HER AKŞAM BİR HİKÂYE Şekib artık Muallâdan ayrı yaşıyor- | i güzel günler bi- | du, Muallâ ile geç rer rüya olmuştu. O zamün Şekibin parası boldu. Muallânın her istediği- ni yapabiliyordu. Fakat delikanınmn parası bitince her şey değişmişti. Mu- allâ yeni bir yeni bir maceraya atılmıştı. Şimdi Şekib Beyoğlunun en dar sokaklarından birinde, ka k bir apartımanın bir odasını 10 lira ay- Yıkla tutmuştu iği yeni işten eli- ne ayda 35 - 40 lira düşüyordu. Bazan Muallâyı düşündüğü olurdu. Ne para canlısı kadındı. Munllâ genç adamın içinde kapanmak bilmez bir yara ha- Minde idi. Onu düşündükçe daima bu yara sızlar dururdu. O günü Şekib bakkaldan öteberi al- muştı. Ay başı idi. Elindeki paralar su- yunu çekmeden evvel aylık masrafını görmek istemişti, Ellerindeki kese kâ- gıtlarile evine dönerken birdenbire ar- kasına küçük bir köpek takıldı. Şekib evvelâ köpeği kovdu. Bu tüyleri kir- lenmiş, küçük, serseri bir köpekti, Şe- kibin ayakları arasında dolaşıyor, ona yaltaklanıyordu. Fakat Şekib bu hayvana dikkatli bakınca onu tanıdı. Sanki eski, sevgi- Mi bir ahbaba raslamış gibi: — 'Topt.. diye bağırdı. Köpek bu «Top» kelimesini duyar duymaz büsbütün işi azıttı. İki ayağı- nı Şekibin bacağına dayıyarak havla- mağa, memnun memnun kuyruğunu Sağa sola sallamağa başladı. Şekib tekrar etti: — «Top»!. Sen misin?. Küçük köpek artık Şekibin etrafın- da zıp zıp sıçramağa başladı. Şekibin Adeta gözleri sulanmıştı. Top Muallâ- nın köpeği idi. Muallâ bir gün kendi- sile beraber Beyoğlundan geçerken bir adamın elinde Topu görmüş, be- ğenmişti. Şekib bu köpeği Muallâya almıştı, «Top» Şekibi pek severdi. Şe- kib ona şeker getirdiği zaman köpek genç adamın ayakları dibinden ayrıl- mazdı. Demek şimdi "Top da Şekibden sonra Musllânın evinden kovulmuş- tu, Fakat Top ne kadar değişmişti. Es- ki, sevimli, kurdeleli, kolonyalar ko- kan nazlı «Topu nerede idi?.. Şimdi bu karşısındaki kirli, tüyleri siyahlaşmış sokak köpeği nerede?.. O kadar kir- lenmişti ki kimse onun cins bir köpek olduğunu farkedemezdi. Şekib Topa baktı, Kendi kendine: — Biribirimize ne kadar benziyo- ruz... dedi, bir zamanlar ikimiz de şık, süslü ve mesudduk. İkimiz de iyi bir apariımanda Musllânın kokusu için- de yaşıyorduk. Hattâ ikimiz de - ya- landan bile olsa - seviliyorduk. Şimdi ikimiz de koyulduk ve bir kaldırımın üstünde biribirimize raslıyoruz. İki- mizin de vaziyeti fena... 'Top son derece zeki, anlayışlı bir hayvandı. Şekibi derhal tanımıştı, Şe- kib ona: — Top... Aç mısın?.. diye sordu... Ve kese kâğıdmdan bir kahve şekeri çı- kararak ona uzattı. Top bunu kıtlık- tan çıkmış gibi yuttu. Hayvanın fena halde aç olduğu belli idi. Şekib köpe- ğe: — Yürü Top, dedi, bize gidelim. Top tin tin Şekibin arkasından gel- meğe başladı. Bazan ikisinin arasına bir otomobil giriyordu. Zeki hayvan Şekibi kaybetmemek için büyük bir telâş