yet filmini bütün İstanbul büyük bir lezzetle seyretti. Bu Romeo Jüly kının benim hayatımda da büyi rolü olmuştur. Bakınız size anlala- yım; Milânoda tahsilimi ikmal ediyor- dum. Verorada Jülyet namına bina edilmiş bir âbide vardır ki romantik aşk meraklıları orayı ziyaret ederek dünyanın en güzel aşk şiirleri olan Shakspeare'in o manzumelerini or&- &a içlerini çekerek okurlar. Gençlik bu ya, bir gün ben de o Abideyi ziya- rele gittim. Başka ziyaretçi pek yok- tu, Yalnız iki kadın gördüm. Bir ana kıza benziyorlardı. Gayet zarif ve se- vimli idiler. Bunlar &bideyi ziyaret ettikten sonra oraya kartvizitlerini bıraktılar. Buda bir Adettir. Ben uzaktan kartvizitlerin şekline dikkat etmiştim. Kadınlar &bide muhafızının sattığı kartpostallar içinden beğendiklerini ayırmak için meşgul oldukları sırada, Abideye yaklaştım, bıraktıkları kart- yiziti aldım. Şöyle bir göz gezdirdim. Genç kızın ismi Giacinta idi. Türkçe- si yasemin demek. Sahiden de o ka- dar nefis ve güzel bir kız. Milânoya döner dönmez hemen özene bezene o adrese bir mektup yazdım. Jülyet mezarını ziyaret gü- nünü hatırlattım. Ve o lâyemut aşk kahramanının Abidesi önünde kal- bimde kendisine karşı doğan defin aş- kı anlattım. Ondan bir mülâkat rica ediyordum Ne birinci ne ikinci ne de üçüncü mektubuma cevap geldi. Benim de sabırsızlığım gittikçe artıyordu. Sa- hiden âşık gibi bir şey olmuştum. Dördüncü bir mektup daha yazdım. Bunda kütüphane kapısı karşısında- ki eski şatonun avlusunda randevu veriyordum. İsterse yanına dostların- dan başka bir kız da alabileceğini ilâ- ve ettim. Çünkü maksadım yalnız kendisini görmekti. Ertesi günü saat beşte, dediğim yer- &e idim. Fakat o gelmemişti. Bir çey- rek, yirmi dakika geçti. Kimse yok. Bakırsızlıktan bir aşağı bir yukarı do- Jaşıp duruyordum. Bu sırada gözüme başka bir genç kız ilişti. O da sinirli sinirli dolaşıyordu. Onun da birini beklediği muhakkaktı Ben kendi derdim ile meşgul oldu- Kum için ona pek dikkat edemiyor- dum. Bir aralık, genç kız çantasından dört mektup çıkardı ve göze çarpacak gurette bunları elinde tuttu. Kendi yazdığım mektupları derhal tanıdım ve hayret içinde kaldım. İhtimal ki bu kız benim gördüğüm kızın bir ahbabı idi. Mektuplarımı ba- na iade etmek için buraya gelmişti. Çekilip gitmeyi düşündüm. Sonra, merakımdan, ne olursa olsun, diye- rek genç kızın yanına yaklaştım. — Hele şükür! dedi. Artık bekle- mekten bıkmıştım. Bu mektupları ya- iz, değil mi? im Ama, nasıl olu; lar sizin elinizde bulunuyor? — Bu da tuhaf! Bana yolladığınız mektuplar benim elime gelmiyecek mi? Belki de bir yanlışlık var. Çünkü çehrenizden anlıyorum. Çünkü ben de Veronaya gittim, Jülyet âbi- desini gezdim ve oraya kart bırak- tım. Ama sizin dediğiniz günde değil, — Alay ediyorsunuz — Hiç değil. Ben Jülyet miyim, de- ğü miyim? soruyorum size. — Değilsiniz. — Ama siz Romeosunuz. Sıkıntılı bir süküt. Genç kiz: — Herhalde, mektuplarınızı alınız, dedi. Bir yanlışlık olduğu anlaşıldı. Fakat rica ederim, size benim adre- simi kim verdi? Âbideden aldığım kartviziti göster- âim. — Evet, benim kartım. Demek olü- yor ki siz oradan gördüğünüz kizın kartını alıyorum diye yanlışlıkla be- nimkini almışsınız! — Dalgınlığımın cezası. — Zarar yok. Allaha ısmarladık. — Durunuz, bir parça. Nasıl af ta- leb edeceğimi bilemiyorum. Size bir çay ikram edebilir miyim? — Nasıl isterseniz... Bir pastacıya gittik. Ben bir kon- yak içtim. O da bir sütlü çay içti ve bir kaç pasta atıştırdı. r da bun- | İki ahbab gibi öteden beriden ko- nuştuk, şakalaşlık, ayrıldık. Pek sempatik, hoş bir kızdı. Fakat benim aklım fikrim ötekin- de idi. Sokakta her kızın yüzüne ba- Kiyordum, Milâno gibi bir şehirde ara- nan bir kızı rasgele bulmak kabil mi biç? Aradan bir hafta geçti. İçimde, syni sastte tekrar eski şatonun bah- çesine gitmek arzusu uyandı. Bunun sebebini kendim de tayin edemiyor- dum. Ben şatonun bahçesine giderken, kütüphaneden Giacintanın çıktığını rmişebiğ mi? Gülerek yanıma gel- e tesadüf! dedi. Ey, Romeo, na- AKŞAM Tarih konuşmaları (Baş tarafı 5 inci sahifede) mukayyed bulundukda ammim Sul tan Ahmed han zemanında dahi © Ti şerif sadır ve mucebince amel olu- na deyu unvanına hattı hü: dirüb... babında inayet reca eyleme- lerile ... harek içün vechi meşruhs Okmeydanını muhafaza ve sıyanet için verilen bu hükmün alt kısmı yok- tur, Tarihi 1143 dür, Hüküm, birinci Mahmud zamanında verilmiştir. Fa- kat daha sonraları da bir kaç defa tecdid edilmiştir. En son verilen hük- mün tarihi evasılı muharrem 1266 dır, Bu hüküm derya kaptanı Refet Sü- leyman paşa İle gene Galata mollası- na hitaben yazılmıştır. Bu vesika gös- teriyor ki, eskiden Okmeydanı ordu- silsınız bakalım? Ben ona ismimin Ahmed olduğunu söylemiştim. Fakat o bana Romeo de- meyi tercih ediyordu. Şimdi alay edi- yordu: — Bugün de başka bir Jülyetle mi burada randevunuz var? — Hayır, size tesadüf ederim ümi- dile gelmiştim. — Pek naziksiniz. Ben de tıpkı ay- ni düşünce ile buraya geldim. Bana bir çay ikram eder misiniz? Gülüşe gülüşe yürüyorduk. — Size, dedim, bir rüya anlatayım. Rüyamda, Jülyet âbidesinde imişim. Orada büyük bir vazo görüyorum. İçinde numaralar var. Büyük numara çekersem mesud olac küçük nu- mara çekersem bedbah n di- ye niyet tuttum, Bir kâğıt çektim. Üzerinde numara yoktu. Yalnız bir | Isim vardı... — Muhakkak Jülyet yazıyordu. — Giacinta idi, sizin isminiz... — Rüyanızda bile yanlışlıkla gene benim kartvizitimi yakalamışsınız ga- Nba! — Hayır, kader daima bizi birleş- | tirecek demek. Siz kadere inanmaz | misiniz? | — Ben insanların kendi kaderleri- | hi kendileri yaptığı kanaatindeyim. — O halde biz de mukadderatımızı kendimiz yapalım... İşte bu suretle evlendim. Hikâyeci Abone Ücretleri Türkiye © Ecnebi SENELİK 1400 kuruş 2700 kuruş 760 > 1450 > ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek “Rebiulevvel 3 — Ruzu & İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yan EL 722 926 452 848 1200 150 Va 240 4, 12,10 1607 19,18 2105 İdarehane: Babiâli civ. Acımusluk So. No. 13 Istanbul 13 Mayıs 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvilât Yarının emri alına verilmiştir. Ve “Türkler, bu en mühim spor meyda- ninın tecavüzden masuniyetine daj- ma ehemmiyet vermişlerdir. Ahmed Refik 14 Mayıs 937 Cuma — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 17,00 İnkılâb ders- leri: Üniversiteden naklen Recep Pe- ker tarafından. 18,30 Plâkla dans musikisi, 19,25 Konferans: Doktor İbrahim Zati: (Gıda meseleleri) hak- kında. 19,50 Konferans: Spor fsvaidi hakkında bay Suat Ce: 20,00 Türk musikisi hey . 20,30 Bay Ömer Rıza tarafından arabca söylev. 20,45 Vedia Rıza ve arkadaşları tara» fından Türk musikisi ve halk şarkı- ları: Saat ayarı. 21,15 Sanatkâr Naşi- İ din iştirakile Şehir tiyatrosu komedi | kısmı (Bin bir gece masallarından Maruf). 22,15 Ajans ve borsa haber- leri ve ertesi günün programı, 22,30 Piâkla sololar, opera ve operet parça- ları. 23,00 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Roma (421) saat 22 Franz Lehar; 4Lüksemburg Kontus operet. Milâno (368) 22 Modern musiki konseri, Peş- te (549) 20,30 «Saba kıraliçesiz opera, Varşova (1339) 21 Verdi: «Travialas opera. Tuluz (328) 21,30 A. Thomas: «Le Calds opera. Prag (470) 2125 Dvorak: «Serenata» si bemol majör, Cezair (319) 22,30 Bethoven festivali, Kalundborg (1250) 23,20 Modern Rus musikisi, Monako (405) 23,30 Yaylı İ sazlar orkestrası, Beromuenster (396) 21,55 Klarnet ve piyano Lüksemburg (1293) 23,20 Weber: «Kuarteta si be- bol majör. Eerlin (356) 21,10 Operet- ler. Peşte (549) 025 'Tzigan orkes- trası, Dans Musikisi Frankfurt (251) saat 23,30 - Mar. silya (400) 24 - Viyana (506) 24- Londra (kısa dalga) 24. 15 Mayıs 937 Cumartesi İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. İm İSTANBUL TİCARET ve ZAHİRE BORSASI 13/5/9317 FİATLER Kr.P. K.P. Buğday yumuşak GA > sert G2 Arpa 4 4.2 Afyon ince 620 — Beyaz peyni 24,15. 29 Zeytinyağı ekst. 63 pi ——— m —ğ—— ——— İst. dahiir o 95,—Jİş B. Hamiline 9,90 Kuponsuz 1993 » Müessis 77,— htikrarı 0 95,25İT.C. Merkez Ünitürk | O 20,35) Bankası N— » 19,5İAnadoluhis. 23,80 . MM 19,5İ Telefon 62 Mümessil | 44,30) Terkos 10,50 senii Çimento 14,03 . İtihat değir. 11,25 İş Bankası 9,80) Şark e 1, Para (Çek fiatleri Paris oo 17,64,50) Prag o 22,668 Londra | 625,—İ Berlin 1,97,— Nev York | 79,06İ Madrit 19,84,— Miâno o 15,03,20 - Atina 7,4— “Bü a Cenevre 345,32 iy Birtkanl 49, Pengo 30 Amıtardam 1,43,85) Bükreş ( 107,52— Solya o 64— | Moskova 74,15,50 GELEN m Buğday 465 Ton Çavdar 30 > Arpa 45 » Beyaz peynir .33 > Un 356 , Mısır 30 > Pamukyağı SI 3 Tiftik 73 Mercimek 2; Zeytinyağı 112 GİDEN Yapak 49 1/2 Ten, DIŞ FİATLER Buğday: Şikago 5,67 Arpa: Anvers 5,05 Fındık G. : Hamburg 87,52 » Kar 87,52 i tarafından | yanu | şevketmakrun keşide kılındığın bi- | Yazan: İskender F. Sertelli N Sshife 9 - KUBİLÂY HAN No. 49 Moğollar etten merdiven kurarak sur- lara tırmandılar. General Liyo, koluna saplanan oku elile çekip yere atmıştı. Asker bunu görünce çoştu.. General Liyo, sularını boşalttığı su- Tun dibine askerlerini yığdı.. sura mer- divenler kurarak çıkmağa başladılar. Fakat, surun üstünde durmak kabil değildi... iç surlardan atılan oklar Mo- ğol askerini büyük telefata uğratıyor- du. Liyo surlara çıkan askere: — Surun üstünde durmadan he- men öle tarafa atlayın!. Diye emir vermişti. Burun üzerine çıkan Moğol muha- ribleri derhal öte tarafa yani sulann boşaldığı boşluğa atlıyordu. Bu boşlukta tabii siperler vardı. Moğollar burada kendilerini Japon oklarından koruyabiliyorlardi. Suların çekildiği boşluklar batak- lık haline geldiğinden burada bir çök zorluklarla karşılaştılar. İç surların duvarları alçaktı. Moğol askeri burada o gecelemeğe mecbur olmuştu. İç surlara gece bâs- kını yapmak fikrinde olan general Liyo askerini bataklıktan geçirmenin yolunu bulmuştu. Ortalık kararma- dan bir çok çadır bezleri tulum haline getirilerek bataklığın o üstünden bü suretle yürünebileeek yollar hazır- Janmıştı Kubilâyın oğlu kaleye hücum yap- mak için can atıyor, fakat babasın- dan emir almadan yerinden kımılda- mak istemiyordu. Bir aralık Kubilâ- ya sordü: — Liyoya yardıma gitsem, daha faydalı olmaz mıyım? Kubilâyın 'Tiho kalesi önünde oğlu Cin-Kine verdiği cevap Çin tarihleri- ne darbı mesel olarak geçmişti Kubilây oğlunun kolundan çekerek bir çok zabitlerin yanında kendisine şu cevabı verdi: «— İnsan çarşıda cebindeki parası- ni birden sarfederse, çabuk iflâs eder. Harpta kuvvet, cepteki paraya ben- zer. Ordu kumandanı, emri altımda bulunan kuvveti, hesabını çok İyi bi- len bir tüccar gibi, düşünerek ve azar azar sarfetmelidir.» Kubilây, dört fırkaya ayırdığı bü- yük ordusunun ancak bir fırkasını 'bu kalenin işgaline memur etmişti. — Yiyo bu işi yapacak. Yolumuz Çok uzundur. Bütün askerimizi Tiho kalesinin zaptında yoracak olursak, ileride düşmanla çarpışacak kuvvet bulamayız.. hepsi yorulur.. harptan usanan askerden hayır kalmaz, Diyordu. Kubilây Tiho kalesi önünde oğlu- nun gösterdiği bu alâka ve sabırsız- lıklan memnun olmuyor değildi. O, harpte her ferdin daima tetik ve ate- şe hazır bir vaziyette bulunmasını görmekten zevk duyardı. Kubilây bu harte Cin-Kini deni- yordu. Kendi kendine: — Cin-Kin istediğim gibi bir mu- haribdir, Onu bu kadar atılgan san- mazdım. Diyerek göğsünü kabartıyordu. General Liyonun kumandası altın- da on bin kişi vardı. Tiho kalesini zaptetmek için bu kadar kuvvet çok- tu bile. Kubilây: — Eğer iç vedış surların arasına Japonlar su doldurmamış olsalardı, bu kaleyi daha öz kuvvetle bir gece içinde ele geçirirdim, diyordu. sö. TTibo kalesi nasıl zaptedildi? Liyo, gece baskını yapmak için, or- talığın kararmasını bekliyordu, Kubilây bataklığa serilecek tulum- ları hazırlatmıştı. Güneş batınca Liyonun askerleri derhal faaliyete geçtiler. Japonların gece harb etmek âdetleri değildi.. bu- nu mağlübiyete işaret sayarlardı. Bataklıklara hemen tulumlar atıl dı. Moğol askerleri birinci surun di- binden kazdıkları deliği büyülterek buradan içeriye girmeğe başladılar. Tulumların üzerinden kolayca ge- çerek iç surun dibine varmışlardı. Japonlar o gece Moğolların boş dur- mıyacağını gündüz keşfetmiş olacak ki, gece surlarda yürüyen, koşuşan gölgeler gittikçe artıyordu. Ksle kumandanı Japonlarca çok tanınmış ve halk tarafından çok sevil miş Ta-Ping adlı bir askerdi. Kubilây o gün kale kumandanına şöyle bir haber göndermişti: «İki taraftan da boş yere kan dö- külmemesi için, kaleyi bize tes- Timediniz. Dağlar ve ovalar Mo- ğol askerile dolmuştur. Bu kuv- vete karşı mukavemet göstermek delilikten başka bir şey değildir. Bu suretle hareket ederseniz, ge- rek kale muhafızlarını, gerek ka- saba halkını kılıçtan geçirmiye- ceğim. Aksi takdirde hepiniz öle ceksiniz!» Kubilây Han Kale muhafızı Ta-Ping, Kubilâyın bu mektubuna iki saat sonra şu ce vabı verdi: « «Tiho kalesinin şetefli bir tarihi vardır. Bu tarihi, kaleyi müde- faasız teslim etmek gibi, ancak satılmış kumandanların göstere- bileceği korkaklıkla kirletmek is- temem, Son Japon çocuğuna ka- dar kaleyi müdafaa edeceğim.» Ta-Ping İki tarafıta şiddetli davranıyor. merdane hareket ediyordu. Moğol orduları Japouyayı istilâya gelmişti. karşısına çıkacak bütün engelleri yıkacak, çiğniyecek ve yolü- na devam edecekti, 'Tiho kalesine gelince. onun da şe Tefli bir ynazisi vardı. Uzun yı'iardan, hattâ asırlardanberi bu kale Jpan- ların elinde bulunuyordu. Vakti'e bir kaç kere Çinlilerin tasrruzuna uğra- mışsa da, uzun ve kanlı savaşlardan sonra, kahramanca mukavemet “ös tererek düşmana teslim olmamış. ve Çinliler büyük telefat verip dönmüş” lerdi. Japon imparatorunun bu köle için söylediği şu sözler Japonyada öliler- de dolaşırdı: «Tihoda muhafız olabilmek için, bir adamın yalnız asker doğmuş olması yelmez. O adam ayni 28- manda da kahraman oğlu kahra- man olarak doğmalıdır!» Mikadolun bu kaleye kudsiyet iza- fe etmesinin bir çok sebepleri vardı. 'Tiho kalesi merkeze çok uzaktı. Mo- gol sınırlarında bulunduğu için, hiç bir gün kavgasız geçmezdi. Kaleye gelen muhafızlar memleketlerine ko- Jay kolay dönemezlerdi. 'Tiho kalesi Japon üskerlerinin men- fası sayılırdı. Fakat, bunun halk ta- rafından şerefli sayılan tarafları da vardı. Bir asker Tiho kalesinden dön- dükten #örira, ölünciye kadar köndi- sinden ve ailesi efradından hiç bir vergi alınmâzdı; 6 adam kendi muhi- tinde çok şerefli bir insan olarak döi- ma saygi ve sevgi İle karşılanır, hatı- rı sayılır, her mecliste, her yerde Sö“ zü geçerdi. Genç kızlar Tiho kahra- manlari veya onların oğullari'e evlen» mek isterlerdi. İşte 'Tiho kalesinin böyle cazib, bir tarihi ve meşhur kahramanlar kadar tanınmış meraklı bir hüviyeti vardı. Kubilây han, bu kalenin tarihini yakından öğrendikten sonra, kale ku- mandani Ti-Pinge kaleyi teslim çt- mesi için haber göndermenin bile mâ- nasız olduğunu anlamıştı. Böyle bir kalede, müdafaa ederek ölmeyi seyet ve uğur sayan yurdsever mühavib- lere bunu teklif etmek bile gülünç olurdu. Kubilây, Ta-Pingin cevabını alınca, kendisine mektup yazdığına bile pişman olmuştu. İç surların dibinde toplanan Moğol askerleri yukarıya çikmak için «e ten merdiven» kurmağa başlamışlar» dı. Moğollar birbirinin üstüne bine- rek en yüksek duvarlara kolaylıkla çıkmakta pek mahir olduklarından, surlara çıkmakta da güçlük çekme- diler, Fakat, Japonlar o gece tehlike. Yİ görünce, Ta Pingin emre yaylar nı gerip, Moğollar üzerine ok yağma ru yağdırmağa a DM