“güclü küvvetii 15 Haziran 1937 Her Akşam Bir Hikâye Eğer Pasifik adalarını bir cennet gibi tahayyül ediyorsanız aldanıyor- sunuz, Orada çok kere öyle vakalar cereyan eder ki insan düşün- dükçe tüyleri ürperir. Size Gladys !s- minde bir kadının hikâyesini anlata- yım da hakkım var mı yok mu görür- sünüz. Giadys gayet zengin, milyoner bir "Amerikalı kadındı. Dünyada cani ne 1sterse onu yapabilmek kendisine mü- bah olduğunu zannederdi. Bir gün bizim adamıza geldi. Adamızda ga- yet sade bir hayat hüküm sürüyordu. Erkekler başlarına çiçekten taclar gi- yiyorlardı. İşte bu kadın bu adada bir köşk yaptırmak istedi. Biz adada beş altı beyaz insandık. Güzel Amerikalı - kadının adamızda böyle yerleşmesi yalnız bizler arasın- da değil yerliler arasında da büyük bir hâdise teşkil etti. Dünyadan uzak, tenha bir adada böyle güzel, kumral, ince bir kadının yaşaşağa başlaması ne fevkalâde bir vaka telâkki edilece- ğini düşünemezsiniz. Hem bu kadın hercai, kalbsiz, hodgüm bir kadındı. Maamafih, uğradığı akıbeti düşün- dükçe kendisine acımamak elimden gelmiyor. Hepimiz bu kadına az çok âşık ol- muştuk. Günde bir kaç kere köşkü- nün önünden geçiyorduk. Maksadı- mız onu sadece uzaktan şöyle bir görmekti, Hafif esvaplarla büyük hur- ma ağacının altında bir uzun sandal- yeye yatması başlı başına bir şiirdi. Bazı kere bizim selâmımıza hafif bir gülümseme İle mukabele ederdi. Biz de tecrübesiz delikanlılar gibi kıza- rırdık. Yalnız Bolo bu yabancı mevcudiyetinden nüyordu. Ken kadının ersiz gibi görü- sine güzel Amerikalı- dan bâhsettiğimiz zaman cevap ver- mez, lâkırdıyı değiştirmeğe bakardı. Polinezyalıların nasıl erkekler ol- duğunu bilirsiniz. Güzel, uzun boylu, insanlardır. Gözleri siyah birer pırlantaya benzerler. İşte Bolo bu tipin en güzel bir erkeği idi. 1 de yerli krallardan birinin nes- ordu. Ecdadı bu adaların iler. Şimdi hükümetten hükümdarı aldığı bir tahsisat İle rahat rahat ya- gıyordu. Şimdiye kadar bir çok erkekleri sevip evlenmiş, sonra onlardan ayrıl Muş, macerularile gazeteleri günlerce meşgul) etmiş olan güzel Amerikalı kadın Bolonun bu lâkayitliğinden âdeta üzülmeğe başlamıştı. Böyle es- ki bir hükümdar ailesinden bir yerli ile evlenip ondan gürültü ve patırdı ile ayrılmak kendisinin pek hoşuna gidecek bir macera teşkil ederdi Sakın acaba Boloyu seviyor miydi diye aklınıza getirmeyiniz. Çünkü o kadın dünyeda kimseyi sevmemiştir. Onda kalb namına hiç bir şey yoktu. Boloyu bir türlü avucunun içine alamıyor, tuzağına düşüremiyordu. Ona defalarla mektup yazdı, çaya da- vet etti. Fakat Bolo misyonerlerin mektebinde öğrendiği doğru ingilizce ile iki satırlık bir cevap vererek ma- zere! beyan ediyordu. Maamafih, güzel Amerikalı kadın her sabah bahçeye çıkacağı zaman, kendi uzun sandalyesinin Üzerinde yabani örkidelerden yapılmış muhte- şem bir demet buluyordu, bunu gece- leyin oraya Bolonun getirdiğini hepi- miz biliyorduk. Hatta bir defa, çiçek- leri yerihe koyduktan sonra, sanki güzel Amerikalı orada imiş gibi, diz