. Her Akşam Bir Hikâye ede ne ka rirdi; Daha o zaman geriçtik. Hepi- miz de bekârdık. Nerede akşam, ora” Modaya gideli: mezdik. Bedri k lâkin kızdı mı fena halde köpüren iy bir adamcağızdr. Bir aralık Bedri sigarayı birakma- ğa kalktı. Sigara yerine daireye türlü türlü yemişlerle geliyordu. Elindeki minimini kese kâğıdlarının içinde fın- dık, üzümler, şam fıstıkları, tuzlu ve- ya tuzsuz bademler, kabak çekirdek- leri, sakız leblebileri veya sarı leble- biler bulunurdu. Bizim en büyük zevkimiz Bedriyi evrak götürmek bahanesile müdürün yanına göndermek, hemen küçük ke- 8e kâğıdını açmak fındık üzümleri, çe- ini, şen fıstıklarını, tuzlu ba- ileri ve salreyi paylaşmaktı. Bedri odaya rönüp de kesekâğıdının bomboş halini görünce bu facia kar- nda küplere biner, fena halde kı- zard O kizip köpürdükçe de biz kahkaha- dan çatlardık. Bedri yemişlerinin ye- nildiğini görünce çaresiz odakı ile bir paket sigara aldırır: Bugün gene sigarayı birakamı- yacağım. 4 Diye püfürdenirdi. Ertesi günü ge- ne bir takım yemişlerle daireye gelir, bu seler yemişleri daha gizli bir ye- re saklardı. Lâkin dairedeki bütün genç memurlar derhal birer Şarlok Holmes kesilir, on dakika sonra esrâr- €ngiz yemişlerin izi bulunur, minimi- Nİ kesekâğıdının üzerindeki esrar per- desi kaldırılır, fıstıklar, bademler kap- kapanın elinde kalırdı. Bedri gene ke- sekâğıdının dibine dari ekildiğini gö- Tür görmez: — Bademlerim.. sakız leblebilerim... Diye etrafta fır dönerdi.. Artık onun İelâşı karşısında biz kekâ.. Bedriye bakıp gelkeyfim gel. Nihayet havalar adamakıllı ısındı. Bir haziran günü karar verdik. O haf- taki tatili hep birden Adada geçire- cektik, Hepimiz yanlarımızda birer güzel arkadaş da getirebilecektik.. Bedri nazlandı: — Ben gelemem.. dedi, bir kere ben öyle güzel arkadaşı nerede bulaca- ğım... Bedrinin gelmemesi yarı yarıya ne- gemizi azallacaktı. İsrar ettik: — Kambersiz düğün olmaz... İlle geleceksin. Fakat Bedri: — Canım gelsem bile gezintiyi bur- numdan getireceksiniz. Gene yemiş- lerimi filân yiyeceksiniz. Bizde teminat vermeler: Katiyen yemeyiz.. yemişlerin s0- hin olsun., N Nihayet Bedriyi kandırmak kabil oldu, Geleceğine dair söz verdi... Er- tesi tatil günü hepimiz köprü üstün- de birleştik. Bütün arkadaşların yar nında birer şık ve güzel bayan vardı, Sanki bütün gençler yanlarında gü- zel bir arkadaş gelirmek hususun- da biribirlerile rekabete girişmiş gibi idiler, "Herkes biribirine güzel sim Bi: — Amcazadem.. — Balazadem. — Teyzezadem.. Diye takdim ediyordu. Fakat her- kes de halazadelerin, teyzezadelerin, amcazadelerin mânasını çok iyi anlı- yordu. Yalnız Bedri yapayalnız gel- mişti, Koltuğunun altına bir sevgili kolu yerine bir şeker kutusu yerleştir- mişti. — O ne Bedri?... 