oem pa a ük Her akşam bir hikâye Şişlide büyük bir apartımanda otu- Tuyorlardı. Gayet güzel bir de köpek- leri vardı: Zıpzıp... Muallâ da kocası Mahir de Zıpzıpı çok severlerdi. Zaten Zıpzıp da öyle bir hayvandı ki insana kendisini zorla sevdirdi. Lâkin bu bahçesiz yerde, apartı- manda Zıpabın cani fena halde sıkı- hyordu. Hayvana günden güne sinir geliyordu... Bir gün hizmetçi Despi- na: — Zıpzıp hasta olacak... Onu biraz dolaştırayım.. dedi. Bu Muallânın da kocasının da pek hoşuna gitti. Despina Zıpzıbı aldı. Hürriyet te- pesine doğru yola çıktı. Fakat Zıpzıp gezmeğe çoktan beri hasret olmalı ki Despina eve ancak saat sekize doğru dönebildi. Genç kadın son derece yorgundu. Bitkin bir halde Kapıdan içeri girdi. Saçları darma dağınık olmuş, dudak- Yarının boyası azalmış ve yanaklarına hafifçe dağılmıştı. Muallâ: — Despina nerede idin?. diye sor- du. Despina yorgun bir tavırla cevap verdi: — Zıpzıp sokağı, güneşi o kadar sevdi ki onu uzun uzun dolaştırdım. Bir türlü eve dönmek istemiyordu. Ben de kıyamadım.. Muallâ: — İyi, dedi, hayvan biraz hava el- Ertesi günü öğle yemeğinden sonra Despina yeni elbiselerini giymsi, yeni Iskarpinlerini ayağına geçirmiş, bo- yanmış, tımaklarının manikürlerini tazelemiş Muallânın karşısına çıktı: — Zıpzıbi gezdireceğim... dedi, Muallâ memnun oldu: — Aferin Despina.. bu hayvanı sen de düşünmesen hasta olacak... Despina memnun, Zıpzıp memnun kapıdan çıktılar, Zıpzıp da bu gezin- tinin şerefine süslenmişti. Boynuna kıp kırmızı kocaman bir kurlede ta- kılmıştı. Despina ona yeni alman tas- ma ile zinciri geçirmişti. İkisi de ılk mayıs sabahından fevkalâde keyifler» mişlerdir. Neşe içinde Hürriyet tepe- sine doğru ilerliyorlardı. Muallâ on- Jarı balkondan seyrettikten sonra içe» ri girdi. Despina artık Adet edinmişti. Öğle yemeğinden sonra giyiniyor, kuşanı- yor, Muallânın karşısına çıkıyordu: — Zıpzıbı gezmeğe götüreyim mi? — Kızım.. bügün evde işin var... Daha dün Zıpzıp gezdi.. diyordu. Fakat Despina: — A.. ne diyorsunuz? Hayvan has- talanacak.. diye altından giriyor, üs- Adapazarı (Akşam) — Adapaza rında çok mükemmel bir gayeye tam hızla yürümekte ve Öğretmenler biriktirme ve yardım sandığı adını ta- gıyan bir teşekkül var, Hâlen Adapa- zarında orte ve İlk okul öğretmenlerile bu kazadan muhtelif vilâyet ve kaza- lara nakledilmiş olan öğretmenlerden #baret olmak üzere bu teşekkülün bu. gün yüz elli kadar hissedar azası var- dır. Sandığın mütedavil sermayesi şimdilik on bin Tiradır. Nizamnamesinin her maddesile öğ- retmenlere her türlü imkân ve kolay- lıkları temin eden bu sandığın başar- dığı değerli ve verimli işlerden birisi PZMP için Muallâdan izin koparıyordu. Bir gün Muallâ Despinayı yeni yaptırdığı çamaşırları giyerken gördü: — Ne o Despina? Hayrola?.. Despina kızardı: — Hiç. dedi... Çamaşır değiştiriyo- rum.. bugün biraz Zıpzıbı dolaştıra- cağım.. — Bugün de mi? — Ne yapayım?.. Hayvan hastala» Aradan üç dört ay geçti. Zıpzıbın gezmeleri devam ediyordu, Bir gün Muallânın Kocası Mahir bir arkadaşının otomobili ile Hürriyet te- pesine doğru gidiyordu. Asfalt yolun dönmeçlerinden birinde otomobil bir- denbire bozuldu. Arkadasi Mahire: — Burada beş on dakika bekliyece- giz... dedi. Mahir otomobilde oturur- ken bir de baktı. Yolun kenarında Zıpzıpla başka, iri yarı bir köpek... İki hayvan iki ateşli âşık gibi birbir- lerine sokulmuşlar, oynasiyorlardi. Mahir: — Zıpnıp!. diye seslendi, Zipzıp dö- nüp baktı, Lâkin o yanındaki iri yarı öteki köpekle o kadar meşguldü ki