22 Temmuz 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8

22 Temmuz 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— Ben diyince sen tashih ettin... — Gene kavga arıyorsun Ahmed... Çokdandır seni inceliyorum... Sen be- ni inatçı bir çocuk yerine koyuyorsun artık. Beni budala sanıyorsun... Ahmed bu sözü reddetmek Üzere elini kaldırdı, başını salladı, fakat sö- ze vakit bulamadı. Fatma devam ediyordu: — Dün bugün değil, altı aydır dik- kat ediyorum, altı aydır işin farkın- dayım... Esasen daha nişanlı iken se- nin ne mal olduğunu anlamıştım ya... Nihayet Ahmedin sabrı tükendi: — Varmamalıydın bana öyleyse... Sen misin bu sözü söyliyen, Fatma ağlamağa başladı: — Beni seviyorsun sanıyordum... Beni mesud edeceksin sanıyordum... Sana acıdım... Hâta etmişim... Anne- min hakkı varmış, senden hayır bek- lemek abesmiş... Bu kadarı fazla idi... Kaynana ara- ya girince Ahmed kızarmış başı tutup Fatmanın kafasına atmak istedi, Ama Fatma da ince, zarif, sevimli bir Ka- dındır... Ahmed kendine"hâkim oldu, gülümsedi. « Eğer Fatmanın kafasına kızarmış başı ataydı belki onu affederdi, gel gelelim gülümsemesini hazmedemedi. — Sabrımı tüketmek istiyorsun be- nim!.. Meydan mı okuyorsun banal. Hâzırım ben, senden korkum yok. Ağzımı bir açarsam söyliyecek çok sözüm var... Ahmed Fatmaya bir bardak su uzattı: — İç, içi: Asabını teskin eder. — Beni susturmak için bahane ara- ma... Seninle evlendimse, hiç bir iste- Eimi yerine getirmiyesin diye evlen- medim. Ahmed şaştı: — Nedir isteğin?., — Düğünümüzü Perapalasta yapa- am dedim. İnad ettin yapmadın... /— Ama Fatma, asıl sen istemedin. Kendi aramızda, evimizde bir düğün Yapalım dedin. — Bana öyle söylemek düşerdi, bu- nu; anlamalıydın. Ben Perapalasta — Perapalas yıkılmâdı, yerinde du- rüyor... Gene yaparız!.. Fatmanın gözleri yerinden uğrıya- cakmış gibi açıldı: — Ahmed benim gibi biçare bir ka- dını çıldırtma... Öyle hüdudlar vardır ki aşmağa gelmez. Uzun zamandır sesimi çıkarmadan ıztırap çekiyorum... Bu sefer hiçkırarak ağlamağa paş- ladı, Ahmed elimi uzattı, Fatmanın elini tutmak istedi, O şiddetle çekti: — Bırak beni!.. Ben artık seninle yaşıyamıyacağım, başımı alıp anne- min evine gideceğim. — Rica ederim Fatma sen de benim sabrımı tüketme, temcit pilâvı gibi anneni orlaya koyma... Fatma hiddetle doğruldu! — Vay, şimdi de anneme hakaret ha!.. Ahmed boynunu büktü? — Aftedersin, sözümü geri alıyo- Tüm, Geri alıyorum ama kaynana 71- rultusı istemem... — Zırıltı mı dedin!., Fatma yerinden fırladı. Gözleri öf- keden piril pırıl parlıyordu. Hiddet te ona o kadar yakışır ki... Ahmed daya» namadı: — Gel öpüşelim de barışalım, dedi... İnsan bir koyun başı yüzünden kavga Fatma masayı yumrukladı: — Beni deli etmek için elinden ge- leni yapıyorsun. Gene koyun başı di- yorsun. Kuzu başı dedim sana... Kuzu — Çağır da ahçiyı sor bakalım. Fatma derhal zile bastı. Kapının arkasında bizi dinliyen ahçi içeri gir- di: — Etendim?.. — Biraz evvel yediğimiz ne başı idi? Ahçı bir müddet