; » ». Sevmediğim bir tek şey varsa, oda könmia âhş verişe çıkmaktır, Bir mağazaya girerken, irili ufaklı bütün satıcıların kendisini aldatacaklarına inan besliyerek girer; sanki mağaza sahibinden kâpicısına kadar, onu al- datmak için evvelden söz birliği et- Bunun için dükkân satıcılarından korkar... Bir saat üç çeyrek saat pa- yarlık ettikten sonra yarım metre basma slimamak rekorunu kırmıştır... İki koltuk almak için dükkâna gir- diğimiz zaman, bize eşyaları göstere- cek-memura evvelden âcıdım, Ufak Alışkanlık — Cambaz günün birinde dişçilik etmeğe kalkarsa işte böyle olur... Köşedeki yemişçi üçüncü defa çocuğun babasına geldi, şikâyet ügün Babası: — Beh ona gösteririm! dedi. Akşam oğlunu karşısıha aldı ve öğüt verdi: İdare Kocası her gece meyhaneye gidiyor veya eve gelip içiyordu. Bir gün karısı dedi ki: — Yanık değil mi rakıya verdiğin paraya?.. Şu musibeti bir kaç kadeh az içsen, paltonun içine bir kürk kap- latırdın... İdareli ol biraz. O akşam adam oturdu, bir kadeh “ — Gördün ynü, dedi, hiç değilse bu gece kirk elli kuruş kâr ettin... > Adam güldü: — Korkma karı, bu gidişle sana da bir kürk manto alacağım!.. Hele sen bir kadeh daha ver, ben paltoma kür- Xü sana kürk manto aldıktan sonra 'Kaplatırım!... Isim Muhabir havadis veriyor, fakat isim yazmıyordu. Meselâ; dün bir cinayet oldu, maktul öldü, katil yakalandı diyor, katil ile maktulün kim oldu- Zunu bildirmiyordu. Bunun üzerine Yazı işleri müdürü bir mektup yazdı: vadis geldi: — Dün burada müthiş bir kasırga Oldu, bir eve yıldırım düştü, Ev sahi- bi ile iki kedisini öldürdü. Kedilerin ismi Samurla Tekirdir!., Korku güz kırk kiloluk bir adam karısının cenazesi töreninden dönü- yordu. Bir evin önünden geçerken başına bir süpürge sopası düşünce adam ellerini havaya kaldırıdı: — Yarabbi, dedi, karıma ne yaptın yedi kat gökteki cennete çıkardın!., 17 Meziran 1937 —— Karımla alışveriş etmesini sevmem | tefek, vazilesever, #çıkgöz bir adam- | dı. * Bana çok rahat görünen, çok rahat | gibi gelen enli bir koltuğu önümüze | sürdü: İ — Bu mödeli çok beğenirler bayan dedi... İstediğiniz rengi de var, donuk altın sarısı, soluk mavi, koyu kurşu- Dİ... l Karım Kesip attı: — Kiremit rengini tercih ederdim... Renk hususunda titiz davranmak ge- rek... Yirmi dakika sonra ufak tefek, va- zifesever, zeki satıcı izin istedi, ceke- tini çıkardı, Ateş basmıştı, alnından ter damlıyordu. Ateşçi körüğü gibi nefes alarak, dokuzuncu bir koltuk daha, gösterdi. Soluk soluğa: — Buna kimsenin bir diyeceği ola- Ben karımın kulağına mırıldan- dım: — Altın serısı, soluk mavi, koyu kurşuni... Körım koltuğun etrafında döner- ken, satıcı yanima sokuldu: — Teşekkür ederim! dedi. Karım uzun nceleme sonucu: — Fena değil, dedi. Hattâ iyi, çok iyi... Salıcı, İşkencesi bitti sarısına ka- | pılarak ceketini giydi; daha doğrusu | giymek üzere bir kolunu geçirdi; ka- pd — Ancak... diye devam etti, Satıcı ceketini gene çıkardı, öteki kolunu geçirmekten vazgeçti... Ne de olsu erkek erkeğe yardım eder, Bu gayretle: -—Karıcığım dedim, koyu kahve ren- gi bir koltuk alsak... Bu