çökerek ona bir çok şeyler söylemiş- ti. Uzakta olduğum için bu lâkırdı- ları işitememiştim. Nihayet, bir gün Gladys yalnız ba- şına ormanda dolaşırken Boloya rüs- İ geldi. Bunu sonra bana Bölo hikâye etmişti. Genç kadından kaçmak iste- di. Fakat o ince elini omuzuna koya- | rak buna mâni oldu. «Benden korku- yor musunuz?; diye sordu. Bolonun İçinde bir fırtına kopmuştu. Kendi nefsile müthiş bir mücadeleye giriş- mişti. Bu mücadelede galip geldi. Gü- | zel Amerikalı kadını fik gördüğü gün- denberi seviyordu. Böyle olmakla be- Taber, onu itti, ipek gömleğini açarak çıplak omuzu üstündeki küçük beya- zımsı bir lekeyi gösterdi. Gladys anladı ve korkusundan hay- kırdı. Eve döner dönmez, cüzâmlının kolüna dokunmuş olan elini ispirto banyosuna soktu. Hastalığın kendi- sine sirayeti korkusu onu âdeta çıl- BEYAZ*LERE (Bir Amerikan hikâyesi ) müthiş | dırtıyordu. Derhal cüza dair kitaplar aldı ve bir tel ruz olmadığına emniyet getirdi kat geçirdiği endi: saatleri pek mü kamını almak £ hayalperest, kalbsiz ve dın olduğunu Boloyu zabıta! sıhhiy: ber verdi. O tarihlerde cü karşı pek şedid amel tatbik olunuyordu. Hem Boloyu yakala- yten adalarından birine nak- söyler Bir cüzamlı hastalığın ilk safhasın- da hemen hemen tamamen nörmal bir adam gibidir. Hastalığı başkaları- na vermezler. O kadar cüzamlının eli- ni sıkmışımdır ki bunların sayısınca cebimde banknot olsaydı zengin sayi- Jardım. İlk devrede bir cüzamlıyı Şey- tan adasına sürmek büyük bir vah- şetti, Bu adalarda insan kılığından çıkmış bir takım biçare mahlüklar yaşar. Orada bir hastabakıcı bile yoktur. Cüzamlılar çürürler, kokarlar ve ölürler. Gladys böyle bir şey yapmamalıydı. Bolo rahat rahat yaşıyacaktı. Belki günün birinde başına bir Hindistan cevizi düşerek ölüp gidecekti. Yahut bir çok seneler sonra Şeytan adasına naklolunacaktı. Güzel Amerikalı bu zavallıyı polise haber verdikten sonra adadan gitti. Fakat her sene bir kaç ay için hava tebdiline geliyordu. Aradan seneler geçti, Gladys hâlâ güzel, taze ve zarif idi. Bir gün hur- ma ağacının gölgesi altında oturur- ken birdenbire müthiş, menfur bir mahlük üzerine atıldı. Bunun yüzü gözü artık insana benzemiyordu. El- leri yoktu. Mezardan çıkmış bir naaş gibiydi. 'Bu zavallı mahlük Bolo idi, Bir ge- mici sayesinde Şeylan adasından ka- çarak intikam almağa gelmişti. Gladys ti, güzel kadını yakaladi ve yanağın- dan ısırdı Doktorlar zenginlere karşı bazan pek zalim davranırlar. Gladysin ha- yatını bir hayli uzatmağa başladılar. Yaşadıkça azap çekti ve nihayet ge- çenlerde öldü. Hikâyeci Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Taksim: Limonciyan, Beyoğlu: İstiklâl caddesinde Dellasuda, Ga- lata: Karaköyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Nesim Azco, Eminönü: Salih Ne- cati, Heybellada: Halk, Büyük- ada: Halk, Fatih: İsmail Hakkı, Karagümrük: Ahmed Suad, Ba- kırköy: Merkez, Sarıyer: Nuri, Ta- yabya: Yeniköy, Emirgân, Rume- lihisarındaki eczaneler, Aksaray: Ethem Pertev, Beşiktaş: Nail, Ka- dıköy: Pazaryolunda Rifat Muh- tar, Modada Alâeddin, Üsküdar! İttihad, Fener: Emilyadi, Beya- at: Kumkapıda Belkis, Küçilkpa- sar: Hasan Hulüsi, Samatya: Çu- la, Alemdar: Çemberlitaşta Sırı Rasim, Şehremini: Topkapıda Na- Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler; Seneliği 9600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır “Rebivlâhir 6 — Ruzu Hır 41 8 İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yal L 625 846 432 833 1200 200 Va 208 428 12,14 145 1942 2145 İdarehane: Babiâli civarı Acımusluk So, No, 13 kaçmağa başladı. O arkasından yetiş- | Muhtelif plâk neşriyatı, 14 son şam neşriyatı: : 18,30 Konferans inden ? (Eski ve yeni Mu önü mına: Doktor Kâzım Esad (Çoc - da diş bakımı), 20,00 Belma ve arka- 1, 22,30 Ömeri Rıza tara- arabca söylev, 2045 Cemal ve arkadaşları tarefından 'Türk isi ve halk şarkıları (Saat aya- ri), 2115 Râadyofonik dram, 22,15 öpera ve operet parçaları. 23,00 son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Varşova (1339) saat 20,45 «Prens Jgors opera. Oslo (1154) 20,30 Senfo- nik konser. Breslav (316) 21,10 Opera musikisi. Marsilya (400) 21,30 Konser. Lizbon (477) 21,35 Piyayo konseri. Kolonya (456) 22 Kontralto, keman ve piyano, Belgrad (437) 23,15 İki pi- yano ile konser. Peşte (549) Bethoven, Brahms, «piyano». Dans musikisi Marsilya (400) sanat 23,45, Peşte (549) 0.25. 16 Haziran 937 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 18,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 son. İstanbul 14 Haziran 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) | Esham ve Tahvilât İst, dahili © 95,—|İş. B.Hamiline 9,89 Kuponsuz 1933 » Müessis 77,— İ isikrazı — 95, İT.C. Merkez | Onitürk | 18,55,—)| Bankası - . 88,— | e li 18,20,—| Anadolu his. 24,10 » Mi 18,0—,) Telefon 6,30 | Mümessil 1 44,20) Terkos 10— » N 40415) Çimento o 1350 >». kühat değir. 10,— İş Bankası © 9,80) Şark Oo» O 0,80 Para (Çek fiatleri) Paris © 17,71,75) Prağf (o 22,62,30 Londra © 626,—| Berlin 1,96,64 Nev York 78,75.—| Madrid — 13,89,75 Milâno © 14.95.80) Belgrad 8450.50 Atina 87,30,— Zloti 4,16,30 Cenevre | 3,4420) | Brüksel | 4,6713) Pengo ooo 3,98.56 Amsterdam 1,43,57| Bükreş (o 107,18,84 Soya (| 63,9,75) Moskova 23,98,50 İSTANBUL TİCARET ve ZAHİRE BORSASI 14/6/937 FİATLER İNSİ Aşağı o Yukan Kr. Pa, Kr.Pa. o z Buğday yumuşak de) 6 | » sert 537 6 53 Arpa 322 42 Çavdar 424 —— Kuşyemi dökme si —— Tiftik mal 1520 —— » derili No— .—— Peynir beyaz 2622 27 30 Pamuk yağı 44— 45— GELEN Buğday 1125 “Ton Çavdar 48 , Arpa 60 > | Mesir 2023/4 » Peynir 94 » Kaşar 131/4 » Tiftik 401/2 » Yapak 43/4 » Gi DEN —— —— Tiftik 1334 Ton Yapak 2 » Susam 10 > DIŞ FİATLER a Buğday: Liverpul 5,76 Kar. > Şikago 494 >» > : Vinipek 5.35 » Arpa: Anvers 50 » Mısır: Londra 361 > Kâten T. : Londra 8— » Fındik G. : Hamburg 94,52 > | Fındık . : Hamburg 94,52 » Kullanılmış bir şömine aranıyor Eski konaklardan çıkmış veya orada mevcut sağlam ve iyi bir şö- mine aranıyor. (Akşam) ilân me- murluğuna