çekingi gösterdi, nihayet itiraf etti: — Deve başı.. bugün mezbahada deve kesilmiş, eti bilhassa başı çok Jezizdir dediler, ben de aldım.. Deve başı hâ... Şimdi Fatmanın ne- den asabi olduğu anlaşıldı. Ahçı dışa- rı çıktı, Ahmed sordu: — Sen bu baş yüzünden benden ay- rılacak, annenin evine gidecek misin? — Evet. — Devenin başı!.. Gece yarısından sonra otelin kapı- cısı telefon zilile uyandı: — Allol; Otel odalarından birinde yatan bir kadın sesi, telâşlı telâşlı söylendi: — Odamda bir erkek var... Bir şişe viski ile iki bardak leriniz! İhtiyar bir dilenci yiyecek istedi. Ev sahibi: — Karnını doyururum ama, şu bah- çeyi süpür dedi, — Peki. Dilenciye yemek verdiler, yedi. On- dan sonra ev sahibi bir köşeyi işaret etti: — Süpürge orada duruyor. — Ben süpürge kullanmam. — Ya ne yaparsın? Yağmur duasına çıkarım! Baba oğul Kocası bir akşam karısına bir fotog- raf uzattı; — Bak, dedi, resmimi çıkarttım. Karısı baktı: — Ayol ceketinin ikl düğmesi kop- muş... — Bunu elbette görür de dikersin diye nihayet resmimi çıkardım ya... —— Eyvah — Yahu bu makine nasıl durur?.. a ni Ses İki arkadaş kadınlardan konuşu- yorlardı. Biri dedi ki: — Evet, dedi. Ama istedikleri yapı mazsa 0 zaman da seslerini Jüzumun- dan fazla yükseltirler... Deliler Sağlık bahislerinde veraset ve muhit Doktor ( Raoul Baudet ) nin dedikleri Nakleden: Selim Sırrı Tarcan Eğer koruyucu tababet dediğimiz hıfzı sıhhat bulaşıcı hastalıkların ne sebeple geleceğini haber verir ve biz- lere onların mikroplarından nasıl sa- kınacağımızı öğretmekle kalırsa vazi- fesini tamam yapmış sayılmaz. O bi- 76 ayni zamanda hastalıklara karşı koymak ve afiyette yaşamak için bü- tün uzviyetimizi nasıl sağlamlaştıra- cağımızı da öğretir. Yirminci asırda içtimai sınıfların hepsinde daha iyi anlaşılan ve daha iyi tatbik edilen bu hufzı sıhhat eski terbiye sistemlerini hayliden hayli de- giştirmiş ve gerek kız gerek erkek ço- Cukların ve gençlerin fikir terbiyesi kadar beden terbiyelerine ehemmiyet verilmeğe başlanmıştır. Bundan kırk elli yıl evvel spora he- ves eden, koşan, allıyan gençlerin hali bir istihza mevzuu teşkil ederdi! Bugün ise spor yapamıyan gençlerin maheubiyetten yüzleri kızarıyor! Vak- tile bir gencin herhangi bir sporu ya- pabilmesi için anasile, babasile, hoca- Jarile, hattâ efkârı umumiye ile mü- cadele etmesi iktiza ediyordu! Ben bu devirleri yaşadım. Çocuktum. Pek he- ves ettiğim jimnastik aletlerini satın almak için ailemden gizli gündelikle- rimden para biriktirirdim. (Bordeaux) şehrinde lise tahsilimi yaparken haf- tada yalnız iki defa (!) içine girme- mize müsaade ettikleri jimnastik salo- nung ber sabah hırsız gibi gizlice gi- Tip vücudümü işletirdim. Nihayet tababet tahsilimi bitirdik- ten sonra Paris hastanelerinde staj gördüğüm sırada, haftada üç kere vakit bulup bir jimnastik salonuna muntazaman devam ediyordum.Gari- bi akşam “üstleri ben jimnastik yap- mağa giderken, ekseriya bir masa ba- şında briç pertisi çeviren meslek ar- kadaşlarım