iğ. 18 Eylül 1937 HER AKŞAM BİR HİKÂYE Ahmed Sami ellisini geçeli epey ol- muştu. Fakat «horoz ölse de gözü çöp- Müktedir..» diye meşhur bir söz var- dır. Ahmed Sami sanki bu eski sözü meğe çalışıyor gibiydi. İhtiyar- başladığı halde hâlâ gözü âşk töplüğünden ayrılmıyordu. Semtte daima karşılaştığı bir genç vardı. Bu daha yirmisini bulmamış genç kız karşıdan cıvıl cıvıl gelirken Ahmed Bami içinden: — İlkbahar ayaklanmış, geliyor... derdi. Hakikaten genç kız ayaklı bir ilkbahara benziyordu. Işıklı ışıklı göz- leri vardı, Sarı saçlarının arasından süzülen güneş ışığı başına efsanevi bir tac konmuş tesirini yapıyordu. aZayıflar şişmanları, şişmanları 2â- yıfları, sarışınlar esmerleri, esmerler sarışınları, kısa boylular uzun boylu- ları, uzun boylular kısa boyluları se- ye bir söz vardır. Ahmed çoktan geçen yaşile bu on sekiz yaşındaki ayaklı ilkbahara bayılıyordu Onu yolda görünce uzun uzun takib ediyordu. Hattâ pek beceremediği hal- de bazan: — Nisan ayı kadar güzelsiniz!.. gibi saçma sapan söz attığı da oluyordu. Fakat «ayaklı ilkbahar» bunları ka- tiyyen işitmemezlikten geliyor, geçi- yor, gidiyordu. Ahmed Sami bazan yakın arkadaş- larına «ayaklı ilkbahar» dan bahsedi- yor: — Birader, diyor, bu kız beni 18 yar şıma döndürdü. Tıpkı 18 ında toy bir delikanlı gibi saatlerce peşinden koşuyorum. Ama görsen ne piliç, ne piliç!,. «Ayaklı ilkbahar» a güzel görün- mek için zalen itina ettiği tuvaletinin büsbütün üstüne düşmüştü. Şimdi tepesinden şakaklarına doğru sıkla- şan kır saçlarını her sabah Sonsuz bir itina ile boyuyordu. Ah şu bıyıkları, ah şu bıyıkları. Bundan 15 sene evvel ne güzel kapka- ra çıkarken şimdi böyle bembeyaz ke- silmesi ne münasebetsiz şeydi, Bıyık- larını ne kadar boyasa gene kılların diplerinden beyazlar sırıtıp duruyor- du. Bu hain bıyıkları kesmeden başka çare yoktu. Bir gün tıraş olurken bu kendisine her zaman bir gönül azabı olan bıyıkları da kökünden uçurdu. Oh artık onlardan kurtulmuştu. Şim- di sokakta yürürken de dik, göğsü dışarıda, adımları sertleşmiş yürüyor- du. Fakat nafile idi, her şey nafile idi. Ne kesilen bıyıklar, ne itina ile boya- mp simsiyah yapılan saçlar, ne takım takım ısmarlanan kostümler «ayaklı ilkbaharı» yola getirebiliyordu. Yola getirmek şöyle dursun genç kız dö- nüp te onun yüzüne şöyle bir kerecik olsun bakmıyordu bile... Ahmed Sami: — Bu piliç beni çok yoracak gali- ba... diyordu... Pilicin kafese girmesi epeyce müşkül olacak... Ahmed Sami artık genç kızla o de- Tece meşguldü ki her gece rüyasında beyaz, sarı, siyah, kahve rengi bir sü- rü piliç görüyordu, Başına omuzlarına piliçler konuyordu. Lâkin bütün bu piliçlerin hiç biri Ahmed Saminin iti- na ile hazırladığı kafesin kapısından içeri girmiyordu. Piliçlerin kafese gir- mesine imkân yoktu. Rüyasında Ahmed Sami bu plliçler- den birini, en güzelini kafese doğru kovalıyor. Onun kafesç girmesi için manevralar yapıyor, kan ter içinde çalışıyor, çabalıyordu. Fakat nafile, nafile... Bütün bunlar boştu. Piliç imkânı yok kafese giremiyordu. Ve Ahmed Sami kan ter içinde, yorgun Argın, pilici kafese sokamâdan uyanı- yordu... Böyle gecelerin sabahında Ahmed Bami hemen aynaya koşuyor, kendi hayaline dikkatli dikkatli bakıyordu. Acaba ayaklı ilkbaharın gönlünü elde edemiyecek derecede ihtiyar mı idi?, Aynada yüzünün buruşukluklarına, boyadığı halde diplerinden beyaz be- yaz çıkmış saçlarına bakiyor, kendi kendisini teselli etmeğe çalışıyordu, hattâ yüksek sesle: — Hayır. hayır. Bana tam ve ol- gün bir erkek denilebilir. O derece yaşlı