müracaat. Tel. 24240 No. 81 Kubilâyın oğlu, TI - Mayı ilk görüşte sevmişti. Akşam güneşi batarken Iki sevgili kameriyenin sarmaşıkları altında başbaşa kalmışlardı Şanga kurnaz bir adamdı. Bunun bir cariye olması zannını silmek için: — Kınm “Ti-MeŞing'in elinden bir bardak şerbet içmenizi - dilerim, prensim! Dedi. Cin-Kin sevinçle bardağı aj- dı.. gülümsedi — Ti-Ma-Şing nasılsın?. Ve genç kızın elindeki tepsiyi alıp yere bıraktı. Cin-Kin besbelli onü kar- şısında bir cariye gibi görmek istemi- yordu. 'Ti-Ma dudağının ucu ile gülerek te- şekkür etti. Cin-Kin elindeki şerbet bardağını genç kızın dudağına götürdü: — Bir yudum içemez misin, Ti-Ma? Şanga bunun mânasını anlamadı- ğı için, prensin kızına fazla Htifat et- tiğini sanmıştı. Ti-Ma kendi elile yapıp getirdiği şerbetten bir yudum içtikten sonra prense uzattı, Cin-Kin kendisine sunulan şerbeti emniyetle içti. Cengiz hanın, torunlarına şöyle bir öğüdü vardı: «— Yabancı bir yere gittiğiniz 2a- man, Size içki ve şerbet sunarlarsa, bunu kendiniz içmeden evvel, ev sa- Kibine içiriniz.. ve o içerken gözünü- zü üzerinden #yırmayınız! Olmıya ki, dost görünerek sizi zehirliyeler..» Kubilây han da - nikâhlı zevceleri müstesna olmak üzere - güzdelerinin elile gelen içki ve şerbetleri ilk önce bunu getirenlere içirir, bir müddet sonra da kendi içerdi. Cin-Kin de babası ve atası gibi yap- mıştı. Şerbeti içtikten sonra, elindeki kadehi yere alarak, sevgilisinin yüzü- ne baktı. Kadehi yere atmak, neşe ve saade- te işaretti. Bu Moğol üdetini Şanga gibi herkes bilirdi. ağ bunu görünce, kendi kendi- — Prens, kızımızı beğendi. Diye mırıldandı. Cin-Kin, genç kı- za yanına oturmasını işaret ederek” — Av etinden hoşlanır mısın, Ti- Ma”, Diye sordu. Ti-Ma: — Çok severim.. Diye <evap verdi. Cin-Kin, kızın babasına döndü: —.Altımın yanındaki heybede vu- Tulmuş kuşlar vardır. uşaklarımza emrediniz de onları buraya gelirsin- ler. Biraz sonra uşaklardan biri, kuca- Enda bir çok kuş olduğu halde bah- çeye geldi. Cin-Kin bunlardan güvercin bo- yunda kırmızı kanatlı ve uzun gaga“ İl bir kuşu eline alarak genç kıza uzattı: — Bu küçük hayvan beni ne kadar uğraştırdı. peşinde koşturdu bilsen! Ona kaç ok attımsa isabet ettireme- dim. — Çok sevimli bir mahlük, Nasıl vurdunuz sonra?.. — Bir dalın üstüne konmuştu. ya- yımı gerdim, nişan aldım. Fakat, oku- mu atacağım sırada uçtu.. onu hava- da uçarken vurdum. Baba, kız hayretle gülüştüler. Şanga kızına: — Prensi tebrik edelim, dedi, eşsiz bir nişancı doğrusu. Cin-Kin sözüne devam etli: —ı Onu vurduktan sonra, içimde derin bir sızı duydum.. zavallı kuşca- ızın bir kaç tane yavrusu varmış. Analarının vurulduğunu görünce ye- re kadar inerek çırpınmağa başladı- Jar, 'T-Ma hazin bir sesle sordu; — Çok mu acıdınız? — Odamda yıllardanberi besleği- gim biricik papağanım da ölseydi bu kadar acırdım. İnsanlar gerçek çok zalim mahlüklardır. Şanga: — Hayır, prensim! dedi. Kendinize bunu isnad etmeyiniz! Eğer zalim ol- saydınız, bir küçük kuşun ölümün- den bu kadar acı duymaz ve bundan bize bahse-bile lüzum görmezdiniz! * Ti-Ma babasının sözlerini tasdik ederek başını salladı: — Siz çok merhametli bir erkeksi- niz! Ben bir avcı tanının ki, bütün ömrümce onu unutmak ihtimali yok- tur. Bir gün babamla orman kıyısın-, dan geçiyorduk.. avcının biri çok za» rif bir kuş vurmuştu. Biz yolun kena- rında duruyorduk. Kuş yere düşünce çırpınmağa başladı. Avcı belinden bi- © çağını çekerek zavallı kuşsağızın boynunu kopardı. vücudünü ikiye böldü.. sonra kuşun küçücük gövdesi- ne dudağını bükerek taktı: «Sen bir işe yaramazsın!»> dedi. yere attı ve bir tekme vurup ezdi. yürüdü. Tek- rar yayını gerdi.. av peşinde koşmağa başladı Şanga hemen ilâve etti: — İşte, zalim diye bu adama der- Prens Cin-Kin avlar sevgilisine he- diye ettikten sonra kalkmak istedi. Ti-Ma gözünün cile prense baki- yordu.. belliydi ki genç kız prensin bu kadar çabuk dönmek isteyişinden memnun değildi. Şanga kızını sevindirmek kastile prense döndü: — Bir şarabımızı içmez misiniz? Hayli yorgun görünüyorsunuz! Cin-Kin bu teklifi reddetmedi.. Mânalı bir gülüşle Ti-Manın yüzü- pe baktı, — İçelim, Şanga!.. İçelim... Şanga kâmeriyeden ayrılmıştı. Şimdi iki sevgili sarmaşıkların * tında başbaşa kalmışlar” Güneş beliyordu. Ortalık gittikçe esmerleşiyordu. Ti-Ma merak içinde bocalıyordu: * «— Acaba prens beni candan sevf- yor mu?!» Bu şüphesini gidermek sırası gel- mişti., Prenisle yalnız kalınca her şey- den evvel bunu anlamak istedi. sor- du: > — Beni sevdiniz mi? Cin-Kin: — Şüphe yok, dedi, sevmeseydim 'kalır mıydım? —Eeni evvelce görmemiş miydiniz? — Hayır. — Hemen şimdi, ilk görüşte mi sey- diniz? — Een seni görmeden sevmiştim, 'Ti-Ma! Babam bir gün buradan ge- çerken seni görmüş. çok beğenmiş. Ben Koradan gelince senden bahset- ti: (Çiçek kadar Ince ve zarif bir kız buldum sana.. onunla evleneceksin!) dedi. Ve seni bana o kadar methetti ki,, görmeden içimde bir sevgi uyan- dı. Seni bu akşam ilk görüşümde bile bir yabancılık duymadım. Çoktanbe- Tİ tanışıyormuş, çoktanberi sevişiyor- muşuz gibi.. seni kalbimde ve damar- larımda hissettim. Ti-Ma önüne bakıyordu. Cin-Kin elini uzattı. Genç kızın saçlarını okşadı. Sonra birden sağ elile sevgilisinin $ol elini tuttu. kalem gibi ince ve za» rif parmaklarını avucunun içinde sıktı, 1 — Sen ne kadar güzel, mize na yakın bir kızsın, Tima! Ti-Ma vücudünde hafif bir ELA me duydu. “ Onun etine ilk defa bir erkek eli değmişti. Bu el bir ateş yığını halinde genç kızım bütün vücudünü sayar. ve yakıyordu. O sırada cariyelerden birinin çakıl taşlar üzerinden yürüyerek şarap ge“ tirdiğini güçlükle görmüşlerdi, 4 İkisi de dalgın ve heyecanlıydı. iki sinin de gözleri etrafını görmiyecek kadar dumanlıydı. Di Şarap getiren cariye kameziyenin önünde durdu., hafifçe öksürdü., Ikis si birden uykudan uyanırcasına silki« nerek başlarmı çevirdiler, Ti-Ma cariyeye: — Sen misin. Diye seslendi. Cin-Kin: (Arkası var). Sahife 11 Ea KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli