iğ Göz yaşı Kimyagerin ka- nsi ogün fena sinirliydi.. Artık kocasının - yap- tıklarına ve 50- gukkanlılığına ta- hammül - edemi- yecekti, Âsap bo- rukluğu ile hüngür hüngür ağlama- Ea başladı. Kimyager bunu görünce omuz silk- — Göz yaşından ne çıkar?.. Nedir ki göz yaşı: Biraz fosforlu tuz, bir mik- tar Klorür dö sodyum, üst yaflı da sul. Yanıyor! Doktor: — Kocanıza derece koyunuz, dedi. Kadın dereceden anlamazdı. ama koydu, sonra gözlüklerini taktı, bak- tı, hizmetçisine: — Koş doktöra haber ver, hararet 156! dedi Hizmetçi gidip geldi ve şu haberi — Bama değil. itfaiyeye haber ver- #inler dedi!.. — Rüyamda kendimi on parasız gördüm, bir de uyandım ki milyone- rim. — Yanlış, rüyanda kendini milyo- ner görmüşsündür Bir de uyandın ki on paran yok!.. z Ses AKŞAM Doğrusunu is- terseniz onun ka- bahati yoktu. — İle şarkı söyliyeceksiniz? — # Diye çok ısrar t€ ettiler, oda bir hayli nazlandık- tan sonra nihayet kalktı. Piyanonun yanına gitti ve kısık, pesten bir sesle şarkıya başladı: — Sesim dağlara çıkar.. Dinliyenlerden biri, yanında oturan arkadaşına fısladı: — Dağa çıkmaktan vazgeçse de cad- dede dolaşsa... Ne istiyor Adam Yenicami ârkasındaki kuş- çulafdan bir kuş aldı. Alırken de siki kn N | siki sordu: — Ötüyor değil mi?.. — Fevkalâde öter. Ertesi günü gene dükkâna geldi: — Yahu dedi, dün sattığınız kuş to- — Sen dedi, şarkı söyliyen kuş mu istedin, yoksa dans edenmi?.. ii — Hey neredesin?.. — Aşağıda yemek pişiriyorum.. İki Adam mevki tramvaya binmiş. üç buçuk kuruşluk bilet istiyordu. Bir türlü beş buçuk kuruş vermiyordu. Tramvay durdu, münakaşa başladı. Birinin sabrı tükendi: — Be adam dedi, iki kuruşla ne ya- sın? — Gönlümü eğlendirir, tramvay balkının da canlarını sıkarım. Dalgın (Vâ-Nü) nun gene dalgınlığı üstün- deydi. Lokantaya girdi, oturdu, gar- son geldi. j (Vâ-Nü) garsona baktı: — Eğer yemek yedimse hesap, ye- medimse liste getir! dedi. Benzetmiş de dolaşırken, evi- nin damında garib bir kuş gördü. Öm- ründe böyle bir kuş görmemişti. Bu ömründe gör- mediği kuş bir pa- pağandı. Merdiveni dayadı, dama çık- | ta. Papağan sordu: — Ne istiyorsunuz?. Adam şaşaladı. — Affedersiniz, ben sizi kuş sarıdım- dı. ( (© Ş* — Dün karımı boğulmaktan kurtarmışsınız, ben aile #şlerine yabancıların müdahalesini istemem!., edi" ? mii ki Adam bahçesin- | Altmışlık bir ihtiyardı. Genç bir kız- Ta evlenmek istiyordu. Bir arkadaşına dedi ki: — EN yaşındayım desem acaba ba- na varır mı?.. — Zannetmem. — Ya ne yapayım? — Seksen yaşındayım de!. Çabuk i mirasına konarım ümüdile belki varır . da nu?. ez kere Denizde ve karada sıcakların tesiri Bayan halıları tamif ettirmek üze- re bir örücü çağırdı. Örücü ile çırağı eve gelir gelmez, bayan hizmetçisine seslendi: — Git bak, elmas çekmecem kilitli mi: Bunu duyan örücü, altın saatile kordonunu çırağına verdi: — Git şunları dükkâna birak, bu €Y emin değil! Öyleyse — Sıcak ve soğuk havalarda sokağa çıkmayınız, güneşten tozdan sakınınıZ, yağmurda, Tutubette evde oturunuz. — Öyleyse hiç bir havada sokağa çıkmam! rıyordu. > Nihayet dayanamadı, kal kıp dişçiye gitti, Dişçi muayene etti: — Hayır yok, de- di, çıkarmak lâzım. — Kaça çıkaracaksınız; — Üç liraya. — Çok pahalı, siz bir liralık yerin- den Oynatınız. ben üst yanını tamam- Jam! , — Acaba aradığımız düğme çocuğun içinde mi, dışın. Ayaklarımız, işte ellerimiz kadar işimize yarıyan iki mühim uzuv! Ayaklarımız olmasa ne olurdu, yeri- mizden kımıldıyamaz, hiç bir yere gidemezdik. Bütün hayatımızda bizi sırtında taşıyan, dolaştıran, dağları aşıran, sevdiklerimize ulaştıran ayak- larımız değil midir? Dere tepe iniş yukuş demez, istersek yavaş giden, istersek koşan, bütün arzularımıza muti birer hizmetkâr olan bu iki uz- vun bizden bütün bu emeklerine mü- kabil istediği biraz temizlikten biraz da rahatlıktan başka nedir? Fakat insanlar pek eski zamanlar- danberi ayaklarını bazan harlel te- sirlerden korumak bazan de süsleme kaydile çeşid çeşid kılıklar icad etmiş- lerdir, Bunlar o kadar çok, o kadar mütenevvidir ki yalnız eski Yunanis- tandan zamanımıza kadar şekilden şekle giren bu ayakkaplarının bir ta- rihi yazilsa hayli istifadeli bir eser meydana gelir. Büyük (Larousse) kamusu bunun tam elli yedi türlü şeklinin resmini yapmış. İnsanlar ayaklarını ne garib cendereler içine sokmuşlar! Ve ayakkabı adı verilen türlü şekillerde kılıflar icad etmişler. Geliniz önce bir kere şu ayağın şek- lini tedkik edelim: Her ayakta baş parmak, ayağın iç kenarının imtidadı istikametinde bulunur. Ve bu baş parmak ötekiler- den göze çarpacak kadar ayrıktır. Ayakta dururken ayaklarımızı yan- yana bitiştirecek olsak topuklarımız- Ja baş parmaklarımızın kökleri birbi- rine dokunur, her iki ayağın iç ke- narlarında bir girinti peyda olur, Ayağın tulâni mihveri düz bir hat değildir. Topuktan başlıyarak ayağın ortasına kadar müstakim bir çizgi olarak gider, sonra bir büküntü ile ikinci parmakta biter. Halbuki bu çizgi doğru olsa küçük parmakta bit- mesi lâzım gelecekti. Ayak mütehassısı Viyanalı profe- sör doktor (Brand von Lindaw) 5,700 ayakta tedkikat yapmış ve hepsinin de dulâni mihverini arka kısımda düz ve ön kısımda münhani bulmuş. Bu İnhin# medeni insanlarda o kadar tabiileşmiştir ki ne kendileri ne de Ayaklarına kap yapan kundüracılar bunun farkında değillerdir. Çocuk- larda, yalınayak gezen köylülerle vahşi kabilelerde bu tulâni mihver baştan başa dümdüzdür, Eski zamanlara aid heykellerin ayaklarında da baş parmağın öteki- lerden ayrı olduğu görülüyor, Eski Yunanlılarda hâlkın güzide sınıfı ayaklarına sandal tabir edilen altı düz terlik giyerlerdi ve bu sandalları baş ve ikinci parmağın arasından ge Perşembe müsahabeleri 8 Temmuz 1937 Yazan: Selim Sırrı Tarcan larlardı. 1 Bugünkü ayakkaplarının bilhass& kadın iskarpinlerinin ayağın çimini bozduğunda şüphe yok tur. Yüksek ökçeli sivri burunlu Avrupada moda olmuştu. Bunlara O devrinde (Soulier episcopal) piskopos iskarpini denirmiş. Fakat Fransadâ on dördüncü ve ön beşinci Lüt dev rinde yüksek ökçe dar potin modasi bütün kadınların ayaklarını berbad etmiştir. kaplarına kadınlar neden heves edi- yor? Bunu bilmiyen var m? Uzun boylu ve küçük ayaklı görünmek he vesi! Bir gösteriş uğruna katlandıklari işkence çok acıklıdır.Ökçeleri çok yük” sek ve ön (arafı dar ve kısa olan kadı iskarpinleri ayak kemiklerini önden ve arkadan bir baskı makinesine gir- miş gibi sıkıştırır. Yüksek ökçe ayağı ve bacağı kavrıyan adalelerin, veritler rin ve mafsalların vazifelerini ihlâl et mekle kalmaz. hem yürüyüşü bozar, hem de bazı nazik uzuvlarda hastalık tevlid eder. Dar kundura parmakları üstüste bindirerek kanın ayakta serbe# çe dolaşmasına mani olur, Bazan kü“ çük parmakların üstünde, bazan iki parmak arasında hasıl olan nasırlar insana hayalı zindan eder. Küçük ayak makbul imiş! Küçük el de makbuldür, öyleyse dar birer meşin kılıf de ellerimize geçirelim. Bu boş, bu manasız kuruntuların as- Ti gençlerde yeri olmamalıdır. Ka- dında makbul olân küçük ayak değil, boyu ile mütenasib, iyi teşekkül et- miş biçimli ayaktır. En güzel ayakkabı syağın biçimini bozmıyan ve tabanın ön kısmının yere rahatça basmasına imani olmi- yandır. Zevkten, modadan önce r&* hatlık düşünülmelidir, Ayağı örten meşin güzel bir mahfaza olmalı, fa- kat bir'cendere âleti olmamalıdır.Ayak iskarpin içinde rahat etmeli, par- maklar yelpaze gibi açılmalı, Bunun için ne dar, nedebol olmalı Dar ayakkabı içinde ayak bir mısır koçâr nı halini alır, bol ayakkabı ise ayağı rahatsız eder. Yürüyüşü bozar, Ökçeye gelince erkeklerde ve ka- dınlarda üç santimetrelik bir ökçe lâzımdır, Öyle olmazsa büsbütün ök- çesiz papuçlar bizim yollarda insanı kolaylıkla düztaban yapabilir. . Yüzümüze, saçımıza, dişlerimizs baktığımız gibi ayaklarımıza da bak- malıyız. Moda veya şıklık uğruna on- Jarı hırpalamak, biçimsiz bir hale koymak hiç de doğru değildir san rım. Selim Sırrı Tarcan Çanakkalede ilk okulu bitiren çocuklar Yüksek ökçe, dar ve küçük ayak” * Ayaklarımıza bakalım i çen bir kayışla ayağın bileğine bağ” pi , W i j i ; dar ayakkapları on sekizinci asırd& © Çanakkale (Akşam) — Merkez Cum-* huriyet ve İstiklâl okullarından bu yıl 128 çocuk diploma almış ve törenle dağıtılmıştır. Törende Vali, Müstah- kem mevki komutanı, Kültür direktö- rü, Öğretmenler ve çocukların velileri hazır bulunuyordu. Süel bandosunun çaldığı Erkinlik marşı İle tören açıldı. Okulu bitiren çocuklardan biri bu ayrılışı çok canlı ve içli olarak ifade etti. Buna öğret- menlerderi bayan Mürüvvet cevab yerdi. Alkışlar arasında şahadetna- meler Vali elile verildi. | Bandonun İştirakile çocuklar tart” fından muhtelif marş ve şarkılar söy“ lendi Yukarıki klişemiz diploma © reninde bulunan zevatile diploms alan çocukları bir arada gösteriyor. Hasan Âli Yücel | Pazartesi Konuşmaları Kitap halinde intişar etti. Satış yeri Remzi kitaphanesidir.