sayılmam!.. diyordu. Ayaklı ilkbahar «Piliç» 1 yahut Ahmed Saminin ta- hirile «ayaklı ilkbah 1 bir kaç gün- denberi görmemişti. Taksimden Altınbakkala doğru iler- lerken birdenbire gözü bir tramvaya işti: Aman ayaklanmış ilkbahar, ayaklı #ikbahar!.. Vallahi o... Ta kendisi!.. | 'Ta kendisi!.. Fırsatı kaçırmamak lâzımdı. Fakat tramvay da çok hızlı gidiyordu. Halbuki Genç bir adam olsa koşar, bu bütün hızla giden tramvaya yeti- gir, atlar, içeri girer, ayaklı ilkbaha- rın yanına otururdu, Ahmed Sami kendi kendine; — Haydi Sami... dedi, kendini gös- ter, köş... Tramvaya atla.. ve bu suret- le bütün hızile giden tramvaya yetişe- rek ayaklı ilkbahara da gençliğini i- pat et... Fırsat bu fırsat... Hemen kurşun gibi fırladı. Koşma- Ba başladı. Tramvayla arasında daha çok mesafe olduğu dahsi şimdiden ne- fesi kesilmiş, kalbi güm güm atmağa başlamıştı. Yolda kalacağından kor- kuyordu. Lâkin tramvayın penceresi- nin yanında oturan genç kız onun koş- tuğunu görmüştü. Eğer yorgunluktan yarıyolda kesilir de kalırsa pek mah- cup olacaktı. Bunun için ölse bile koş- maktan, tramvaya yetişmekten vaz geçmedi. Iızımı arttırdı. Bereket bu esnada tramvay da bir istasyona gelip durmuştu. kan ter içinde, nefes darlı- ğından bayılacak bir halde, #oluya soluya içeri girdi. Fakat pek bitmişti. Ayakta duracak bir helde değildi Çoktanberi böyle kı fena olmuştu. Onun fenalaşlığı Âdeta tramvay- dakilerin dikkatini celbetmişti. Ayaklanmış ilkbahar hemen otur- duğu yerden fırladı: — Buyrunuz.. siz oturunuz efendim.. diye yerini ona gösterdi. Ahmed Sami soluya soluya: — Teşekkür ederim.. dedi. Genç kız: — Aman efendim. buyrunuz, dedi, gençler ihtiyarlara hürmet etmelidir. ler... Yaşlısınız... Fazla koştunuz., ba- yılacaksınız... İhtiyarlık bu.. ayıp de- ğIL.. Ahmed Sami o zaman kendisini bin bir müşkülâtla ayakta tutmağa mu- vaffak olmuştu. Fakat bu söz üzerine nefesi büsbütün tıkandı. Genç kızın gösterdiği iskemleye düştü ve bayıldı... (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Tak- İstiklâl altıda Nargilec: an. Beyoğlu suda, Tepebaşında Kinyoli, Galata: Hüseyin Hüsmü, Ka» sımpaşa: Vasıf, Hasköy: Halictoğlun da Barbut, Eminönü: Yemişte Ben- sasor, Heybeliada: Halk, Büyükada; Halk, Fatih: İsmail Hakki, Karagüm Tük: Mehmed Fuad, Bakırköy! HUA), Bariyer: Osman, Tarabya, Yeniköy, Emirgin, Rumelihisarındaki eczane ler, Aksaray: Yenikapıda Sarım, Be- şiktaş: Süleyman Recep, Fener: Ba- İatta Merkez, Beyarıd: Cemil, Kadi- köy: İskele caddesinde Soliryadis, Yeldeğirmeninde (Üçler, Üsküdar Ömer Kenan, Küçükpazar: Yorgi, Sa- matya: Kocamustafapaşada Rıdvan, Alemdar: Çemberlitaşta Sırrı Rasim, Behremini: Ahmed Hamdi. için yirmi kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Recep 13 — Ruzhızır 136 A İmeik Güneş Öğle İkindi Akşam Yel R. 0411128 853 9221200 142 Va. 43 543128 1637 1815 1948 şmadığı Için pek | AKŞAM Sahife 11 18 Eylül 937 Cumartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâzis Türk musikisi, 1250: Ilavadis, 135: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: Baat 18,30 Plâkla dans yiusik'si. 1930 Konferans: Doktor İbrahtm Zati: Mesakin hıfzıssıhhası, 20 Suad Gün ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. 2030 Ömer Riza tara- fından Arabca söyler. 2046 Semahat ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları. (Saat ayarı). 21,15 Taksim #tadından naklen: Beyoğlu Halkeyinin müsik şenliği. Büyük orkestra ve koro, Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün proğramı. Plâkla gololar, opera ve operet parçaları. 