Samiye ile Faik beraber büyümüş- lerdi. Samiye Faikten bir yaş büyük- tü. Beraber geçen bir çocukluk devre“ #inden sonra şimdi de birbirine bitişik iki köşkte gençliklerinin en güze ünlerini geçiriyorlardı. Me severlerdi. Halbuki ikisi dö tamamile başka başka tabi- atlarda insanlardı. Samiye çok dur- gun bir kızdı. Hülyalı gözleri vardı. Sabahtan akşama kadar durup din- lenmeden roman okurdu. Kendi yar şındaki arkadaşlarına &detâ söz ge girirdi. Ona arkadaşları bile «Samiye abla..» derlerdi. — Faik büsbütün başka yarağılışta bir çocuktu. Bütün zevki, işi, gücü spor- du. Futbolden başka düşüncesi yoktu. İki kere Olimpiyada gitmişti. Klübü- nün en iyi oyuncusu o idi. Samiye bazan onu, köşkünün geniş bahçesinde spora çalışırken görür- dü. Faik son senelerde nekadar geliş- mişti. Adaleleri nekadar İrileşmiş, yüzü nekadar sıhhatli bir renk almıştı. Sa- miye kendi içini yokladı. Faiğe karşı gimdiye kadar hiç bir delikanlıya duy- madığı hisleri vardı. Bazan okuduğu . bir yastığa dayanır, dalar giderdi. Böyle zamanlarda düşündüğü tek bir insan vardı: Faik... Lâkin, Falğin senelerdenberi arka- sından koştuğu biricik sevgili futbol topu idi, Ondan başka düşüncesi yok- tu. Hele son zamanlarda Faik klüpler arasında yapılacak şampiyonluk ma çı için son derece çalışıyordu. Bütün gün egzersizlerle meşguldü. Bunun için Samiye Faiği çok seyrek görüyor- du. Nihayet evvelki gece Samiye arka- sna ince bir ceket alarak köşkten çıktı. Niyeti sahile kadar uzanmaktı. 'Bu gece nefis bir mehtab vardı. Sami- ye köşkün kapısından çıktı. Bir kaç adım atınca kalbi heyecanla çarptı. Bitişik köşkün kapısında Faik düru- — Nereye gidiyorsun?.. — Deniz kenarına kadar uzanacak- tım.. Faik; — Ben de geleyim mi?.. dedi... Eğer rahatsız etmezsem.. Samiye güldü: — Faik.. bu ne teklif tekellüf Küçükken beni taşla kovalıyan san! sen deği! in gibi konuşuyorsun. Faik gülümsedi: — Ehh.. ne yapalım Samiye abla.. Artık sen kocaman bir kız oldun. Hem de ne güzel bir kız... Samiye güldü, çocukl aralarında sürüp giden yetle onu payladı: Ep bir samimi- lik etme... Gelecek- sen sahile inelim... Hem bak ne gü- zel mehtab var... Hoş sen mehtaplan da anlamazsın... Var mı yok mu sa- na futbol.. — Sana da var mı yok mu roman, gir değil mi?.. Beraber sahile yürüdüler. bir ka- yanın üstüne oturdular.. Mehtab &l- tında deniz hakikaten harikulâde idi. Samiye ayı gösterdi: — Bak ne güzel Faik.. Faik başını kaldırdı: — Hakikaten fevkalâde... Samiyenin kalbi çarpıyordu. İşte nihayet Faik aydan, mehtabdan, şi- irden bahsediyordu. Belki bunların arkasından kendisine daha ne tatlı geyler söyliyecekti. Delikanlı aya baktı, baktı: — Sâhi çok güzel.. dedi, tıpkı beş numara bir futbol topu!... Samiye birdenbire doğruldi — Artık eve dönsek Faik... — Üşüdüm de... bulursun... Şimdi ne oldu anlamadım ki... Ne o gökteki ayı beş numralık bir futbol topuna benzetmişiz.. bunda kı- zacak ne var sanki?.. Kendin de bak Allah aşkına benzemiyor mu? Benzi- yürü kuzum.. dedi, artık gidelim... Kalktılar, Eve döndüler. Aradan bir müddet geçti. Artık Sa- miye hislerinin saklanamıyacak bir dereceye geldiğini duyuyordu. Fakat Faik o derece sporla meşguldü ki onun duygularını anlamasına imkân yoktu. Samiye uzun uzun düşündükten son- 'Türk Yusikisi, 1250 4! plâk neşriyatı, 14 Son. 1) Temmuz 937 Cumaretsi İstanbul: Öğle neşriyatı: 1230 Plükla Havadis, 13,05 Muhte- Akşam neşriyatı: Sant 18/30 Plâkia dans musikisi. 1930 Konferans: Doktor İbrahim Zati Mevsim hastalıkları). 