du. Barın basık tavanına doğru bir iki küçük balon yükselmişti. Halid yanındaki arkadaşa — Şurada oturalım, dedi. O kadın pek hoşuma gitti Cevap beklemeden, güzel kadının yanındaki masaya oturdu. Ona dans teklif elti. Kolunu beline doladı, Kadın güzeldi. Halid ka daklarına 'mağını koyarak - Neden- boyanmıyorsun? dedi, 'Ben boyasız kadınlardan hoşlanmam Kadın biraz geri çekildi. Ona dik- Katli dikkatli baktı. Alay eder gibi: — Size tesadüf edeceğimi bileydim boyanırdım, diye cevap verdi Caz kesildi. Eller çırpıldı. İkinci bir tango başladı. Fakat kadın dansında devam etmek istemedi ve Halidi ba- rın ortasında bıraktı, çantasını ala- Tak çıktı. Halid de arkasından gidi- yordu. Bir kaç adımda ona yetişti, Dar bir sokağa saptığını görünce, kolundan yakaladı. : — Dur bakalım, dedi. Sana söyliye- ceklerim var... Çok hoşuma gidiyor- sun Kadının ters bakışlarına ehemmi- du- yet vermedi. Omuzlarından tuttu, Kadın çırpınıyordu: — İstemem, bırak beni... Kadın es, kaldığı zaman, zorla öpülmeyi istememekle beraber, bu- nun pek tatlı bir şey olduğunu hisset- Mmişti — Hiç ulanmıyor musun? Hem utanmam, hem defa öptü, arkasından bir daha ... k defa biribirlerini gördüler. $, daha sık sık görüşmek için Halid kadınm evine yerleşti. Serab duldu. Küçük bir çocuğu vardı. Kocasından kalmış tekaüd ma- rdu. İşte bunun d onlardan pek hoşlandı. ndi bu evin sahibi ve efendisi di. Serabın parslarını yiyordu. ven genç kadın bir şey anla- mıyor, yahut anlasa da ses çıkaramı- yordu. Genç kadı elindeki para bitince, Halid evdeki eşyaya göz dikti. Ufak tefek bir kaç parça elmasını sattı. Sa- ondaki saati de aldı götürdü. Satılacak bir şey kalmayınca, veda bile etmeden çekildi gitti. Serab bir hayli ağladı. Sonra kendisine bir iş buldu. Çocuğunun terbiyesi ona bir takım vazifeler tahmil ediyordu. Ha- Nd ile sürdüğü dalalet hayatından ..mra çocukla biraz fazia meşgul ol- Cak lâzımdı. ... Halidi altı ay sonra tekrar gördü. Bir skşam eve döndüğü zaman, onu yere oturmuş, çocukla oynar bir hal- de buldu. Halid, yumuşak bir sesle: — Seni o kadar göreceğim geldi ki... dedi, Çalışıyorum şiindi. Serab Halidi görür görmez gene mMuhakemesini ,aklını kaybetti. Tatlı tatlı güldü. — Sahi, beni hâlâ seviyor musun? diye sordu. Bunun cevebını Halidin gözlerinde gördü, Onu öpmeğe atıldı. Fakat Ha- Md çocuğu işaret ederek mâni oldu. Çocuk Halide soruyordu: — Demek artık cezada değil sin? Annesi gülümsedi: — Cezası bitti, şimdi uslandı, de- di. Haydi, sen git, içeriki odada oy- na... Şimdi odada yalnız kalmışlardı. Halid onu arkasından tutarak kolla- Tının arasına aldı, Sıcak bir ağız en- #esinin üzerinden ateşin bir nefesle Onu okşuyordu. Bir buse genc kadının Yücudüne tatlı bir raşe verdi. Halidin Ağzı Serabın omuzlarında biraz fazla- ©a kaldı. Sonra tekrar ensesine geldi. Yukarı doğru, kulaklarına © çıkinen, #oğuk, katı bir şeye tesadüf etti. Bo- ğuk bir ses yalvardı: — Çıkar şu küpelerini, kuzum... Serap birâz geriledi. Büyük bir hüsnü niyetle küpelerini acele acele Şikârarak masanın üzerine koydu ve kendisini tekrar Halidin kollarına attı. Halidin dudakları sarhoşluk ve- Yen buselere tekrar başladılar, Berap gözlerini kapıyordu. Kirpik- lerinin © arasından karşıki aynaya urette bakıyordu. Ha- lidin bir elini arkaya uzatarak küpe- lerini aldığını ve elini cebine soktuğu- | nu gördü r zavallı kocasının a duğu bir hatıra idi. Kalan son ları idi. Kendisini dan kurtardı: erkeğin kolların. dedi Neden geldiğini — Halid ters bir suratla eğle — Anlamışsın, maşallahı y ama... Tekrar küpeleri alırım dersen aldanırsın. Yağma yok! Serap bu murdar aşklar kendisini tamamile kurtardığını hissediyordu. Nefretinden titriyordu — Küpelerimi ver bana, buradan defol, Yoksa... — Yoksa?.. — Şimdi avaz avaz haykırırım. Za- bıtanın aradığı «Avcı Halid» burada derim... Halid genç kadının kolundan yaka- — Demek biliyorsun? — Evet, Kim olduğunu iyice bili- yorum. Halid mağlüb olduğunu . hissetti. Küpeleri masanın üzerine bıraktı. Şapkasını aldı, kapıya doğru yürüdü. Fakat Serap ona seslendi: — Biraz bekle, dedi. Burada eşyan SENELİK 1400 kuruş 2700 kuruş var, Onları al. Bir daha gelmek için bahane teşkil etmesin. İçeri koştu. Ha çantasına koyarak eline koridorda Serabın çocuğu Başını okşadı. Kapıyı açacağı sırada durdu, başmı çevirdi. j — Serap, dedi; senden bir şey iste- miyecektim. ! Ben de şaşıyordum. Bir şey ko- parmadan buradan nasıl gidecek di- ye düşünüyordum... li Halid bu sözleri işitmemiş gibi gö- ! rünüyordu. Başını yere eğmiş, mml- | dandı: ! — Bena çocuğunun saçlarından bir Parça kes te ver Hikâyeci 19 Mayıs 937 Çarşamba İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 Plâkla Türk musikisi, 1250 Havadis, | 13,03 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. İ Akşam neşriyatı: 15 Ankara stadın- | dan naklen: Spor bayramı münase- | betile yapılacak merasim, 18,30 Plâk- | Ja dans musikisi, 19,20 Mandolin or- | kesirası Berk ve arkadaşları, 1945 Konferans: C. Halh partisi namına: Agüh Sırrı (Sporun fevaidi hakkın- da), 20 Nezihe ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030 Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45 Bimen Şen ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve er- tesi günün programı, 22,30 Plâkla so- lolar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Milâno (368) saat 22 Piyano konseri. Peşte (549) 22,30 Wagner: «Sigfrid» opera, Krali operadan nakil. Ham- burg (332) 21,10 Konser: Koro heyeti tarafından. Strasburg (349) 21,30 Sen- fonik konser. Berlin (357) 22 Orkes- tra, Cezayir (319) 22,30 Opera musi- kisi, Monako (405) 23,20 Senfonik konser. Sottens (443) 21,45 Piyano ve keman. Varşova (1339) 22 Piyano ve Viyolonsel. Frankfurt (251) 23,30 Schubert: «Kuartet» la minör, Dans Musikisi Varşova (1339) saat 23,10 - Marsil- ya (400) 24 - Lüksemburg (1293) 24. Londra (kisa dalga) 1245 - 2120 - 0,20 20 Mayıs 937 Perşembe İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 | Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Spor müsahabeleri Eş» ref Şefik tarafından: 20 Sadi ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve Halk şarkıları, 20,30 Ömer Rıza tara- fından Arabes söylev. 