— a A e. ŞA, A ŞA, NN RE, e eğ e RR EN hi MR, e e »ı mes. nm V VWEW PEPE v Yu. ve. a »T av ıgvrez 26 Mayıs 1937 Mehmed Fehmi sokağın köşesini duydu, Bunu teskin için oradaki dük- kâna girerek sıcak bir süt içmek kâ- fi idi. Fakat bu açlık hissi ona istik- bali dehşetle hatırlatan bir feryad Bayılırdı. Derhal bir dostunun söyle- | diği sözler aklına gelmişti: Açlık pek kötü bir şeydir, demiş- $i. Bir iki gün açlıktan sonra insanın tükürüğü acılaşır. İnsan birdenbire bulantılar duyar, sicak yemek arzu eder. Yutkunur, Bu o kadar acıdır ki İnsanın midesini âdeta kavurur. Mehmed Fehmi güldü. Onun ce- bindeki paralar tamamen tükenme- mişti. Bir iki ay daha, tasarrufa ria- yet etmek şartile, Ankarada yaşıya- bilirdi. O zamana kadar da... Allah kerimdi elbette! Geç vakite kadar sokaklarda dolaş- tı. Artık handan bozma küçük otele döneceği sırada, bir küçük köpek X ayaklarına süründü. Mehmed Fehmi- hin vaktile bir köpeği vardı. Sokakta otomobil çiğnemişti. Pek sevdiği bu hayvanı hatırlıyarak ayaklarına sü- rünen köpeği aldı. Kendisine şimdi bir derd ortağı, bir dost bulmuş gibi memnun, otele gitti, Bir gün sonra, Ulus gazetesini okur- ken «kayıp köpek» ilânına gözleri Mişti, Adres veriliyor, kayıp köpeği kim getirirse mükâfat vaadolunuyor- du. Mehmed Fehmi mükâfat hatırı için değil, ahlâka riayet için köpeği sahibine göndermeğe karar verdi. Yenişehir taraflarında pek güzel bir evin kapısını çaldı. Evin hanımı Mehmed Fehmiyi görür görmez: — Vay, Fehmi! diye haykırdı. Aman gözlerime inanamıyacağım, Nereden çıktın ayol? Mehmed Fehmi de, hayretler için- de idi. Bu güzel, kibar ve zarif kadın Nebahat idil Karşı karşıya olurdular. Nebahat İstanbul Üniversitesinde kendisinin arkadaşı idi. Ayni fakülte derslerini takib ediyorlardı. O zaman Nebahat böyle şık, boyalı bir kadın değildi. Fakat güzel gözleri hiç değişmemişti. O kadar iyi arkadaştılar ki... Akşam- ları geç vakitler konferanslara git- mek için Beyazıd meydanından ge- çerken tatlı kalb meselelerinden de bahsettikleri olurdu. Bunlar ne me- sud dakikalardı! Yanyana, temiz bir arkadaş halinde, bir şefkat havası içinde yürümek tadına doyulmaz bir lezzet veriyordu. Nebahat ile Mehmed Fehmi biri- birlerinden hemen hiç ayrılmaz iki dost olmuşlardı. Fakat sonra, Neba- hati ebeveyni almışlar, Ankaraya gö- türmüşlerdi. Biribirlerine nasıl hü- zünlü hüzünlü veda ettiklerini Fehmi hâlâ hatırlıyordu, Duydukları teessür #çinde istikbale alt hiç bir vaad du- daklarından çıkmamıştı. — Kaç sene oluyor Fehmi? — Altı sene zannederim... Hayır, yedi. — Ne kadar çok! Bilsen, hayat ta beni ne kadar yormağa başladı, Feh- mi. Şimdi hem ev hanımlığı ediyorum hem iş kadınıyım. İki sene evvel ko- cam öldü. Burada, onun gayet iyi bir işi vardı. Bir çok Avrupa fabrikaları- nın Reprezantanı idi, Birikmiş para- mız yoktu. Biraz ihtiyatsızlık etmiş, elimize geçeni haretemiştik. Onun için kocamın yerine ben çalışmağa mecbur oldum. Elimdeki iş eskisin- den daha İyi