20 Cemal Kâ- mil ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve balk şarkıları. Ü tarafından arabca söyler. 2045 Belma ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Sasi ayarı), 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü- nün proğramı. 2230 Plâkla #ololar, opera ve operet parçaları. 23 Son. 2030 Ömer Rıza Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Milâno (368) saat 22. (Ekebu uvarile ri) opera, Marsilya (400) 21,25: Operadan nakli, Soltens (443) 2130: Orkestra, Mo- nako (405) Benfonisi), Lüksemburg (1203) Senfonik konser piyano ile, Yeşte (549) 24: Tzigan 21: Bethoven (Dokuzuncu re ona bir mektup yazmağa kurur ver- | masikisi, di. Oturdu. Fakat içi o derece dolu Dans musikisi yler bula» Varşova (1339) saat 22, Viyana (501) olduğu halde yazacak bir: miyordu. Nihayet duyduklarını Falğe gücü yelliği kadar yazdı. Mektubu zarfa yerleştirdi. Günün her saatinde Fal- gin köşküne ve odasına girip çıkabi- Wirdi. Gitti. Mektubu Faiğin masasi- 2250, Berlin (358) 23,30, Strasburç (349) 74, Monako (405) 1, Londra (Kisa dalga) 1835 - 0,16. 18 Temmuz 1987 Pazar İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 13: Beyoğ- lu Halkevi gösterit kolu tarafından biz > temsil, 14: SON. nın üzerine bıraktı, 7 z : v Akşam neşriyat: 1830: Piâkla dans Şimdi heyecandan duramıyacak bir | musikisi, 1930: Konferans: Ordu saylavı halde idi. Saatler ona gün kadar ge- liyordu. Akşam üstü köşkün bahçe- sine çıktı. Pek büyük bir merak içinde idi, Artık Faik köşke dönmüş olacaktı. Netekim o köşke çıkar çıkmaz Faik karşıdan göründü. Ona; — Samiye, Samiye... diye seslendi, Samiye heyecandan titriyerek dön- dü, Faik koştu: — Sâmiyeciğim, bilmezsin ki neka- dar sevinçliyim.. nekadar mesudum... Samiye düşmemek için yanındaki ağaca dayandı. Faik onun boynuna sarıldı. Ynanağından öptü. Sonr — Vallahi affet Samiye ablg... Se- vincimden kendimi tutamadım, boy- nuna sarıldım.. Çok heşeliyim... Ne- den bu kadar sevinçli olduğumu sor- mıyorsun... Bugünkü maçta 4-0 ga- Mibiz.. Golün ikisini ben attım... Dü- adet bu | duğu gibi duran mektubu aldı, yarttı. Yeni çıkan rüzgâra parçalarını $â- vurdu, Küçük Kâğıt parçaları denize doğru uçlu, gili... (Bir yüdiz) iaerenasrsassaamasanananunasssaasannn serme sana Garib âdetler (Baş tarafı $ inci sahifeğde) Ben yıkanırken genç güzel bir Kiz ha- vuzuma yaklaştı, avuçlarını açarak biraz su aldı, yüzünü gözünü ıslattı | ve gülümsiyerek bana selâm verdi, ya- Dıbaşıma taşlar üzerine oturdu. Bu- rada bulunan herkes gibi bu kızda anadan doğma çıplaktı. Dün onu an- nesile şehirde gezerken görmüştüm. Yer tütüyor, etrafa kükürtlü su bu- harı saçıyordu. Topraktan çıkan ka nar sularda halk yumurtalarını riyor, piliçlerini ve sebzelerini aşlı- yorlardı. İşte kızın annesi de geldi, beni selâmladı, şimdi üçümüz volka- nın sıcak suyu içinde hep beraber haş lanıyoruz. Fakat herkes bu banş ra girmeden önce iyice vücutların | bunlayıp yıkandıkları ve bu yıkanma- ları günde birkaç defa tekrar ettikleri için kimse kimseden iğrenmiyor. Japonlarda bu yıkanma merakı o kadar kökleşmiş ki bazı küçük şehir- lerde ufak dükkânlarda tek başına ça- lşan kadınlar tezgâhlarının arkasi- ne banyo fıçılarını yerleştirmişler, ara. $ıra orada yıkanırlarmış; bu sırada dükkâna Wir müşteri girecek olursa kedın hiç telüş göstermez, dudakla- rında tebessümlerle müşterileri karşı- Jar ve fıçıdan yarı beline kadar dışarı uzanarak gelenlerin istedikleri bir pa- ket