3 Diye sorduk. Kutunun içindekileri- nin ne olduğunu söylemeden önce: — Bakın.. dedi, yemiyeceğinize dalr söz vermiştiniz.. hatırınızda bulun- sun... Kutunun içindekiler şeker.. ma- Yüm ya sigarayı bırakmağa karar ver- Bütün arkadaşlar biribirmize şey- tan şeytan baktık.. gözlerimizle işaret ederek biribirimize Bedrinin şeker ku- tusunu pösterdik.. Yavaşça aramızda fısıldadık: — Şeker getirmiş.. Bedri şeker getir- mamak leme salonunun bi şesine büzülmüş, oturuyordu. Bir ara- hık: — Ben bir gazele al a dışarıya çıktı. Bir de ne görelim? Şe- ker kutusunu olurduğu yerde unut- mamış mı?.. Aman... — Çocuklar Bedri şeker kutusunu unutmuş... — Yapışın kutuya. Bir saniye içinde kutunun üstün- deki kâğıd yırtıldı, kapağını kaldırıp birer tarafa attık. Kutunun içinde hep- $i çikolatalı şekerler... Tabii avuçla” rını dolduran, Bedri gelmeden evvel yiyebilmek için, çikolataları ağzma atıyor... Şekerleri nasıl yuttuğumu- zun farkında bile olmadık. Nihayet Bedri elinde gazete sallana sallana geldi. Biz şekerleri henüz yut- muş, fıkır fıkır gülüyorduk. Bedri ku- tunun kapağını parçalanmış görünce kimbilir ne hallere gelecekti. Fakat hayret.. Bedri kutunun halini gördü. Amma kılı bile kıpırdamadı. Ve sanki hiç farkında değilmiş gibi geldi, eski yerine oturdu, gazetesini açtı. Biz hay- retten abdallaşmışlık. Nihayet, daya- namadık: — Bedri. dedik.. kutuya, şeker ku- tusuna baksana.. | Baktı, sanki o dakikada görmüş gi- biz .. dedi.. şekerleri yediniz mi?. — Yedik ya. kızmadın mı?. — Neden kızacakmışım?.. Şaşkınlıktan çıldırıyorduk... Bedri | Adeta bizimle alay eder gibi bir vazi- yetle: l — Aşkolsun.. dedi.. bana iki üç tane olsun bırakmamışsınız.. İçimizden biri cevap verdi: — Bıraktık, bıraktık. kutuda üç şeker kaldı. Bedri — Ya teşekkür ederim. Derken öteden arkadaşlardan biri- nin amcazadesi: — A bay Bedri.. dedi. medim şekerlerinizden. Bedri müthiş bir nezaketle: — Aman rica ederim, istirham ede- rim buyrunuz.. diye şekerleri uzattı. genç kadın kıpkırmızı dudakları ara- &ından çikolataları midesine indirdi. Bedri âdeta memnundu. Biz «belX yorduk, yanımızda kadınlar var., u- tandı da, her zamanki gibi kızamadı, ere binmedi, fakat kimbilir şim- ydi içinden kendisini nasıl yiyor... Yirmi beş dakika bekledikten son- Ta vapura bindik. Açıldık.. fakat Mo- dayı geçtikten sonra hepimizin kar- nında birer sancı.. hepimiz kıvranıyo- ruz, Ve «Aman bize ne oldu?» diye konuşınağa başladık.. şimdi yarım sa- at evvel bülbül gibi öten, şakrayan genç kadınlar elleri karınlarında yüz- lerini ekşitmişlerdi.. hele bizim arka- daşlar berbad oluyorlardı.. yalnız Bed- ri rahattı.. püfür püfür güvertede do- Jaşıp duruyordu.. bizim böyle kıvran- dığımızı görünce: — Canım.. dedi, o kadar müshil şe- kerini yiyecek ne vardı?.. Biz şaşaladık: — Ne müshil şekeri?... — Biliyorsunuz ya.. ben eczacı mek- tebinden mezunum... Müshlli öyle ko- yu koyu alamam.. dün gece kuvvetli bir müshil ilâcile kendime bir kutu çi- kolata yaptım.. en kuvvetli müshil, fa- kat çikolata ile karışınca lezzeti hiç belli olmuyor... Siz onu avuç avuç yi- yip bitirmişsiniz.. Hiddetimizden deli divane olduk. Bedriye çatmağa kalktık, Lâkin o: — Canım ben size rica ederim şu müshillerimi yiyip bitiriniz. diyemi yalvardım. Yahud kutumu açıp kıy- metli şekerlerimi yerken bana; — Bunun içinde ne var?.. diye sor- dunuz mu?. Bedrinin sözü doğru İdi. Bir müd- det sonra halimiz büsbütün fecileşti. Afiyet ben hiç ye | Te dx 2 w Haziran 937 Perşembe İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla " musikisi, 12,50: Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı. 14 son. Akşam neşriystı — 18.30 Plâkir dans musikisi, 19,30 Spor müsahabe- lori: Eşref Şefik tarafmdan. 20 Sadi tarafından Türk mu- 20,30 Ömer şarkıları, Rıza tarafında Satiye ve arkada musikisi ve Halk Şi n) 21,15 Orkestra: 22,15 Aja borsa haberleri ve ertesi günün prog“ ramı. 22,30 Plâkla sololar opera ve operet pcrçaları, 23 Son. Ecnebi istasyonlarm bu akşamki en müntehap programı Milâno (368) saat 22 «Fedoras Opera. Hettens (443) 21 Donizettinin «Lucia di Lammermoor> operası. Frankfurt (251) 21,10 Smetana: «Sa- tılmış Gelin» opera. Nis (253) 21,30 Konser, Monako (405) 22,10 Muhtelif konser. Lüksemburg (1293) 22,45 Sen- fonik konser. Breslav (316) 24 Klaas: «Büyük Senfoni» Varşova (1339) 23,30 Grieg: «Sonata». Berlin (356) 21,10 Banslar Gecesi, Breslav (316) 21,10 Vaisler gecesi. Hamburg (332) 21,10 Haziran geceleri. Dans musikisi Peşte (549) saat 23, Viyana (507) 23,20, Breslav (316) 23,30, Marsilya (400) 24, Londra (isa dalga) 18,30 - 21- 0,20. ve | CİLDİN GIDASI BULUNDU Her şey gibi cild de büyük bir tekâ. mül devresi geçirir. Her genç kız ve kadının kendisine mahsus patlak bir devri vardır. Bu zamanlarda cild ga- yet parlak çek düzgün ip bir hal alır. Cilde bütün bu güzelliği veren cil- din ikinci tabakasında bulunan hücey- relerin bünyeden aldıkları gıda ile mümkündür. Bünye bu gıdayı zamanla Yeremez olur. Cildde buruşuklar, leke- ler ve buna mümasil ânzalar görülür. Cild bütün güzelliğini kaybeder. Gaip olan kuvveti iade etmek ancak bünye- nin hüceyrelere verdiği gıda ile müm- kündür. iyük kabiliyetli eller bunun da ça- resini bulmuşlardır. Yarım yağlı Hasan gece kremi, yağsız Hasan kar kremi, sildin ihtiyacı olan bu gıdanın tamamı- Bı ve özünü ihtiva eder. Her Bayan gece yatarken yarım yağlı Hasan gece kremini ve gündüzleri yağ- sz Hasan kar kremini, yüzl, bü- yük bir itina ile sürerek cildin güzelli- ğini kazanırlar. Buruşuklar, lekeler ta- mamile zail olur, bu kremler artık her Bayanın tabit bir ihtiyacı haline girmiş. tir. Cildin güzelliği bu kremlerle tema- di eder. Çünki esas olan hüceyreleri bu kremler beslemektedir. Cildinizi bu kremlerden mahrum © etmeyiniz, sayın bayanlar. Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Bes - Işık» müessesesinde satı- lr. «Akşam; gazetesine abone olanlara hususi tenzilât yapılır. nın kapısında kadınlı erkekli nöbet bekliyorduk.. vaziyetleri pek feci olan- lar kapının önünde tepinerek içerideki srkadaşına sesleniyordu: — Çabuk ol yahu.. çabuk ol.. yöksa şimdi!... Velhasıl o gün Ada gezintisi bi- ze zehir zemberek oldu. İçimizde yal» Halbuki koca vapurda toputopu İki 100 numara vardı. artık biz bu iki helğ- ça bir kişi eğlendi: Bedri, «Bir yıldız» m KUBİLÂY HA Yazan: İskender F. Sertelli | * LE ll e Düğün alayı büyük mabedin kapısı önünde durmuştu. Lâhur hükümda- rının yeni evlilere verdiği bir elmas hediyenin dünyada eşi yoktu.. — Bu çocukların babası ben olur- sam, anası da sen olacaksın, Tir Ben verdiğim sözden geri dönmem. Sen, burada geçen bu kısa saatler içinde bana uzun yılların sevgi bağ- larile yaklaşmış ve kalbimin içine kolaylıkla girmişsin! Aile yuvamızı seninle birlikte kuracağız.. ve çocuk- larımızı sen doğuracak ve sen büyü- teceksin! Ti-Ma başını Cin-Kinin omuzuna dayadı.. elindeki çöpü yere attı.. Yer- deki çizgileri ayağının ucile bozdu. Cin-Kin sevinçle soruyordu: — Beni aldatmıyorsun, değil mi Ti-Ma? Yarın evlenince çocuklarımız olacak., büyüyecekler ve bana fayda- hı olacaklar, değil mi? Ti-Ma gözlerini süzere! — Evet, dedi, yalan söylemiyorum. Ve Cengizin torunlarına ana olacağı- mi düşündükçe seviniyorum. Bana bu saadeti idrak ettirecek Tanrıma beş çift öküz adağım olsun. ... Cin - Kin evleniyor? Aradan beş hafta geçmişti. Pekin sarayında düğün hazırlıkları yapılıyordu. Cin-Kinle güzel 'Ti-Manın evleneceğini duymuyan kimse kalma- Cin-Kin düğün hazırlıkları arasın- da, Şi-Yamanın masumiyetine dair sevgilisinin ilk gece kameriye altında söylediği sözleri unutmuyordu. 'Tekinboğa tahıkikatını bitirmişti. Pekinde Şi-Yama aleyhinde söz söy- liyen bir ferd yoktu. Koralıların hiç biri Şi-Yamayı tanımıyordu. Kubilâ- yin Şi-Yama adında bir gözdesi oldu- ğunu uzaktan duymuşlar, fakat hü- Yiyeti hakkında bir fikir edinememiş- lerdi. 'Tekinboğa Kubilâya: — Bu kadın masumdur, hâkanım! Kora prensine yardım eden düşman- Jar saraydadır, fakat, kendilerini o kadar iyi gizliyorlar ki. bulmak kabil olamıyor, Demişti. Kubilây, Korada bulunan Moğol kumandanlarından Akboğaya: «Oğlum Cin-Kini evlendiriyorum. Oraya dönmesi belki biraz gecikecek- tir. Kora isyanının bastırılmasına se- ni memur ettim. Gayretini beklerim.» Mealinde kısa bir mektup gönder- miş ve Kora işini de ihmal etmemişti. 'Kubilây civardaki dost hükümetleri krallarını ve müstakil kebile reisleri- ni düğüne davet etmişti. Uygur, Tan- gut, Moğol beyleri, Hint prensleri ve bütün Çin asılzadeleri davetli olarak Pekine geliyorlardı. Pekinde büyük zengin konakları olmamıştı, Çok maruf ve halırı sayılır davetliler yordu. Pekin şehrine tahminen on bin ki- şiden fazla davetli gelmişti. Şimal prenslerile Hind hükümdar- Jarı ve prensleri çok kalabalık maiyet- lerile gelmişlerdi. Moya, Lâhur, Kiş- mir prenslerinin maiyetlerinde üçer yüz kişiden fazla adam vardı. Şehir baştanbaşa renkli kumaşlar ve çiçeklerle donanmıştı. Büyük cad- delere halılar serilmişti. Şehrin kapı- larından giren davetliler bu halılar Üzerinden yürüyerek ilkönce saraya giderler, hediyelerini hakana takdim ederler ve Kubilâyla oğlunu tebrik ettikten sonra, kendilerine ayrılan dairelere ve konaklara yerleştirilirler- di. Gelen hediyeler arasında göze çar- pan, hattâ gözleri kamaştıranları da vardı. Lâhur mahracası Kubilâya se- kiz fil, iki yüz papağan, bir fil yükü ipekli kumaş, yirmi cariye getirmiş. ti. Kişmir hükümdarı beş fil, elli ta- vus kuşu, yirmi kaplan, bir torba in- ci takdim etmişti. Iâhur bükümdarmın bunlardan başka gelinin göğsüne merasim sira- sında taktığı bir elmas parçasının yer- yüzünde eşi olmadığı da dillerde do- laşıyordu. Ogün saray önünde h evanlata yalnız hü binmişti. Diğer davetliler hükümdar- ları takib ediyor, ve davetlilerin arka- sından saray erkânı gidiyordu. Zırhli ve mızraklı Moğol askerleri iki yan- dan bu muazzam alayı çevirmişti. Alay büyük Buda mabedine gidi- yordu. . f Kubilây artık resmen budist ol- muşlu... Cin riğin de babasına uyarak Buda dinini #ibul etmişti, Nikâh derasimi- ni Buda rahipleri yapacak ve çiftler Budanın bin bir elli büyük heykeli önünde diz çökecekler, biribirlerine sadakat yemini ederek başrahip tara- fından takdis edileceklerdi. # Davetliler arasında islâm âleminde tanınmış büyük hocalar ve meşhur Alimler de vardı. Müslümanlar, Kubilây hanım mu- hitini budistler sardığı için Buda di- nini kabul etmek mecburiyetinde kal- dığını biliyorlar ve onun torunlarının müslümanlığı kabul edeceğine mu- hakkak nazarile bakıyorlardı. Çünkü Türk ve Moğol kabileleri uzun yıl lar (Ulu tanrı) diye güneşe taptıkla- rı halde şimdi, bu kadar zeki bir mil- letin taştan heykeller önünde diz çök- mesi hiç bir havsalaya oçığmıyacak garâbetlerdendi. Zaten müs'ümanlık Cengiz hana bile bütün dinlerden daha mülâyim gelmemiş miydi? Timoçin bir gün: «— Eğer bir dine girmek lâzımge- lirse, müslümen dinini kabul ediniz!» Demişti. Moğol prensleri Karaku- rumdaâ kalmış olsalardı, muhakkak ki hepsi de müslüman olurdu. Karaku- ruma gelen hocalar, diğer “dinlerin derdi. Fakat, Kubilây payitaht olarak Pekin şehrini intihab ederek Çinde yerleştikten sonra, müslümanların tesirinden uzak kalarak Buda rahip- lerinin nüfuzu altına girmişti. O tarihlerde Buda dini Çinde çok yayılmıştı. En ufak bir köyde bile bir Buda mabedi ile bir rahip bulunur ve 'bu rahipler her gün halka Budanın mucizelerinden, büyüklüklerinden ve faziletlerinden bahsederlerdi. Alay büyük Buda mabedinin mu- azzam kapısı önünde durmuştu. Cin-Kinle güzel Ti-Ma yanyana bir filin üstünde oturmuşlardı. Mabed kapısı önünde ilkönce Kubilâyın tah- tarevanı durdu.. hükümdarlar Kubi- lây'la birlikte indiler. arkadan Cin- Kin ve karısı daha arkadan sıra ile bütün davetliler inerek mabede gir- diler. Buda rahipleri hükümdarları - ve diğer davetlilesi kapıdan karşıla- yıp mabedde hazırlanan yerlere gö- türüyorlardı. Bu kadar büyük bir kalabalığın mabede girmesine İmkân yoktu, Ma- bedin iç ve dış avlularına ikinci ve üçüncü derecedeki davetliler alınıyor du. Mabedin dışındaki meydana bin- lerce halk toplanmıştı. Mabed içinde- Ki Lâmalar Cin-Kinle karısını büyük —- heykelinin önüne götürmüşler- Klm gb ala ön sağında, Kubilây da oğlunun solun- da durmuştu. Rahip Panta Moğol âdetince çiti leri takdis ettikten sonra mabeddeki mukaddes tssı ilkönce Cin-Kine uzat- t1. Moğol prensi tastan bir kaç yu- dum su içti.. rahip ayni tası Ti-Mova verdi. Genç Kız da titriyerek bir iki oo damla içti, İkisinin bir tastan su içiş- leri hayatlarını binlerce şahit huzu- Tunda birleştirdiklerine işaretti. Bun- dan sonra (Büyük Mebud) un heyke- M önünde sıralanan genç rahipler hep bir ağızdan duaya başladılar. Mabedin yüksek ve geniş Kubbesin- de derin pan bu hazin pk m e iy e a yalıyor ve uzun meme Str