“ 17 Haziran 1937 ——— - AKŞAM Ankara Mektupları Lokanta müşterileri de ayrıca Sabite tedkike değer insanlardır? an 1937 yahud nden w- yiyecek Zük bulunanlar içir yerler mahduttur Ankarapalas, Karpiç, Çiflik lokan- tası ve bir de «Baba>, halkı keselerine Ve zevklerine göre âdeta sınıflara tak- sim etmişlerdir. Her birinin sabit müş- terileri vardır. Onlara, mutad yemek Saatlerinde, ellerinizle koymuş gibi | buralarda, sofra başında raslarsınız. Gelip geçici olanlar da, o günkü te- Sadüfe göre o yerli müşteriler tarafın- dan, alışık oldukları lokantalara sü- Tüklenirler. Bazan da, maslahat icabı, filân Veya falan zatı görmek için, ©- Mun müdavim bulunduğu lokantaya gidilir. Bu suretle, öğleyin eÇiflik»de Bözgüze görünen şahıs, akşam Kar- Piç'de, ertesi günü de Ankarapalasta- dir. Lokanta müşterisi de ayrıca tedki- ke değer insandır. Frenklerin «kimlerle düşüp kalktı- ğım bildir, sana, senin kim olduğunu Söyliyeyim..> darbı meseli yok mu? Onu: «Ne yediğini bana bildir, sana, Senin kim olduğunu söyliyeyim!» şek- line döküp, korkmadan, aldanmadan tekrar edebilirsiniz. İnsanların mizaçlarına, lokanta 1s- telerinden intihap ettikleri yemek her- halde çok kuvvetli bir delildir. Bir öğle yemeğinde, rakı içen adam- la, bira, maden suyu ve yahud ki, sa- de su içen adamlar arasında güzel bir tasnif yapar, her biri hakkında az çok İsabetli hükümler verebilirsiniz. Ke- za, kuzunun yağlı tarafını ısmarlıyan adamla, et lokmasının yavan olması- ni garsona hassaten tenbih edeni bir tutmanıza imkân yoktur. Listeyi dakikalarca elinde tuttuğu halde bir türlü karar kılamıyan zat isteye bakmağa bile lüzum gör- Meksizin, garsona: — Bana bir et yemeği getir.. ne 0- Tarsa olsun!,. emrini veren. Yahud da: — Salça ister misiniz?. “ Sualine aldırış bile etmiyen müşte- Yiyi ayni fasileden addedemezsiniz, Çatal, bıçağı, su bardağını uzun Uzun muayene ederek, kemali itina İle tekrar tekrar silen titiz müşteri ile, Kirli sofra bezinin üzerine yuvarla- nan hiyar dilimini parmaklarile tu- tup şifa niyetine ağzına atan lâkayıd adam, ayni masada yanyana Otur- dukları halde başka başka? tıynetler- de, başka başka mizaçlardadirlar, Lüks lokantaların müşterilerini de zZümrelere ayırmak lâzımgelir. Bu Zümrelerden bir tanesini, aile ve mu- bit görgüsü ve sosyal mevki dolayı- sile zaten başka yerde yemek yiyemi- Yenler teşkil eder. Bunlarm tedkike değer cihetleri pek yoktur. Tavırları © kadar serbes ve tabiidir ki, nazarı dikkati bile celbetmez. Ikinci zümreye gelince bunlar, ki- barlığa üzenen, gösteri bayılan, snob'lardır. Yanlarına sokulup da: — Vay, siz burada mı idiniz?. Gibi bir sual soracak olursanız, der- bal size midelerinin nezaketinden, başka lokantalarda yağların berbad- liğından, muhilin bayağılığından bah- seder, hatlâ «Bu lotanta bile» kendi- lerini tatmin edemediği halde bura- Ya lütfen, tenezzülen devam etmek- te bulundukları imadan çekinmez- nın evinde daha düne kadar, kuyruk Yağında pişmiş yer fasulyesi yediğini hatırladığınızı tayrınızla ihsas edecek olursanız, o derhal sizi bastırmak maksadile, garsona tereyağlı kuş kon- maz ısmarlar, arkasından da gene size dönerek: — O kadar iyi yapamıyorlar amma, midem o bizim ağır sebzeleri hazme- demiyor... der, ... Ankarapalasın yemeği de, servisi de, doğrusu birinci derecede olduğu haf de, heden bilmem. orada, bilhassa. öğ- leyin yemek yiyenler, bana, leyli mek- teplerin, tatil günlerinde gidecek yer- deri olmıyan, bekâr talebesini hatır ar, Müşteriler öyle seyrek, o kadar bi- uzak ve sessiz, sadasız- n ölekine ağır adı larla yavaş ya seli, müşekkel ve müh racıba- şı (metr dotel) bay Font. DOğaZINA düşkün bir katolik papazını andıran tombul simasile orada keyifli bir öğ- le yemi değli de, bir âyini ruha- niye riyaset ediyor gibidir. Bu derece ağır başlılıktan hoşlan- mıyan, yahud ki, usananlar, bay Kar- piçin, tarihe geçecek kadar kıdem kesbeden güler yüzünü görmek, direk- tör bay Süreyya-Serj'nin ikramına nail olmak için oraya giderler, Çiflik lokantası ötekilere - nisbetle #latçe mutedildir. Burası, bir vakitler Beyoğlunda Turan'ı idare ederken pek çok ahbap edinmiş olan bay Osma- nm idaresine mevdudur. Bay Osman, bir lâhze bile ayrima- dığı kasasımn başından her gelen müşteriye - gün siftah gelmiş olsa bile- adile hitap ederek, hafızasının da hesabı kadar kuvvetli olduğunu gös- termek merakındadır. Eski ve vefakâr bir aşina ile bera» ber, temiz, ucuz ve leziz yemek bul- mak istiyenler Çiflik lokantasının sabah, akşam müdavimidirler. Aksamcıların penahi olan İbrahim babanın lokantası başlıbaşına bir âlemdir. Kafası zengin, fakat keseleri yufka olan mütefekkirini sâbirin burada toplanırlar. «Baba; feleğin germüserdini gör- müş, çemberinden dokuz defa geçmiş, ehli di), zarif, rind. meşrep, şair bir adamdır. Sütbesüt İstanbul uşağı olduğunu söylemeğe bile lüzum yok. Bu, onun şivesinden, hal ve tavrından, merak- larından derhal anlaşılır. Ufacık dükkânında rieler yoktur, neler! Cam bir havuzun içinde, mis- Yini başka yerde göremiyeceğiniz iri- likte kırmızı balıklar, kafeste muhab- bet kuşları, kanaryalar, saka kuşları. Duvarda, Hollandalı primitif Tes- samların fırçasından çıkmış hissini veren acaip manzaralar, meselâ Kâ- ğwihane köprüsünü Versay sarayile ve İsviçredeki Leman gölü ile birleş- tirmek harikasını başarmıştır. «Baba» Romanyalı meslektaşları- mızın ziyaretlerile Balkanlarda da şöhret almıştır. Burasını, Parisin Montmartre ma- hallesindeki üdeba lokantalarına ben- | zetmek mümkündür. Sadri Ertem başta olmak üzere, An- karadki kalem erbabının ekserisi Ba- banın müdavimleridir. Sabahaddin Alinin son eserinin en güzel tenkidi- nl, Behcet Kemalin ve yahud ki, yeni yeni parlamağa başlıyan genç istidad- lardan biri olan «Kâmransın son şi- irini burada dinliyebilirsiniz. Bazan, samimi ve tekellüften #za- de bir muhit tahassürü duyan, diğer Tokantaların müdavimleri de büraya düşerler; ve her seferinde memnun ayrılırlar. Rind olduğu kadar kanaat ve tevek- kül ehli bulunan İbrshim babaya bir gün sordum: — Nasıl? Buradan memnun mu- sun?. — Çok şükür. dedi. Yalnız, Boğaz- içinde, deniz kenarında, Cenabıhak bana bir ev nasip etse de, yazları bir iki ay, şöyle gidip de Boğaz havası al- sami... Gördünüz mü şair adamı?.. Ercümend Ekrem TALU Iş bulmak için Uzun uzun düşünecek yerde AKŞAM gazetesine bir KUÇUK İLÂN koydurunuz. 3 defası 100 kuruş sokulan, siyah elbi- Eskişehirde kadın yüzünden bir cinayet Bekçi Mehmed adında biri genç bir kunduracıyı öldürdü Eskişehir 15 (Akşam) — Pazar gü- nü şehrimiz eci bir cinayet olmuş, bânca ile öldürülmüştür. na göre cinayet $u şekilde ika edil ir; Kunduracı Ali adında biri, pazar günü Aşağı Odunpazarındaki bir kahvehaneye sarhoş bir halde gir- miş, soğuk bir bardak su içtikten sonra evine gitmek üzere yola Ççık- muştar. Alinin bir kardeşi vardır. Ali, an- nösi ile arası biraz açık olduğu cik hetle eve muntazam gitmezdi. O ge- ce, kardeşi, Alinin eve gelmesini te- min etmiş ve annesile barıştırmıştır. İki kardeş amnelerile berber ye- mek yedikten sonra yatmak üzere odalarına çekilmişlerdir. Bir aralık AlI, yatağından fırlamış, sokağa çık- mak için gitmeğe başlamış, ânnesin- den de nüfus tezkeresini istemişlir. Annesi, Alinin Zehra namında bir kadınla düşüp kalktığını bildiğinden nüfus tezkeresini vermemiş, fakat dışarıya çıkmasına da mâni olama- mıştır. Ali, evden dışarı fırlayınca doğru- ca dostu Zehrunın evine gitmiş, ka- Pıyı çalmıştır. Zehra kapıya çıkmış karşısında dostu Aliyi görünce; — Haydi git, bir daha evime uğ- rama, sen beni aldattın ve başka bir kızla nişanlandın demiş, kapıyı Ali- İ nin yüzüne kapamıştır. Ali sevgilisinin bu hareketine ve sözlerine fena halde kızmış, eve gir- mek için pencereden içeriye atlamış- tır. Alinin içeriye atladığını gören Zehra, derhal sokağa fırlıyarak var kuvvetile: — Yangın var, imdat! diye bağır- mağa başlamıştır. Bekçi Mehmed adında biri Zeh- ranın evine girmiş, beraberce çay içmiş, tatlı tatlı konuşmuştur, Ali, pencereden içeriye atlarken Mehmed, Zehranın evinde bulunuyordu. Ali- nin eve atladığını görünce, karyola- nın altına saklanmıştır. Zehranın sokağa fırlıyarak: «Yangın var, im- dat» diye bağırmağa başladığını du- yan Ali arkasından sokağa fırlamak istemiş, fakat Mehmed, saklandığı yerden tabancasını Alinin üzerine çe- virerek kurşun sıkmağa başlamıştır. Tabanca kurşunları, Aliye isabet ederek karanlık sokakta, cansız ola- rak yere sermiştir. Zehranın feryallarını ve tabanca seslerini duyan komşular, sokağa fır- lamışlar ve Aliyi kapının önünde | öldürülmüş olarak bulmuşlardır. Zehra, Aliyi, kimin vurduğunu söy- lemek isteme! «Ali kendini vur- du» demekte ısrar etmiş ve bü cina- yet esrarengiz bir şekil almıştır. Fakat tahkikata el koyan nöbetçi müddeiumumi muavini B, Besim, ce- sedi morga kaldırmış, fethi meyyit ameliyesi yaptırmıştır. Otopsi neti cesinde, Alinin arkadan beynine isa» bet eden bir kurşunla öldürüldüğü meydana çıkmış ve Zehranın, Alinin kendi kendisini vurduğu iddiasını çürütmüştür. Hasıl olan şüphe üze- rine Mehmed, sorguya çekilmiş ve üzerindeki iki tabancadan birile ateş edildiği görlümüştür. Bekçi Mehmed, fki tabancayı ni- çin kullandığı sunline, mukni bir cevap verememiş ve kendisi tevkif edilmiştir. Adliye ve zabıta, cinayet etrafında tahkikatı derinleştiriyorlar. Azgın bir öküz bir kadınım , karnımı deşti İzmir (Akşam) — Buca nahiyesi- nin Belenbaşı köyünde azgın bir öküz Ayşe adında genç bir kadının karnı- nı deşmiştir. Bağırsakları yere dökü- len genç kadın, Memleket hastanesi- ne kaldırılmıştır. Konyada bataklıklar kurutuluyor Konya (Akşam) — Şehrimizde sıt- | ma menbai olan bataklık çukurları doldurmak için mecburi çalışmanın tatbikine başlanmış ve 18 Mayıstan bugüne kadar Konya şehri dahi- linde 72903 metre murabbat çukur doldurulmuş ve kapatılmıştır. Bu işte kullanılan 875 mükellef smele terhis edilmiştir. i x sip irk yim smmm e ai sini İ paşayı, gerek taraftarlarını teskin et- TTefrika No, 124, “İttihad ve Terakki, nin son devirlerinde Suikasdlar ve entrikalar Yazan; Mustafa Ragıb Es-allı Talât paşa Ziya mollaya: “Havdi haydi, boşboğazlık eski | k fena idare edil | Mahmud Şe yaveri, harbin ç diğini ve işin bidayetindenberi hükü- metin bu vahameti hiç hesaba katmı- yarak bir mirasyedi gibi memleketin umumi kuvvetlerini israf ettiğini, va ziyet bu şekle girmeden memleketi maruz kaldığı bu felâketten kurtara- cak imkânlar aranmadığını tebarüz ettirdikten sonra artık umumi siyase- ti iflâs eden bir hükümetin mevkiini hâlâ bırakmak istememesini dürüst bir hareket olmadığını söyliyecek ka- dar hücumlarda bulundu. Karesi me- busunun bu ağır ittihamları karşısın- da Talât paşa itidelini muhafaza ede- miyerek bağırdı: — Sözünü geriye al, söylediklerini kulağın işitsin! Salonda şiddetli ve asabi bir hava esiyordu.. Talât paşaya taraftar olan mebuslarla hükümete muarızölân grup arasında sert bir mücadele kopmak üzere idi. Belki de mebuslar, biribirine girecek derecede boğuşma- ğa başlıyacaklardı.. B. Hüseyin Kadri, böyle vahim vat ziyete sebep vermeği, bu tehlikeli za- manda, doğru bulmadı. Gerek Talât t paşanın bu mek için şöyle bir cevap verdi: — Maksadımı yanlış oanladınız. Memleketin umumi vaziyeti karşısın- da müteessir oldum, onun için tarihi vazifeniz bitmiştir. Çekilmeniz lâzım- dır. Demek istiyorum. Talât paşa mebuslara şiddetle mukabele etti Gerçi Karesi mebusunun bu mu- asabi hava biraz dağılmıştı. Fakat Ta- lât paşa mebuslara karşı gevşek dar- randığını hissettirmemek için şöyle kestirme ve şiddetli bir mukabelede bulundu: — Burada hiç birinizin sözlerine fazla ehemmiyet verecek vaziyette de- gilim! Burası meclis değildir, fırka grupudur. Bir fırka, herşeyden evvel liderinin talimatı dahilinde hareket etmeğe mecburdur. Yakında meclis toplanacaktır, Bu itirazatınızı orada söylersiniz. Ben de kendimi müdafaa ederim; Mecliste, halk da hakem olur, Sizlerin burada söyliyeceğiniz sözler- le hiç birşey yapmıyacağım. Bunu iyi- ce bilmelisiniz!» dedi ve artık hiç bir söz dinjemek istemediğini gösterir bir tarzda riyaset makamını terketti... Talât paşe, bu hareektile içilmaa nihayet vermiş oluyordu. İşe bu su- retle Enver paşanın kabineden ayri» lacağını sadrazamın tebliğ edeceği tahmin edilen bu gürültülü fırka top- Tartısı da bu suretle nihayet bulmuş- tu, Koridorlarda muhtelif fikirler münakaşa ediliyor... çıkan mebuslar aralarında münakaşalar yapıyorlardı. Hiç kimse, sadrazamın mebusları teh- did edercesine bu kadar şiddetli söz söylemesini doğru bulmamıştı. Bil hassa B. Fethi ile arkadaşları, artık <İttihad ve Terakkiş partisi içinde ça- aşmanın makul olmadığını ve meclis- te bir blok yaparak münferid surette hareket etmek lâzım geldiğini ileri sü- rüyorlardr. Bir kısım mebuslar da; sadrazamın bile vaziyetin vehametini saklamadı- ğına göre; memleketin daha ziyade ha- rap olmaması ve istilâya uğramama- sı için harbe nihayet verecek, behe- mehal bir teşebbüste bulunmak lâzım geleseğini aralarında düşünüyorlardı. Bu mebusların fikrine göre, harbi ilân ve idare eden bir hükümetin sulhe ta- Vip olamıyacağını, böyle bir teşebbüs- te bulunsa bile muhasım devletlerce kabul edilemiyeceği muhakkaktı, Bunun için mebuslardan mürekkep bir heyetin, Ayan azasından bazıları- nın, meselâ Ahmed Riza bey gibi hü- kümetin bugünkü icraatına muarız, inkat «İttihad ve Terakki; sahasında mazisi ve hizmeti görülenlerin iştira- kile doğrudan doğruya padişaha mü- racaat edilerek padişah vasıtasile Talât etmei,, dedi paşanın istilaya davet edilmesi ve ye- ni bir kabine teşkil olunması gibi mü- talâalar da bazı mebusların dilinde do. Jaşıyordu. Bütün bu dedikodu ve mü- nakaşalar, artık Talât paşa hüküme- tinin eskisi gibi müttehid bir ekseri- yete istinad edecek vaziyeti kaybetti- gini gösteriyordu. Fakat Talât paşa ile arkadaşları için hiç de müsbet olmıyan bu mü- talâalar, mebuslardan büyük bir ek- seriyet arasında hâkim değildi: Bu me- busların çoğu, liderlerinin son sert ve asabi ifadesinin, B. Fethi ile arkadaş- - ları gibi bir zümreye karşı kullanıldı Ğını biliyorlar. İşin sonuna kadar hü- kümeti iktidar mevkiinde muhafaza etmek lâzım geldiği fikrini müdafaa ediyorlardı. «Hasan Fehmi hocanın kulağına ne fısıldadın?..» Bu dedikodular devam ederken meg Nis Lâtiplerinden biri bu gruplardan biri arasında bulunan, fakat bütün bu biribirini tutmıyan münakaşalara iştirak etmiyen Lâzistan mebusu B. Ziya Mollanın yanına geldi ve sadra- zamın kendisini arattığını söyledi. B. Ziya Molla, Talât paşayı Tiya set odasının kapısı önünde buldu. Lâ- , zistan mebusu, sadrazamı meclis in- tizar odasına götürdükten sonra kar- şı karşıya bir koltuğa oturarak ko- nuşmağa başladılar. Tlâta paşa dedi ki: — Hasan Fehmi hocanın kulağına ne fısıldadın? Bana gizli söyliyeceğin nedir?. B. Ziya Molla, dudaklarından bırak» niz kensrında bir sandal vârdı. Beti, bu sandal içine iki usta kayıkçı Lâş koymuştum. Meclis kapanır kapan- maz, hiç bir sıfatımız kalmıyacağı için, hükümetin bizi yakalaması ihtimalini düşünerek, bu iki Lâz buradan beni kaçıracaklardı. Ben tam sandala bi- receğim sırada siz bana: <Ne telâş ediyorsun? Ne var?, dediniz. Maama» fih böyle kaçmağa teşebbüs etmemeler le beraber, siz benden daha çok telâş- idiniz. Bunu hatırlıyor musunuz? Talât paşa, B; Ziya Mollanın bü mukaddemesi! ile ne söyliyeceğine me rak etmekle beraber öevap verdi: — Evet hatırlıyorum. E sonra., — Siz bana: «Aldırma Molla, meş- rutiyet ağacı bu gibi hâdiselerle sula» nır, gübrelenir. Daha ziyade büyür, Enverden mektup aldım. Nerede ise Bingaziden gelir, bunların hepsinin canına okur!» demiştiniz. o vakit En- vere büyük mikyasta rabla tmid edi yordunuz. Öyle değil mi? Nihayet o Enver geldi, ne oldu? Günün birinde oldu. mı fethedecekti. Bütün Kalbinizi ona rabtettiniz, bütün salâ- hiyetleri ona verdiniz, Verdiniz amma ortada gördüklerimizden başka biş şey yapmadıl. t «Haydi, haydi boşboğazlık etme! Talât paşa, B. Ziya Mollanın bu izğr halına şu cevabı verdi; — Paşam, mugalataya lüzum vas mı ya?, İşin sonunu söylesene si. Ben artık hâlâ Enver paşanın bugün da» ha ne yapabileceğini bir türlü anlamı» dan hâlâ vaz geçemiyorsun, İçtima» dan evvel de Hasan Fehmiye bunları söylemiştim: «Atamaz, vaz geçemezi» demiştim, Talât paşa, bu zeki ve müstehzi