdayan bir semaverin karşısında idim ve yanım- da dünyanın en güzel kadım, sev- diğim kadın vardı. Bir aralık gözüm saate ilişti. 'Ta- mam il buçuk olmuştu. Yarım sa- at, bu saadet havası içinde ne ça- buk geçmişti. Tam buesnada sokak kapısının önünde bir gürültü oldu. Muallâ sapsarı kesildi. Sokak kapısına bir anahtar sokuluyordu. Sonra bir er- kek sesi; — Ne olmuş bu kapıya!. dedi, Muallânın yüzü sarıdan mora çev- rildi: — Ağabeyim galiba. Aman!.. Bu ağabeyin ne kadar sert bir adam olduğunu işitmiştim.. kapının Kilidindeki anahtar tıkırtısı devam ediyordu. — Öyle ya ağabeyim... Arkadaşı nı mutlaka biraz iyice gördü. Eve döndü. — Eyvahlar olsun, ne yapmalı?... — Kaç.. kaç... Sırtımda kadın pijaması, yaş elbi- selerimi kucağıma aldım. Muanâ ba- na mutfak kapısını açtı. Bahçeye çıktım. Oradan yağmurun altında koşa koşa, bahçeler arasından geçe- rek, eve kapağı dar alım, Ne aksi tesadüf, Geçirdiğim heyecana mı ya- nayım? Elinden kaçırdığım saadete — Aman Rıfatçığım. dedi, dün akşam başıma öyle bir iş geldi ki... Serden bir buçuk saat sonra bira- haneden çıktım. Fena kaçırmışım... nim sarhoşluğumun zararı kendime... Hiç kimseyi rahatsız et- mem.. ehhh... Sen nasıl eğlendin mi?.. demez mi? (Bir yıldız) grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir, NEİ © Grip, Baş ve Diş Ağrıları, Nevralji, Artritizm, Romatizma a, Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla giripin isteyiniz. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertellimm— Tefrika No. 86 Esir korsanlardan biri: “Kara Mihalı diri olarak İstanbula götürebileceğinizi ummuyorum!,, diyordu Misinalar Türk donamasının bi- raz geride beklediğini sanıyorlardı. Kılıç Ali paşa korkusu herkeste bu inanışı yaratmıştı. Öyle ya... Tek başına bir Türk yelkenlisi, Kara Mi- halin gemisi üzerine nasi gelebi- Tirdi? Kara Mihal kolay kolay ele geçe- cek bir adam mıydı? Ondan Malta korsanları, İspanyol denizcileri bile yılmışlardı. Kara Mihalden yılmıyan ve yıllardanberi peşini kovahyanlar yalnız Türk denizcileriydi. Kara Mihal Misinaya ne için gel- mişti? Yerliler son günlerde esir kaçak- çılığı yapan korsanları korumağa başlamışlardı. Kara Mihal bunu ha- ber alınca Misinaya gelmişti. Mihal her şeye parmağını sokar, kendin- den zayıf gördüğü her korsandan haraç almak isterdi. İşte Kara Mi- hal Misinaya bunun için gelmişti. Ve bir hafta içinde alacağmıda ak aştı. Ne yazık ki, Kara Mihalin gemisi haraç olarak aldığı paralar ve eşya- larla dolu olduğu halde yanıp bat- mış, gemiden hiç bir şey kurtarıla- mamıştı. Sinan reis geminin çabuk batma- sına çalışmış, bunun için teknenin bir kaç yerinden delikler açtırmıştı. Mahmud dayı Sinana: — Bu gemiyi zaptedelim. Çok işi- mize yarar. Dediyse de, Sinan: — Ben Mihali yakaladım ya, baş- Ka bir şeyde gözüm yok! Diyerek gemiyi her tarafından ateşlemişti. Oysaki Mihalin gemisinde çok kiymetli eşya ve mücevherler vardı, O, Misinaya büyük bir vurgundan sonra gelmişti. Misinada tanınmış zenginler var- dı. Şehir küçük olmakla beraber, buradaki bir kaç köşkte yaşayan zen- gin asilzâdelerin, kral saraylarında bulunmıyan eşyalarla dolu salon- Jarnı Mihal o kadar kolay boşalt- mıştı Ki... Binan bunları yolda öğreniyordu. Kara Mihalin adamlarından biri yolda giderken Sinan reise şunları anlatmıştı: — Kara Mihal, adam öldürmesini çok iyi bildiği gibi, adam soymasını da çok iyi bilirdi. Misinalı zengin- lere iki saat mühlet verdi. Onlardan kıymetli eşya istedi. Para istedi, Ve iki saat içinde istediklerini top- — Bütün bu paralar gemide idi demek? — Evet. O gemiyi satsalardı. Ve- nedik hazinesi bile onu satın ala- mazdı, Bir başka esir lâfa karıştı: — Kara Mihalin dada bir sevdi- mami» demişti. İşte Kara Mihal bu- mun için para topluyordu. — Sevgilisini memnun etmek için, — Kara Mihal için bundan daha zevkli bir işyoktur. O iztırap çeken, can çekişen - insanların karşısında gülmekten, şarap içip eğlenmekten zevk duyar. Sinan reis hiddetle başını salladı: — Kara Mihalin Kefalonyada odğ- muş bir haydudun oğlu olduğunu bilmeseydim, zalim imparator Nero- nun toruny olduğuna hükmeder- dim. — İmparator Neron insan kanı iç- memiştir. Kara Mihal genç çocuk- ların kanını içmekten de zevk duyar. — Türklerin eline düşeceğini dü- şünür müydü? — Bunu aklından bile geçirmezdi. O, Türk donanmasının İstanbula döndüğünü haber aldıktan sonra gel- mişti buraya... — Türk donanması Akdenizde do- laşırken, o aslanlardan kaçan bir kedi gibi delikten deliğe kaçıyor, şey- tanın görmediği yerlerde saklanıyor du, değil mi? — Saklanmasaydı, ele düşerdi. — Merd adam hasmından kaçar mı? — O, böyle merdliklerden anla- — Kara Mihali İstanbula sağ ola- rek gölürebileceğinizi umuyor musu- nuz? Sinan kaşlarını çatarak korsanın yüzüne baktı; — Şüphen mi var? Bu gemiden, kanatlanıp kuş olsa uçamaz. O ar- tık benim avucumun içindedir. — Kara Mihal, yaşadığı müddet- çe kimsenin avucunda duramaz. Onu İstanbula diri olarak götüreceğini- zi sanmıyorum... Bunu gözümle gör- sem inanmam. — Gözünü aç! Bir hafta sonra İstanbuldayız. Mihali Türk sarayı na kendi elimle teslim edeceğim. > * " Dümenci Mehmedin yanında du- Tan Sinan reis yüksek sesle bağırdı: — Üzerimize doğru gelen yelkenli- yi görmüyor musunuz be?... — O bir bulut gölgesidir. Sinan hiddetlendi: — Başını yukarı kaldır da bulut- lara bir bak! Bulutlar ileriye doğru gidiyor. Bu gölge ise üzerimize ge- diyor. Ve birden bağırdı: -- İşte bir fişek... Bize dur işareti veriyor. Korsanlar telâşa düştüler, Türk yelkenlisine (dur!) işareti veren bu gemide kimler vardı? Ortalık çok karanlıktı, Sinan rels prova direğinin ucuna kaptan fenerini çekti ve durmadı. Bu sırada iki gemi birbirine yak- Jaşmıştı. Bu da bir korsan gemisiydi. Ve içinde Venedikliler vardı. Hizli hızlı konuştular: — Yaktığı fenerden belli. bir Türk gemisi. Boşuna durdurduk... Başs mmza belâ almıyalım, İtalyan kaptanı dümencisine bâ- dardı: — Haydi açılalm... İtalyan kaptanının yanmda yük- #ek sesle konuşan bir adam vardı, 'Türk yelkenlisine: — Uğurlar olsun şanlı kartallar! Diye bağırıyor ve Türk denizcileri ni selâmlıyordu. Sinan reis bü sesi tanıdı: — Sinyor Greçyano. tâ kendi. Misinaları kasıp kavuçıyordü de | s.onunsesi, k a va