gidiyor. Fakat ben! çok yoruyor. Her şeyle ben uğraşmak mecburiyetindeyim, Bereket versin ki burada hukuk mektebini bitirdim. — Desene, Nebahat, şimdi mühim, meşhur bir kadın oldun... — Alay etme, Fehıni, Ey, sen ken- dinden bahset, Ne yaptığını daha an- latmadın bana. Mehmed Fehmi büyük bir mahcu- biyet hissediyordu. Âdeta kekeler gi- bi cevap verdi: — Buraya ben de İş için geldim, dedi. Çok mühim bir iş takib ediyo- tum. Ben de İstanbulda bir şirketin başında çalışıyordum. Müdür mua- yini idim. Fakat şimdi kendi başıma Iş göreceğim — Bu elbette daha âlâ. Nebahat ona hâlâ eski dost sıfatile, pek samimi muamele ediyordu. O gün Uzun üzün konuştular. Eski samimi- yetlerini tamamile buldular. Meh- görüşmiyeli, İş ararken. | med Fehmi sık sık ziyarete geleceği- Mönerken, birdenbire derin bir açlık | ni söyliyerek ayrıldı. Filhakika, bu sözünü tuttu, Şimdi Ankaradaki hayatı onun için hem saadet hem azab idi. Nebahat onu hep ayni memnuniyet ve samimiyet ile karşılıyordu. Fehmi, vakti md meydanında biribirlerine sokul- muş bir halde konferanslara gider- ken kalbinde duyduğu şefkat hiss nin tekrar canlandığını görüyordu. Fakat içinde yaralı bir gururun acısi- nı susturmağa muvaffak olamıyordu. Akşama kadar Ankara kahvelerinde, pastacılarında boş boşuna vakit ge- çirmekten başka bir şey yaptığı yok- tu, Ne tarafa baş vursa bir iş bulamı- yor, gün geçtikçe parası bütün bütün tükenmeğe yüz tutuyordu Ona ilk günlerde ümid veren bazı ahbaplar şimdi artık hafif hafif istis- kale başlamış gibiydiler. O bunlardan derin bir teessür duyuyordu. Günler, haftalar geçti, Yaptığı te- şebbüslerin hiç biri bir fâyda temin etmedi. Gazetede gördüğü iş ilânları- nın hepsini okuyor, her tarafa baş vu- ruyordu. Fakat müracaat mektupla- rına cevap bile alamıyordu. Eğer içinde bu müthiş azab onu hırpalamasaydı Nebahatin yanında geçirdiği saatlerde ne kadar bahtiyar olacaktı! Nihayet, tekrar İstanbula dönme- ğe karar verdi. Nebahati yazıhane- sinde görmeğe gitti — Bu akşam gidiyorum, dedi. Ta- kib ettiğim işin mukavelenamesini İmzalamağa muvaffak olamadım. Nekahat bir şey söylemeden onun yüzüne bakıyordu. Dudakları hafifçe titriyordu. Sonra gülümsedi: — Öyle ise, Allâh selâmet versin, Yakında görüşürüz gene, değil mi? Ne vakit Ankaraya gelirsen beni ih- mal etme! Mehmed Fehmi eşyasını almak için akşam üstü otele geldiği zaman bir mektup buldu. Bu, gazetede gördüğü bir ilân Üzerine, iş istemek için mü- racaat ettiği bir yazıhaneden geli- yordu. Zarftan belli idi, Zarfı heye- canla açtı. Mektubu Nebahat imza etmişti, Ona kendi şirketinde bir müdürlük teklif ettikten sonra: «Bir de kocalık teklif ediyorum Fehmi, diyordu. İster misin? Seni pek çok seviyorum, sevi- yorum, seviyorum... Nebahat» Hikâyeci Eğer verilen nasihatleri dinleyipde NEVROZIN kaşelerini tecrübe etseydi bu ıstarablar çoktan dinmiş olacaktı. NEVROZIN En şiddetli baş ve diş ağrılarile üşüt- mekten mütevellid bütün ıstırabları keser, Nezleye, Kırıklığa, Romatizma- ya çok faldelidir. mmm İRİ KERİİ EKA 26 Mayıs 937 Çarşamba İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 19,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 San. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikiis, 19,30 Mandolin orkestrası: Berk ye arkadaşları, 20 Nezihe ve ar- kadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Riza ta- rafından arapça söylev, 20,45 Bimen Gen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı) 31,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son, Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Milâno (368) saat 22 Verdi; «Erna- nis opera, Peşte (549) 20,30 Lehar: «Prenses» operet. Viyana (507) 20,35- V. Giannini: «Regulems, Koro ve or- kestra, Prag (470) 21 Konser Berlin (356) 21,10 Konser, Oslo (1154) 22 Radyo orkestrası, Cezayir (319) 22,30 Senfonik konser. Varşova (1939) 22,45 Konser, Lüksemburg (1293) 22,50 Konser, Peşte (549) 23,50 Konser, Bükreş (364) 21,30 Viyolonsel, Var. şova (1339) 22 Chopin: «Piyano». Peşte (549) 22,40 Tzigan orkestrası, Dans musikisi Breslav (316) saat 20, Londra (kisa dalga) 18,35 - 20,30 - 0,20. 27 Mayıs 937 Perşembe İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi. 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi. 19,30 Spor müsahabeleri; Eşref Şefik. 20 Rifat ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve Halk şarkıları, 20,30 Ömer Rıza tarafından Arabca söylev. 20,45 Safiye ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve Halk şarkıları (Saat âyarı) 21,15 Or- kestra. 22,15 Ajans ve borsa haberle- ri ve ertesi günün programı. 2230 Plâkla sololar, opera ve operet par- | çaları. 23 Son Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli; Maçka, Taksim: İstiklâl caddesinde Kemal Rebul, Kurtu- Tuş caddesinde A, Galapulo, Be- yoğlu: Galatasaray, Posta soka- ğında Garih, Galata: Topçular caddesinde Hidayet, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy: * Halıcıoğlunda Barbut, Eminönü: Agop Minas- yan, Heybeliada: Halk, Bilyük- ada: Halk, Fatih: İsmail Hakkı, Karagümrük: Ahmed Esad, Ba- kırköy: " İstipan, Sarıyer: Asaj, Tarabya : Yeniköy Emirgân Ru melihisarındaki eczaneler, Aksa- ray: Ethem Pertev, Beşiktaş; Vi- din, Kadıköy: Pazar yolunda Ri- fal : Muhtar, Modada Alâeddin, Üsküdar: Merkez, Fener: Fener- de Emilyadi, Beyazıd: Kumkapı- da Belkis, Küçükpazar: Hasan Hulüsi, Samatya: Yedikülede Te- ofilos, Alemdar: Çenberlitaşta Str Rasim, Şehremini: Topko- pıda Nazım. İstanbul 25 Mayıs 1937 “AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvilât İst. dahili © 95,—Jİş. B.Hamiline 9,80 Kuponsuz 1933 » Müessis 77,— istikrazı —İTC. Merkez Ünitürk | 18,85,—| Bankasi 89,— Anadolu his, 23,85 Telefon 6,25 Terkos 10,50 » MN 40—| Çimento 13,70 a İttihat değir. 10,— İş Bankası (9/80) Şark » 1, Para (Çek fiatleri) Paris 17,63,—) Prağ 12,66,66 Londra (o 625,50) Berlin 1,96,94 Nev York 79,02.—| Madrid 13,890 Milâno (o 15,01,68 YES) Belgrad. 345725 di 518 İ zloti 4,16,62 ve 345,50 Brüksel (| 4,68,66) Pengo O 39886 Bükreş 107940 63,94,88) Moskova 24,00,25 KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 61 Kubilây han, en mahir avcılarla kaplan avına gidiyordu. Japon sihirbazı, Tiho ormanındaki kaplanlara el uzatan Insanın derhal öleceğini söylemişti | Cin-Kin dört günden beri -kendini bilmiyerek- dalgın yatıyordu. Kubilâyın oğlu o sabah yeni uyan- mışt, Hem de tıpkı korkulu rüya gö- ren bir insanın uyanışı gibi.. Cin-Kin gözlerini açtığı zaman, ilk önce: — Su. Diye bağırdı. İhtiyar münzevi, Cin-Kin'in ağzına su verdi, Cin-Kin iyice gözlerini açtı.. esnedi.. başını kaldırdı: — Kemiklerim sızlıyor.. beni döğ- düler mi?.. Diye mırıldandı. karşısında diz çömüş oturan, sakallarını dizine da- yamış bir ihtiyar gördü. Şe-Ting gülümsedi; — Sizi nehirden kurtardım.. dört gündür burada baygın yatıyordu-” nuz.. kemikleriniz sızlaması bundan» dır İhtiyar münzevi çok düzgün, çok ahenkli konuşan bir adamdı, Altmış Sene içinde yaşadığı saray terbiyesini hâlâ kaybetmemiş gibiydi. Cin-Kin gözlerini açınca biraz su içti. geniş bir nefes aldı.. havası çok güzel olan bü sahilde bir müddet göğsünü şişire şişire soludu... Nehire nereden ve nasıl düştüğünü hatırladı, — Beni arıyan, soran olmadı mı? — Hayır. — Kubilâym askerleri gelmedi mi buraya? — Hayir. Buralarda benden başka kimse dolaşmaz, — Bir münzevi. — Çoktanberi burada mısın?.. — Seksen yıldanberi.. Cin-Kin hayretle dudaklarını bü- kerek mırıldandı: — Az zaman değil, Nereden geldin buraya? — Tokyo ssrayından, Şa-Ting bundan sonra Kubilâyın oğluna başından geçenleri anlattı. — Ömrümü burada tamamlamak istiyorum, oğul! dedi, fakat, ne uzun, ne bitmez bir ömürmüş bu. Gece ya- tarken, ertesi sabah uyanmamak ar- zusile gözlerimi kaparım, Ertesi sa- bah güneş doğarken, uyanırım.. tek- Tar dünyayı görür ve meyus olurum. — Neden ölmek istiyorsun? — Yaşamanın zevki ve mânası kal- mayınca, insanlar daima ölümü ter- cih ederler. Ölüm, sürüklenerek, inli- yerek yaşamaktan kurtaracak.. fa- kat, neden bilmem? Semtime uğra- muyor. Onu her gün şu karşıki or- manlarda, 1ssız yollarda, nehir boy- larında arar dururum. Karşıma ne vahşi bir hayvan çıkıyor.. ne de bey- nime bir yıldırım düşüyor. Bütün felâketler, ıztıraplar benden kaçıyor- muş gibi.. hiç birisile karşılaşmıyo- rum. Cin-Kin hayretle içini çekti: — Nemutlu sana! Konuşuyorlardı. Güneşin kızıl ışığı, yüksek orman» Jarın arasından Tiho kıyılarına süzü- Jüyordu. Şa-Ting hayatını anlatıyordu. Cin-Kin, ihtiyarın verdiği yemişler- den yiyor ve bu iki asırlık adamın he- yecan, macera dolu hayalımı merak- la dinliyordu. : Yolun üstünden birdenbire yıldırım Süretile geçen atlıldırın ayak sesleri işitildi. Şe-Ting: — Galiba sizi arıyorlar! Diyerek kapıya çıktı. İhtiyar Japon münzevisi, o dakika- ya kadar, evindeki misafirin Kubilâ- yın oğlu oldüğünu bilmiyordu. Cin-Kin, bu temiz kalbli münzeviye kendisinin Kubilây ordusuna mensup bir zabit