Her Akşam Bir. Hikâye Bu akşam, ağır ağır yağmur yağı- yor; camlara hafifce çarpıyor. Rüz- gâr elektrik telleri arasında garib su- relte dönüyor. Ben derin derin seni düşünürüm. Seni, yanımda hissediyorum. Sân- ki sıcak nefesin saçiarımda dolaşı- kanda siyah esvabınla alçak üzerine olurmuşsun. Gözlerin rinden kopmuş iki ve berrak; Gülümsü- ün ve melâl ile dolu oda- nin içinde, beni çağıran sesini işiti- yorum; Muvaffak, diyorsun, Bazı dakikalar olu ki gerçek ten avdet ettin zannediyorum, Bu hayali, kalbimin zaafı yaratmazdı, bu akikattir diyorum Haattâ a elimi sürmek için ye- rimden kalkıyorum, Arkandaki esvap beraber aldığımız. esvap mıdır diye istiyorum. Acaba saçların güzel kokusunu muhafaza edi- yorlar mı, bilmek istiyorum. Yaklaşı- yorum. Ve sen yavaş yavaş çekiliyör- sun, gözlerimin önünden kaybolu- yorsun. Fakat ben sözlerini, sesini işitiyo- rum, ellerini hissediyorum. Buradasın, odamdasın. Benim ya- nımda oturuyorsun. Fakat gürültü yapmak, kahkaha ile gülmek istemi- yorsun. İhtimalki gece seni korkutu- yor, Beni dinle. Sensiz yaşadığım günle- rin hikâyesini dinle. Hatırlıyor musun? Biribirimizi bir köşkte tanıdık. Sen büyük bir havu- sun kenarına oturmuştun. Su İle ve havuzda yüzen güzel ördeklerle oynu- yordun. İlk günü ben seni bir parça seyrettim. Sonra, oradan geçtim, git- tim, Fakat her sabah geliyordum ve s€- ni orada buluyordum. Gözlerin gü- neşle dolu idi. Parmaklarında şeffaf sulardan pırlantalar vardı. Bir gün sana söz söylemeğe cesaret ettim. İşte aşkımız böyle başladı. Ne güzel güneşli ve çiçekli günler- 41. Ruhumuz hayat ile ve bin türlü arzularla doluyordu. Na mütenahiliklerle meşbu akşam- lar, Şafaklarda da baska bir parlak- lık hissediliyordu. Uykusuzluk ve yıl- dızlarla dolu gözlerimiz bu şafak kır- mızılıklarında ne tatlı tatlı dinleni- yordu. Şafak, gündüz, akşam ve ge- ee: Hep aşk. Sonra benim işlerim başladı. Her günkü yorgunluk başladı. Sen bensiz oturamıyordun. Beni kıskançlık sah- nelerile hırpalamağa başladın. Sana pek az vakit tahsis ediyorum, Adeta lâkayıt kalıyorum diye kızıyor- dun. Beni sevmiş olduğuna pişman oluyordum. Bana zallın bir adam di- yordun. Hatırlıyor musun işte bana böyle diyordun. Denizde sandalla gezdiği- miz, yahut bir kayanın üzerinde otur- duğumuz zaman ağzından bu sitemli kelimeleri işitiyordum. Ben sana bir çok cevaplar veriyor, Seni teskin etmeğe çalışıyordunı. Sen bunlara inanmıyordun. Sinirli idin, Üzüntülü idin; memnun değildin. İşte böyle aylar geçti. Belki de se- neler geçti. Değil mi? Her gün biri- birimizi görüyorduk. Fakat sen ra- hal elmiyordun. Bir türlü memnun yaşamıyordun. Bana bin sual soru- yordun, beni âdeta İstintak ediyor. dun, Aşkın, hakiki aşkın başka für- lü bir şey olduğunu söylüyordun. Güya ben seni sevmiyordum, güya benim duyduğum şey geçici bir he- vesten ibaretti, sâdece bir eğlence idi. Ben gülümsüyor, bazan kahkaha İle gülüyordum. Ellerini tutuyordum. Ah senin.bu uzun, muntazam ve ince ellerin! Onları öpüyordum. Biraz sükünet, buluyordun. Fakat bu çok sürmüyordu. Ertesi gühi ni bir gün görüyordum. — Bayır, Muvaffak, beni sevmiyor- sun, beni atılamıyorsun. Ben senin için her şeyi feda ettim, diyordun. Evet, doğru idi. Hürriyetini, rahati- ni ve bilhassa gamsızlığını, kayıtsız. lığını bırakmıştım. Yüzüne bit gölge düşmüştü, Bir akşam, hatırlıyor musun? Gök- ler yıldızlarla e parıldarken, sen yor- se- evvelkinden daha sinirli gun, titrek, muztarib bir halde geldin. Göz yaşları içinde, kesik kesik ra- bıtasız rabıtasız, söyledin. Nihayet, AŞK ve GURUR | ben seni teskine çalıştığım sırada; — Bir daha yüzümü görmiytcek- sin, sen beni hiç bir zamatı sevmedin! diye haykırarak gittin. Halbuki, bu gece, dışarıda yağmur yağarken, içimde derin bir hüzün ve melâl varken, sana bütün samimiye- timle temin etmek isterim: Ben seni pek çok sevdin. Hâlâ da hiç bir ümid olmadığı halde seviyorum. Ben sana anlattım: Ben senin Aşkından emindim, Sana inanıyor- dum. Tam ve mutlak surette inanı- yordum. Sinirlenip bana haykırdığın zaman seni öpmek, kucaklamak, ok- şamak isterdim. Görmüyor musun? Beni ne kadar sevdiğimi anlamıyor musun? Demek isterdim Fakat hiç bir şey söylemiyordum. Kendinden emin, hiç bir şeyden kork- maz bir erkek gibi görünmek emelin- de idim, Belki yüz kere bu türlü davran- maktan vazgeçecektim. Senden o ka- dar emindim ki bu yüzden seni kay- bettim. O ağustos gecesi bena Allaha ısmar- ladık dediğin zaman sözüne inanma- dım. İçimden, btyük bir gurur ile, «yarın gene gelir!» dedim. Gelmedin. Fakat ben seni seviyo- rum, istiyorum. Şu ızlırabımı, aşki- mi görüp anlaman için her şeyi yap- mağa hazırım. Hayatta aşk ve saadet ta yanımıza geliyor da biraz kibir ve gururumuzu kırıp onu kucaklamak için kollarımı- gi uzatıyoruz. Fırsat kaçıyor ve bir daha geri gelmiyor. Bu akşam bu bahisleri sana söyle- mek istiyorum. Nerede olursan ol, bil ki pek bedbaht ve meyusum, Se- ninle ve sensiz olarak yaşıyorum. Bü- tün ömrümde böyle yaşıyacağım, Hep gözlerimin önünde, ta yanımda ole- caksın. Fakat sana dokunamıyaca- gum, seni okşıyamıyacağım. Eğer bu sözleri uzaktan hissdebile- ceksen, karanlıklar içinde gülümse ve tatlı sesinle hafif hafif beni çağır: Muvaffak! de, Hikâyeci CİLDİN GIDASI BULUNDU Her şey gibi cild de büyük bir tekâ- mül devresi geçirir. Her genç kız ve kadının kendisine mahsus parlak bir devri vardır. Bu zamanlarda cild ga- yet parlak çok düzgün cazip bir hal alır. Cilde bütün bu güzelliği veren cil- din ikinci tabakasında; bulunan: hleey: relerin bünyeden aldıkları gıda ile mümkündür. Bünye bu gıdayı zamanla veremez olur. Cildde buruşuklar, leke- ler ve buna mümasil ârızalar görülür. Cild bütün güzelliğini kaybeder. Gaip olan kuvveti inde etmek ancak bünye- nin hüceyrelere verdiği gıda ile müm- kündür. Büyük kabiliyetli eller bunun da ça- sesini bulmuşlardır. Yarım yağlı Hasan gece kremi, yağız Hasan kar kremi, cildin ihtiyacı olan bu gıdanın tamamı: nı ve özünü ihtiva eder, Her Bayan gece yatarken yarim yağlı Hasan gece kremini ve gündüzleri yağ- »z Hasan kar kremini, yüzlerine bü- yük bir itina ile sürerek cildin güzelli- ğini kazanırlar. Buruşuklar, lekeler ta- mamile zsil olur, bu kremler artık her Bayan tabii bir ihtiyacı haline girmiş- tir. Cildin güzelliği bu kremlerle tema- di eder. Çünki esas olan büceyreleri bu kremler . beslemektedir. * Cildinizi - bu kcemlerden mahrum “etmeyiniz, sayın bayanlar. “ Hematekt,, satışı ile iştigal “eden bay Recep Hüseyinin (Akşam) gazetesi müdürlüğüne müracaat etme- si rica olunur. 18 Haziran 937 Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 14,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 son. Akşam neşriyatı — 18,30 Plâkla dans | musikisi, 19 Radyo fonik komedi. 20 'Türk musiki heyeti, 20,30 Ömer Rıza tarafından Arabca söylev. 20,45 Ve- dis, Rıza ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve Halk şarkıları (Sast Ayarı) 21,15 Orkestra: 22,16 Ajans ve borsa, haberleri ve ertesi günün prog- ramı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları. 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programi Roma (421) saal 22 Lehar: «eÇinge- nes operet. Bükreş (364) 20,30 Faust operası. Peşte (549) 21,50 Konser. Kolonya (456) 22,10 Askeri bando. Viyana (507) 23,20 Orkestra, keman ve flüt, Nis (253) 2130 Viyolonsel konseri. Beromuenster (539) 22,50 Piyano konseri. Varşova (o (1339) 23 İtalyan musikisi. Berlin (356) 22 Ope- ret musikisi, Dans musikisi Breslav (316) saat 23,30, Lüksem- burg (1293) 24, Londra (kısa dalga) 18,30 - 19,90 - 23,55. 19 Haziran 937 Cumartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12:30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 18,05 Muhtelif plâk nesriyatı. 14 son. Akşam neşriyatı: 17 Ankara Gençler birliği Güneş maçı Taksim stadın- dan naklen. 18,30 Plâkla dans musi- kisi, 19,30 Konferans: Doktor İbra- him Zati (Gıdalarımız). 20 Fasıl Saz heyeti . 20,30 Arabca söylev: Ömer Rıza tarafından, 20,45 Fasıl Saz he- yeti (Saat ayarı). 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa heberleri ve erte- si günün programı, 22,30 Plâkla solo- lar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Dersim nasıl bir yerdir? (Baş tarafı 6 nci sahifede) tedbirler bu mıntakada çok iyi ne- ticeler doğurmuştur. Şakavete sebep olan iktisadi derdlerin halli en başta gelmektedir. Bunun için hâlka is bu- Junuyor, mektepler açılıyor ve bilhas- sa kati adaletin tatbikine ehemmiyet veriliyor, Bu tedbirler sayesinde Tuncelinde ağalar tagellübünün önüne geçilmiş, köylüyü esir gibi kullanan, malmı yok bahasına alan, her şeyi yüksek fiatlerle satan tefeciler ortadan kalk- aştı. Cumhuriyet hükümeti son aldığı kali kararla burada şimdilik sinmiş gibi görünen, fakat esırlardanberi şakavet ve tagallübü bir hak sayan si aşiretleri bir daha baş kaldırmı- yacak bir vaziyete getirecek ve bura- da yaşıyan 70 bin vatandaşı medeni hayata iade edecektir. Hükümetimiz asırlardanberi sürüp gelen bu derdi ortadan kâldırmakla bu aşiretlerin dolaştıkları sahanın ei- varında yaşıyan binlerce vatandaşın mal ve canını devamlı bir tehdid ve tehlikeden kurtarmış olacaktır. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçü- yan, Firuzağada Ertuğrul, Kal yoncukullukta Zafiropulos, Beyoğ- Tu: İstürlâl caddesinde Galatasa- ray, Tünelde Matkoviç, Galata: Okçumusa caddesinde Yeniyol, Pındıklıda Mustafa Nail, Kasım- paşa: Vasıf, Hasköy: Barbut, Eminönü: Mehmed Kâzım, Hey- beliada: Halk, Büyükade: Halk, Fatih: Hamdi, Karagümrük: Meh- med Fuat, Bakırköy: Merkez, Sa- nyer: Nuri, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, R. hisarındaki eczaneler Aksaray: Yenikapıda Sarım, Be- şiktaş: Neil, Kadıköy: İskele cad- desinde Sotiryadis, Yeldeğirme- ninde Üçler, Üsküdar: Selimiye, Fener: Balatta Merkez, Beyana: Cemil, Küçükpazar: Yorgi, Sa- matya: Çula, Alemdar: Divanyo- lunda Esad, Şehremini: Ahmed Hamdi, Kubilây han, dun bittikten sonra #Ikönce oğlunun sonra gelininin ai- nından öperek, ikisinin de parmakla- rna birer iri taşlı yüzük takmıştı. Bu taşlar Timoçinin kabilesile ilk akına başladığı zaman yolda bir dağın ya- macında bulduğu hakiki yakut da- marından koparılıp saklanmıştı. Cen- giz han ve onun oğulları zamanında yalnız kendi sülâlesinden evlenenlere hediye edilen bu taşlar ancak yüzük olarak parmakta taşını: ve yalnız m&- rasim günlerinde parmağa takılırdı. Bu yüzükten Oktay hanın, Çagata- yın çocuklarının ve diğer prenslerin parmaklarında vardı. Taşın miktarı azaldığı için Kubilây ancak Cin-Kine verebilmişti. Diğer prenslerden de çocuklarına intikal eden yakut yüzüklere zaman geçtikçe kudsiyet izafe edilerek fazla kıymet verilmişti. Yüzükler takıldıktan sonra, davet- Ji hükümdarların değerli hediyeleri verildi.. muganniler tekrar duaya baş“ Jadılar. Çiftler yere diz çökerek: «— Büyük Moğol imparatoruna ve onun yasasına sadık kalacağız.» Diye Budanın önünde and içtiler. tekrar yerlerine gelip oturdular. «Büyük Buda mabedi» o güne kâ- dar bu derece Kalabalık olmamıştı. Dışarıda sabırsızlanan halk çiftleri görmek için heyecan içinde bağrışı- yordu. Pekin sokaklarında sel halinde akip giden müthiş bir insan kalabalığı var- dı, Lâhur hükümdarı: — İşte tam Kubilây hanın oğluna Yayık bir düğün. Diyerek sık sık hakânı tebrik edi- yor ve çiftlere saadet ve dirlik dili- yordu. Düğün alayı «Büyük mabet» deni . ayrılırken... Prenses 'Ti-Ma çok heyecanlıydı.. Kalbi kopacak gibi çarpıyor, dizle- Ti titriyordu. Bütün Pekin kızları Ti-Maya gıpta ediyorlardı. Pekinde bu kadar debdebeli bir dü- gün hiç Yir kıza nasib olmamıştı. Cin-Kin de çok neşeliydi 'Ti-Ma o gün Moğol prensine melek- ler kadar güzel görünmüştü. Düğün alayı mabedden lıyordu. Kubilây han dokuz hükümdarla birlikte kendi tahtırevanına binmişti, Bu tahtırevanın arkasından yeni ev- Wer gidiyordu. Moğol borazanları yeni evlileri - Moğol âdetince - yedi boru İle se- Yâmlamışlardı. Sokaklarda toplanan halk: — Prensimize sandetler dileriz.. Diye bağrışıyordu. Düğün alayı saray kapısına yakla- şırken, birdenbire büyük caddede tuzun boylu bir adamın ağlıyarak ha- kanın tahtırevanı önüne atıldığmı gördüler. Kubilây yanında ayakta duran Semgaya: — Bu adama sorunuz.. dileği nedir? Diyince tahtırevancılar filleri dur- durdular.. At üstünde giden maiyet zabitle- rinden biri uzun boylu adamı yaka- sından tutup tahtırevanın yanına ge- tirdi ve yüksek sesle sordu! — Ne istiyorsun.. derdin nedir? Uzun boylu adam başını Kubilâya çevirerek: — Hakandan adalet istiyorum... Diye bağırdı. Kubilây Çinde «âdil imparator» di“ ye anılır ve sevilirdi. Adaletsizliğe, ve ana yasaya aykırı hareketlere taham- mül edemezdi, Tahtırevanin etrafındaki atlardan birinde de sırmalı elbiseler içinde bir genç duruyordu; Hakanın sir kâtibi Şansi. Şansi bu uzun boylu Çinliyi tanı- mıştı.. Atının başını o tarafa çevirerek: — Bu saatte ve böyle bir günde adalet istenir mi? Heksmi ve misafir- lerini neden rahatsız ediyorsun? istiyorum, hakanım.. Düğün alayı saraya dönerken, uzun boylu bir çinli, Kubilâyın önüne atıldı: “ Size bir cinayetin iç yüzünü anlatmak beni dinler misiniz? Diye söylendise de hâkan bir kere adalet istiyen adama derdini sormuş bulunuyordu. #Hakanın © tahtırevanmda dokuz devletin hükümdarı vardı. Bunlara karşı, adalet istiyen bir adamın der- dini dinlememek adaletsizliği kabul etmek demekti. : Hakanih Sorusuna uzun boylu Çin- Mi kısaca şu.cevabı vermişti: — Derdim uzundur. hakanım! Si- zi yol üstünde rahatsız etmek iste- mem. Yaliz şu kadar söyleyim ki, benim derdim benden ziyade &izi slâ- kadar eder, Arada işlenmiş bir ci yet vardır. Bunu şimdiye kadar den sakladılar, Çinli bu sözleri söylerken gözünün ucile Şarkiye bakıyordu. Kubilây saray muhafızına döndü: — Bu adamı &lay seraya varınca benim yanıma getiriniz!.. Dedi.. Çinli hakanın iradesini duy- du.. teşekkür ederek geriye çekildi. alay yoluna devam etti. Kubilây tahtırevanla şehri gezme- ğe çıktığı zaman halkı dileklerini dinlemeğe #lışmışlı. Fakat bu dilek- ler çok defa vergi meselelerine temas ederdi. O güne kadar böyle cinâyet- ten bahseden bir adamla “karşılaş mıyan Kubilâyın zihninde takılıp ka- lan: «— Arada, işlenmiş bir cinayet var!..> Cümlesi . hakanı saraya varımcıya kadar düşündürmüştü. Çinli: «Benim derdim, bende ziya- de sizi alâkadar eder!» demişti. Bu ne demekti? Bir Çinlinin şahsını alâkadar eden cinayetin hakanı ilgiliyen ne taraf) olabilirdi? Ve bu adam hakanla gi ken, gözünün ucile sır kâtibi Şansiyi ne- den tecessüs etmişti? İhtiyar vezirin gözünden kaçmıyan bu meraklı sahnenin elbette bir içyü- zü olacaktı. Semga bahadır tahtırevanın ya- nından giden maiyet-zabitlerine ya- vaşça şu emri vermişti: — Çinliye dikkat ediniz.. onü Siz- den sağ olarak isterim! Semga bahadırın bu sözlerinde gizli bir endişenin izleri vardı. Çok defa görülmüştü! Yerlilerden biri bir memurdan şikâyet eder ve hakan onun derdile alâkadar olurdu. faket, biraz sonra bu şikâyetçinin ensesine Atılan sivrisinek kadar küçük bir 2e- hirli ok, o adamı birdenbire hem de on dakika içinde zehirleyip öldürdü. Semga bahadır bu Çirilinin de böy- le bir akıbete uğraması ihtimalini dü- şünerek, maiyet zabitlerini vaktinde ikaz etmişti. İhtiyar vezir gözünü Şansiden ayır- mıyordu. Şansi hakan tahtırevanının yanın- da gidiyor, hiç bir yere ayrılmıyordu. Hakanın buyruklarım o yazar, et- raftaki memur ve generallerden biri- ne söylenecek iradeleri o &lir, tebliğ ederdi O gün, Kişmir hükümdarının getir- diği filler'de ulaya katılmış ve Çinli- ler hakan alâyındaki fillerin arttığı- m görünce $inirlenmişlerdi. Herkesin ağzında: «— Japonlar son harbi fillerle kas zandılarla * ; Sözü dolaşıyordu. Kubilâyın bu fil- lerden harptö ve isyanlarda istifade- ye e bilhassa Pe- kindeki rı telâşs düşürmüş- tü. Koralılar da Çinliler gibi fillerden çok korkurğardı. iz Kubilây, bahadıra! — Haydi, şu uz'ın boylu Çinliyi ge in bura . 'Dedi.. Semga bahadır hakanın yas nından çıktı, Hükümdarlar sarayda hakanı tebrik ederek dairelerine çe kilmişlerdi. Cin-Kinle 'Ti-Ma da hakanın odas sına gittiler. Cin-Kin babasının di- zinden öperek? (Arkası var) , kr n J MENE Kr AR RE Bi