benimle alay eder ve be- nim bu merakımı gülünç bulurlardı. Evet, bir yandan bir sürat yarışında müsabakaya girmeğe hazırlanırken, diğer tarftan ip fakültesinde anato- miden yardımcı muallimlik imtihan- larımı veriyordum. Bugün artık her sıhhatini di genç, bir spor klübünde vücudünü iş- letip kuvvetlendirmekten zevk alıyor. Beden terbiyesi sayesinde hayvanın it- tiratsızlıklarına, soğuğa, sıcağa karşı daha dayanıklı olmağa, daha sağlam ve daha uzu ömürlü olmağa çalışı- yor, Fakat bunun yanında bir de iyi gıda almıyan, ekmek parasını çıkar- mak için gayrisihhi şartlar altında vücudünü yıpratan, zayıflatan ve her türlü hastalığa müstald bir hale ko- yan fakir tabaka vardır ve bunlar ol- dukça kesif bir kalabalıktır. Müsaa- denizle bu iki müntehayı da karşılaş- tıracağım ve aradaki biyolojik fark- ları tetkik edeceğim. Muhtelif mem- leketlerin iktisatcilarının ortaya koy- duklari istatistiklere bakarsak, refah içinde yaşıyan ailelerin çocuklarının fakir halk çocuklarına nisbetle boy, ağırlıklarının ve teneffüs kudretleri- nin çok üstün olduğunu görürüz. Amele mahallelerinde ve fakir semt- lerde yaşıyanların çocukları umumi- yetle daha ufak tefek, daha cılız ve daha çelimsiz oluyor. Erkek ve kadın- Jar daha çabuk çöküyor ve daha genç ibtiyarlıyorlar, Halkın bu fakir tabakasında görü- len (anatomigüe) ve (physlologigue) düşkünlük acaba doğumla mı başlı- yor? Buna umumiyetle hayır! diyece- ğim. Muhtelif sınıfların çocukları he- men hemen müsavi şekilde dünyaya gelir. Fakat müstesna ahvali hesaba katmıyorum, meselâ âna doğurma Za- manının son aylarındâ çamaşır yıkar, tahta siler, ağır şeyler taşır, fabrika- da işler, hulâsa her ne şekilde olursa olsun kendisini fazla yorarsa, çocuk gelimsiz doğar, yavrunun ağırlığı ve boyu tabii halin aşağısında olur. Pro- İki deli hastanenin bahçesinde do- | fesör (Pinard) Umumi harbin baş- Taşıyor. Ellerinde birer kitap var. Bir | Jangıcında atölyelerden ayrılmış olan müddet sessiz yürüdükten sonra biri | kadınların doğurdukları yavruların sordu: çok gürbüz olduklarını müşahede et- — Okuduğun kitap iyi mi? miş, fakat sonradan gene atölyeler — Fena değil, faaliyete geçtikleri vakit evlerine git- Elindeki kitap telefon rehberi idi, | miş olan bu kadınlar tektar iş başına «Fena değil» dedikten sonra ilâve etti; | dönmüşler ve kendilerini ağır işlere “İY .. Eşhası' çok ama vakası yökt; —— | verince bu büyük: yorgunluk aksülâ- melini doğan yavrularda göstermiştir. Boyları" ve ağırlıkları hali tabiinin aşağısına düşmüştür. Fakat bunlar istisnai hallerdir. Rü- şeymin ana rahminde bu derece zarar görebilmesi için ananın çok takat kı- ncı ve üzücü bir hayata maruz kal ması İktiza eder, Gene Umumi hepte müttefikler Almanyayı muhasara ettikleri vakit kendi yağile kavrulmağa mecbur ka- lan Almanlar, her günkü gıdaların yarı nisbetine indirdikleri halde ço- cuklar tabii halde dünyaya geliyordu. Buna mukabil kıtlık beliyesine uğri- yan Viyana ve Odesa şehirlerinde lâ- yıkile beslenemiyen anaların çocuk- ları tabii halin çok dununda olarak dünyaya gelmişlerdi. Bu gibi istisnal abvalin hiç değilse sulh zamanımda .vukuuna artık im- kân yoktur: Çünkü medeni milletler çocukları, gebe kadınları ve anaları koruma yurdlarını çoğaltmışlardır. Dünyanın dört bucağında bulaşıcı hastalıklara karşı seferberlik ilân edil- miştir, İngiltere aşağı tabaka tabir edilen sınıfa mensup anaların, refah içinde yaşıyan aileler gibi, evlâd sahibi ola- bilmelerini temin etmiştir. Halbuki buna mukabil böyle bir himaye bu- lunmıyan memleketlerde fakirlerle zengin aile çocukları arasında bariz bir fark görülmektedir. Bu fark do- ğumdan sonra ve bilhassa mektep ça- ğında göze çarpıyor. Eğer paralı mek- teplerle bedava olan mektepler karşı- laştırılırsa ve onlar, ya çocuk babala- nın sanati, ya oturdukları mahalle veya içinde yaşadıkları ev itibarile gruplara ayrılırsa refahta olan ailele- re mensup çocukların vasatisi boy ve ağırlık itibarile fakir aile çocuklarının. daima fevkindedirler, Bu fark Cema» hiri mütteflkada ve Kanadada daha azdır. Bunun da sebebi o memleket- lerde amelenin daha iyi şerait altında yaşamasıdır. Filhakika sağlık iyi 'veya fena bir bakmaya tâbidir. Fena olursa ayri yaşta olan çocuklar arasında göze çarpan biyolojik farklar husule geti- rir, Bu kadarla da kalmaz, olanların &ık sık hasta olmalarına ve vakitsiz ölmelerine de sebep olur. Evet muhtelif içtimai sınıflara mensup olan çocuklar müsavi doğar- lar ve hastalığa veya ölüme dayanma, farkı sonradan tebarüz eder. Bu fark nereden geliyor? Bunu tevlid eden baş- hea âmiller ikidir; Biri tevarüs, diğeri muhit! Tevarüs bize ecdadımızın fezail ve nakaisini nakleder. Bu öyle bir hibe- dir ki onu reddetmemize imkân yok» tur. Bu ister maddi, ister manevi ol- sun hayata başladığımız andan itiba» ren varlığımızın içine nüfuz eder. Te- sirini bilhassa bünyemizde, hayatı- mızxla hastalığa karşı az veya çok mukavemetimizde ve nihâyet ömrün uzunluğunda kısalığından gösterir. Verâsetin uzun ömre tesiri in- kâr edilemezse de muhit çok kere onun tesirini” iyilik veya fenalık tarafına imale edebilir, Benim anlsyışıma gö- re doğumdan ölüme kadar etrafımızı kuşatan, beden ve fikrimiz üzerine tesir yapan şeylerin hepsi muhiti teş- kil eder, Bu âlemi haricinin başlıca âmili beldesine göre dağlar, denizler, ovalardır. Bunlar ferdin karakterinin teşekkülünde müessir olduğu gibi, bir şehrin bütün insanlarının umumi ka- rakterleri üzerinde de tesirini göste- tir. Nitekim muhitin tesiri muhtelif iklimlerde, muhtelif ırklar meydana getirmiştir. Şimali Amerikada yetiştirilen Japon çocukları Japonyada doğup büyüyen- lerden hem sıkletçe, hem boyca fark- dırlar, Bunun biricik sebebi muhit- tiril Bu muhiti haricinin yanında bir * de muhiti içtimai vardır ki bizi asıl alâkadar eden de odur. İçtimai muhit meslek, sanat, yurd, sıhhat bakımı, be. den ve fikir terbiyesi ailenin mali va- yiyeti ve saire... Sağlıkla çok altkadar olan içtimai muhit hakkındaki düşüne

Bu sayıdan diğer sayfalar: