e Ye ey Z7 Sahife 6 PAZARTESİ KONUŞMALARI: re Japonya denilince hafızamda iki ha- tıra carılanır. İkisi de acı ve acıklı. | Bunlardan biri büyük babame siddir. Büyük babam bahriye kaymakamı Al beyin mezarı Japon sularındadır. He- nüz kırk bir, kırk iki yaşlarında iken bu üzak ülkeyi çevreliyen denizlerin derinliklerinde aziz vücudu çürüyerek yok olan merhumu ben çocukken an- | ne annemden dinleyip öğrenmiştim. Henüz otuz yaşında dul kalan ve ko- casının 30 günlük birer çocuk olarak bırarktığı ikizlerle henüz dokuz, on ya- şındaki bir yavrucuğu büyütmeğe bü- tün hayatını veren bu sevimli, içli ve zeki kadın; bana onun mesleğinde na- sıl çalıştığını, Ertuğrul gemisine na- sıl büyük bir takdir eseri olarak süva- ri verildiğini, annemi ve küçük kar- deşlerini ne derin bir muhabbetle sev- diğini gözleri uzak ufuklarda onun bayalini arar gibi dalar ve anlatırdı. Kış geceleri Aksarayda yanan evimiz- de, o zaman orta yaşlı, eski terbiyeyi ana baba yadigârı olarak en küçük “ noktalarına kadar muhâfaza eden ân- ne annem, kocasının menkibelerini anlatırken bazan coşardı. Ozaman kalkar, sandığnın dibinde saklı ve mukaddes emanetler gibi iç içe birkaç bohçaya sarılı, rengi zamanla sarer- muş bir mektup tomarı getirirdi Bu mektuplar, büyük babamın yoldan ve Japonyadan gönderdiği hasretnarıe- lerdi. Bunları birer birer okudum. O, içindekileri ezber bilirdi. Benim tesadüfen atladığım bir kelime veya bir tabir olursa, kaçırmaz, tashih veya ilâve ederdi. Ben Japonyayı küçük hayalimle ilk defa bu mektuplardan öğrendim. Na- rin ve oyuncak gibi süslü evleri, minik minik cüsselerile bu evleri ve sokakları dolduran çevik, çalışkan insanları o mektupları okuyarak tanıdım. Büyuk babam Japonlarda en çok milleti idare edenlerdeki feragat, dikkat, çılışkan- hk ve ciddiliği içi yana yana takdir ediyordu. Bu iç yanmasının sebebi, mektuplarında bazan açığa vurduğu gibi, bizim o devir büyüklerinde, bi bassa baştaki padişahta bu moziyet- lerden bir tekinin bile bulunmayışı 4di. Ertuğrul gibi çürük ve Süveyş ka» nalına gelinciye kadar iki defa kazanı patlıyan bir küçük gemiye, liyakat, açık fikirlilik ve doğru özlülüklerin- den dolayı memur edilmiş olan bu mümtaz zabitler ve askerlerden biri olarak büyük babam da sağ salim dö- nemiyeceklerini biliyordu ve sırf alı- nan emri yerine getirmek için #edal gönderildiğinin farkında idi, Bunu ya- pan padişahı ve onun sırmalı, nişanlı kölelerini çok yakından tanıyordu. Ja- ponyayı terakki yolunda yürütmek için başa geçenlerin milletine muhab- betlerile bizim şahsi saltanat ve isti- rahatlerinin bakasından başka bir şey düşünmiyen adamlarımızı ancak yüreği sızlıyarak mukayese edebili- yordu. Esad Mahmud Karakard SON GECE! Tefrika No. 87 — Faruk bey tekrar ediyorum; siz seven bir kadının ne demek olduğunu bilmiyorsunuz hâlâ!., Ah; mümkün olsaydı da, içimi açıp bir görseydiniz gimdi).. 'Tek bir kelime ile sadece acık ve ağlardınız bana!.. Faruk, kızı kollarının arasında $- kiyor... Dudaklarını onun ıslak, esmer yanaklarının üzerinde gezdiriyor... — İnan bana Mariya; ben de senin kadar bedbahtım, ben de senin kadar müztaribim şimdi!., — Demek karar verdiniz; beni bi- rakıp gidiyorsunuz öyle mi?... —Buson gecemiz mi? Hatta son saatlerimiz, son dakikalarımız değil mi?. — Niçin cevap vermiyorsunuz? pe Niçin susuyorsunuz, söylesenize?... «» — Hakkımız var, De siylyecke Biz, ne söyliyebilirsiniz kil... Kız, birdenbire Faruğun boynuna İKİ HATIRA Boğulma faciasından kurtulup İş tanbula gelen bir küçük zabit anlat- muştı: Gemi iki parça olmuş, gecenin korkunç ve fırtınalı karanlığı içinde kalın ve iri sesini son defa işittiği sü- vari Ali beyin denize atladığını görmüş ve ondan sonra ne olduğunu bilmiyor. Esasen bunda bilinmiyecek ne var? Altı yüze yakın zabit ve askerle bera” ber kaymakam Ali bey de memleket- lerine dönememişler ve yurddaşları, yakınları için yok olmuşlardı, Bir hafta önce, Tokyo sefirimizin de hazır bulunduğu törenle Japonlar, bu şehid Türk misafirlerinin hatırala- rını taziz için bir &bide kurdular ve bu kahraman insanların aziz ruhlarına hürmetlerini sundular. Tanrı onlara rahmet, onlar gibi memleket evlâdla- rını göz göre göre ve kasd ile ölüme yollıyan padişaha ve kölelerine lânet etsin. Bugün için bize düşen, Japon kadirşinaslığına şükran (hislerimizi yollamaktır: İşte birinci hatıram bu. Böyle yü- rekler sızlatan, insanı ağlatan bir ha- tıra. Ikincisi bundan daha acı, daha firaklı; 1328 yılı, Türkler içinen ze- hirli bir tarihtir. Balkan harbi, yakın tarihimizin en büyük felâketidir. Or- du bozulmuş, millet, siyasi fırkalar yü- zünden parçalanmış, koskoca Rumeli vatan gövdesinden feryad ve figanlar- ia koparılmış, işgal edilen yerlerdeki yurddaşlarımız bitip tükenmiyen ka- fileler halinde muhacir olup yola ko- yulmuş, millet şaşkın, devlet şaşkın bir halde idi. O zaman memleket mü- nevverleri, başından buna benzer fe lâketler geçmiş, fakat sonradan ken- dini toparlamış milletleri nümune ola- rak gösteriyor ve millete bu yoldan bir teselli vermek için yazilar yazıyor- lardı. Ben, bu badireli devirde de çocük- Tuktan henüz çıkmış sayılamıyacak bir yaşta'idim. Anne annemin boğuluş fa- ciasını anlattığı büyük babamın müt- hiş âkibetinden bu felâket bana daha acı, daha yıkıcı gelmişti. Bu sıralarda Japonya hakkında yazılmış bir kitap elime geçti. Bütün bir gece uyumadan okuduğum bu küçük kitapta iradesi- ni kaybetmemiş, kendini felâket kar« şısında salıvermemiş bir milletin, en kötü anları bile atlıyarak refaha, sa- adete ve bütün bunları doğuran milli vicdan ve birliğe kavuşacaklarını öğ- renmiştim. Milliyetçiliğimin tohumla- rını Balkan harbi yüreğime atmıştır. Milliyetçi ve şuurlu Japonyanın kül- tür, teknik sahalarında ve hayatın her safhasında medeniyetin en yük- sek eserlerini verir hale gelebildikle- rini, yabancı milletlerin bin bir türlü nüfuz ve tazyikleri altından kurtula- rak buna muvaffak olduklarını gör- mek, küçük ruhumdeki bitkinliği si- Up götürmüştü. O zaman kendi tari- himizden misaller veren büyüklerim olsaydı, şüphesiz ki beni tekrar ümide ve istikbale emniyete bu misaller gö- atılıyor... Sarılıyor ona!... — Gitmeyin, gitmeyin Faruk beyi... Beni yalnız birakmayın!. Be- ni bir köşeye fırlatıp atmayi... Vallahi yaşıyamam, tahammül ede- mem bu ayrılığa!... — Sus Mariya; yalvarırım susl... —oOh Faruk bey; sizden ebediyen ayrılmak değil, bir saat bile uzaklaş- mağa tahammülüm yok... Tasavvur edin bir kere; gözlerimin önünden bir an gitmiyorsunuz!... Nasıl sizl ebediyen hatıramdan silebilirim!... Nereye baksam sizi görüyorum... Ne- yi düşünsem siz çıkıyorsunuz... Ki- minle konuşsam siz yaşıyorsunuzl... Her yerde, her şeyde, her zaman siz, yalnız" sizl... Yanımda sizi bir bir dakika görmediğim gün, bütün bir tabist, bütün bir Alem, bana bir mezar sessizliği ve karanlığı içinde kalıyor... Siz yokken, annesini kay- ekmiş. BUF KüçüE Şök gil” male: zan ve mükedder oluyorum!... ne müzik, ne gilr, ne çiçek, ne tabiat, aş, hiçbir şey beni avutmuyor!.. Faruk bey tekrar ediyorum; siz seven bir kadnın | « Günahım boyumu geçmiştir, artık yeniden yünaha giremem » Böyle diyen şahit, yalancı şahitlikten tevkif edildi Civani ve Manol adlarında iki del kanlı ile Eftipi adında bir kadın, Ro- za adında diğer bir kadına hakaret etmek ve evinin camlarını Kırmak suçlarından maznunen asliye birinci ceza mahkemesinde muhakeme edi- liyorlar, Davacı Roza iddiasında ısrar ediyor, üç suçlu ise katiyen İnkâr ederek: — Yalandır. Biz bu kadının aley- hine bir dava açmıştık. Şimdi bizden intikam almak için iftira ediyor, Diyorlar, Mahkeme, şahitlerin din- lenmesine karar verdi, Mübaşir ses- lendi: — Şahit Fros00006... Başını incecik, siyah bir tülbentle sım sıkı sarmış, sırlında kan kırmızı bir entari, ayklarında ökçeleri çarpıl- mış beyaz iskarpinler, sağ elinde bir mendil, sol elinde torba gibi bir çan- ta ile zayıf bir kadın mahkemeye gir- di. İki tarafı eski yara izlerile büzül- müş boynunu uzatarak etrafına bar kındı ve mübaşirin işaretile şahit ye- rine geçti, Hüviyeti; tesbit edilerek yemin ettirildikten Şonra rels sordu: — Bak, Manol, Ciani ve Eftipi bir olarak davacı Rozahım evine gitmiş- ler, hakaret etmişler ve camlarını kır- mışlar. Sen de bu kavgayı görmüşsün. Ne biliyorsan anlat... Froso elindeki mendilile yüzünü si- lerek davacı ile suçluları gözden ge- çirdi yutkunarak cevab verdi: — Hayır bay Hâkim. Ben günaha giremem.. türecekti. Halbuki bizim milliyetçili- ğimiz daha bu devrede benim gibi he- nüz çocuk denecek bir çağda idi. Son günlerde oküdüğüm bir Kitap, general Pertevin (Japonların asil kuv- veti) adlı kitabı da bu ikinci hatıramı canlandırdı, Ferdlerinde fedakârlık, çalışkanlık, büyük kütleye bağlılık, büyüklere saygı ve küçüklere sevgi duyguları canlı kaldıkça bir millet el- bette yaşar. Atatürk Türkiyesine Bal- kan faclasından gelmedik mi? "Türk milletini hezimetlerden muvaffakı. yetlere, ölümden hayata, badbahtlık- tan bahtiyarlığa getirenlere minneti- mizi ödemek için bir tek yol var- dır: Onlar gibi fedakâr, onlar gibi ça- ışkan, onlar gibi doğru ve yapıcı ol- mak... Artık bugünkü nesil, bizim gibi yalnız başka yerlerden nümüne âra- mağâ muhtaç değildir. Onların baba- ları olan bugünün yetişkin Türk ne- silleri, kendilerine her türlü Kudret kaynağı olabilecek bir şehamet des- tanı ve bir fedakârlık örneği yarat- mışlardır. Hasan - Â YÜCEL ne olduğunu bilmiyorsunuz!... Seven kadın için, sevilen erkek, beşeri bir varlık değildir ki unutulabilsin Fa- ruk bey!... Biz sevdiğimizi bir insan gibi değil, insanlığın üstünde ilâhi bir kudret, tablatin fevkinde bir mev- cudiyet telâkki eder ve öyle severiz.« Yapmayın Faruk bey; bir parçacık olsun bana acıyın!.. Artk sizsiz ya şıyamam!... Beni bırakmayın!... — Mariya; yalvarırım susl... — Düşünün bir kere; sizin için neler yapmadım!... (Ah Faruk bey, kadın bir defa gönül vermesin yok- sal... Onun önünde yıkılmıyacak mânia yoktur... Şerefimi, namusu- mu, haysiyetimi, nihayet vatanımı ve kardeşimi kaybettim sizin içini... Halkın nazarında; ruhsuz, vicdansız. bir sokak kadınından başka bir şey değilim ben şimdi!... Söyleyin; na- al içiniz sızlamadan beni bırakıp gi deceksiniz buradan!... — Mariya; kâfi artık yeteri... — Hayır, yetmez Faruk beyi... Be- ni halledilmiş bir mevzu telâkki ede- mezsiniz!... Bunun bir çaresini bu- lacaksınız, buna mecbursunuz!... Zabit yalnız dinliyor, cevap vermi- yor... Bâşı, omuzlarının arasına yi- kılmıştır. Esmer yüzünün erin. sarı bir renki... — Söylesenizel... gali —,Kızım, sana günah sormuyo rum, Bu vaka nasıl oldu ise onu ar“ lat... — Vaka olmadı bay Reis. Bu suçlur iâr Rozaya hiç bir şey yapmadılar, Röza yalancıdır. Onun evini taşıyan, hakaret eden kendi beraber yaşadığı adamdır. — Suçluların küfür ettiklerini, cam- lârını kırdıklarını görmedin mi? Froso, gene davacı ile suçluları sÜz- dükten sonra: — Hayır, dedi. Hepsini gördüm amma, bunları yapmadılar, Ben gü naha giremem. Şahitin zabıtada verdiği ifade okun- du. Bu ifadesinde vakayı aynen an latarak suçluların Rozayı tahkir et- tiklerini ve camlarını kırdıklarını kendi gözlerile gördüğünü söylemişti. Reis tekrar sordu: — Froşo, bak, sen evvelce verdiğin ifadede olan şeyleri atlatmışsın. Şim- di de görmedim diyorsun, Doğru söy- Froso çarpık ökçeli iskarpinlerinin üstünde bir adım daha atarak mendil tutan elini kaldırdı; — Yalandır bay Hâkim. Ben hiç bir yerde böyle şeyler söylemedim. oOn- lar da yalan söylüyorlar. Ben günaha giremem... Frosonun sulh ceza mahkemesin- deki ifadesi de okundu. Orada da sur çu aynen anlatmıştı. Reis: — Bak, dedi, sulh ceza mahkeme- sinde de vakayı anlatmışsın, Hâkim de yalan yazmadı ya!.. — O Hâkim ne yazarsa yazsın bay Reis. Ben orasını bilmem. Benim şim- diye kadar işlediğim günahlar boyu- mu aşmıştır, Artık yeniden günaha giremem. İşte söylüyorum, Suçlular hiç bir şey yapmadılar... Reisin müteaddid suallerine karşı Froso sözünden dönmedi, Davanın diğer şahiti bayan Anista dinlendi. Anista ifadesinde suçluların Rozaya hakaret ettiklerini ve camlarını kır- dıklarını anlattığı gibi şahit Froso- nun da vaka esnasında o evde bulun- duğunu ve herşeyi gördüğünü söyle- di, Frosonun eski ifadesini değiştiri- rek suçlular lehine yalancı şahitlik ettiği anlaşılıyordu. İddia makamı, Frosonun yalancı şahitlik ettiği sabit olduğundan ken- disinin tevkif edilmesini ve bu suçun- dan dolayı hakkında kanuni takibat- ta bulunmak üzere evrak suretlerinin müddelumumiliğe verilmesini istedi, O sırada müddelumuminin iddiana- mesinden hiç bir şey anlamıyan Fro- — » Cevab vermiyeck misiniz?... Kız, biran susuyor... Gözlerini, penecerelere doğru çevirerek, karşı sırt- ları seyrediyor... Masmavi bir gök. ve bu masmavi göğün altında bir çiz. gi gibi uzayan dumanlı, yeşil sıra dağlar!... Tekrar zabite dönüyor... — Ne vakit gidiyorsunuz Faruk bey? — Sabah saat üçtel... — Kimse kalmıyacak mı şehirde?,,; — Hayır!... »— Nereye gidiyorsunuz?... — Daha belli değil!... Macaristana doğru çekileceğiz!.... — Demek bu bir daha dönmemek üzere tam bir gidiş öyle mi?... — Eveti... Kız, mendilini gözlerine götürerek, kirpiklerinin altında parlıyan yaşlar. n siliyor... —bPekdlgl.... Sonra dudakları kendi kendine kı- mıldıyor... İnce, titrek, acı bir se8... — Demek bu gece, son gecemiz!..i Gözleri yeniden wlanıyor... “— Faruk bey; yalnız şunu iyi bilin ki bu son gece, bir aşkın son gecesi “| değildir. Bu; belki bir ömrün, bir is tikbalin, yıkılan bir yazlığın son ge cesi olâcaktırlı.. 5 Temmuz 1037 KADIN KÖŞESİ Gece elbisesi Kırmızı muareden gece elbisesi. Bol ve uzun etek üzerine ayni kumaştan Ceketi vardır. 80 gülümsiyerek suçlulara bakıyor, kaşlarını çatarak davacıyı süzüyor- du. Reis vaziyeti kendisine snlattı: — Froso, bak senin yalancı şahitli- Zin sabit oluyor. Müddelumumi seni tevkif tememizi istiyor. Hâlâ doğru söylememekte ısrar edersen sonra tevkif edilirsin. Gördüklerini doğru söylesene. Froso bu ihtarı da benimsemedi ve: — Ne isterlerse istesinler bay Reis, Ben günaha giremem, dedim ya., Diye sözünde ısrar etti; Muhkeme kısa bir müzakereden sonra mübaşir vasıtasile bir polis çağır!tı. Froso tek- rar mahkemeye getirildi ve Reis: — Froso, dedi, Senin bu davada yalancı şahitlik ettiğin . sabit oldu. Mahkeme senin tevkifine karar verdi, Şimdi Tevkifhaneye gideceksin. Ya- lancı şahitiiğinden dolayı . hakkında, ayrıca kanuni takibat yapılacak, An- ladın mı?.. Frosoda amma inadcı imişha,, Mahkemenin kararını da dinledikten sonra gene gülümsiyerek suçlulara doğru baktı ve: — Bay Hâkim, beni nereye gönde- rirseniz gönderiniz. Gittiğim yerde de bu iadeyi vereceğim. Ben günaha gi- remem., Froso, hakkında kesilen tevkif mü- zekkeresile birlikte polise teslim edil- di, Fakat o hâlâ aldırış etmiyordu. Mendilini itina ile çantasına yerleş- tirdi, başörtüsünü yokladı, kırmızı entarisinin buruşuklarını düzelte dük zelte polisle mahkemeden çıktı. Kori- dorda giderken hâlâ söyleniyordu: — Nereye isterlerse göndersinler. Şimdi gittiğim yerde de bu ifadeyi vereceğim, Zorla güna giremem ya... Gene büyük bir metanetle başını kaldırıyor... Parmaklarını gözlerine gölürerek, kirpiklerini ıslatan yaş ları yeniden siliyor... Kırmızı küçük dudaklarında yalancı bir gülüş ya- ratmağa çalışıyor... Yavaş yavaş el- lerini uzatarak, Feruğu bileklerinden tutuyor... — Bakın, artık susuyorum!... Ağ- Jamıyacağım, âohaykırmıyacağım!... Ben de şimdi her seven kadın gibi, büyük bir tevekkülle boynumu bü- 'kerek, gelecek iztıraplara göğüs ger- meğe hazırlanacağım!... Anlıyorum her şey bitti... Uzun birrüya gör- müştüm, uyanıyorum şimdi!... Artık korkamayın!.. Ne beni alıp götürün, ne de burada kalın diyeceğim sizel.. İkisine de imkân olmadığını biliyo. rum, Yalnız şimdi sizden tek bir şey istiyeceğim!,. Bunu benden esirgemis yeceğinizi ümld ederim!., Kız, içi pırıl pırıl yanan iri, yeşili gözlerini, zabitin gözlerine dikiyor... — İstediğim şu sizden; bu son ge- Zabit, heyecanla kızın yüzüne bakıyor... Alnında iztırap dolu des rin, karışık çizgiler... — Peki Mariya; beş dakika müsaas de et, gidip geleyim!.... ”— (Arkası var) Si