on Sahife 6 İSTANBUL HAYATI: RL Günü öldürmek için dolaşanlar Âlemin vaziyeti biz! alâkadar elmez amma, şu İstanbulda öyle çeşid çeşld yaşayış tarzları vardır ki, herhangi bir yerde biraz etrafınıza dikkat etseniz derhal gözünüze ilişir, Meselâ şehrin her semtinde muayyen bir aylaklar zümresi vardır, Senenin her mevsimin» de ve her gününde ayni yerlerde ayni adamlara daima raslayabilirsiniz, Sa- bahleyin evlerinden çıkarlar, Akşama kadar şöyle bedavadan vakit geçirmek, daha doğrusu günü öldürmek için do- Jaşırlar. Günlük eğlendce yerleri de muayyen- dir. Meselâ, bir kısmı sabahleyin oda- clarla beraber Adliyeye girerler. Mah- kemelerin kapılarını keserler. Davanız var, mahkeme kapısındaki listede si- Ta numaranıza bakacaksınız. Fakat ne mümkün!.. Oranın gedikli müşterileri Mstenin etrafına sıralanmışlardır. So- kulamazsınız ki, işinize bakasınız. Ko- ridorda suçluların etrafmı sararlar. Mahkeme kapısı açılır, açılmaz itişe kakışa içeriye hücum ederler. “ya Postanede masa başında mektup yâ- arkanızda durur ve sadece yazdığı- mız mektubu okur. Sokakta bir arkadaşınıza tesadüf ettiniz, ayak üstü konuşuyorsunuz. Derhal etrafınızda birkaçı peyda olur, Aranıza kadar &0- kulurlar. Çok da samimidirler. Sizin mevzuunuzla sizden fazla alâkadar 0- uzanır, Binema, tiyatro korldörlarında, va- pür, tren istasyonlarında, yazın açık #ğlence yerlerinin parmaklıkları etra- de, hiç ummadığınız zamanlarda dai- ma hazırdırlar, Bir satıcı ile alış veriş mi yapıyorsunuz. Derhal orada da pey- da olur, Aldığınız şeyi sizden daha dik- katle muayene eder. Beğenmezse kaş, göz ucu ile size işaretler yapar. "Trende, vapurda bir yolcu karşılıya- caksınız. Bekleyicilerin en ön safında mutlaka bu meçhul dostlar sıralanmış-| lardır. Ne gelenleri vardır, ne gidenleri. Fakat kimseye de meydan vermezler. Hele çeyreği feda edip de bir kahveye girers içeride oyun oynıyanların veya başbaşa verip bir masada konuşanların vay hsline. Her oyunu bilirler, her şeye akılları erer. Fakat onların hallerine, vaziyetlerine kimse akıl erdiremez. Ne le geçinirler, bu yaşayış tarzından u- sanmazlar mi? Bunlar kimsenin hal- Jedemiyeceği muammalardır. .C.R. Tefrika: No. 20 Babaları işi artık ciddiye almış, Türk bayrağından, Türk zaferin- den bahsediyordu. Yugoslavlar yenil diği takdirde, geçen gün Leylânın «drayvini> kritik edip gazetesine ulu orta yazmış olan bir spor muharrir mükemmel döğülecekti. Oturacak bir iskemle bulamadığı- miz için ayakta duran kalabalığın ara- sına biz de sıkıştık. Sahaya evvelâ ha- kem çıkıp tüneğine oturdu. Leylâ ile Halenin rakipleri leylek gibi uzun ba- €aklı iki Yugoslav kadını idi. Bu final kadar bana heyecan veren bir şey ol- mamıştır, Ecnebilerin her sayı yapı- şında tırnaklarımı var kuvvetimle Şu- şutun kollarırla batırıyordum. — Leylâ ve Hâleye bir set. Hakemin gür sesi çoşkun alkışlarla, bravolarla karşılandı. Oyuncular yer- lerini değiştirdiler ve oyun tekrar baş- ladı, Seyireilere sicak terler döktüren güneş sahadakilere sanki hiç tesir et- miyordu. Leylâ İle Hâle büsbütün kızış- mışlar, canla başla oynuyorlardı. Ara $ıra hakemin sesini işitmesek topların nereye düştüğünü takip edemiyeceğiz. KIRILAN BEBEKLER AKŞAM Cenevre mektubu Eski Cenevrede kale içinde bir Türk Cenevre 4 — İsviçrenin Cenevresi bir çok asırlar evvel göl kıyısında yüksek bir tepe üzerine kurulmuştu, Şimdiki şehrin aslı, Ankaranın kale içi gibi dört tarafı kale duvarları ile çevrilmişti. Bu- rası hâlâ durur. Yeni Cenevre bunun dört tarafını sarmıştır. Kantonun be- lediyesi ve umumi meclisi kale içinde- dir. Kale içine Cenevrede Cit& derler, Hangi taraftan Citö'ye girmek isterse- »iz mutlaka merdivenli veya merdiven- siz yokuş çıkılmalıdır. Hele bu yokuş- lar göl tarafından çok diktir. Cit£'nin içerisi dar dokaklı aşağı yukarı dört yüz sene evvel kurulmuştur ve her taraf tar rihi binalarla doludur, Ccnevrenin en büyük ve eski kilisesi de buradadır. En €ski asilzade familyaların evleri hep .Cit&'de çok dar sokakların içinde sıra- Cite'nin ve Cenevrenin tarihi çok he. yecanlıdır. 1602 tarihinde Cenevrelile- rin istiklâllerini ellerinden alıp kendi memleketleri olan Savoie'ya ilhak için bu kale muhasara altına alınmıştı. Savci şimdi Pransadadır. Sâvoie'hlara Savoyard derler, Savoyard'ların mu- hasarası 1602 de başlamış ve kalenin düşmesine az kalmıştı. Muhasarayı ya- pan muharipler kale duvarına tırman- dılar ve bir gece içeri girmek üzere idi- ler.'Tam bu esnada Royaum adında bir fedakâr kadın, bir kazan dolusu kay- nar suyu ve yağı bunların başından aşağı dökmüştür. Karanlıkda başları- na geçen bu aleş muhacimlerde panik yapmış, ne olduklarını anlıyamamışlar ve kaçmışlardır. Bu sayede Cenevre İs- tiklâlini muhafaza etmiştir. Bu vakaya Escalade derler kl duvar aşmak ve geçmek manasınadır ve her yıl 11 kâ- nunusani gecesi Cenevrede kutlanır, o zamanın kılığına girip büyük kazan. lar gezdirirler ve şenlik yaparlar. Ma- nası istiklâl aşkıdır. 'TÜRK TALEBE YURDU Şubatın dördüncü çarşamba akşa- 'mı Cit&'de Kolvin sokağında 9 numa- rada eski tarzda yapılmış bir büyük ka- pıdan içeri girdim. Geniş ve dürt köşe bir avlu, dar, burası da kaldırım döşe- Mi. Karşı taraftaki bir başka kapıyı aç- tım, taş merdiveni çıkmağa başladım. Benimle beraber bir de telgrafcı girmiş- ti, ona sordum; — Ecnebi talebelerin yurdu acaba hangisi?. — Ben oraya gidiyorum, buyuru- nuz. Demişti, Beraber merdiveni bitir. dik. Basamaklar pencereler ile kapılar hep en aşağı birkaç asrın tarihini söy- lüyordu. Solda bir kapıyı çaldık ve içeri girdik. Güler yüzlü, şirin bakışlı bir genç orada gelenleri ağırlıyordu. Ben türkçe sordum: — Boşkurd Türk talebesinin toplan- dığı yer burası mı?. Nakleden : Zeyneb İdil Oyuncuların yüzünde yorgunluğa, gev- şemeğe dair hiç bir iz yok. En ümid edilmedik bir anda Leylânın. elinden raket fırladı ve zavallı kızcağız boylu boyuna yere uzandı. Bu hiç bek- lenilmiyen hâdise evvelâ seyircileri şür şarttı. Şimdi hepsi bir çılgın gibi saha- ya koşuşuyorlardı. Leylâyı duvarın dibine kurulmuş ça- dıra götürdüler, Yolda Pervinle Mit- hata ras geldik, onlar da zavallının düş- tüğünü görmüşler. Mithat asabileşmiş- “ — Şampiyonluk hapı yuttu, dedi. Birlikte çadırın içine girdik. Leylâyı bir portatif karyolanm üzerine yatır- mışlar, mütemadiyen eter koklatıyor- lardı, Hâle korkudan sararmış, kız kar- deşinin başını tutuyordu. En süslü el- bisesini giymiş olan anneleri