23 SON. Ecnebi istasyonların en müntehap programı Homa (421) saat 22: «Thaise operası, Viyana (507) 22,35; Lehar: «Çingene aşkis operet, Peşte (549) 2045: operet, Marsil- ya (400) 21,30: Operadan nakil, Oslo (1164) 21,15: Komaor, Nis (263) 2130: Ravel fes- tivali, Prag (470) 7335: Radyo orkestrası, Lüksemburg (1295) 220: Piyano konseri, Dans musikisi Paris P.T.T. (452) saat 2255, Peşte (549) 23515, Viyana (507) 2320, Berlin (356) 2330, Londra (Kısa dalga) 1740 - 11-24 > 49 Eylül 937 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- 1â Türk musikisi, 1250: Havadis 13: Bey- oğlu Halkevk gösterit kolu tarafından biğ temsil, 14: SON. Akşam neşriyatı; 1830: Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: Selim Sırı Tarcan (Polonya milli musikisi ve Şöpen), 20; Müzeyye ve arkudaşlırı tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2080: Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 20,45: Bay Muzaffer ve arkadaşları tara- fındân 'Tür kmuzikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 2115. ORKESTRA, 3316: Ajans ve bofsa haberleri ve ertesi günün programı, 2730: Plâkla #ololar, poera ve operet parçaları, 23 :SON. BORSA 7 Eylül 1997 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESHAM ve TARVİLAT İstikrazı 96 | Türkiye Cum- 9075 dahili huriyet Merkez 1483 istikrazı 9650! Bankasi ÜnilrkL — 133180) Anadolu His. 2440 | Önitüre Ji © İZADİ Telefon 740) İnitürk TEE o 1290| | Mümessil 1 3880) Çirke e m 40) Çimente w . 1 — İttihad değir- 1165 İş Bankası © 990) 'enleri — line $g0| Şark değir- | 08 > Müesis o 75) menleri Para (Çek fintleri) Paris 323,15) Sofya Londra s8, Prag Nev York 18,a5| Berlin m 14493a| Yiadrid z Belgrad 810225 Zzleti 34357 Pengo 38,10 Brüksel 40908 Bükreş 106.8475 Amsterdanı 14332) Moskova 203375 Buğday yumuşak Buğday seri Afyon ince İç fındık Yapak Anadolu Buğday Keten tohumu Z. yağı Yapak İç badem 2 33/4 » » Obpış riATLAR Buğday; Liverpul Buğday: Şikago Buğday: Vinipek Arpa: Anvers Misir; Londra Keten T. : Londra Fındık G. : Hamburg Fındık L. : Hamburg KİRALIK EV Nişantaşında on bir odalı bah- çe içinde konforlu bir ev kiralık- tır. Geniş bahçesi, kalorifer ve garajı vardır. Her gün sabah on- dan ikiye kadar 41287 No. ya te lefonla sorulabilir. İ gönderip, Rodos beyinin her isteğini Tarihi Yazan: İskender F, Sertelli KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı — Tefrika No. 1 Sokollu Mehmed paşa devletin başına yeni bir gaile çıkarmak istemiyordu. Akdenizde batırıl üçüncü Muraddan gizlemişlerdi.. an türk gemisini Bemir Recep, sevgilisine: —- Dün Haliçten geçerken seni Venedik balyozunun sahilhanesinde gördüm! dedi. .. .. BOLUM :1 Rodos Beyine giden peksimed kayığını kim batırdı? İstanbulda iaşe darlığı vardı. Üçün- cü Murad tahta oturduğu gündenbe- ri devam eden bu darlığa, Akdeniz sahilindeki beylere gönderilen erzâ- kın İstanbul iaşesinden ayrılışı sebep olmuştu. Veziriâzam Sokollu, Mehmed pasa, bilhassa Rodosta bulunan hassa ka- | dirgalarının cenkçi ve kürekçileri- 'nin oraca iaşelerine taraftar olduğu halde, padişah sık sık buyruklar (1) isaf ederdi. Bir gün, Kılıç Ali paşa saraya gel- diği zaman, Sokollu sordu — İstanbulun iaşe işleri nice ola- cak, paşam? Biz buradaki halkı mı düşüneceğiz.. yoksa Rodosta hassa kadirgalacının cenkçi ve kürekçileri- ne peksimet mi yetiştireceğiz? Derya kaptanı Kılıç Ali paşa, nük- teli konuşmayı severdi: «— İki tarafa da yetişeceğiz, dev- letlim, İstanbul ne ise, Rodos ta 0- dur. Ali bey Rodosla başka devlete hizmet ediyorsa, o zaman iş deği- şiris Cevabını