iie Umacı çocukları değil, çocu EZ > lara hor bakanları yer! “Sen,, deme dediler, bunun için size “Birsen,, — Dön baba dönelim... ” Yakın zamanlara kadar, deniz di- bindeki hayat bir tahminden ibaret- ti. Denizin çok derinlerinde canlı mahlük bulunacağına inanılmıyordu. Deniyordu ki: Suyun tazyiki ie ezilir, ölürler... Diyorlardı ki: Suyun tâ de- rinlerine güneş ışığı giremiyeceği için, eğer canlı mahlük varsa &kördürler, hareket edemezler... Bugün hakikat meydana çıktı. Bü- yük denizlerin tâ dibinde, gözleri apaçık, hareket ederek yaşıyan mah- Jüklar var. Güneşin ışığı onlara ka- dar varmıyor, fakat onlar ışık yaratı- yorlar. Öyle deniz dipleri var ki, bin bir çeşid deniz hayvanlarından fışkı- ran bin renkli ışıklarla donanmış bir şehrin meydanına benzer... Çocuğun ruh derinliklerinde de, kendinin yarattığı bir ışık vardır: Ço- cuğu görmez ve anlamaz sanmamalı- Çocukların öyle kuvvetli mantıkla- rı vardır ki, mantık bilginlerine çök kere parmak ısırtırlar. Size misal ola- rak şu fıkrayı anlatayım: — Altı dört daha ne eder?. Çocukların gözünde, rakkamların bir takım hakları, vazifeleri vardır... Bu sual karşısında çocuk düşündü: — On bir eder, — Hayır, on bir etmez, altı dört da- ha ne eder? — Dokuz. — Hayır, iyi düşün. Altı dört daha ne eder?. — On iki, — Mahsus yapıyorsun?. İyi düşün diyorum sana: Altı dört daha ne eder?. — On üç. — On bir, dokuz, on iki, on üç... Alay mı ediyorsun?.. Söyle diyorum, #ltı dört daha ne eder?, On eder on!,, Mantık şampiyonu çocuk bunu ka» bul edemez: — Hayır, der, beş beş daha on eder... Buna mantıksızlık diyebilir misi- niz? Çocuğun hakkı yok mu?.. Bâki- mız size bir de çocuk suali sorayım, geliniz de cevap veriniz; demiyorum “Bi e Bir mecliste onun yanında konuşu. yorlar, (Çocukların yanında her şey- den konuşmak pek doğru değildir) seksen beş yaşında bir erkekle, yetmiş beş yaşında bir kadının bir çocuğu dünyaya geldiğinden konuşuyorlar. Çocuk birdenbire soruyor: — Doğan çocuk kaç yaşındaymış? ... Çocuğun muhayyilesi masallar ya- | ratır. Doktorlarımızdan biri; «Çocuk- larımız artık umacı istemiyor» dedi. Hayır istemiyor ve esasen inanmıyor, Bir gün annesi çocuğunu âzarlar- ken: — Yaramaz çocukları umacı yer! dedi. Çocuk gülümsedi: — Hayır, dedi, umacı çocuklarını azarlıyan anneleri yer!, j Bayan Birsen'in başına geleni duy- dunuz mu? Geçen gün ahbaplarından birine gitti. Kapıyı ahbabının altı yaşında- ki kızı açtı. — Annem evğle yok, dedi. Bayan Birsen çocuğu öptü: — Benim geldiğimi söylersin değil mi?, . — Söylerim. — Beni tanıdın mı?, — Tanıdım, bayan Birsizsiniz.. — Hayır, Birsiz değil, Birsenim.. — Amma ânnem bana: Sen deme diye tenbih etti, eğer Birsen dersem darılır, bunun için Birsiz diyorum!. ... Ümid iledir cihanda her hal diyen $air acaba çocukların: Hayali iledir cihanda herşey didiklerini biliyor miy- dı?. Şu hikâyeyi dinleyin: «Geçen gece benden bir yıldız istedi. Sana uzun saplı bir ağ alalım, belki bir tane yakalarsın! dedim. Sana bir yıldız tutar, yastığına bırakırım diye söz verdim, On dakika sonra mışıl mi- $ıl uyuyordu. Amma sabahleyin uya- nır uyanmaz: — Hani yıldızım? diye sordu. — Geç uyandın, dedim, Gündüz ol du, yıldız uçlu. Eğer daha evvel uyan- muş olsaydın görürdün, yatağının ya- nında duruyordu. Dedi ki: © — Bir daha sefere küçük bir kutu- ya koy, uçamaz. 'Bu dediğini de yaptım, Şimdi bir kü- çük kutumuz var: — Sakın açayım deme, yıldız uçup gider, Kutuyu elinde evirip çeviriyor: — Hiç ağır değil... Amma yıldizım var diye göğüs ka- bartıyor. Dadısına usulca: —ki söyleme. Yıldızım var, demiş. — İyi sakla, — Eğer gece kutuyu açarsam odam rsiz,, diyorum — Bana bir yıldız tut!.. 1 apaydınlık olur. Amma Kimse duyma- sın. Yazın köye giderken kulumuzu da aldık.. — Biletçi beraberimizde bir de yı diz olduğunu bilemiyecek... 'Tam on gün sabretti, nihayet da- yanamadı: — Ya yıldızım sahici yıldız değilse.. Kutuyu açtı. Yıldız yok. Ağlıyor. — Vardı, diyorum, sen kutuyu açar &çmaz uçtu, ben gördüm... Gökyüzü- ne bak. Gökyüzü yıldız dolu, amma biz göremiyoruz. Gece olsun bir tane daha tutarım... z — Ben uçan yıldızımı isterim. Sevgili yavrum, hepimizin istediği bir yıldız vardır, Güzel bir hülyadır. Çocuktan al haberi derler. Çocuk- tan öğren merhameti de diyebiliriz. — Yavrum dedim haydi yatalım, — Uykum yok. © — Cic.cit — Uşkun yok amma, uyuman lâ- zım. Sen: uyurken, senin gözlerinden körler istifade eder, onlar görür... — Öyle ise uyuyalım.. Bir akşam geç vakte kadar bir ah- bapta kalmıştık. Ortalık kararmıştı. Gece oldu. Sokağa çıktık. Benim yav- ru hayretle etrafına bakıyor. Kaldı- rımlarda yürüyenleri gösteriyor: Bun- Jar körler değil mi?, — Neden kör olsunlar?, — Bu saatte çocuklar uyumuştur, onların gözlerinden istifade eden kör- ler sokağa çıkmış. Biraz sustu sonra: Eve çabuk, gide- lim.. dedi. — Neden?, — Artık uyumak istiyorum... Be- nim körüm de benim uyuduğumu sa- bırsızlıkla bekler, — Senin körün nerede?, — Bilmem, amma elbette bir yer- dedir. Elimden tutan yavrunun ayakları takılıyor. Baktım: Gözleri kapalı yü- rüyordu. Çocuğu biz yarattık sanırız, bayır, çocuk insanı yaratandır!... © - Kadın gene beşiğin başındaydı. Evlendi evleneli çocuğu © olmamıştı. Bunun üzerine tahtadan bir bebek yaptı ve onu sahiden çocükmuş gibi | bağrına bastı, evinin işini gücünü yan çizip onunla meşgul olmağa başladı. Kocası bu hali gördükçe küplere bi- niyor: — Kadın sen çıldırdın mı? Hiç tah- tadan çocuk olur mu?. At şu tahta parçasını da kalk bir çorba pişir! di. yordu. gizlice tahta bebeği aldı, penceröden aşağı attı; Tahta Bebeğin düştüğü yerde he- men bir servi “bitti... Gelzaman, gitzaman hakanın oğlu altında çadırını kurdu. Her gece, hakan oğlunun başucuna altın,.ayak ucuna gümüş şamdan bah uyanınca, altın şamdanı ayak u. cunda, gümüş şamdanı baş ucunda bulurdu. Elma tabağı da boştu. — Kim değiştiriyor bu şamdanla- rın yerini? Elmalarımı kim yiyor?. Emirberleri yapmadıklarına, ye- mediklerine yemin ediyorlardı. Gecelerden bir gece hakanın oğlu uyur gibi yaptı, uyumadı... Gece ya- rısindah sonra odasına nur parçası gibi bir kızın girdiğini gördü... Bu kız öyle güzel, öyle güzeldi ki, ha- kanın oğlu: yerinden fırladı, kızın ö- nünde diz çöktü; — Artık burada, yanımda kal! —Kalamam. Eğer gün doğmadan servi annemin evine gitmezsem beni evlâdlıktan reddeder, — Öyle ise gün doğana kadar kal, Servinin kızı her gece hakanın oğ- Junun çadırına gelir, gün doğana kâ- dar kalır, tanyeri ağarmadan giderdi. Bir ay böyle devam etti, Bir ay sor” ra hakandan haber geldi: — Oğlum hemen geri dön. Hakanın oğlu ağlamağa başladı, ge- ce güzel kız gelince ona işi anlattı: — Ne olur, dedi, sen de gel. — Gelemem, servi anamdan ayrıla- mam ben... O son geceyi eğlence ile geçirdiler, sonra derin bir uykuya daldılar. Göz- lerini açtıkları zaman gün ağarmıştı. Haknnı oğlu güzel kızın alnından öp- tü, ayrıldılar. Çocuk Dünyası «AKŞAMş ın Çocuk dünyası sa- hifesi çocukların en yararlı eğlen- cesidir, Çocuk Dünyası «AKŞAM3 ın Çocuk dünyası sâ- hifesinde halledeceğiniz bilmece- lere karşılık bol ve zengin hediye- ler alırsınız, Sık sık zengin ikramiyeli musabakalar tertip eder Her Cumartesi «Çocuk dünyası» (o sahifemizi okuyunuz! Nihayet günlerden bir gün adam - askerlerile kampa çıktı ve o servinin | “ konur, masanın üstüne de bir tabak | elma bırakılırdı. Hakanın oğlu, her sa- | Masalı Kız koşa koşa servi annesine git ti. Kapıyı kapalı buldu, yalvardı, ya- kardı, ağladı. Servi «nne kapıyı aç madı, onu koğdu. Güzel kız yolâ revan oldu. Bir hay- li yürüdü. Bir çobana rasladı. Onun elbiselerini giydi, kendi elbiselerini ço» bana verdi. Çoban kıyafetine giren güzel kız az gitti, güz gitti, dere tepe düz git- ti, nihayet hakanın oğlunun diyarına ayak bastı ve bir gün ona raslddı. Ha- kanın oğlu sordü: — Nereden geliyorsunr; — Altın kozalaklı gümüş. sertideri. Hakan oğlu biraz daha sokuldu: — Orâda ne gördün?. — incili .çadır kurulu gördüm, ke- ten gömlek dürülü gördüm, yar ya- rından ayrılmış, ah edip ağlar gör- düm... Hakanın oğlu düşüp bayıldı, Ayılır ayılmaz da çobanı çağırdı; — Çoban dedi, ölünceye kadar ya- nımdan ayrılm — Ferman in!... Artık hakanın oğlu ile çoban biri- birlerinden ayrılmıyorlar, içtikleri su ayrı gitmiyordu. Aylar geçti. Bir gün hakan oğluna: — Artık senin mürüvvetini görme iyim, dedi, seni evlendireceğim. — Peki babacığım. Düğün hazırlıkları başladı. Yalnız bir derdi vardı. Evlen.ikten sonra çoban İle istediği gibi gezip konuşa- mıyacaktı. Çoban: — Sana yal i, odanın üstünde bana ye: eli bir oda ver, orta yere debir salıncak kur, Sallanır avunurum. Çobanın isteği yapıldı. Düğün gecesi, hakanın oğlu bir ko- Iuna gelini bir koluna da çobanı al dı, geç vakte kadar eğlendiler, sonra herkes odasına çıktı. Bir aralık hakanın oğlu dayanama- dı: — Varayım'bir çobana bakayım ne yapıyor? dedi. Yukarı çıktı, odanın kapısını" açtı. | Birde ne görsün?.. Topuklarına ka- dar uzun saçlı bir kız ağlıyor... Öteki gelin hemen babasının evine gönderildi. Servinin kızı ile hakanın oğlu ni. şanlandılar ve kırk gün kırk gece dü- gün yaptılar. Onlar erdi muradına... — Bayan bu çiçek sizin üstünüz- den düştü galiba?..