herkesin işitebileceği bir sesle eseflerini anla- tayordu. Genç arkadaşım birdenbire gözlerini açtı. Çadırdaki doktor: — Fazla bir yorgunluk, bir senkop, tehlikeli bir şey değil yalnız istirahat etmesi lâzım, kalabalık lütfen dağılan, — Evet, sefa geldiniz Ahmed İhsan Tokgöz. Bir antrede idik. Piyano vardı, piya nonun üstünde yüce Atatürkün resmi duruyordu. Yandaki Büyük salondan hepsi sevimli ve sempâtik Türk genç- leri geliyor, el sıkıyorlar ve gözlerin- de yurddaş karşılamaktan doğan ışık- lar görülüyordu. Yine sordum: — Profesör Pittard geldiler mi?. — Hayır, fakat gecikmezler, verecek- leri Könferansın vakti, geldi. PROFESÖR PİTTARD KİMDİR? Kapıdan içeri profesör Pittard ile madamı girdiler. Profeşör Cenevre üni- versitesinde tarih kürsüsündedir. Ma- damı Noel Roger müstear adla ya- zar tanmmış ve sevilmiş bir muharTir- dir. Profesör 1917 denberi biz Türkle- rin dostudur. Tarih profesörü olmak itibarile yirmi yıldır Türkleri okşar ve onları her fırsatta müdafaa ederdi. 1917 denberi ben onun bütün savaş- larını takip ettim ve gördüm. Yüce profesörü bir aralık Cenevreğe Türk düşmanları aforoz etmişlerdi. Fakat o, aldırış etmemişti. 1923 Lozan konteransında heyetimizin bütün ça- lışmasını takip etti, ve onun için Lo- zanda büyükten küçüğe kadar hepi- mizin sevgisini kazanmıştı. Pittard'dan sonra Cenevre üniversi- te profesörlerinden ve bizim üniversite ve maarif teşkilâtının organize olma- sında çok hizmeti geçen Monsicur Malche geldi. Bern elçimiz bay Vasfi ve refikaları, elçilik arkadaşları, Ce- nevre konsolosumuz bay Seymen ve bayan Seymen, Cenevre Anadolu ajans muhabiri bay Ziya Hüsnü salonda top- lanmış idik. BAYAN ÂFET GELİYOR Bu aralık teşriflerini sevinçle gör- düğümüz bayan Afeti hep karşıladık. Bayan Afet Cenevrede verdiği birkaç konferansla burada çok iyi tanınmış ve çok saygı ile sevilmiştir. Hele Piri rels hakkında verdikleri dört asır ev- vele aid coğrafya ve harita konferansı Cenevrenin ilim muhitinde Türk kül- türü hakkında çok mühim izler birak- mıştır, PROFESÖRÜN KONFERANSI Artık büyük salona geçmiştik. Yirmi beş kadar Cenevre ve Lozanda çalışan 'Türk talebesi, ve bütün misafirler s&- Jonu doldurmuştu. Profesör Pittard du- vara asılmış olan bir harita ile bir de eski tarih taksimlerini gösteren tablo arasında yer aldı. Pittard leziz ve pi- nar suyu gibi akan ve öğreten tatlı di- Hile kouferansa başladı. İnsanlığın en eski devirlerine kadar çıktı. Prehisto- rigüe devirlere ve son keşiflere göre yar pılan insanlığın tarih bölümlerini an- latıyordu. Meselâ taş devrinde çakmak taşın- dan ilk bıçaklar yapıldığı devirlerde dedi. Mithatla beraber çadırdan çıklık. Dışarıda hâlâ oyunun münakaşası dGe- xam ediyordu. Beyaz fanilâ elbise giy- miş an yedi on sekiz yaşında bir ço- cuk bize dönerek: — Hakem haksızlık etti savallı kızı sinirlendirdi, dedi. Mithat ta: — Sporculuğun yegâne şartı âsâba hâkim olmaktır cevabını verdi, sonra bana dönerek: — Öyle değil mi Süzi? diye sordu. — 1. Demek Mithatla tekrar barıştık, Ko- luma girerek beni büfeye kadar götür- dü. Üçümüz yine sandviç biskült ta- baklarının etrafına toplanmış, iştaha ile bakıyoruz. Biraz evvelki kızgın gü- Deş hararetini kaybetmiş yüzümüzü alık bir rüzgâr okşuyor. Pervin susuzlu- Kunu gidermek için yudum yudum ça» yını içiyor. Mithat cebinden bir sigara çıkarıp | yaktı, Beni sarhoş eden bu mavi du- manları doya doya içime çektim. Bu- gün ne kadar neşeliyim, başımın Üze- zinde uçuşan arılara bile gülüyorum. Mithat: — Bir çay daha iç Süzl. diye israr ediyor. Başımla istemem işareti yapı- yorum. — Haydi canım haydi çaydan insa» na fenalık gelmez. gecesi insanların göze aldıkları zorlukları ve daha sonra köpekten başlıyarak hay- vanları insana alıştıranların uğradık- ları eziyetleri ve nihayet buğday, arpa ve yulaf ve mısır tohumlarını yetiştir- meğe ve yiyecek idharına muvaffak 0- lanların temin eyledikleri büyük ve mü- him işleri saydı. Kimbilir kaç binlerce yıllarda bin bir zorluk ile ortaya konulan ve istikbali hazırlıyan bu muvaffakıyetlerden son» ra insanlığın Orlaasyadan gelip Ana- dolu üstünde Balkan tarikile ve yahud Kafkas yollarile Avrupaya yayıldığını anlattı. İnsanlığın böylece Anadoluyu esas kaynak yaparak Baltık denizi ke- narına ve Almanyanın şimal kısmına, İngiltereye ve Fransanın şimal tarafına yayıldıklarını ve bunların neolitik ol- duklarını teşrih eyledi. Keza bunlardan bir başka akının p Adriyatikin şark kıyısından Bavyera içine yayıldıklarını ve büsbütün başka grubun da İtalyanın bir bölümüne v8 İspanyaya doğru uzandığı görülüyor- du. Her halde en kültürlü ve çalışkan- ları olan Dinariklerin Anadoludan gel me olduklarını tebarüz ettirdi ve Türk ırkını hürmetle andı. AVRUPA MEDENİYETİNİN BEŞİĞİ Sonra tarihin tashih ve inkişafna hizmet eden son keşiflere, meselâ Al- M Şubat 1927 z a KADIN KÖŞESİ Suare elbisesi Çok şık bir suare elbisesi. Sinema manyada bir mağara içinde bulunan | Yildizlarından Gail Patrik'in giydiği binlerce yıllık kafa taslarına ve buna benzer birçok tarih! aydınlatan işlere geçdi ve Brakisefal olup dünya mede- | bir kap vardır. niyetini yüzlerce asırlar evvel Avrupaya götüren insanların Dinariklerin beşi ği Anadolu olduğunu söyledi. Profesör Pittard'ın sözleri çok alkış- landı, dinleyenlerin hepsinin göğüsleri iftiharla kabardı. Bizi sevindiren bir başka tatlı man- bu elbisede yaka kapalıdır. Etek nisbe- ten kısadır. Elbisenin üzerinde dizden İzmirde taksitle emlâk alanların bir müracaatı İzmir (Akşam) — Vaktile mili em- lâk idaresinden taksitle emlâk satın alıp bu emlâkin kıymetlerinin yüksek» v liğinden ötürü borçlarımı ödeyememiş mazda va O da ir b tp larla bakkamda Maliye vekiltinden kurd Türk talebe yurdu başkanı ve Ce- gelen son emrin tatbikine başlanma- nevre üniversitesi talebesinden Aziz | sı Üzerine bu emlâki satın alanlar şikân Seylânın gayet düzgün ve hiç pürüzsüz) Yellere başlamışlardır. Çünkü gelen fransizca ile büşlangıç olârak söyledik. | ©mir, hükümetin alacağının taksitsiz lerini dinlemek oldu. Genç ve zeki yurd- ve defaten tahsili hakkındadır. daşımız Türkleri İsviçre muhitinde ta- Emlâk sahipleri, aralarında bir he nıttımp sevdirmek için talebe arkadaş- | yet teşkil ederek vilâyete ve parti baş- larile bu çok muvaffakıyetli toplantıyı| kanlığına müracaat etmişler, borçla- organize ettirmiş idi. Cenevrede tahsil | rının taksite bağlanmadığı takdirde edip istikbalde en verimli ve faydalı | ödenmesine imkân olmadığımı bildir. unsurlar olacaklarına şüphem olmı- | mişlerdir. Vilâyet ve parti başkanlığı, yan bu gençleri yürekten alkışlıyorum. | emlâk sahiplerinin bu müracaatlarını Gece yarısına yakın Talebe yurdun- dan çıkıyorduk. Eski Cenevrenin kale içi mahallesinde dar sokaklardan ve orada en eski ve tarihi bir binaya yer- leşen belediye dairesi önünden geçer- ken istiklâl aşkile düşmanlarının ka- fasına kaynar su ve yağı döken Roya- um anayı anıyorduk. Ben etrafıma bakdıkça dört beş asırlık tarihin sahi- felerini çeviriyorum sanıyordum. hükümet merkezine bildirecektir İzmir umumi meclisi toplanıyor İzmir (Akşam) — Vilâyet umumi meclisi, 15 şubatta fevkalâde toplan- taya davet edilmiştir. Yeni yıl bütçesi erken hazırlanarak vekâlete gönderil- mek üzere vilâyet umumi meclisi, bu seneki içtima devresini uzatmıyacak- : Kudretile birdenbire serpilen, açılan u- Ahmed İhsan Tokgöz) tar. Fincanımı tekrar dolduruyor. Ben de| ona tâ canımdan kopan bir tebessümle mukâbele ediyorum. undan Adanın en yüksek tepesine tar- —ız— manıyoruz. Guvernantım da beni tak- Büyükndadaki evimize geleli iki gün | lit edip yüzü koyun yere yatıyor, saat- oldu. Doktor Süleymanın tabiri ile tam | lerce Heybelinin üzerinde uçuşan be- bir kür yapıyorum, Vaktile gölgesinde | yaz martıları seyrediyoruz. Gözlerimi- makara oynadığım iki büyük çam ağa- | zin daldığı bu uzaklık hem güzel hem cının arasına bugün uzanıp dinlen- | korkunç. Ne bir insan ne bir kuş sesi için bir hamak astılar. Başım kol- | işitilmiyor, yalnız yorgun dalgalar yü- larımın arasında uçuşan kelebekleri | rüyor.. yürüyor. seyrediyorum. Dans, spor her şey ya- 'Bir sabah Selim nefes nefese odama sak, yegâne eğlencem, banyoya gelen- | girdi ve: leri seyretmek, İçlerinde ağır başlı veya) (| — «Kumru yuvası: tutulmuş, bugün ateşli adamlar, Beyoğlu caddesinde | taşınıyorlar.. dedi. yüzlerine bakılmıyan, fakat denizin «Kumru yuvası» bize bitişik olan bahçenin içerisindeki ev. Sahibini biz facık, çirkin kadınlar var, hiç görmedik, çok yaşlı bir avukat ol- Bütün bu kafile yarı çıplak bir hal- | duğundan ve Adayı da işine uzak bul- de kâh sıcak kumda, kâh mavi dalga | duğundan oturmaktan vaz geçerek yaz lar arasında çırpınıp duruyorlar, Ben | ları kiraya veriyormuş, Asıl ismi herne bu zevklerden mahrumum; denize gir- | kadar «Kumru yuvası» ise de aramız- miyor, flört bile yapmıyorum. Eğer kal-| da «Sürpriz kutusu; diyoruz. bimde bir sevgi yaşıyorsa o da hasır Çünkü on seneden beri nice deği- Gel güzelim biraz sevgiyi tahay- yül edelim.. diyorum. Ve Âşıklar yo- şapkamın kenarlarını bile aşmıyor... | şik insanlarla dolup boşaldı. Aşk dediğim tabii Mithatın sevgisi. Onu bütün çirkinliklerinden sıyırıyor, — Kimler taşınıyor Selim?. — Bir genç kız, bir küçük oğlan, bir kendi görüşme, kendi hislerime uygun | de anaile baba. bir şekle sokuyorum. Bu sevgiyi, yaşan- — Kız kaç yaşında var?. mış zamanlardan daha eski, yaşana- — On yedi on sekiz. caklardan daha uzun ömürlü yapıyo- | — Güzel mi?. rum, — Güzel de söz mü, insan değil tablo, Yalnız onu düşünüyor, sıcak dudak. | o — Tutkun gibi görünüyorsun, fazla» larını snyorum, Bazen Şuşuta: ca İzahat versene, (Arkası var)