içinde genç adamın arkasından koşuyordu. K Apartımana geldiler, Aynanın kena- rında Şekibin Muallâ ile çıkmış bir fo- toğrafı duruyordu, İkisinin arasında «Top» vardı. Şekib Topun o zamanki süslü haline baktı, bir de şimdi ayak- ları dibinde dolaşan hayvana güz gez- dirdi. Ne fark!.. Lâkin Topun bekle- meğe tahammülü yoktu. Şekib kese kâğıtlarını açtı. Hayvanı adamakıllı doyurdu. Top şimdi mesuddu. Müte- madiyen Şekibin ellerini yalıyordu. Şekib ocakta su ılıttı. Topu kendi elile bir güzel yıkadı, kuruladı, ona €s- kisi gibi kolonya sürdü. Top şimdi bembeyaz olmuştu. Kolonya kokuyor- du. Şekib şimdi bir derd ortağı bulmuş gibi seviniyordu. «Top» ona daima Mu- allâyı hatırlatıyordu. Bir iki gün böy- le geçti. Fakat Şekibin aklına bir şey geldi. Ya Muallâ «Top» u kaybetmiş- 8e... Ya arıyorsa... Hem kendisi Topa ne kadar baksa Muallâ kadar iyi ba- kamazdı. Kendi yanında hayvanın M2) et yüzü gördüğü yoktu. Hep kendi ye- meklerinin artığı ile karnını & yordu. Muhakkak ki Top Mual yanında daha mesud olacaklı, Vakığ ib için Toptan ayrılmak candan bir ar aşan ayrılmak ka- dar mühim olacaktı. İki, üç gün için- de Topa o derece alışmıştı ki... Fakat 'Topun iyi yaşaması için onu Muallâ- ya götürmesi lâzımdı. Şekip o günü Topu kucakladı, sev- u- nın i bakalım. asıl evine göl um... Şekib önde Top arkada yola çıktılar. Genç adam Muallânıh yeni taşındığı şık evi biliyordu. «Tops evi görür gör- mez kuyruğunu sallamağa başladı. Onlara kapıyı hizmetçi kız açtı. Hiz- Seni metçi Şekibi karşısında görünce şaşıt- | dı. Şekib «Top» u gösterdi: — «Top» u sokakta buldum. Galiba kaybetmişsiniz.. Belki arıyorsunuz... Al bunu yukarıya çıkar., conaa ver. «Ona» dan maksadı Muallâ idi, Fa- kat hizmetçi kız «Tops» a şöyle bir baktıktan sonra dudağını büktü ve: — İstemez, dedi, bizim bayan onu sokağa attı... Zeki Top bir insan gibi gözlerini hizmetçiye dikmiş dinliyordu. Şekib sordu; — Sebep? Bunu ne diye sokağa at- t1?.. Sahipsiz hayvan diye zehirlerler... Hizmetçi kız: — Bilmem.. dedi, bayan istemiyor bunu... «Bu sene hiç bir kadın böyle küçük köpek gezdirmiyor. Moda de- ğil.» dedi, Bizim bay da ona büyük bir köpek aldı... Bunu da sokağa attı- Şekib; — Ya öyle mi?.. dedi, sonra Topa dönerek ilâve etti — Yürü Top... Gidelim... İkisi birden kapıdan çıktılar, Şeki- bin malızun hali âdeta Topa da çük- müştü. Bu enikonu Şekibin fenasına gitti. Topu yolda durdurdu, sırtını okşadı, —'Top... Ne üzülüyorsun yahu?.. de- di. Sanki orada kalıp da ne yapacaktın? Fena mı bizbize otururuz. Bu gece Sü- bi koyuldum... Üzülüyor mıyım?.. Bu esnada Muallânın kapısında bü- yük bir otomöbil durmuştu. Kapı açıl- dı. Müallâ şık, uzun boylu bir erkeğin | kolunda dışarıya çıktı. Yanlarında kocaman, cins bir köpek vardı. Mun) 1â ile uzun boylu erkek otomobile gir- diler, Büyük köpek de otomobilde Mu- âllânm yanına yerleşti. Otomobil kalklı, Kocuman hayvan lüks otomo- bilden yerde tin tin yürüyen «Top» a şöyle bir tala Muallâ da kaldırımdaki eski âşıkı ile eski köpeğini yanyana görünce, bu manzara tuhafına gitmiş gibi gü- lümsedi. Şekible Top uzaklaşan oto- mobilin arkasından bir müddet baktı- lar, Şekib Topa: — Haydi.. haydi Top... Buradan bir- an evvel gidelim... Hem bak soğuk çik- tı. odamız şimdi ılıktır. Kasabada uğrayıp sana kemik alırız... dedi. Lüks otomobil gözden kaybolmuş- tu, Onlar da yavaş yavaş çiselemeğe başlıyan yağmurun altında odaları- nın yolunu tuttular. (Bir yıldız) 16 Teşrinisani 983 Salı İstanbul — neşriyatı: 1230: Plâkla Türk rausikisi, 1250: Havadis: 13,05: Plâkla Türk müsikisi, 1320: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 1845: Eminönü Halkevi meşri- yat kolu namına konferans: Nusret Sefa tarafından, 19: Çocuklara masal: Ba- yan Nine tarafından 1930: Hava raporu, 1945: Konferans: Eminönü Halkevi 30s- yal yardım şubesi namına doktor Osman | j Cevdet Çubukcu (Romatizrsahların öğren-| mesi lâzım gelen bilgileri, 1955: Boren haberleri, 20: Klâsik Türk musikisi: Oku- | yan Nuri Hali keman Reşat: Tanbur Dürri: Ut Sedat: Kanun Vecihe: Kemen- çe Kemal Niyazi: Ney Tevfik, 2030: Ömer Rıza tarafından arabon söylev, 20,45: Ve- din Rua ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayar), 2145: ORKESTRA, 22,15: Ajans haber- leri, 2230: Plâkis solo: Opera ve operet parçaları, 2250: Son baberler ve ertesi günün programı, 23: SON. Ankara — Öğle nesriyata: 1230 - 12.50: Muhtelif plâk neşriş 12,50 - 13415: Plâk: Türk musikisi halk şarkıları, arici haberler, 830 - 19: Muhtelif plük £ 19 - 190: Türk musikisi ve halk şarkları (Makbule Çakar ve ar- kadaşları), 1930 - 1946: Gaat ayarı ve arapça neşriyat, 1945: 20,15: Türk musi- kisi ve halk şarkıları (Servet Adnan ve arkadaşları), 20,15 - 2030: Sıhhi konuş- ma: Doktor Nusret Karasu, 2030 - 21: Plğkla dans musikisi, 21 - 2115: Ajans haberleri, 21,15 - 2155: Stüdyo salon or- kestram: 1 - P. Tosti: İo Voglio Amorti, 2 - Lecocg: Le Pelit Dus, 3 - Faure: Berçeuse, 4 - P. Lineke: Lunu, 8 - Mozart: 1es Noces de Fizaro, 21,55 - 22: Yarınki program ve istiklâl sargı, na kasaptan kemik te alırım... Oh ke- kâ... 'Top bunları anlamış gibi Şekibin sırtını okşıyan elini yalamağa başladı. Şekib sanki Top söylediklerini kelime kelime anlıyormuş gibi: — Bak bana... dedi, ben de senin gi- Baş, diş, nezle, grip, romatizma ve bütü; ğrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. i İsim ve markaya dikkat! Taklitlerinden sakınınız. RM AY EV RENE e e A A Nezle Başağrısı Kırıklık Dikkat ediniz Bu ilk tehlike alâmetlerini görür görmez derhal NEVROZİN Almak lâzımdır. NEVROZİN soğuk algınlığının fena akıbetler doğurmasına mâni olmakla beraber bütün ıztırabları da dindirir, icabında günde 3 kaşe alınabilir | isim ve markaya