çikolata, yahut tütün verir, para- sını alır, sonra tekrar fıçısının içine gömülürlermiş; böyle bir manzara ne dükkân sahibi fevkalâde bir — Üşünecek hava değil ki... Yoksa ben mi bir soğukluk ettim? Samiye zorla gülmeğe ve şaka et- meğe çalıştı: — Yooo. Estağfurullah.. O senin her zamanki soğukluğun... Faik şaşırmıştı: — Samiye abla.. boylu konuşulmaz ki.. Muhakkak in- anın bir kusurunu, bir soğukluğunu. Zaten seninle üzün «Ses - Işık» müessesesinde satı- hâdise teşkil edermiş ne de içeriye gi- ren müşteriler için... Faik Sabri Duran Eskişehirde AKŞAM neşriyatı En şiddetli diş ağrılarını dindirir Belim Sırrı Tarcan (Çocuklara üç masal), 20: Müzeyyen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Ömer Riza tarafından arabca söylev, 20,45: Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat aya- ri), 2115: ORKESTRA: 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkla sololar, cpera ve operet pat- çalari, 21: SON. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nergileciyan, Tak- sim: Limanciyan, Beyoğlu; İstiklâl caddesinde Dollâsuda, Tepobaşında Kinyoli, Galata: Hüseyin Hüsnü, Ka- sımpaşa: Müeyyed Haskör: Nisim Aseo, Eminönü: Beşir Kemal Mah- mud Cevad, Heybeliada: Halk, Büyük- ada: Halk, Fatih: Veznecilerde Üni- Başı ağrıdan çatlıyacak gibi NEVROZİN baş ve NEVROZİN Bütün ağrı, sızı ve sancıları keser NEVROZIN Nezle, grip ve ro- matizmaya karşı çok müessirdir İkmal imtihanlarma hazırlık Şişli Halkevinden: ikmale kalanlara lr. «Akşam» gazetesine aböne olanlara hususi tenzilât yaj Arzu edenlerin ber gün saat 14 den gan- ra Halkevine müracetle İsimlerini yaz- hediye etmişti. Hak vereceğim — Erlendikten sonra bizi saraydan uzaklaşlırmayınız Hakanım! Ferman buyurunuz da ben de çırağ edilen di- ğer cariyeleriniz gibi, haremin çıra- gan dairesinde oturayım. Kubilây gözdesinin saçlarını okşadi; — Zaten böyle bir fikrim yoktur. Mademki Tergun bassa zabitidir. Sarayda kalmeğa mecburdur. Sen de onunla birlikte burada kalırsın! Bu sırada birdenbire içeriye giren Tarhan Şanga, bu konuşmanın yarı- da kalmasına sebeb olmuştu. Şanga çok neşeli idi: — Hakanım! Siz Şi- Yamayı kay- bettiniz.. Ben de Terlanın meşhur kır atını kazandım. Diyerek, yüksek sesle konuşmağa başladı. Şanga, Tarhan olduğu gündenberi hakanın yanına ruhsatsız girip çıkı yordu. Kubilây onun bu halinden hiç te memnun değildi. O güne kadar ha- kanın yanına Şangadan başka ser- bes girip çıkan kimse yoktu. Kubilây, böyle devam ederse, bu müsaadeyi kaklırmağa mecbur olacaktı. Şanga bazan, Kubilây gözdesi veya karıların- dan birile mahrem konuşurken de odadan içeri dalıveriyordu. Kubilây kaşlarını çatarak Şanga- nım yüzüne baktı: — Terlan atını ne diye versin sa- na..? O atı ona vaktile ben hediye et- miştim. Şanga güldü: — Harp oyununu seyrederken bah- se tutuşmuştuk. — O da kaybetti demek..? — Evet. Akboğanm kazanacağını Heri sürmüştü. — O da'benim gibi Akboğadan bir 21 Demek bu kayıp- İl a ŞE MR ? fer olur. < Kubilây Şi-Yamaya elile gitmesini işaret etti. Japon dilberi çekilip gitti. | © Kubilây: -— Zavallı Terlan! Ona daha çok acıdım.. kendisine bir at daha hedi- ye etmek isterim. Fakat, bir şartla. — Bir daha at üstüne bahse tuluş- mamak şartile.. değil mi hakanım? “ Şanga hakanın yanında çok dur. madı. Kubilây harem dairesine geçiyor- du. Şanga da evine gitti. Kapı nöbetçisi Tergun da odasına çekilmişti. Tergun odasına girer girmez, Yâa- tağının başı ucunda bir bardak şer- bet buldu. Tergun sevincinden çıldıracaktı. Bu, belliydi ki, Şi-Yama tarafından bırakılmıştı. İ Tergun hizmetçisine bu bardağı ki- min bıraktığını sordu. Hizmetçi gör- mediğini söyledi. Bardağın içindeki şerbet misk ve | anber kokulu turunç şerbetiydi.. ha- kan her gün bu şerbetten bir kadeh içerdi, Tergun: — Şi-Yama ince duygulu bir kiz. Diye mırıldanarak, şerbeti bir yu- dumda içti.. yatağına uzandı. Gözünün önünde Şi-Yamanın ha- yali dolaşıyordu. > “ Kantona gidecek ordunun kuman- danları saraya davet edilmişlerdi. 