20,45 Safiye ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve Halk şarkıları (Saat âyarı). 21,15 Orkestra. 22,15 Ajans ve borsa Maber- leri ve ertesi günün programı, 22,50 Plâkla sololar, opera ve opor.t parça» ları. 28 San, AKŞAM neşriyatı lr. «Akşam: olanlara hususi tenzilât yapılır. Nöbetçi eczaneler Şişli: Maçka, Taksim: İstiklâl caddesinde Kemal Rebul, Kurtu- luş caddesinde A: Galapulo; Be- yoğlu: Galatasaray, “Posta gında Garih, Galata: Topçular caddesinde Hidayet, Kast Müeyyed, Hasköy Eminönü: Mehmed K belizda: o Tomadis, Merkez, Fatih: Hamdi, rük: Mehmed Arif, Merkez, Sarıyer: Nuri, Tarabya, Yeniköy Emirgân Rumelihisar eczaneleri, Aksaray: Ziya Nuri, Beşiktaş: Nail, Kadıköy: Pazer yolunda Merkez, Modade Pı İskender, Üsküdar: Selimiye, Fe- nr: Deflerdarda Arif, Beyazıd Ye ni Lâleli, Küçükpazar: Hikmet Cemi, Samatya: Çula, Alemdar: Divanyolunda Esad, Şehremini: Ahmed Hamdi. Abone Ücretleri Türkiye o Ecnebi 750 » 1450 » 400 > 800 » 150 » — ? Posta ittihadına: dahil olmiyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruşt Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır Rebiulevvel 8 — Ruzu Hızır 14 $ İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yak E 700 916 447 Gan İzer İsa 1407 18332115 : Babsâli civarı Acımusluk So. No. 13 Eskişehirde «Ses - Işık» müessesesinde sali- gazetesine abone (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvilât İst. dahli (o 95,—Jİş. B. Hamiline 9,80 Kuponsus 1933 » Müessls 77,— istikraxı 95,—İT.C. Merkex Ünitürk 1 20,17,50| Bankam © 89— » MN 19,85,—)| Anadolu his. 23,85 Mi 19,75—| Telefon 6,25 Mümessili | 44,50) Terkos 10,50 » MH 40—) Çimento (o 1390 . N İltihat değir. 9,50 İş Bankası (o 9,80) Şark O» O1,— Para (Çek fiatleri Parla o 17,72,—) Prağ 2275,25 Londra 623,—| Berlin 197,50 Nev York — 78,90) Madrit 13,76,40 Müâno o 15.08.—| Belgrad me Atina 8772— İzmi po Cenevre 3,47,— > Brüksel (| 4,71,—) Pengo O 399,68 Amaterdam 1,44,35| Bükreş ( 108,02,50 Solya 64,20,50| Moskova — 24,61,50 Iş bulmak için Uzun uzun düşünecek yerde AKŞAM gazetesine bir KUÇUK İLÂN koydurunuz. 