dikkat. Taklitlerinden sakınınız ADIMA SEA İZ ZA 7 Sl a GTD Zİ KA KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mmm Tefrika No, 59 “Bir kale fethetseydin şimdi alnından öperdim. Ben Filipin servetini değil, kendisini istiyordum... Buraya onun izini bulmağa geldiğimizi unuttun mu?,, İlk önce kimin palası sajlandı.. min kolu kalktı? Bu, belli değildi Jan birdenbire kanlar içinde yere s€- rilmişti. Canavarın gözl Aydın reis hayatında ilk defa kap- tan paşanın yanında müşkül bir mevkie düşmüştü. — Benim yerimde siz de olsaydı- nız, ayağınızın dibinde duran bir i açıktı. Türklere gözünün ucile bakıyor- | serveti almadan yürümezdiniz, dev- du. zetlim! , Kulübeye ilk girenler arasında Diye cevap verdi. Aydın reis te vardı, Aydın, yerde ya- Aydın reis, donanmanın paraya tan canavarın göğsüne bastı: — Akdenizin en müthiş kaleleri- ni kolaylıkla fetheden Türk akıwcı- ları karşısında ne cesaretle ok atı- yordun? Bizim ne kadar Kalabalık olduğumuzu görmedin mi?. Birdenbire yerde bir teprenme ol- du. Ağır yaralı zâönnedilen altın bekçisi herkesi hayrete düşüren bir davranışla belindeki hançerini çeke- rek, Aydın reisin üzerine atılmıştı. Eğer leventlerden biri çabuk dav- rTanmamış Olsaydı, Janın hançeri Aydın reisin göbeğine saplanacaktı. Leventlerden birinin palası süretle yukarı kâlktı ve Janın hançerini bi- Jeğile beraber yere düşürdü. Bundan sonra Jan çok yaşamadı. Bir kaç palânın birden göğsüne ve başına inmesile Janın vücudü, bir kaç parçaya bölündü. Aydın reis bu küçük kulübenin içinde büyük bir ölüm tehlikesi at- Jatmıştı Petro geniş bir nefes alarak: — Ben size onun sayılı vurucular- dan olduğunu söylemiştim amma, dedi, Allah bağışlasın, sizin adamla- rnız daha yâmenmış! Petro bundan sonra kulübenin için- den küçük bir kapı açtı. Bir kaç ayak merdiven indi ve arkada kalan- lara seslendi ihtiyacı olduğunu bilmeseydi, kap- tan paşayı bu sözünde çok haklı bu- Jacaktı. Fakat, denizeilerin sızlan- dığını ve aylıklarını iki aydır slama- dıklarını biliyordu. O gün az kaldı psra yüzünden bo- Aydın reis te para düşkünü bir adam değildi. Eğer öyle olsaydı, kâ- rısının Anadoludaki çifliğine o çeki- ir, deniz üstünde ömrünü geçir- Bereket versin Salih reis ikisinin arasına girerek: —3 Aydın reis çok talihli bir arka- daştır. Ayağı o kadar uğurludur ki, kuru toprağa bassa, ayağının değdi- ği yerler altan kesilir, dedi. Bu söz kaptan paşanın hoşuna gitti: — Aydın, bana gücenme Sö kın! - diye omuzunu okşadı - Filiple Kara Mihalin izlerini bulamadığımız için, hiddetimden ne yapacağımı bil- miyorum. Bu iki canavarı ele geçir- meden dünyaya gözlerimi kaparsam, toprağın altında da ruhum muzla rip olacak. Sen daha gençsin! Eğer benim içimde. uyuyan kinin yarısı sende olsaydı, şimdi buralarda dura- mazdın! Ve senin ateşli kanın be- nim damarlarımda bulunsaydı, ben de buralarda duramazdım! Aydının gözleri ıslandı: — İşte Filipin altınları burada... a — Hakkınız var, devletlim! Şimdi Dört metre genişliğinde, oldukça derin bir mahzen. Dört çevresi taşla örülmüş... Mahzenin dibinde bir kaç sandık... Bunların üstünde eski çu- val ve kumaş parçaları görünüyor. 'Türk denizcilerinden bir kaçı mah- zene iniyorlar. Kulübenin etrafını iyice kuşat- Artık Korkunç Filipin hazinesini boşaltmak için hiç bir engel yok. Sandıklarda yirmi bine yakın Ve- nedik dukası, bir çok İspanyol altın- ları, kıymetli mücevherler, altın ve gümüş istavrozlar... Aydın reis bunları görünce şa- şırdı; — Kendimi Avusturya imparato- runun hazinesinde sanıyorum... Diye söylendi. Mahzeni boşaltmağa başladılar, «Türkün gözü toktur!» Korkunç Filipin mahzende yaller- ca sakladığı altın ve mücevherleri paşa gemisine taşımışlardı. Denizciler: «Bahşiş dağılacak!» di- ye seviniyorlardı. Türk denizcili; nin eski âdetlerinden biride, her hangi bir yerde böyle zahmetsizce ek de edilen servetin bir kısmının de- nizellere bahşiş olarak dağıtılmasıydı. Bir takın devşirme ve aç gözlü ge- miciler: — Bal tutan, parmak yalar! Diyerek, paşa gemisine taşınan servete göz koymuşlardı. Oysaki, bu sözün Kılıç Ali paşa için hiç te mâ- nası yoktu. Kaptan paşa gözü tok bir gmiraldı ve o arkadaşlarına her zaman rkün gözü toktur! Diyerek, Türk gemicilerinin dalma vatanseverlik duygularını kamçılar- dı. Kılıç Ali paşa Aydın reise: — Bir kâle fethetseydin, şimdi al- nından öperdim. Filipin servetini elde etmek için bir arkadaşında ölümüne sebep oldunuz! Halbuki ben, Filipin servetini değil, kendisi. ni istiyorum. Onun izini aramağa geldiğimizi unuttun mu? dedi. anladım ki, siz benden daha gençsi- niz! Eğer beh sizin yaşınızda ol- saydım, İstanbuldaki aile yuvam- dan ve sıcak yatağımdan dışarı bile çıkmazdım. Kılıç Ali paşanın düşmana karşı gösterdiği bu sönmez kin ve husu- metin büyük sebepleri vardı: Yeni Papa, Kıhç Ali paşanın - her ne p&- hasına olursa olsun - ölümünü isti- yordu. Onu ortadan kaldırmak için Avrupalılar Akdenizde az m tuzak kurmuşlardı? Venedikten: Rodosa' gönderilen (Ro- zite) bile İtslyadan Türk sularına bu maksatla gelmemiş miydi? O gün Türk denizcileri büyük bir neşe içinde bahşişlerini beklerken, kaptan paşanın Aydın reise söylediği sözleri duyarak müteessir olmuşlar ve bir daha ağızlarını açamamışlar. dı. Maamafih Kılıç Ali paşa - her şeyde ve her yerde - kendinden ziya- de maiyetini düşünürdü, Donanma» da eski bir âdetin tahakkukunu bek. liyenleri hatırlıyarak: — Bütün denizcilere birer Venedik dukası verilsin... Demişti. Gemiciler birer lirayı alınca sevindiler, Bünden sonra kap- tan paşa reislere ve kaptanlara da beşer duka altını dağıtarak geri ka- Janları: — Hazine hümayuna götürece- , Demiş ve ambarda saklatmıştı. di gemisine alan Aydın rels: — Bütün adaların arkalarını do- laşalım... Z