olduğunu, Atsu vadisinde fillerle boğuşurken nehire düştüğünü söylemişti. Cin-Kini arıyan zabitler Kulübenin önünde atlarını durdurdular İhtiyara sordular: — Münzevi Şa-Ting sen misin? İhtiyar yavaşça başını salladı: — Evet. — Prens Cin-Kin burada mı? İhtiyar münvezi birdenbire şaşa- Jadı: — Prens ÇCin-Kini tanımıyorum. Fakat, genç bir Moğol zabiti evimde dört gündenberi misafir olarak yatı- yor. Zabitler sevinçle atlarından indi- ler.. kulübeden içeri girdiler. ve bir ot yığınının üstünde yatan Kubilâ- yın oğlunu görünce hürmetle selâm- ladılar: — Bizi hakan gönderdi. kaç gün- dür sizi arıyorduk, prens Cin-Kin| Cin-Kin sevindi: — Babam nerede şimdi? — Tiho Kalesi önünde konakladı- Jar. Büyük ordu oradadır. — Atsudan döndünüz demek?.. — Dönmeğe mecbur olduk. Ordu bozguna uğramıştı. Tiho da tektar bir araya toplandık. Cin-Kin çok bitgin bir halde idi. ayağa kalkmak istedi.; dizleri tutmu- yordu. İhtiyar Şa-Ting, prensin önünde iğildi: — Bana kendinizi neden bildirme- âiniz? Size karşı bir kusur işledirase, aflediniz! Cin-Kin ihtiyarın elini öptü: — Beni ölümden kurtardın.. seni ölünciye okadar (o unutmıyacağım, Şa-Ting! . İstersen benimle “beraber gel. seni Pekine götüreyim. Babamın sarayında oturursun! Şa-Ting; — Daha çilem dolmadı, dedi, eğer buradan ayrılmağa karar verirsem, herhalde yolum Tokyo değil, Pekin olacak, Cin-Kini ata bindirüiler.. Şa-Tingin kulübesinden ayrıldılar, Yola düzüldüler, ... Kubilây kaplan avında... - General Liyo tamamile iyileşmişti.. Cin-Kin büyük karargâha geldiği gündenberi yatıyordu. Kubilây oğlu- na iyileşmeden kalkmamasını emret- mişti, Dağınık kuvvetler bir araya toplan- mış, ordu yeniden düzülmüş, bütün eksikleri tamamlanmıştı. Japon - Moğol sınırlarındaki geçim- sizliklere meydan veren valiler azle- dilerek, yerine daha muktedir ve âdtl valiler tayin edilmişti. * Kubilây, Tiho kalesinin sahibi di- ye Japonların taptığı ihtiyar büyü- cüyü yani ecdadı yılan olan sihirba- zı da yanına almıştı. «Sahib» bir gün avdan bahseder- ken, hakanın av meraklısı olduğunu öğrendi: . — Tiho ormanlarındaki kaplanlar bu mevsimde inlerinden sık sık çi karlar. Buradaki kaplanlar dünyamın hiç bir yerinde bulunmaz. Dedi. Zaten Kubilây da bozgun- dan sonra, ordunun işlerini bitirmiş ve av için hazırlığa başlamıştı. , General Liyo meşhur avcılardandı. Fakat, kaplan avından hoşlanmazdı. Hakan ne zaman kaplan avına çıkas cak olsa, Liyo derhal yüzünü buruş» turarak: . — Eyvah, gene tanınmış bir adas mı kurban vereceğiz. Der ve hakam ı avına git- mekten menetmek için bin türlü se. bep ve bahaneler bulurdu. 'Tiho kaplanlarından hakana bah“ sederlerken, şöyle demişlerdi? «— Buradaki kaplanlar daima eşle rile birlikte gezerler, Onları vurmak çok kolay olur. Fakat, bu kaplanla- rın derileri o kadar sert ve kalındır ki, en aşağı beş ok yemeden yere dev- rilmezler. Yere düştükten sonra da ardısıra beş on ok daha yetiştirmeli- dir. Bazan vücudünde oklar sallan» müştür!» i (Arkası var)