3 defası 100 kuruş Yazan: İskender F. Sertelli Akbuğ,Cin - Kin; biribirine rakib iki kumandan, nehir boyundan atlarını sürdüler. fakat, karşılarına çıkan bir fil sürüsü hepsini dağıtmıştı! Suyun yerini öğrenen zabitlerle bir- likte birçok zabitler ve Moğol askerle- Tİ kaleye koşuştular. Su mahzenini buldular.. yukarıya tulumlarla su çek- tiler.. ufak, büyük birçok hayvanlara içirdiler, Hayvanlar biraz sonra sira İle birer ikişer kıvranıp yerlere seriliyordu. Bunu gören zabitler: — Cin-Kin'in hakkı varmış! demekten kendilerini alamadılar.. karargâha döndüler... — Kale kumandanına emrediniz de kulenin kapısını kırdırsın, İçeride- ki Japon muhariplerinin zehirlenip öldüklerine inandık.. mahzendeki sü- Dediler. Kubilây emir verdi: — Liyoya söyleyin.. hemen kulenin kapısını kırdırsın. Dedi. Fakat general Liyo hâlâ ça- dırında baygın yatıyordu. Çinli asker- lerden bazıları onu ayıltmağa çalışı- yorlar, bir takım ilâçlar yapıp gene- rale içiriyorlardı. Hâdiseyi Kubilâydan saklamışlar- dı. Artık bu işin gizlenecek tarafı kal- mamıştı. Gerçi kaleyi işgal eden za- bitler e hücum ederek kapıyı kırmışlarsa da, Liyonun başına gelen İelâketi de Kubilâya söylemeğe mec- bur olmuşlardı. Kubilây han oğlunun bu cesaretin- den ötürü kendisini taltif etmiş ve çok neşeli bir zamanında Liyo hak- kında kendisine verl#n omalâmatı dinliyerek birdenbire derin bir tees- sür duymuştu. Liyo böyle mühim bir Kaleyi işgali- nin ertesi günü, yapılacak bu kadar mühim işler varken, bir sihirbazın evine gidip afyon çekmesi Kubitlây hanı fena halde sinirlendirmişti. Kubilây han üşenmedi.. çadırından kalktı. Tiyonun o Karargâhima gitti. General Liyo çadırda gözleri kapalı.. ölü denecek kadar hareketsiz yatıyor- du. Kubllây, Liyonun zabitlerinden bi- rine sordu: — Afyon içtiğini gördünüz mü, Li- yonun?.. — Görmedik.. biz kapının dışında bekliyorduk. — Bu, afyon sarhosluğuna benze- miyor. Liyoyu zehirlemişler.. — Biz de böyle sanıyoruz. Afyon sarhoşluğu “nihayet bir gece sürer.. ertesi gün insan içmemiş gibi derhal ayılır. — Bu sihirbaz nasıl bir adam... Genç mi, ihtiyar mı? — Çok ihtiyar. yaşı yüzü geçkin. Japonlar ona «yilanın oğlu!» diyor. lar. Kubilây ince kaşlarını çatal gibi kaldırdı: — Bu ne demek?. — Sihirbazın ecdadı yılanmış.. ken- di de bir yılana benziyor. — Haydi gidin, getirin buraya o adamı!.. Zabitler gülümsedileşi — O gözümüzün önünde bir yılan oldu.. ve odasının içindeki delikten süzülüp gitti. Japon sihirbazını ele geçirmek kabil değil. — Bu nasıl iş? Öyleyse o yılanı ara- , yıp öldürünüz. — Japonlar (Tiho) şehrinin sahibi odur, diyorlar. Onu öldürürsek, gök- ten bin türlü felâket yağarmış. in- sanlar, tufanlar içinde boğulurmuş. Ordumuzu böyle bir felâketle karşı- Jaştırmaktan korkuyoruz. Kubilây: — Ben o herifin gebertilmesini is- tiyorum. Diye bağırınca, zabitler fazla bir gey söyliyemediler, Çarçabuk atlarına binip kaleye doğru gittiler. ... Birinci kuleyi ele geçiren Moğollar, ikinci kulenin de suyunu zehirlemek- te gecikmemişlerdi. Artık bu işi Cin-Kinin yapmasına Tüzum ve ihtiyaç yoktu. Kulenin su mahzenini arayıp buldular. suya 2e- hir attılar. iki gün daha beklediler, Kuledeki hâreketsizlik, Japon mu- hariplerinin diğer kulede olduğu gibi, zehirlendiklerini göste rdu, Cin-Kin ile alay eden Moğol zabit- Jeri yavaş yavaş yola gelmişler ve; (Hakanın oğlu çok zeki ve cesurdur. O bu işi yapmamış olsaydı, kuleleri elde etmek için, burada aylarca döğü- şecek ve bek'iyecektik..) demeğe baş- lamışlardı. Cin-Kini Moğol zabitlerinden bir çoğu çekemezlerdi. Cin-Kin fırkasına Moğollardan ziyade Çinlileri seçmişti. Moğol hizmetinde bulunan Çinli za- bitler de, ötekilerin aksine olarak Cin-kini çok sever ve sayarlardı. Kubilây bu hâdise üzerine oğluna: — Artık tek başına, fırkanla bera- ber düşman üzerine gidebilirsin! Demişti. : Kubilây orduya (hazır ol!) emrini vermişti. Liyonun yerine bir başka kumandanı (Tiho) kalesine muhafız olarak bırakmıştı. Liyo hâlâ baygın yatıyordu. Hakan onu da tedavi edil- mek üzere (Tiko) da bırakıyordü. Sihirbaz © «sahib» i öldürmek için günlerce ar'yan Moğol zabilleri kâ- rargâha eli boş olarak dönmüşlerdi. Moğol orduları (Tiho) kalesini üç günde ele geçirmişler ve kale önünde nihayet yedi gün kadar kaldıktan sonra, daha ileriye, büyük şehirler Üzerine akınlar yapmak üzere bir sa- bah erkenden (Tiho) nehrini takib ederek kaleden ayrılmışlardı. Ordunun önünde giden fırkanın başında Cin-kin bulunuyordu. Halbu- ki bundan önceki seferlerde Cin-Kin daima arkadan gelirdi. Kubilây artık oğluna ilimad edis yordu. b Kubilây hana: «Japon imparatoru sizi bekliyormuş!» demişlerdi. Bu sö- zü söyliyen adam ihtiyar bir Japon çobanıydı.. Kubilây çobanın sözlerini hoş görmekle beraber, bir keşif kolu vasıtasile daha İlerideki smırlara şöy“ le bir haber göndermekten kendini alamadı: «— Mikadoya benden selâm söyle- yin! Çok yakında, beklediği dostunun ayaklarına kapanacaklır..» ... Mikadoya selâm!.. ş İki gündenberi 'Tiho nehri boyun- ca gidiyorlardı. Kubilâyın Japon imparatoruna gön- derdiği selâm, bütün Japonlarla be- Taber Mikadoyu da sinirlendirmişti. Japon imparatoru çok kurnaz bir hükümdardı. Kubilâyın kendisine ha“ tır sormağa geldiğini duyunca, ilkön- Ce'ne kadar askerle yola çıktığını 50- Tuşturdu. / Mikadöya: v — Beş fırka ile geliyor... beher fırka, nın on bin askeri var. dediler, Demek ki Kubilây elli bin kişilik bir: ordu ile yola çıkmıştı. Gerçi Japonlar da bu kadar asker toplıyabilirlerdi, Fakat, asker toplamaktan maksat kus, ru bir kalabalığı ileri sürmek değildi. Kubilâyın hârpçı ordusile döğüşmek gerekti. — i Mikado, ne bahâsına olursa olsun, Kubilâyı büyük Japon şehirlerine sok- üzerinde pusu kurup bekliyordu. © * Moğol pişidar kolu bir sabah nehir boyunca giderken, geniş bir vadide bir çok kalabalık gördü. Moğol asker- leri bu vadiden geçip Atsu şehrine gis receklerdi. p Cin-Kin vadideki kalabalığı görün- ce, babasına haber gönderdi: « «— Japonlarla karşılaşıyoruz. At- su vadisinde düşman pusu kurmuş- tar» İ Kubilây bu haberi. alınca, pişidar' kollarını takviye ederek bu iki fırka- ya birden hücum emrini verdi. # Düşmanla ilk.safta karşılaşacak olan kumandalar arasında Akbuğ da bulunuyordu.