al- dirış bile etmedi, Kuyruğunu sallıya- Tak arkadaşı kocaman köpeğin etrafın- da dolaşmağa başladı. Mahir merak etmişti. Acaba Despina nerede idi?.. Etrafa baktı. Genç kadın görünür- de yoktu. Otomobilden indi. Zipzbın yanına geldi, Kulak verdi. İki ki pe- gin biraz ilerisindeki çallığın arkasın. dan fısıltılar geliyordu. Mahir çalıları araladı. Baktı, Vay, vay, vay... Despina iri yarı bir delikanlının ©- muzuna başını dayamış, Ona gülerek , birşeyler anlatıyor.. Genç kadın Zıp- bi tamamile unutmuştu. Mahir: — Despina.. diye seslendi. Genç ka- dın silkindi. Yerinden fırladı. Koştu. Zıpatın boynuna tasmasını geçirdi. İri yarı delikanlı da kalktı, iri yarı köpeğin boynuna tasmasını taktı. Yo- la koyuldular. Akşam Mahir eve dönünce kati ültimatomu verdi: — Artık bundan sonra Zıpzıbı ben gezdireceğim.. Bu güzel bir bahane Idi. Şimdi Ma- hir her akşam üstü tıraş, oluyor, elbi- se değiştiriyor, hatlâ bazen çamaşır bile değiştiriyor, saatlerce Zıpzıbı do- laştırıyor. Despinaya gelince. genç kadın: — Artik ben burada duramam. di- çıktı. yere, gezüirilecek köpeği olan bir âlle- tünden çıkıyor, Zıpmbı gezdirmek İ nin yanına kapılandı. (Bir yıldız) e mm aa aaa aaa eN de kültür alanındaki sistemli faali- yetidir. Sandık geçen yıl sonlarına doğru mühim meslek ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir matbaacılık kö- şesi kurmuştur, Matbaada bütün Yi- Jâyet ilk okullarına komşu vilâyetler- den bir çok okullar için öğretim pren- siplerine uygun masal ve hikâyeler 56- risi basılmakta, müfredat proğramı ünitelerine ve hayati ihtiyaçlara uy- gün hesab meseleleri hazırlanmakta» dır. Bu varlıklı teşekkülün hergün ar- tan ilerlemesine âmil olan idarecile- rinin mesaisi takdirle anılmaya lâyık- tır. 3 Mayıs 937 Pazartesi İstanbul: Öğle neşriyatı — 12,30 Plâkla Türk muskisi, 1250 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı — 17: İnkılâb ders- leri Üniversiterlen naklen Receb Peker tarafından, 18,30: Plâkla dans musi- kisi, 19,30: Konferans: Dr. Salim Ah- med (Sıtma), 20: Rifal ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Ömer Riza tarafın- Gan arapça söylev, 20,45: Safiye ve ar- kadaşları tarafından Türk musikisi halk şarkıları, Saat Ayarı, 21,15: Şe- hir tiyatrosu dram kısmı (Safo), 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve er- tesi günün programı, 22,30; Plâkla gololar, opera ve operet oparçaları, 23: Son. 4 Miiyis 1937 Salı İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi. 12,50 Havadis. 13,05 Muhteli? plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 18.30 Plâkla dans musikisi, 19,30 Eminönü Halkevi sosyal yardım şubesi namına konferans, 20 Belma ve arkadaşları tarafin- dan Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Riza tarafından arapça Söylev, 20,45 Cemal Kâmil ve daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15 Or- kestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30 Plâk- la sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Bu &kşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Osmanbeyde Şark Mer- kez, Taksim: İstiklâl caddesinde Kemal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Matkoviç, Yüksekkaldırımda Ve- nikopulo, Galata: Topçular cad- desinde Merkez, Eminönü: Yemiş- te Bensason, Kasımpaşa; Mücy- yed, Hasköy: Nesim Asco, Heybe- lada: Tomadis, Büyükada; Mer- kez, Fatih: Veznecilerde Üniversi- #e, Karagümrük: Mehmed Arif, Bakırköy: Hilâl, Sarıyer: Osmün, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Ru- melihisarındaki eczaneler, Aksa- ray: Ziya Nuri, Beşiktaş: Süley- man Recep, Kadıköy: Pazaryolun- da Merkez, Modada Faik İsken- der, Üsküdar: Ömer Kenan, Pe- ner: Dejterdarda Arif, Beyazıd: Yeni Ldleli, Küçükpazar: Hikmet Cemil, Samatya: Kocamustafapa- $ada Ridvan, Alemdar: Ali Rize, ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. & İsak Göze Öğin İkindi Akşam Yat 753 949 504 835 1200 1 Ya 360 8,56 1211 1603 1901 2051 İdarehane: Babıâli civarı 15,000 liraya satılık apartıman Kurtuluş tramvay caddesi üze- rinde ve durak yerinde altışar odalı üç ve üçer odalı üç yani al- tı daireyi ve altında bir dükkânı muhtevi güneşli, havadar iyi bir apartıman or beş bin liraya satı- hıktar. (Akşam) ilân memurluğu- na müracaat. Telefon 24240 KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 38 “Hakan, Cengizin vasiyetnamesini yurdun anayasasından üstün tutar. onun emeli bütün Japonyayı baştan i başa istilâ etmektir!, «— Harp ilân etseydi, hakan Tok- yodan gelen Japon elçisine bu kadar iltifat eder miydi?» «— Hakikati hiç biriniz benim Ka- dar doğru keşfedemediniz! Hakan karısını zindana attıktan sonra, onun yerini bir Japon prensesile doldur- TOak niyetindedir.» «— Bu keşif pek yabana atılmaz. Şi-Yamanın son günlerde: hakandan fazla Ntifat görmesi de buna delil ola- rak gösterilebilir!» Japon elçisinin hakanla görüşmesi- ni herkes bir türlü tefsir ediyordu. Muhakkak olan bir şey varsa, harp ilânı etrafındaki dedikoduların tama- mile yanlış ve mevsimsiz olmasıydı. Hakan harp edeceği bir milletin elçi- sini ve askerlerini borularla teşyi et- tirmezdi O sabah Japon elçisi saraydan &y- rılırken, Şi-Yamanın odasında da baş cüce ile Japon dilberi arasında mü- him bir konuşma geçiyordu. Şi-Yama: —'Tuman! Hakanın bir Japon pren- sesile evlenmek istemesi doğru mu- dur?, Diye sordu. Cüce cevap verdi: — Hakanın bu kararından haberim yok. Bunu sen nerden duydur?. — Haremde konuşuyorlardı. — Bu, bir tahminden ibaret olsa gerek. — Fakat, yerinde bir tahmin. — Ben hiç de yerinde bulmuyorum. Çünkü hakan bir Japon kadınının ba- $ına hiç bir zaman Moğol tacını geçir- mez. — Niçin? Severse. veya buna lü- zum görürse, onu kim menedebilir?, — Hakanın işine kimse karışmaz. Fakat, o Japon kadını ile evlenmeme- ğe and içmiştir. Eğer böyle bir fikri olsaydı, Sung imparatorluğunu yıktı- ğı zaman kendisine iltica eden Japon prensesile evlenirdi. Hem çok güzel, hem de çok zeki bir kadındı o, — Tuhaf şey! Neden and içmiş ha- kan acaba' — Cengizin sözünü tutmak için?, « — Cengiz han öleli uzun yıllar geç- miş.. Kubilây evlenmek istediği her- hangi bir kadın için, Cengizin meza- rından müsaade mi alacak?! — İşin içyüzü bildiğin gibi değil Cengiz han oğullarına ve torunlarma Japonyayı baştanbaşa, istilâ etmeleri- mi vasiyet etmiştir. (1) Bundan ötürü ne Kubilây, ne de onun oğulları ve to- runları bir Japon kadınile evlene mezler, Şi-Yama hayretini giziiyemedi: — Kubilây han meselâ beni almak istese.. kim mâni olabilir onun bu ar- zusuna?. — Hiç kimse mâni ol Kubilây han tükürd hükümdarlardan değildir. O, bu işi yaparken, ilk önce vicdanına hesap vermeğe mecburdur. Cengizin yasi- yetnamesini yurdun ana yasasından üstün tutan hakan hiçbir zaman Japon kadınlarile evlenemez. (1) Cengiz han birinci Çin seferinde Japonyanın çok zengin bir ülke olduğu- Du anlamıştı. Halkı da çok zeki ve ça- lışkandı. Cengiz han Çini istilâ ederken, yanı başında bu kadar zeki ve çalışkan bir milletin revcudiyeti, müstakbel Çin ve Moğol imparatorluğu