e a ii AKŞAM Öpüşmenin ne olduğunu bilmeyen insanlar var Asyada Annam da yaşayan Moi'lerin g Bundan üç yüz sene evvel, Fransız mütefekkiri Montaigne, Brezilyaya dair olan bir yazısında, Rio dö Janero civarında yaşıyan insanları şöyle an- latıyor: «Ticaret nedir bilmezler, rakkam nedir bilmezler, okuma yazma nedir bilmezler, fakirlik nedir, zenginlik ne- dir bilmezler; mukavele yoktur, miras Yoktur, pay ve paylaşma yoktur, elbi- $e yoktur, ziraat yoktur... Ancak ya- bancılaria savaşmasını bilirler, elle- rinde oklarile, çırıl çıplak savaşa gi- derler.» Bugün © «Moi» lerden bahesden Fransız edibi Roland Dorgelös, keli- Me kelime ayni şeyleri söylüyor. De- mek ki, medeniyetin el sürmediği in- Sanlar; ister şimalin buzları arasında. Yaşasınlar, ister üstüva çizgisinin ce- henneminde yaşasınlar; biribirlerinin aynidir, ... : Moiler, Mekong ovası ile Annam Yamaçları arasında Y gösterilir ve şu kelime- «Vahşiler çölüs otuz iye kadar, hiç bir Bedeni insan o Moilerle temas etme- Mişti. Ancak otuz sene evvel, 1906 - 1907 de etnograflar, Moiler diyarma gittiler ve bu kiremit rengi derililerin hayatlarını incelediler. Bu insanların Sarı derililerle ne dil ve ne de ört ba- kımından hiç bir münasebetleri ol madığı anlaşıldı. Moiler, yirmi asırdan- beri, çöllerde ve ormanlarda, medeni İnsan yüzü görmeden yaşıyanların neslidir, ilerinin de medeniyet #ayılabilecek âdetleri var. Roland Dorgelâs anlatıyor: Bir büyücü bir hastayı iyi ederse, İyi olan hasta, geçirdiği hastalığın derecesine göre büyücüye bir tavuk, bir domuz, bir manda hediye eder. Yok, eğer hasta ölürse, doktor ölenin 2ilesine bir pipo, bir gerdanlık veya bir bilezik verir. Bu hediye ölü ile be- Taber gömülür, Biz ölen hastamız için doktordan İazminat almıyoruz diye, Moiler ak- sini yaptıkları için onlara mutlaka Vahşi! dememiz mi lâzımdır? ... Medeniler tufanı, Nuhu, Nuhun gö Misini bilirler, Merak etmeyiniz, otuz Sene evvele kadar medeni insanlarla .İemas etmiyen, din kitaplarının hiç birini okumamış olan Moiler de bili- Yor. Bizden duymadıkları da mevzu- un başkalığından bellidir. Onlar tu- fanı şöyle anlatıyorlar; “Dünyanın başlangıcında çaylak Yengeçle kavga etti, sırtına bir gaga Yurdu, yengecin sırtı delindi. Hayvan- Cağız çaylaktan intikam almak iste- di, ama havalarda uçana ne yapabi- lirdi? Bunun üzerine Tanrıya yalvar- di, yağmur yağmağa başladı, sular, denizler kabardı, kabardı, bulutlara kadar yüksn'4!, çaylağı boğdu. Çay- beraber bütün insanlar da bo- Buldu. Yalnız iki kardeş kurtuldular, Bu iki kardeş, biri kız öteki erkek, bü- Yük bir kutuya sığındılar, yanlarına da her cinsten birer çift hayvan aldı- lar. Yedi gün yedi gece sonra bir ho- Toz ültü: Bu, tufanın sonunu haber Veren esti, Moilerin itikad ettikleri masallar- «A, tufan efsanesi gibi, Ademle Hav- VA, Babil kulesi efsaneleri de vardır. Moilerin hayatı, her medeni insan İçin şaşılacak bir hayattır. Bir evin kapısına asılmış garib bir “sim görürsünüz. Bu nedir? diye 80- tarsınız, Size cevap verirler; Bulaşık bir hastalık çıktı, Bübün köy «Kam» Ufüyor, Hastalık devam ettiği müd- detçe bu evo girilmez. Köyde, cinler basmasın diye, ateş yakılmaz, Gong çalınmaz, Her evin kapısına bir kâse pirinç bırakılır, hastalık kapı önünde İ karnını doyurup geri dönsün diye... Şefin karısı doğuracak diye, pirinç ilâhı ile barışılacak diye, beyaz ger- danlı saksağan kötü yana dönüp öt- tü diye «Kam> tutulur. İnsan medeni olunca bunlara gü- ler, güler ama bir şartla: On üç rak- kamını, çöp üstünden atlamayı, bir kibritle üç sigara yakmayı, ayın son çarşambasını, salı gününü uğursuz saymamak şartile... | Moili bir fil avcısı Yalnız bizde değil, Avrupada da bir çok köylerde güneş veya ay tutulun- ca havaya silâh atarlar. Moiler Gong çalıyor. Medeni insanlar sofrasında herke- sin, hiç değilse bir kadeh içki içmesi şarttır. Anadolunun bir çok yerlerin- de, ev sahibinin ikram ettiği rakıyı red. ev sahibini tahkir etmektir. Moi- ler biraz daha ileri . Eğer komşu bir köylü misafir olduğu köy- de ikram edilen pirinç rakısını içmi- yecek olursa, iki köy arasında harp çıkıyor. ... Bu kiremit tenli insanlar dinç ve gürbüzdür. Kolları bilezikli, kulakla rı küpeli ve çırıl çıplaktırlar. Yalnız kasıklarında bir bez parçası vardır. Bazıları da omuzlarını bir kumaş sa- rarlar, bellerine dolarlar. Üst dişleri- ni törpülerler ve siyaha boyarlar. Bu- nu meye yaptıklarını sorarsanız, 5İZe: «Köpekler gibi beyaz ve sivri dişli ol- mak istemiyoruz» derler. o w Kuzguna yavrusu anka görünür. müş. Moili erkek karısına hayrandır ve oradaki âşık yeryüzünün hiç bir yerinde bulunmaz. Misal: Bir Molli köyün en güzel kızına âşık, fakat kız yüz vermiyor, alay ediyor ve bir gün diyor ki: — Eğer bana ağzula kırmızı ka rınca yuvası getirirsen seni Severim, Kırmızı karınca bizim bildiğimiz arib âdetleri karıncalardan on misli büyüktür, bir gecede bir mandayı yiyip bitirirler, Âşık Moi ormaha gidiyor, kırmızı ka- rıncaların yuva yaptığı bir yaprağı dişlerinin arasına alıyor ve sevgilisi- ne götürüyor... Karıncalar adamı 50- kuyorlar, biçare ölüm tehlikesi geçiri- yor, fakat sevdiği kızla evleniyor. Bu çıplaklar diyarında her şey mü- bahtır sanmayın. İzalei bikrin cezası idamdır. Nişanlılar, bizim nişanlılar kadar biribirlerine hürmet ederler, hattâ daha fazla, çünkü onlar öpüş- mek nedir bilmez. Ancak, biribirleri- ne dokunmadan biribirlerini koklar- lar; koklaşırlar. Ama bugün hâlâ öpüşmedikleri malüm değil, madem- ki medeniyet girdi, öpüşmek te gir- miştir muhakkak. kadındır, çocuk kadınındır. Bunun için piç yoktur. Kadının kocası ölün- ce kadın derhal kocasının kardeşile veya bir akrabasile evlenir. Buna mec- bur olduğu için taline bazan seksan- senelik bir ihtiyar veya henüz dişleri çıkmamış bir çocuk isabet eder. Yeni gelin kaynanasını ilk ziyaret ettiği gün ona bir bakır bakraç hediye eder: Bu oğlunu beslediği sütünün bedeli- dir, &.LE Edirne Musevileri aralarında Türkçe konuşmağa başladılar Edirne — Son günlerde, Edirnede- ki Musevi yurddaşlar arasında türkçe konuşmak yolunda takdire değer ha- reketlerin arttığı görülmektedir, Bu memlekette yaşıyan ve kazanan yurd- daşların bu lüzumu kendiliklerinden hissederek harekete geçmeleri Eğirne- Heri çok memnun etmiştir. Bu müna- sebetile Edirnenin tanınmış avukat- larından bay Hayım Rehmo Musevi havrasında güzel bir nutuk söylemiş- Eskişehir (Akşam) — Hava şehid- leri ihtifali burada çok muhteşem ol- muştur. İhtifale binlerce kişi iştirak gazetesi namına büyük bir çelenk koyduk. Yukardaki resimde bu çe lengi taşıyan mektebliler ve lise öğ- retmeni B. Kâmil hitabesini söyler- ken görünüyor, ,dan <İttihad ve Teri “Ittihad ve Terakki,, nin son devirlerinde Suikasdlar ve entrikalar Tefrika No. 100, Yazan: Mustafa Ragıb Es-atlı Vahideddinin hükümetle münasebeti, baş vurmağı düşündüğü çareler Kozlarını paylaşmak için.. Vaziyet bu merkezde bulunduğun- yeni hüküm- darı hiç sevmemekie, onun kendile- rine karşı ne kadar amansız bir düş- men olduğunu bilmekle bereber, altıncı Mehmedi şimdilik Osmanlı tahtında muhafaza etmeği zaruri görüyordu. Gerçi bir müddet sonra bir vesile bulunarak, Sultan Reşadm bu İttihadcı düşmanı halefini hal'et- mek ve yerine İttihadcılara karşı husumetile tanınmıyan, hattâ çok müsaid bir mizaçta bulunan veliahd Abdülmecid efendiyi (sakit halife) iclâs etmek, ikinci Abdülhamidin sal- tanatına nihayet veren bu inkılâp fırkası için işten bile değildi. Fakat bu sıralarda yeni bir saltanat deği- şikliği yapmak, hiç de issbetli bir ha- reket olmazdı. Harbi yapan ve idare eden hükümet aleydarlığının mem- "eketle günden güne artması, henüz yeni saltanata geçen bir padişahın hal'ile büsbütün artıp çoğalabilirdi. 'Bu itibarla <İtlihad ve Terakki» altıncı Mehmed aleyhindeki niyet ve tusıwwurunu - artık binde bir ihti- malle - zaferle nihayet bulacak olan harbin sonunda tatbik edecekti. Şu halde hem padişah, hem de cemiyet aralarındaki kozlarını paylaşmak için harbin neticesini bekliyorlardı. bü- tün meşrutiyet senelerinde çekildiği inziva köşesinden - haneden âzasının hepsinden ziyade - büyük bir teces- süsle bütün hadi her meselenin iç yüzüne nüfuz etmek istiyen Vahideddin efendi, el altından «İttihad ve Terakki» nin muhalif ve düşmanlarile münasebetlerini temin etmeğe çalışıyordu. Bu şehzade, bu gizli tecessüs ve po- litikacılığını, bilhassa veliahd olduk- tan sonra, bir kat daha ârtlırmışlı, Hükümetin gizli tutmağa çalıştığı dahili, harici meselelere vakıf olmak istiyen vellahd, padişah olduğu güne kadar, bu gayeye ulaşmak için aklı- na geldiği, imkân bulduğu her çareye baş vurdu. Onun yakın bir istikbadle padişah olacağını tahmin eden bazı huluskârlar da veliahdın bu merakı- nı tatmin ekmeğe (çalışıyorlar, gör- dükleri, işittikleri şeyleri ona yetiş- tirmeğe gayret ediyorlardı. Bu ltibar- la son iki senedenberi veliahdın Çen- geiköyündeki köşkünün ziyaretçileri, dikkati celbedecek derecede artmıştı. Bunların içinde tanınmış devlet ri- cali, âyan Azası, eski vali ve seirler vardı. Bitlabi bunlar, İttihadcı hü- kümetle sâkaları bulunmıyan, ya- hud «İttihad ve Terakki» ye karşı kin duyan gayri memnunlardı.. İşte yeni padişah, daha veliahd iken hükümetin son günlerde nasıl bir vaziyette bulunduğunu - aşağı yukarı - biliyordu. Şu halde tahta geçtikten sonra tutacağı yolu - öte- ların besledikleri husumetin kendisi için de daha hafif ve müsamahalı olmadığına kanaat getirmişti. Nite- kim, halinden sonra bile Abdülha- midin, müfrit bir İttihadcı tarafın. leri takib eden, | dan atilan bir kurşanla, yakasnı ölümden güçlükle kurtardığını öğ- renmişti. Filhakika daha Balkan har- binden evvel, Abdülhamid, Selânikte İkamet ve muhafazasına tahsis edi- len Alatini köşkünün balkonunda apansız bir ölüm tehlikesi geçirmişti: Müfrit bir Abdülhamid düşmanı olan D.S. bey,bir gün sabık padişahın köşkün balkonuna çıktığını görün- ce, ortada hiç bir sebeb olmadan, âsabına hâkim olamamış ve birden- bire silâhım çekerek balkona ateş etmiş, mahlu hükümdarı öldürmek istemişti! Fakat kurşun, vukona bi- le rastlamamış, havada bir kavis çiz- dikten sonra bahçeye gömülmüştü. «İttihad ve Terakki» hükümetinin. bile kararı haricinde cereyan ederek hoş görmediği bu hadise, o zaman hükümetçe şiddetle saklanmakla be- raber, gizliden gizliye dillerde dolaş- mış ve ikinci vetiahd Vahideddin efen- dinin kulağına kadar gelmişti. Şimdi yeni padişah, vaktile hal'in- den sonra bile, ağabeysini öldürmeğe teşebbüs eden bu müfrit İttihadcı gi- bi kendi aleyhinde de yeni bir müte- şebbisin aynı tecrübeyi yapmak İste- mnesi ihtimalini düşünüyordu. Böy- Ie bir tehlikeye uğramıyacağını ona kim temin edebilirdi? Padişahın hükümetle münasebeti nasıldı? Maamafih o, henüz yeni tahta otur. muştu. Şehzadeliği zamanındaki vü- Ziyeti ne olursa olsun, kendisini ölü- me sevkedecek henüz bir icraatı yök» tu. Bundan başka hükümetle arala- rında resmen ve açıkça ihtilâfa S€ beb olan bir mesele de henüz meyda- na gelmemişti. Bilâkis - zevahiri kur. tarmak için - <İltihad ve Terakkb erkânı yeni hükümdara tazim etmek- te kusur etmedikleri gibi, padişah da Talât, Enver paşalar gibi İttihad- cı ricali iltifatlarına gark ediyordu. Bu mütekabil mürailik devam ettik- çe böyle apansız bir tehlike İle yeni padişahın hayatının tehdid edilmesi pek uzak bir ihtimaldi. Bütün bu sebeblerden başka, nü- #uzu ve halk nazarındaki mevkii sar- sılan bir hükümetin menfasi ve ga- yesi uğrunda hükümdarlık makamı- nı işgal eden bir «zat» a sulkasd yap- mağa hiç kimse kendisinde cüret ve cesaret bulamıyordu. Bahusus Vahi- deddinin istikbalde oynıyacağı rol de o tarihlerde hiç kimse tarafından