— Mutlaka penceresinde bayrak direği olan odayı neden istediğini — Âlimler ayda yaşanabileceğini — Ay hilâl şeklinde iken nerede yer bulup da otururlardı! Rir zamanlar hayli zengin olan iki müsevi iflâs etmişler hem de bu sefer sahiden iflâs etmişlerdi. Bir gün yol- da karşılaştılar. “— Ne olur bâna on lira ödünç vel- gene... — Veremem, —— Beş lira ver. — Veremem. — Öyleyse bir sigara ver. — Veremem. — Allah belânı versin, hiç değilse söyle, sant kaç?.. Kumar Levi ile Salamon kumâr oynuyor. | Jardı. Salamon Mizıkçılık ediyor, kâğıt çalıyordu. Bir aralık Levi dedi ki: — Eğer bir daha yaparsan seni to- Katlarım. — Olur, ama sonra gene oynarsın değil mi?.. Siz de mi? > Peki anlamadığım bir şey var, gümüş takımlarını çaldın da, paraya | neye dokunmadın?. | — Sizde mi bunu soruyorsunuz?. “G gün bugündür karım da hep bunu başıma kaktı!. — Bugüne kadar hiç mahküm ol- ! dün mu?. İ — Olmadım. »— Öyle ise otur, olacaksın!..; Satılıyor Genç şairlerimizden birine dedi ki: — Şiirlerini kitap halinde çıkar- muşsın, satılıyor mu bari... j — Satılıyor, dedi, bilmem alan bu- | Yunuyor mu, fakat satıldığı muhak- bana bir eksir verecek. — Ben daha kestirme yoldan git- im, sevgilime beş duka altını verdim!, Rahmetli Ahmed Haşimin en bü- yük zevklerinden biri de tanıdıklarını çekiştirmekti. Bir gün Salih Zeki ve iki şair arka- daşı üstadın evinde toplanmışlardı. İçlerinden biri gitti. Haşim arka- sından: Ne budala adam! dedi, Derken öteki de gitti. Haşim onun “| da arkasından: — Ne sersem herifi... dedi, Salih Zeki gülümsedi: — Ben gitmiyeceğim... Kimbilir benim arkadamdan ne diyeceksin. — Birşey diyemem çünkü yalnız kalacağım. — Merak etme, sende bu huy var- ken hizmetçiyi çağırıp söylersin!. Kocası — Yemek zamanındanberi kavga ediyoruz, yatma zamanı geldi. Kansı — Ben yorulmadım! Avans Bir gün iki muharrir Ankara cadde- sinde karşılaştılar. Biri deği ki: —-Aklımda büyük bir gazete pro- jesi var. Eğer bu gazeteyi birleşip çi- karırsak. Ayda beş altı yüz lira su içinde kazanırız. Ve uzun uzun projesini anlattı. Öbürü dinledi, dinledi de: — Hele sen şimdi bana avans ola- rak bir Jira veri... dedi, Sorgu — Bu eczanenin sahibi siz niz!, — Evet. — Kaç senedir eczacılık ediyorsu- misi- nuz?. — Kırk. — Tabii diplomanız var. — Var, — Öyle ise bana beş kuruşluk kar- bonat veriniz!. — Amerikada tekmil camdan evler yapıyorlarmış... — Alacaklılardan nasıl saklanıyor- Jar? Bahis Bir gün Ertuğrul Muhsin üç büyük defterle şu mektubu aldı. Mektubu okudu: «Üstadım, gönderdiğim - komediyi okumiyacağınıza 5 liraya bahse gi- rerim..3 Muhsin şu cevabı yazdı; «Bahsi kazandınız!...> Avukatın verdiği hesap cedvelinde .bir de şu vardı: — Gece uyanıp sizin davayı düşün- düğüm için 5 Miral,.. — Rakibiniz düelle için elli metre- yi kabul etti. — Elli metreyi ben de kabul edi- yorum ama, kılıçla vuruşmak şartile! Bay gazeteyi okuyurdü. Bir aralık başını kaldırdı, karısına deği ki; — Haberin var mı müthiş bir zel zele olmuş ve koca şehri altüst et- miş. — Neresini?, -- Plezsekojerakareslan”ı | — Zelzeleden önce orğsının ismi neymiş! Köklerine kibrit — Ne o Levi gene mi eğeniyorsun? — Evet. t — Kiminle? — Salamonun kızı ile. ! — Aklımda kaldığına göre ilk ka- | rın ön Salamonun kızı Rebeka idi, — Evet. — Sonra Rebekanın öbür kızı Este- ri aldın. — Evet. — Şimdi de üçüncü kızını mı alı- yorsun? — Evet. ş — Öbür iki karın öldükten sonra gene Salamonun kızını almakta kas- tin ne? — Oailenin kökünü kurulacağım!, Sebebi — Bu yaptığını bir türlü anlıya- madım. azizim. — Neyi? | — — Hem karından ayrılıyorsun, hem | de ona mükellef yeni bir manto yap- İ tıryorsun, — Ne halt edeyim, eğer yeni mân- to yapmazsan mahkemeye gelmem | diyor. | Kıyamamış — Bâşın sağ olsun Salamon, karın geçen akşamki yangında yanıp öl müş. Sorma biçareyi, öyle oldu. — Peki ama nasıl kurtaramadıniz?, — Ben uyandım, baktım rahat ra- hat uyuyor, bir türlü uyandırmağa kıyamadım!.. Ha! Salamon yeni elbise yaptırmıştı. Oğlu hemen kumaşın tersine baktı, Anası dedi ki: — Budala neye tersine bakıyorsun? — Beni tersi alâkadar eder, çünkü elbiselerini bana bir kere çevirttikten sonra veriyor!.. 22 Nisan 1937 5 İhtiyarlamak zevki! Bu yazımın daha serlev rünce kaşlarınızı kaldırdıniz ve mü- hakkak içinizden şöyle dediniz! İh- | tiyarlamak bir zevk değil, bir elemdir. Yalnız bu hükmü vermeden evvel makalemi sonuna kadar okumak zah. metine katlanınız. Ya siz bana hak ve- rirsiniz, ya ben size! İşte sesinizi işi- dir gibi oluyorum. «Yaşını başını almış, hayatın ger- müserdini görmüş bin bir felâketten, clemden, sıkıntıdan arta kalmış kim- seler için ihtiyarlamak bir zevk dejğil, bir musibet olur. Bu belki günden güne büyüyen serpilen, kuvvetlenen, güzelleşen gençler için bir “dereceye kadar doğru olabilir, çünkü onlar ha- yatın hergün yükselen yamacına tır manmak üzeredirler, Fakat bizler ki tepeden aşuğı doğru inmekteyiz, bu iniş bir zevk olabilir mi? Çıkarken bü- tün varlığımızın hergün biraz daha kemale doğru gittiğini duymak, her- gün biraz daha olgunlaştığını görmek bir zevktir, bunu herkes teslim eder. Fakat inerken yan! hergün gençiik- ten biraz daha uzaklaşırken iş büz- bütün değişir. Çıkarken, yükselirken pembeleşen, renkleşen tenimiz, can- lanan, dirileşen bakışlarımız dikle- şen başımız, bizde gurur, neje ve Sa- uyandırır. Fakat ah & larımıza kırlar yağmağa, yüzümüzde buruşukluklar, alımımızda çizgiler be- lirmeğe, başımız eğilme,e belimiz bü- külmeğe başlayınca güler yüzümüz sertleşir, kaşlarımız çatılır. Bilmen ki, bunun zevk neresinde? Hülâsa haddızatında ihtiyarlamak elim bir- şeydir demek istiyorsunuz. Bakınız vaktile bir kitapta okudu- ğum bir vakayı anlatayım: Fransada Reslauration devrinde Chateaubrland çok asil bir aileye mensup ön beşinci Lui sarayının en- kazından doksan yaşında Margulse de Coislin namında çok ihtiyar bir kadını sık, sık ziyaret edermiş, haya- tanın sonlafina ermiş olan bu kadın hususi doktoruna daime rahatsızlık- larından şikâyet edermiş. Nihayet gü- nün birinde doktorun sabri tükenmiş: — Ne yapayım Markiz, sizin ağrıla- | nnızı 'teskin için elimden geleni ya- pıyorum, fakat nihayet sizi gençleş- tiremem ya! deyince bu sözden çok müteessir olan Markiz: — Size bundan kim bahsediyor. Ben © kadar budala mıyım? Benim dileğim bunun tamamile aksidir, beni ihtiyar- Ictmanızı istiyorum!. demiş. Görülüyor ki Markiz doksan sene ile kanaat etmiyor. Yaşamak ve ihti- yarlamak istiyor. Daima istikbal Üzerine hayal kur- mıyan bir ihtiyar var mıdır? İhtiyar- lamak şüphesiz zamanın ufulünü görmektir. Bütün musibetlere, ke- derlere, endişelere sebep olan hep o zaman değil midir? Eskiten, tahrip eden, yıkan, parçalıyan hep, hep za- mandır. Yalnız unutmıyalım ki, bir- çok acıları dindiren, derdiere deva olân, maddi veya manevi yaraları un- Balıkesir halkevi temsil kolu faaliyette EDA X nı gö ! Selim Sırrı Tarcan duran gene zamandır Hayatla maruz olduğumuz bin bir felâkete göğüs germi nelerin hü- cumunz karşı koyma! aferi elde etmek «tabii bir muvakkat zaman için: ancak bu eldali otuzunda kır- kanda değil, altmışında hattâ yetmi- şinde yapmak işte ihtiyarlığın veya ibtiyarlamanın zevki bunda!. Cidal için cidal, hattâ bu cidalde İnsan mağlüpda olsa bazı mağlübiyetler vardır ki, zaferden şereflidir. Victor Hügo ihtiyarın gözünde ışık vardır diyor. Evet çok yaşlı bir kimsenin sabit bakışlarında yaşadığı uzun yıllar içinde gördüklernin aksi vardır, İhtiyar, oduncunun baltasın- Gan kurtulmuş büyük bir meşeye benzer ki, onun varlığı yılların canlı bir tarihidir. Bazan müzeleri gezerken aslında bü- yük bir kıymeti olmıyan şeylerin eski- liği için kıymetlendiğine şahid oluruz. Eski bir kitap, eski bir koltuk, eski bir ev dalma bizde saygı hissi uyandı- Tır. Beyaz saçlar insanlara tabiatin geydirdiği bir hanedan tacıdır. İnsan- ların esalet derecesi ailelerinin eskili- ği le ölçülmez mi?. Zannederim ki, ihtiyarlamanın en büyük zevki ken- di kendinin günden güne olgunlaştı- ğına şahid olmaktır, Yalnız her zevk gibi bu da bir cehd ve fedakârlık is- ter. Goethe'nin dediği gibi yaşamak terbiye olmak, yetişmek, tekemmül et- mektir. İnsanlar yüksek fakültelerini işleterek kendi heykellerini gene ken- ude getirirler. Bu ise bir zaman mesele: İnsan yaşlandıkça geçmişteki hatı- ralar çoğalır ve hiç bir ihtiyar yok- tur ki, çocukluk ve gençlik günlerini yadetmekle zevkiyap olmasın. Genç bir çift gözünüzün önüne ge- tiriniz, kız yirmi, erkek otuz iki ya- şında. Bunlar 1907 yılnda tanış mışlar ve evlenmişler. Şimdi erkek altmış iki kadın elli yaşma girmiş; iki evlâd sahibi olmuşlar. Birlbirini incit- meden büyük bir sevgi ile biribirine bağlanarak saç ağartmış olan bu-me- sud çift için ihtiyarlamak bir zevk de- gilmidir?. Yılların: perçinlediği bin güzel ha- tıra ile dolu-maziyi düşünmek başlı başına bir zevk sayılmaz mı? Hayır, hayır ilkbaharın nasıl kendine mah- sus bir zevki varsa, kışın de öyle bir hususi zevki vardır. İş onu takdir ede- bilmek ve zevkine varabilmektir. Selim Sırrı Tarcan le vü di. ei Karamanda arteziyen kuyuları Karaman (Akşam) — Karaman ovasnim susuzluğunu gidermek için artezyen kuyuları kazılması ameli; sine devam eğil 322 nci metre der inmiştir. Su- yun tazyiki günbegün artmaktadır. Halk ve Çifçi vüziyetten memnun- dur. Artezyen mahslline gidip gelen- der çoktur. Pazar günleri komşu il ve ilçelerden dö görmeğe gelenler var- dır. Balıkesir (Akşam) — Bulkesir Halkevi temsil kolu yeni sene faaliyetine , Geçen sene 64 temsil vermek suretile canlı bir varlık gösteren temsil kolunun bu sene de Balıkesir halkını memnun edeceğine şüphe yoktur. Gösterit şubesi mili ve içtimai eserlerle beraber vodvil ve operetler de temsil etmektedir. Yukarıdaki yesim geçen hafta temsil edilen (Hortlak) adındaki vodvilden bir sahheyi gösteriyor. Eser 3 gece temsil delimiş 1800 kişi taratın- dan seyredilmiştir,