için daima teh- likeli olacağım düşündü, Oğullarına ve torunlarına vasiyet ötti: «Çini işgal ettik: ten sonra yüzünüzü O Japonyaya çeviri- nizlş İşte Kubilây han, Cengizin tasavvur edip te tesisine örurü vefa etmediği bü. yük Moğal imparatorluğunu kurduktan sonra, Cengizin vasiyetini daima göz önünde tutmuştu. Fakat, Japonya kolay kolay Moğol imparatorluğu sınırları içine girecek bir memleket değildi. Hem gok dağınık, hem çok uzak, hem de ka- İnbalhık ve bilhassa azim ve irade sahibi insanların bir araya toplandığı ülke idi, Kubilây han Pekine geldiği günden beri yüzünü Japonyaya çevitmişti, Fakat, Japonların da yüzlerini Pekine çevirmiş olduklrm görüyordu. - Çin - Moğol tarihi Şi-Yama şen bir kahkaha savurs — Bugünlerde bana het zama kinden çok iltifat edişine ne dersin?. — Bu bir rüzgârdır derim. Eser, geçer.. v ... Lâma'nın bir sözü.. Şi-Yama baş cüceden bir yardım göremiyeceğini anlayınca, Kubilây ü- zerinde büyük nüfuzu olan baş Lâma- nın odasına gitti, Panta kadınlaria konuşmaktan çe- kenen, gece gündüz kitaplarının ara» sında ömrünü geçiren bir ilim adamiys dı, Saraydaki Lâmaların hiç biri evli değildi. ı Lâmalar, kadınlardan - insanları doğru yoldan iğri ve tehlikelere saptır. dıkları için. korkarlardı. Panta, Şi-Yamayı birdenbire karşı- sında görünce şaşırdı. Hakanın göz- desine sert davranamadı. Onun niçin geldiğini bilmiyordu. Şi-Yamaya ne- zakelle yer gösterdi. ve ziyaretinin sebebini sordu. Şi-Yama oturdu. Parlak ve sehhar güzlerini Lümanm ülgün gözlerine dikti: — Niçin geldiğimi anlayın bakalım, Panta Lâma hayretle genç kadının yüzü- ne bakarak gülümsedi; — Ben, insanların kafasının ve kale binin içindekileri keşfe muktedir des “ gilim, yavrum! Kubilây han gibi yirmi yedi krak hğa hükmeden bir imparatorun baş Zâması bu kadar kolay bir şeyi keşle- demez mi?. Lâma müşkül vaziyette kalmıştı. Bir Japon kızma karşı mahcup ol- mak Tâma için bir küçüklük demek- ti. — Pekâlâ, dedi. Şimdi söyliyeceğim niçin geldiğinizi! Yanmdaki küçük ateş aldı: — Sol elinizi uzatınız!, Şi-Yama birşey anlıyamadı.. Sol elini uzattı. — Haydi, söyleyin bakalım!, — Avucunuza bir aleş koyacağım. Ve gözlerimi kapayıp kafanızın içih- dekileri birer birer okuyacağım. Lâma ateşi uzatırken, Şi-Yama bir- den elini çekti. — Avucumun yanacağını düşün müyor musunuz? Ben ateş oyunun- dan hiç hoşlanmam. Dâma sakalını okşıyarak güldü! — O halde teklifinizde israr etme- yin! Çünkü sizin yaptığınız iş de bir nevi ateş oyunu demektir! Ve kaşlarını çatarak ilâve etti: — Haydi, açıkça söyleyin bana: Niçin geldiniz odama? Ne İstiyorsu- nuz benden Şi-Yama ihtiyar bilginin kulağına fısıldadı: — Tiyen-Fonun boşluğunu doldur- mak istiyorum. Bunun için sizin yar- dımınızı diliyeceğim! Bu işi Pekin sarayında sizden başka bir kimsenin yapamıyacağını biliyorum!. Panta birdenbire gözlerini âçlı. vücudünde soğuk bir ürperme duydu: — Ben hakanın işine karışamam, Şi-Yama! Onun gönlü kimi isterse o- nu alır. Benim elimde birşey yok. Ba» ha bir daha böyle entrikalı kadın ve izdivaç işlerinden bahsetme sakın!, Şi-Yama israrla tekrarladı: — Sen istersen, bu iş olacak, Lâ- ma! Benim ecdadım Japon değil, Çin- Midir. Kubilây han Çinlileri çok sever, 'Tiyen-Fo bile Çinli idi. Haydi, söz ver bana.. yapacaksın bu işi, değil mi?. Japon dilberi bu sözleri söylerken Lâmanın boynuna sarılmak istemiş- ti. . Mütemadiyen dizlerini öpüyor, yal- yarıyordu. 4 Lâmann tekrar menfi cevap vers mesi üzerine, Şi-Yama birden geriye çekildi: mangajdan bir (Arkası var)