vermişti. Sultan Selimin ölümünden altı ay önce gönderilen yüz seksen kantar hul bir korsan hücumu neticesinde batırılması yüzünden, Rodos beyi İs- micilerin durmazdı. Üçüncü Murad tahta çıktıktan son- ra Rodosa bir kaç kere erzak gön“ derilmişse de, denizde, bu erzskı güö- türen gemiye sataşan olmamıştı. Garip bir tesadüf eseri olarak, So- kollu ile Kılıç Ali paşanm sarayda odabaşının dairesinde konuştukları sırada, saraya gelen Rodos beyi ket- hüldası, son defa gönderilen peksi- met yüklü yelkenlinin Rodos açıkla» rında meçhul korsanlar tarafından batırıldığı haberini veriyordu. Halbuki son Venedik muahedesile Akdenizde türk hâkimiyeti yeniden sızlandığını bildirmekten (1) Rodos beyi Ali beyin Cenkçi ve kü- rekçilerine peksimet verilmesi hakkında, «Gelibolu kadısına ve eminine ve Boğaz hisarı dizdarına büküm ki Rodos beyi Ali bey ademi gönderip ya- nında olan hassa kadirgalarunun cenkçi ve kürekçilerine peksimet lâzım idigün bildürmeğin Yüz seksen kantar peksimet irsal olundu. Büyurdum ki hükmü şeri- fimle ademi vardıkta mumaileyh canibine peksimete mâni olmıyasın. Ama bu ba- bane ile deryaya verilmesi memnu olan meta salıvermekten hazer eyliyesin.» FL 24 Cemaziyül'lâhir 073 Rodos beyi kethüdasına verildi. peksimedin Çanakkale dışında mee- | tanbula sık sık «arzuhals eder ve ge- | teessüs etmiş ve Venedikliler çok ağır şartlarla sulh muahedesini imzala- mışlardı, (1572). Rodos beyine giden peksimet yük- lü bir yelkenlinin batırılması So- kolludan ziyade Kılıç Ali paşayı müş- kül vaziyete düşürmüştü. Hüdiseyi Üçüncü Murad duyarsa kim bilir ne kadar hiddetlenecekti! Rodos beyi kethüdası: — Meseleyi zatı şahaneye arzedi- İ niz! Diye ısrar ediyordu. Sokollu devletin başına yeni bir gaile çıkarmaklan çekinerek: — Bu bir ehemmiyetsiz korsan ha- disesidir. Belki de fırtmaya tutulup batmıştır. Diyor ve meseleyi kapatmak, idare etmek istiyordu. Halbuki, batan yel- kenlinin tayfaları bir başka yelkenli tarafından kurtarılıp Çanakkaleye getirilmişti. Gemiciler yarın öbür gün İstanbula gelince, hadise - nasıl olsa -meydana çıkacaktı. Sokullu işi örtbas edememişti, Rodos beyi kethüdasına bir kaç gün İstanbulda kalmasını bildirdi. Vesiriâzam bu meselenin altından, harbe yol “açacak bir başka hadise- İ nin patlak verebileceğini çok iyi tah- min ediyordu. Kılıç Ali paşa, hadiseyi padişahtan saklamağa lüzum görmemekle be- raber, işi şu şekilde halletmeğe taraf- tardı: - Devletlüm! diyordu. Akdenizde bir teftiş yapmak bahanesile kırk eli parça gemi ile Çanakkale boğazın- dan çıkıp Rodos açıklarında bir gö- rünsem fena olmaz. Zaten bundan sonra, Akdenizde sik sık görünmeğe mecburuz. Su uyur düşman uyu- maz, derler. Akdenizi boş ve taras- sudsuz bırakırsak, böyle hadiselerin her gün: bir çoğuna raslıyacağımız- dan şüphe etmemeliyiz. Sokollu ile anlaşmışlardı. Şimdi iş Rodos beyine tekrar - en aşağı iki yüz kantar - peksimet gön- dermek noktasında güçleşiyordu. Kılıç Ali paşa bunu Tersane firın- larından temin etmeğe ve padişaha bir şey sezdirmemeğe karar vermisti. Sokollu da işi sükünetle halletmek niyetinde olduğundan, Rodos beyi kethüdasma! — Sen biraz bekle, yakında Akde- nize çıkacak donanma İle Rodosa dönersin! Cevabı verildi Akdenize çıkacak filo "Tersanede hazırlığa başlamıştı. Eksikler tamam- lanınca yola çıkılacaktı. Sokollu donanmanın © günlerde Akdenize çıkması faydalı olacağından bahsederek, üçüncü Muradı ikna ef» miş ve derya kaptanma bitaben bir de «hazırlık görme fermanı ak Divan evrakı - Mühimme defteri, OS. 200 maştı. (Arkası var) a i