— Yarın Tuzlaya gidelim:mi? Bu- radan bir motör bulurüz.: Hep içine dolarız. Bilseniz deniz ne Kadar güzel Öyle bir eğleniriz ki. Küçük Pakize Nihada bu teklifi ya- parken gözlerini yarı kapıyârak o ka- dar tatlı tatlı bakıyordu ki Nihad bu yeşil ateşlerin mânasını pek güzel his- sediyordu. Âdeta sarhoş oldu. Pakize devam ediyordu: — Pek âlâ, kararlaştı demek. Ben © her şeyl tertib ederim; Bizimkilerin hepsine haber veririm. -Tam takım olürüz! Saat kaçta buradan kalkaca- Zımızı Size otele telefon ederim. Oru- var, Nihad, raketi kolunda, tenis kor- tundan çıktı, Birdenbire içinde büyük bir haliflik hissediyordu, Şimdi tama- men genç bir adam olmuştu. Yüzün- de bir tebessüm dolaşıyor, gözleri par- ayor, kalbi sevinçle doluyordu. Paki- ze ne mesud bir istikbal demekti! Büyükada iskelesine doğru inerken dudaklarında bir aşk şarkısı mırılda- mıyordu. İskelede, havanın gayet şid- detli lodos olduğunu gördü. Bu mev- simde nâdir tesadüf edilen bu lodos , bütün şiddetile denizi altüst ediyor- du. Yarın sabaha kadar havanın ya- tışacağını düşündü, Hem Tuzla istika- metine lodosun pek tesir etmemesi ihtimali de vardı. Nihad bir dosta rasgeldi. Onun bir tur yapmak teklifini memnuniyetle kabul etti. Çamlar altında, güzel man- zaralar karşısında kalbindeki saade- tin tadını daha güzel hissedeceğine emindi. Otele avdet ettiği zaman, kapıcı genç bir kadının kendisini aradığını söyledi. Kapıcının tarifine nazaran bu kadın Füsun olinak icab ederdi. İçi sıkıldı. Onun İstanbuldan kal- kıp Adaya kadar gelmesini, musallat olmasını pek fazla ve mânasız bulu” yordu, Halbuki - Füsuna münasebet- * Jerini kesmek için ne kadar nazik bir mektup yazmıştı. Şüphesiz ki Füsun bu kadar uzun bir münasebetin ke- silmesi şerefine bir gürültü patırdı yapmak münasip olacağına hükmet- miş olacaktı. Muhakkak buraya kav- ga etmeğe geliyordu! Fakat Nihad artık zayıf davrarimi- yacaktı. Çünkü pek bıkmıştı. Füsu- nun çok güzel bir yüzü, emsalsiz bir vücudü olduğu için onü Sevmişti. Fa» kat Füsun bütün bu güzelliğine rağ- men gerçekten tahammü! edilmez bir kadındı. Onda ne kalb yardi; ne his. Bütün erkeklerin ayağına kapanma larını isterdi. Nihadı bütün dostlarile danıltmıştı. Aralarında da kavga hiç eksik olmazdı. Ufak bir şey-için koca bir fırtına kopardı. Günlerce Nihada surat ederdi. Bütün gürültülere se bep te bir hiçten ibaretti: Nihayet Ni- had: — Neden böyle bir kadına bağlar nıp kalmalı? Sualini kendi kendisine sormuş ve şu kararı vermişti: Buda- lalığa lüzum yok. Bu kadın benim yalnız paramı seviyor! Şimdi de buraya kadar sırf bu pa- ranın hatırı için geldiği muhakkaktı, Nihad; — Yağma yok! diye söylendi. Artık Füsuna karşı bir meciübiyeti kalma» | mıştı, Sekiz gündenberi tanıdığı kü- | çük Pakize Füsunu unutturacak bir cazibeye malikti. ... Odasının kapısına vütülduğu 2a- man, soğuk bir sesle: — Giriniz! dedi, Füsunun gelmiş olacağını tahmin ediyordu. Filhaki- © ka bunda aldanmamıştı! Fakat genç kadını görünce ağzından bir: — O0o00!! sesi çıktı. Füsun tanın- maz bir halde idi. Rengi o kadar bo- zuktu ki sürdüğü boyanın altında bi- le belli oluyordu. Zaten makyajı pek fena idi. Yüzünün üstüne resgele bir avuç pudra $ıvatatş gibi görünüyor du. Dudaklarına kırmızı ka- lem pek titrek ve beceriksiz bir el ile güzel parmaklarının ucile daima dü- zelten Füsunun saçları şimdi karma karışık görünüyordu. Gözlerinden ha- yat çekilmiş, kulakları bitkin bir hal- de iki yana düşmüştü, Lâstik gibi sı- kı ve oynak vücüdü fena bir yorgun- Tukla bitkin bir ifade kesbetmişti, Se- sinde de büyük bir zâat vardı: Nihad onun sözünü müşfikans kes- ti; — Sus Füsun... Anladım... Halini görüyorum. Içinde derin bir hayret ve merha- met hissi uyanmıştı. “Terkedilmek bu mağruf kadını yıkmış, bir yığın pa- çavra haline sokmuştu. Nihdd murıl- dandı: — Demsk-beni bu kadar seviyor- dun? Gerçekten seviyordun? Doğru- ru... bilmiyorum. Bu halini gördük- ten sonra... Hayır, bu kadını böyle terketmeğe bir hakkı yoktu, Onun aşkından şüp- he, caiz değildi. Bu sırada telefon çaldı, Pakize bil- lür sesile, motörün tutulduğunu, bü- edeceklerini haber veriyordu. * Nihad itizar beyan etti: — 'Attedersiniz, yarın gidemiyece- ğim. Mühim bir iş için İstanbula in- meğe mecburum. ... İki sene geçti. Füsun tekrar tahamı- mül edilmez bir kadın olmuştu. Ni- had hiç te mesud değildi. Fakat için- den kadını mazur görüyor, kendisini sevdiği için her haline tahammül edi- yordu. Bir gün, Nihad bütün servetini kaybetmiş bir hale düştü. O gün Fü- Suri kendisine şu sözleri söyledi: — Şekerim, pek müleessitim ama... Ne yapayım? Benim gibi bir kadın parasız yaşıyamaz. Nihad mahzun mahzun gülümsedi: — Neden böyle söylüyorsun, Füsun? Beni bırakmıyacağına katiyyen emi- nim. Sen beni seversin, hem de pek çok. Buna'emin olmak için, Büyüka” daya geldiğin günkü çehreni, müte- essir halini hatırlamak kâfidir. Füsun omuzlarını silkti: — O gün ne olduğunu artık sana anlatayım. Adaya gelirken denizde fena bir lodos vardı. İki saatten ziya- de çalkandık durduk. Müthiş bir su- rette beni deniz tuttu. Hasta, perişan bir hale geldim. İşte bende gördüğün gayritabil düşkünlük bundandı. Hikâyeci Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçiyan, Firuzağada Ertuğrul, Kalyoncu- kullukta Zafiropulos, Beyoğlu: İs- tillği caddesinde Galatasaray, Tü- nelde Matkoviç, Galata: Okçu Musa caddesinde Yeniyol, Fındık- Uda Mustafa Naü, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Aseo, Emin- önü: Hüsnü Onar, Heybeliada; Halk, Büyükada: Halk, Fatih: Veznecilerde Üniversite, Kara- gümrük: Mehmed Fuad, Bakır- köy: İstepan, Sariyer: Asaf, Ta- rabya, Yeniköy, Emirgân, Rumeli- hisarındaki eczaneler, Aksaray: Yenikapıda Sarım, Beşiktaş: VE din, Kadıköy: İskele - caddesinde Sotirjadis, Yeldeğirmeninde - Üç- ler, Üsküdar: Ahmediye, Fener: Balatta Merkez, Beyaznd: Cemi, Küçükpazar: Yorgi, Samalya: Te- ofilos, Alemdar: AH Riza, Şehre- mini: Ahmed Hamdi. “AKŞAM,ın Çocuklar için tertib ettiği resimli müsabaka Hayvan resimlerinin neşri bitti man) ise onları yaryana yapıştır rıp aşağıdaki adrese göndermeli- örer «Akşam gazetesi Çocuk dünyası BO em Dikkat; 1 — Gönderilecek kp. daki isim ve adreslerin okunaklı olması, 2 — Neşredilen (20) tane res- min tamam bulunması şarttır. 3 — Bu müsabakaya aid mek- tuplar (1 mayıs 1937 cumartesi) günü saat 17 ye kadar kabul edi- tün arkadaşların tenezzühe iştirak * 23 Nisan 937 Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 12.30 Plâkla Türk musikisi. 1250 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı. 14,00 Son. Akşam neşriyatı; 18,30 Plâkla dans musikisi, 19 Çocuk Esirgeme kurumu namına konferans: Doktor Fethi ta- rafından, 19,30 Spor müsahebeleri: Eşref Şefik tarafından, 20 Türk musi- ki heyeti, 20,30 Ömer Riza tarafın- dan arapça söyler, 20,45 Vedia Riza ve arkadaşları tarafından Türk musi- kisi ve halk şarkıları: Saat ayarı, 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haber- leri ve örtesi günün programı, 22,30 Plâkla sololar, Opera ve operet par: çaları, 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en Müntehap Programı Milâno (368) saut 22 Senfonik kon- ser, Roma (421) 22 «Çingene kızı» operet 3 perde. Peşte (549) 20,30 «Ren altını» : Wagnerin operası Kırali ope- radan nakil. Varşova (1339) 21,15 «Beyaz çiçek» opera 3 perde «Wilhelm Klenzis nin. Lil (247) 21,30 Operadan nakil. Prag (470) 21 Orkestra kon- seri, Stokholm (426) 21 Orkestra ve kanto. Liyon (463) 2130 Senfonik konser. Sottens (443) 21,40 Orkestra ve koro. Brüksel II (322) 20 Piyano konseri. Hamburg (332) 20,15 Sakso- fon ve piyano. Oslo (1153) 21,55 Ke- man ve Kanto, Berlin (356) 23,30 ağız- la çalınan çalgılar orkestrası. Viyana (507) 23,30 Viyana müsikisi, Peşte (549) 0,15 Tzigan musikisi, Dans Musikisi Peşte (540) saat 23:30 - Frankfıtrt (251) 23,30 - Breslav; (316) 23,30 - Lüksemburg (1293) 24 Londra (kısa dalga) 0,30. 24 nisan cumartesi İstanbul -— Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musi 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı. 14 Son. Akşam neşriyatı: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19 Çocuk esirgeme kurumu namına konferans: Doktor Kutsi ta- rafından, 19,30 Konferans: Doktor Şükrü Ali: Mekteb çoçuklarına bal mak usulü, 20 Fasıl saz heyeti, 20,30 Ömer Riza tarafından'arapça söylev, 20,45 Fasıl saz heyeti; Saat ayarı, 21,15 Şehir tiyatrosu komedi kısmı tarafından (Choc en retour), 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü. nün programı, 22,30 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son. İAKŞAM Abone ücretleri Hürü Bene SENELİK © 1400 kuruş 2700 kuruş 6 AYLIK 750 » 1450 » 3 AYLIK 400 » 800 » (AYLIK iso > — Posta ittihadına dahil olmayan ecvebi memleketler: Seneliği 3600, elti aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek İlzimdir. Sefer ii — Rizi Kasım 167 8 İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yet E 828 lozü Sa 905 120 19 Va 322 5,i2 12, 3 1400 1855 2933 VECİZELER Sıhhat en büyük saadettir layıs bahar bayramı göğüslerinizi Türk Maarif Rozetlerile DİZ. Akba müesseseleri Ankarada her dilden kitap, ga- zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA milesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- mua siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için ilân kabul, abone kaydedilir. -“Undervodd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada satış yeridir. Telefon: 3377. | | | büyük ganaimle döneceğini! umuyor- nerek: "nın oğluyum, diye ilân ediyor. Fakat 23 Nisan 1937 KUBİLAY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 28 “Amcalarımı vahşi hayvanlar gibi boğazlıyan insanlardan intikam almağa gidiyorum, sen bana yardım et, Ulu Tanrım;! Cengiz han bir yıl içinde bütün or- dularını hazırlıyarak yanına dört oğ- Tunu (2) alip yola çıkmıştı, Tuli çok içki içerdi. Cengiz han öl- 'dükten sonra, Oktay han Moğol tahtı- na oturdu, Artık o zaman Möğol han- lığı istiklâlini temin etmiş ve büyük Moğol imparatorluğu kurulmuş bu- Tunuyordu. Tangut Bahadır, Kora yolunda... Tangut Bahadırın kumandasında- ki büyük Moğol ordusunun ne şerait altında yola çıktığını ve Pekin sarayi- nin ne gibi entrikalara sahne olduğu” nu anlamak için, Kora seferinde bi- ribirine bağlanıp giden muammaları çözen şu kısa konuşmayı aynen kay- dediyoruz. z Kubilâyın babası Tuli, Oktayın Tangut prdusile Pekinden ayrılalı | ikinci Çin seferine de iştirak ederek, bir hafta olmuştu. yolda hastalandı.. öldü; Kubilây o z2- man Karakurumda oturuyordu. genç, yakışıklı ve cesur bir delikanlıydı. Kubilây han geçmiş günleri ve ba- basının yolda nasıl hastalanıp öldü- günü düşündü.. o, babasının Şangton Moğol ordusu yüksek bir dağın ya- macında konaklamıştı. İki Moğol zabiti bir akşam kapısı açık bir çadırın önünde yüksek sesle ve âdeta kavga edercesine konuşu” yordu: civarındaki mezarını toprağile birlik- «— Kubilây herkese çabuk inanı- | te kaldırtıp Pekine getirmiş ve ecda. .. Aldanıyor.» dı için yaptırdığı büyük mabede göm- dürmüştü. Koraya gönderdiği ordunun arka- sından, babasını hatırlıyan hakan o gün tahtereyanına bindi.. büyük alay» la, ecdadının yattığı (büyük Moğol mabedi) ne gitii Kubilây babasının son harp sırala- rında, söylediği değerli sözleri ve kar- deşi Oktaya gösterdiği fodakârlıkları ayrı ayrı büyük mermer levhalara yazdırıp mabede astırmıştı. Hakan o gün (büyük Moğol mabe- di)ne ihtiyar veziri Semga Bahadırla birlikte gitmişti. Kubilây ilk önce büyük babası Cen- giz hanın şu kitabesini okudu: «— Onu aldatıyorlar.» «— Kubilây istese aldanmazdı.» «— İnsan, itimad ettiği kimsenin Sözüne inanmak mecburiyetindedir.» «— O halde Kubilây, Tanguta iti- mad etmekle de aldanmıştır.» Çünkü Tangut, hakanın itimadını fenalıklarla karşılamağa çalışan bir adamdır.» «— İşte bu sözün doğru. Tongut, Pekinden ayrılırken imparatordan ve imparatoriçeden ayrı ayrı talimat al. dı. Bakalım hangisine daha fazla sa- dakat gösterecek?!» «— Hakan, Tangutan«Kora prensi- nin başını senden isterim!) dedi> «— İmparatoriçe de: (Yeğenimin başını esirgemek vazifesini sana ve- riyorum. Onu her türlü Moğol tehli- kesinden koruyacaksın!) demiş.» «— Bakalım Tangut hangisinin sö. zünü tutacak?.. Hakana sadakati yarsa, Kora prensinin başını koparır... Pekine götürür. Tiyen-Foya bağlı ise, Kora seferinde boşuna kan dökeceğiz demektir. Çünkü prensin başı kopma- yınca, bu isyan bastirılamaz.» Bu sırrı Moğol ordusunda iki zabit- ter başka bilen kimse yoktu. Ordu konaktan konağa giderek Ko- Ta yolunda ilerliyordu. Asker çok ne- şeliydi. Herkes ordunun Koradan «Ey ebedi Tanrı! Amcaları- mun iplikammı almak için si- iâhlandım.. ordumun başına geçtim.. yola çıkıyorum. Altin hanlar (3), amealarımı alçak- ça boğup öldürdüler, Bu insaf- sız ve mağrur mahlüklatdan intikam almağa gidiyorum. Eğer yaptığım iş doğru ise, se- malarından bana yardım et. ve dünyadaki iyi, kötü bütün insanlara emir ve ilham et ki, hepsi bu savaşta bana yoldaş olsunlar ve yardım etsinler!» *Cengiz han 1211 yılının sonbaha- rında birinci Çin seferinde yola çık- tığı ilk gün, (Gerolan) suyu kıyıla- rında yüksek bir dağın başına çıkıp mintanının düğmelerini çözmüş ve bw şını açarak diz çökmüş.. Tanrıya böy- du. '... Kubilây babasını hatırlıyor le yalvarmıştı. Vaktile- Karakurum hanlığı Çin Kubilây bu hatırayı yüksek sesle imparatorluğuna (tâbiydi. Kubilây | okuyordu. henüz küçük bir çocuktu. Cengiz ha- na Çin imparatoru Çonghay tarafın- dan bir elçi gelerek, imparatorun tah- ta cülüsunu tebliğ etmişti. Pekinden gelen bu elçi ayni zatnanda Cengiz Semga Bahadır, Cengiz hanın kita. besi önünde diz çökmüştü. — Büyük babanız büyük adamdı, hakanım! Siz daha büyüksünüz! Onun hatıralarını her zaman ziyaret handan bir yıllık mutad vetgiyi de | etmek ve ecdâdınızın öğüdlerini din- peşin olarak istemişti. (1) lemek faziletini gösteriyorsunuz! de- Çonghay, (Kin) Sülâlesinden tahta | di. çıkan yedinci imparator olup (Mava- Kubilây riya ve tabasbustan hoş ko)nun yerine gelmişti. lanmadığı için Semga Bahadıra ce Çin âdeti mucibince, Çin imparato- | vap vermedi. runun emirlerini, Çine tâbi olan Cen- Yürüdü. giz hanın diz çökerek dinlemesi ge. 'Tulinin mezarı önünde durdu. rekti. Halbuki o günlerde kendisini Semga Bahadır riyagâr bir adam artık kimseye tâbi olmıyacak kadar | değildi. kuvvetli gören Cengiz han, elçiye dö- o, hakikati söylüyordu. Hiç bir hükümdar, Kubilây kadar “ecdadına ve ccdadının hatıralarına bu kadar sadık, bu derece hürmetgâr değildi. Ve o, pekâlâ biliyordu ki, Sem- ga Bahadirin bu sözlerinde riya ve “tabasbustan eser yoktu. İhtiyar vezir sussaydı, Kubilây buki daha mem- «— İmparatorunuz, kendini Tanri- 0, bence bir insan bile değildir!» Demişti. Çinden gelen elçi, Cengiz handan bu cevabı alınca şaşırmış ve: ş nun kalacaktı, a A e ye 'Kubilây, babasının mezarı önünde ibi diz çökmüştü. Diye sormuştu. bir çocuk gibi diz bay ys v Cengiz han elçiye: — Kendisini tanıyorum. fakat, ar- tık onunla bir alâkam yoktur, Vergi meselesine gelince, çok yakında Çi- ne gelmek niyetindeyim. o zaman hesaplaşırız. Demiş ve elçiye yüz vermemişti, İşte Cengiz hânın (Kin)ler üzeri- ne yürüyüşü bu hâdise ile başlamış- (1) Çin imparatoru Çonghayın elçisi Karakuruma 1210 M. tarihinde gelmişti, Cengiz Han bu tarihten bir sene sonra çin seferini yaptı... (2) Cuci, y. Oktay ve Tuli.. (3) Yani Çin imparatorları. Tatarlar ve Moğollar, Çin imparatorlarına: (Altın ban) derlerdi, Kin « Çince altın demek: tir.