'Kubilây haremden kabul salonuna geçtiği zaman kapı nöbetçisi Tergun Her ders grupu için müracaat edenle. | 7leYdanda yoktu. tin adedi on taneyi bulduğu takdirde Hal- kevimizde 1 ağustostan itibaren haftada iki gün sekizinci ve on birinci sınıflarda parasız ders verilecektir. | (“Terlan hiddetle yerinden fırladı. — 'Tergun vazifesi başından nasıl ayrılabilir? Bi Perdeciler hassa kumandanına ha- ber gönderdiler, KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Terlanın kaybettiği atı kendisine Kubilây müteessir oldu: “Ona bir at daha No. 113' an bunu duyunca , fakat..., Diyerek yukurıya koştu.. Tergunu sordu. . Perdeciler akşamdanberi meydanda olmadığını söylediler. Tergun vazifesini sever bir gençti. Kubilâyın teveccühünü kazanaca- ğı bir sırada kapıyı boş bırakıp nere- ye gidebilirdi? Terlan tekrar alt kata indi.. hassa zabillerinin yattığı daireye geçti. Tergunun odasına girdi. Terlanın ya- nında iki haremağası ile bir kaç nö- betçi Moğol askeri vardı. Terlan, arkadaşının yatakta yattı- ğını görünce kızdı: — Şarap içmiş galiba.. horul horul uyuyor. > Diyerek yatağınm başına sokuldu... Sert bir sesle bağırdı: — Tergun.. Tergun.. 'Tergun yatakta taş gibi hareketsiz yatıyordu... z Terlan cevap alamadı.. — Çok içmiş. hakanın tekrar ha- zemden döneceğini ummamış ola- cak. 4 Diye söylendi ve elile kolunu çekti? — Tergun.. haydi kalk! Uykunun sırası değil. Hakan odasına geldi. toplantı var. Kumandanlar geliyor... Tergun ölü gibi yatıyordu. Terlan, arkadaşının kolunu bıra- kınca, bir paçavra gibi yatağının ya- nında sallandı. k Terlan birdenbire görlerini açarak haykırdı: , — TTergun ölmüş!.. Hassa. askerleri ve haremağaları birbirlerine bakışarak söylendiler: — Onu odasına girerken gördük. sapsağlam yürüyordu. Terlan şaşırmışlı.. arkadaşının yüs 4 züne işik tutunca, Tergunun yüzün de mor lekeler gördü.. Tergunun dü- Yi yen bu gizli eli aramağa koyuldular. 'Tergunu kim zehirliyebilirdi? Onun ne sarayda, ne de saray di- şında bir düşmanı yoktu. Tergun her kesle iyi geçinir, kendisini herkese sevdirmesini bilir, şen, şakacı bir Zi 'Tergun, Şi-Yama gibi, sarayn en o güzel bir kadınile evlenmeğe hazırla- nırken, ona kıyan bu hain eli bul mak, meydana çıkarmak gerekti. Terlan hakan Kapısına başka bir nöbetçi zabiti göndererek, sarayda $i- kı bir araştırma yaptı. R Tergunun ölümünden hiç kimse haberdar değildi. 'Terlan bu hadiseyi o gece hakana Di 5 söylemeğe cesaret edemedi. Semga bahadırı buldu.. vakayı anlattı: — Tergunu odasına ölü bulduk. Dedi, Semga bahadır kulaklarına #nanamıyacak kadar şaşırmıştı. Ter« gunun ölümünden herkes mi di. ve Hadiseye o gece sarayda şa mıyan kimse kalmamıştı. Seriga bahadır Tergunu gözile görmek istedi. hassa zabitler dairesine geçti.. Tergunun üzerine sis yah bir örtü örtmüşlerdi, İhtiyar ves zir örtüyü açtı. — Tergun.. Tergun.. Diye bağırdı. Tergünun bumu balmumu gibi Yarmıştı. Vücudü buz gibi soğuktu, a Semga bahadır gözlerine inanamis yordu. k ia 1 .