renk, güzle- rinin rengine de uygundur ... Karım dikkatle yüzüme baktı? r— Sahi mi? > — Elbette; bunun için de köyu kah- ve renge bayılırım. Bir işaret çaktım, satıcı önümüze Koyu kahve rengi bir Koltuk sürdü. Karım sordu: — Sağlam, dayaniklı mı? — Elbette bayan, torunlarınızın torunları oturabilir, — Acaba rengi solmaz mı? — Katiyyen bayan, Bana döndü! — Alâlim değil mi kocacığım?. — Alalım kürıcığım. Satıciya adresimizi verdim, koltuk- ls beraber #sturasını de yollamasını söyledim... — Haydi karıcığım gidelim artık. Adam kan ter içinde Sakarya sine- masının pâsajma girdi, sinemanın kapısından biraz evvelki sol merdi- | venden çıktı, asabiye mütehassısı Dr. Ahmed Şükrü. Dimenin ziline bastı, Kapıyı âçan- gözlüklü bayana sor- — Doktor burada mı?. — Burada! Adam ayni telâşla doktorun odası- na girdi ve soluk soluğa tekrar sordu: — Doktor, tedavi ettiğiniz hasta- lardan biri tamamile aklını kaybedip başı boş kaldı mı?.. Azgın bir deli ha- linde geziyor mu?.. Doktor Ahmed Şükrü Dimen, bu gibi sorgulara. alışkan bir mütehassıs gibi gülümsedi: — Neye sordunuz?.. — Biri karımı kaçırmış ta... İçine doğmuş EZ — Çocukluğumdanberi piyano #le başım hoş değildir, işte bu kadar! - Daha gidemeyiz, bir de örtü lâ- zım, aklın nerede? Ceketini giyen satıcı gene çıkardı: — Eer renk örtülük kumaşlarımız var diye başladı, beyaz, siyah, krem, koyu ve açık lâciverd, pembe, yeşil, eflâtun... İsterseniz allı alınız, ister- seniz morlu... pe Bu hikâyeyi bir Fransız mecmuası bir İngiliz mecmuasından tercüme et- miş... Mizahın ise yerli olması mat- luptur. Eğer hikâye bizim yerli mah- sul olsaydı, satıcı ilâve ederdi: — İsterseniz sarılı yerelim İkisi bir id — İki şey iyi dans etmenize engel oluyor. — Bunlar nedir? — Ayaklarınız! Bütün gece içti, eğlendi, sabah- ladı. Sabaha karşı biraz kendini toplar gibi oldu, piposunu yaktı, evinin yolunu tuttu, Geldi, hiç değilse bir çeyrek kadar piposile kapısını açmağa uğraştı. Neden sonra yanlışlığın farkına vardı: — Hay Allah belâmı versin, de- âi, bütün gece piyo yerine anahtarımı içmişim öyleyse... Rötar Hat boyunda kızlar soyunmağa başlıyorlar, tam gömleklerini çıkara- cakları sırada bir tren geçiyor... Kız- Jar ondan sonra denizde görünüyor- Yar, yalnız başları görünüyor... İlk defa sinemaya gelen biri bunu seyrediyordu. Birinci seans bitti, adam ikinci seansa kaldı. Gene ayni şey... 'Tam tren geçerken kızlar kayboluyor, sonra denizde başları görünüyor. Bir üçüncü seansı daha seyretti, gene ayni şey... Son seans bitti, adam çık- mıyor. Garsonlardan biri geliyor ve Soruyor: — Ne bekliyorsunuz?.. — Elbette bir seferinde tren bir kaç dakika geçikir, rötar yapar diye bek- Hiyorum!.. Kim imiş 2. Öğretmen coşmuş anlatıyor: — Gül mağrurdur. Başı her zaman diktir, kimseye yüz vermez, çiçeklerin diktatörü gibi -herkese kafa tutar, herkese üstten bakar. Menekşe ise çi- çeklerin kölesidir; alçak gönüllüdür, mutevazıdır... Meselâ yolda bir ka- din görürsünüz, başı dik, göğsü ka- barık, dik başlı yürür; arkâsından, bakarsınız, boynu bükük, yerlerde sü- rünerek biri geliyor. Bu kimdir? Çocuklardan biri atıldı:' - — Kocası!., Sıkılma Adam elbiseyi ısmarladı, provasını yaptı ve dedi ki: — İyi ama ben bu elbisenin parası- nı üç aydan evvel veremem... Terzi gülümsedi: — Zarar yok, siz haklısınız... — Elbise ne zaman hazır olur?., — Üç ay sonra? Evvelce çarlık oRusyasını iki defa ziyaret etmiştim. Petersburgda, Mos- kovada, Kiyefte, Odesada mektepleri, | akademileri, enstitüleri gezmiş gör- müştüm. İhtilâlden sonra Rusyayı gürmek henüz nasib olmadı, Yeni re- jimin İeh ve aleyhinde pek çok şey- ler okudum. İnsan her okuduğuna inanmak istemiyor. Hek ve hakikati öğrenmek için bitarafları dinlemek Yâzm. Geçen gün Fransız mecmuaların- dan birinde (Edouard Herriot) nun, Soviyet Rusyasınds yaptığı bir tetkik seyahatine dair Pariste 1933 yılı ikin- Cikânununde verdiği bir konferansı | elime geçti. Hem yüksek bir edip, hem büyük bir siyaset adamı olan bu zatın müşahedelerini çok istifade- bulduğum için Rusyada fikir hare- ketlerine ait kısmını dilimize çevir- dim. (E. Herriot) şöyle anlatıyor: «Rusyada göze çarpan maddi faali- yetin yanında; fikri hayatın da:ayni hararetle ilerilemekte “olduğuna şa- hid oldum. Yen! neslin talim ve terbi- yesine çok büyük bir ehemmiyet ve- Tilmekte olduğunu gördüm: Soviyet- ler hükümeti terbiye vazifesini devlete mal etmek suretile eski reğimi büsbü- tün değiştirdi. Ben bu yeni rejim bazılarını 1922 de ziyi İçlerinden bir tanesi prensipleri üzerine kurulmuştu. O mektepte çocuklar hayvanlara bakı- yor, bu suretle hilkatin yarattığı mah- Jükatı sevmeyi, onlars acımayı ve yar- dım etmeyi öğreniyorlardı. Rusyada çocuk yuvalarını pek be- ğendim. Bunların şehirlerde olduğu gibi kasabalarda ve köylerde çok mü- kemmellerini gördüm. - Üç yaşından yedisine kadar çocuklar orada büyük bir şefkat ve büyük bir ihtimam gö- mekteplerinin rüyorlar. Resmi istatistiklere nazaran | Rusyada çocuk . yuvalarına . devam eden yavruların 1927-28 yılında ade- di üç yüz sekiz bin imiş, 1931-32 yılın- da ise bu aded iki milyon yedi yüz bin olmuştur. İlk tedrisat tabii orada da mecbu- ridir, Mektep rejimi üç devreye aynl- mıştır. İlk. mektep tahsil müddeti dört sene sekiz yaşından on bir yaşı- na (on bir dahil) orta mektep üç se- ne on iki yaşından on dört yaşına, 1i- se tahsili üç sene on beş yaşından on yedi yaşına kadardır. (On yedi dahil). Şehirlerde ve amele gruplarının bu- Yundukları kasabalarda mecburi tah- sil yedi senedir. 3 Soviyet pedagojisi (Marx) ve (Le- nine) in kurdukları esestan mülhem olarak daima. polytechingue) terbiye tabirini kullanıyorlar ve bu tabirden ilim nazariyatı İle sanat tatbikatının ihtilâtından husule gelen bir talim ve terbiye sistemi kasdediyorlar. Daha 1897 de Lenine bu fikri der- meyan etmişti! «Mesai faydalı semere vermesi için talim ve terbiye İle hermahenk olmalı umumi kültürle, mesleki kültür biri- birini tamamlamalı; diyordu. Rusyada yüksek tahsil yalnız ilmi mesaiye tahsis edilmiş olan Ünliversi- telerde, enstitülerde ve akademilerde yapılır. Oralardan mümtaz ve müte- hassıs bir zümre yetişir. Yedi senelik ilk ve orta mekteplerden sonra geniş mikyasta fenni tahsil veren (Techni- cum) ler teşkilâtı vardır. Eskişehir (Akşam) — Şehrimiz Halkevinde Kınlaği ai sAnaş! piyesi muvaffakıyetle temsil edilmiştir. Bu işi üzerlerine alan amatörler, çok alkışlanmışlardır. “Yukarıki “klişemiz, temsilden bir sahneyi gösteriyor. | Perşembe müsahabeleri Rusyada Soviyet talim ve terbiyesi | Profesör (Svadkovski) bir eserinde: «Umumi kültüre istinad eden bir k kıymeti olabile: şka bazı (mudil) kullanmak için sil mücsses€- karışık amele için ay si kurmak lâzır niş, onun için de yedi s .a tahsili mütea» kıb (Ecole d'Usine) tezgâh mektep- eri açmışlar, Ruslar cehalete karşı harp ilân etmişlerdir. köylüsü de: okuyor. Bütün âmele klüplerinin “asri birer kütüphanesi olduğu gibi, köylerde de okuma. oda ları vardır. Tahsil ve terbiye için va» sıta yalnız mektepler değildir. Bütün büyük şehirlerde çocuk tiyatroları vardır. Leningradda güzel bir genç seyirciler tiyatrosu gördüm. Sinema ve radyodan terbiye hususunda en çak istifade eden Ruslardır-diyebili- rini. Ne yapıp yapıp Rusya dahilinde okuyup yzsma bilmiyen bırakmıyan caklar. Şu istatistiklere de bir göz atalım: 1928'de Rusyada ilk mekteplere de- vam “eden çocukların sdedi: On mil- yon imiş, 1932 de bu aded on dokuz milyon olmuş! 1928 de Rusyada orta mekteplere devam eden çocukların adedi; Bir milyon altı yüz bin, 1932 de bu aded dört milyon üç yüz elli bin olmuş! Mecburi olan yedi senelik ilk ve or- ta mektep tahsilini şimdi on seneye çıkarmak istiyorlar. Soviyet Rusyası lk ve orta tahsili yetmiş muhtelif milletin dilinde ver- mektedir, Soviyet Rusyasının talim ve terbi- yede yaptığı mühim bir ıslahat ta programlardaki dersleri hafifletmek olmuştur. Rusyada mekteplerde en ehemmiyetli dersler tarih, coğrafya ve beden terbiyesidir. Ruslar “Türkler gibi mazilerine çok bağlıdırlar, Onun için terihe karşı âdeta bir meclübi- yet göstermektedirler. Maziye hürme- tiolan yeni Ruslar Moskoyada Krem- len sarayına yerleştikten sonra orâr da tarihi kıymeti olan hiç bir şeyi yok etmemişlerdir. Rusyada bütün matbaalar faali- yettedir. Durmamasıya makineler halkın talim ve terbiyesine yarıyan kitaplar, risaleler basıyorlar. Ondan başka bir taraftan dâ Fransız edebi- yatına, klâsiklerine ait eserlerin ter- cümelerini neşrediyorlar, Rusyada hatırası hürmetle saklar nan ve en çok sevilen edib - (Pouch- kine) dir. Onun hür fikirleri, cüret- kârlıkları çok takdir edilmektedir. Ondan sonra gene hür fikirleri dola» yısile Sibiryaya sürülen (Dostojevs- ky) yide seviyorlar. Fakat bugün bü- tün Rus edebiyatının mümessili sayı- lan (Maxim Gorki) dir, Yeni yetişen Rus ediplerinin 0 babes gibidir, Onla” rı ânima etrafına toplar ve onlara memleket mazisini anlatır. Onlara içtimai dersler verir.» (E. Herriot) konferansının bir kıs“ mını Rusyada güzel sanatlere tahsis ediyor ve neticede «Ruslar çalışıyor ve bilerek çalışıyor. Bunu görmek ve sonra kendimizle onları mukayese et- mek lâzımdır. Mukayeseden ancak kendinden emin olmıyanlar kaçinir.» diyor, Selim Sırrı Tarcan * büyük bir Şehirtisi gibi Eskişehir halkevinde temsil i 3