Yeryüzünde garib âdetler, gülünç itikatlar Bin türlü mahrumiyetler içinde yaşıyan Eksimolar :; dünvanın Piri en şen ve en sakin insanlarıdır Komşu ile kavga etmek isteyen adam günlerce çalışır, bir hicviye hazırlar, bunu bütün köy halkının huzurunda okur; karşı taraf buna cevap verir, bu ağız kavgasında kim daha kuvvetli çıkarsa o haklı sayılır, iki taraf . kucaklaşıp barışır ve mesele böylece tatlılıkla kâpanır ” iv R a | İ Sağda yukarda: Eskimo dansları, ortadaki kadın bu dansları öğrenmiye gelmiş ve onlar gibi giyinmiş bir Avrupa- hıdır. Altta avladığı fokun yağlarım çıkarmakla meşgul bir Eskimo, yanmdaGrönlad kiyafeti ve Eskimo köpekleri, Üstte: Et lokmasını ağzımda kesen bir Eskimo kadı. Solda yukarıda Eskimo tipleri, altta: Buzdan yapılmış bir kulübede fok yağı yanan lâmba karş sında ısınan bir alle Dünya üzerinde yaşıyan insanlarm birğoğunu! iyi“tanımıyorüz. Böyle'az tanınan kavimdlerden biri de Eskimo- lardır. Şimali Amerikanın buzlu sahil- lerine pek seyrek olarak serpilmiş olan bu insanlarla temasa gelmek çok güç... Yalnız biliyoruz ki Eskimolar eski ya- Şayış tarzlarını hiç değiştirmemiş olan nadir kavimler arasında sayılır. Bugün miktarları kırk bin kadar olan Eskimolar, hemen Avrupa büyük- Tüğünde bir sahaya yayılmış bulunu- yorlar, Grönlad ve Labradordan Hudson kör-| fezine, ve Bering boğazına kadar bütün şimali Amerika kıyıları elli kilometre içerilere kadar Eskimoların yüşadığı yerlerdir, Dünyanın en Soğuk, en ten- ha, en işe yaramaz yerleri... Fakat in- sanların yerleşmesine ve ileriliyebilme- lerine hiç müsait olmıyan bu muhite Eskimolar kendilerini pek iyi uydur- muşlar, Elbiseleri, gıdaları, meskenleri, köpek koşulu kızakları, hafif, suda bat- mâz kayıkları kutup seyyahları için birer ibret nümunesi olmuştur. Filha- kika meşhur kutup seyyahları Eski- moların asırlarca süren tecrübele- rinden istifadeyi düşündükten sonra teşebbüslerinde muvaffak olabildiler, Muhitinin şartlarile dalma mücade- le mecburiyeti Eskimoda sebat, gayret ve teşebbüs fikirlerini çok kuvvetlen- dirmiş. Bir kere çok uzun süren kışla- ra tahammül lâzım. Bu mevsimde ter- mometre hep sıfırın altında 20,30 de- recede. Bu sahada yaz vasatileri 11 de- xeceyi geçmez, bazan temmuzda bile i kar yağdığı olur. İşte böyle bir muhit- te soğuğun şiddetine karşı Eskimolar üç çare bulmuşlar; Biri çok yağlı şeyler yi- yorlar. Bizim yalnız görerek tiksinece- ğimiz iç yağlarını onlar seve seve kapı- şıyorlar, yağlı balıkları çiğ çiğ yutu- yorlar. Sonra üst üste kürklere bürü- müyorlar, Üçüncü tedbirleri ise buz parçalarından yaptıkları kulübelende gecelerini geçirmeleridir. Bu kulübe- lere iglu diyorlar. Küçük. bıçaklarile | Az sertleşmiş kâr yığınları içinden kes: tikleri kalıpları üst üste yığarak yarı küre Şeklinde ve içine beş altı kişi sı- | Zacak büyüklükte bir mesken meyda- na getiriyorlar, Eli işe yatgın iki Eski- mo böyle bir meskeni yirmi dakikada Yapabiliyor. İglunun içerisini ısıtmak içinde garip bir yol bulmuşlar. Taştan oyul- muş bir kab içine fok yağı döküyorlar, kuru yosundan yaptıkları bir fitili bu yağa batırarak ucunu yakıyorlar, bu koca kandil hem kulübenin içini hafif- çe aydınlatıyor, hem ısıtıyor, Bu oca- ğın üstüne asılı bir tencereye koyduk- ları karlar da eriyerek biraz sonra kayr namıya başlayınca sıcaklık artıyor, bir saat içinde iglunun içerisinde suhunet 15 deerceye yükseliyor. Bazı Eskimo köylerinde kışın uzun gecelerinde hep bir araya gelip eğlenmek için yapılmış büyük iglular bile varmış. Bunların İçi: ne-yirmi otuz kişi toplandıktan sonra, sıcak o kadar artıyormuş ki, biz güneş- li plâjlarda nasıl soyunursak, Eskimo: lar da yarı bellerine kadar soyunarak öyle şarkı söylüyor, dans ediyorlarmış. Bin türlü mahrumiyet. içinde yaşi- yan: Eskimolar dünyanın en şen ve en sakin. adamları imiş. Dövüşmesini, kavga etmesini bilmiyorlar, Grönlad Eskimolarında tuhaf bir âdet, var: Ora- da Eskimonun biri komşusundan ha- karet gördüğüne hükmeder, yahut her hangi bir şekilde onunla bir vak'ası o- Yursa, hasmına karşı bir hieviye hazır- iyor, günlerce bu eser üzerinde çalışı- yor, bunun bazı parçalarını karısına ve yakınlarına öğretiyor. Hazırlıklar ts mam olunca hasmı ile ne zaman kar- şılaşacağmı köy halkına bildiriyor. Bu sırada öteki de bu-ağız kavgasında ge- Ti kalmamak için çalışmaktan geri dur- mamıştır. Nihayet bütün köy halkının toplan- dığı bir meydanda iki hasım karşılaşı- yorlar. Önce hakaret gören adam ha- zırladığı hicviyeyi arasıra davul çalarak okuyor, kendi tarafından olanlar bu- nun nakaratını hep bir âğızdan tek- rarlıyorlar. Onlar. bitirince - kendini müdafaa sırası ötekine geliyor, bu:s€- fer o ağzını açıyor ve bu ağız kavgası böylece uzanıp gidiyor, nihayet köy halkı hangi taraf daha batırcı, daha j gülünç sözler söylemiş ve-altta kalma- mışsa ona hak veriyor, bundan sonra iki taraf biribirile öpüşerek barışıyor- lar, mesele de kapanıyor. 'Eskimölar fazla mala hiç bir kıymet mu olmıyan bir şeyi memnuniyetle hemşerisine verir. Birinden ödünç alı- nan bir şeyin geri verilrhesi de âdet de- ğildir, çünkü ödünç verilen maddeye eski sahibinin bir ihtiyğci yok demek- tir, Eskimolarda içtimsi teşkilât pek basittir. ğ Aile reisi evinin sahibi ve yalnız ba şına ailesinin âmiridir, Kimse kimsenin işine karışmaz, ne pols var ne mahkeme, aralarında hepsinin riayet ettiği bazı Adetler var, bu cihetle hiç bir sızıltı çık- maz. Her aile istediği yerde yerleşir, is- tediği gibi avlanır, Sahile düşen bir maddeyi kim en önce sudan çıkarır da üstüne bir"taş parçası korsa artık bu onun malı sayılır, kimse ona el sürmez. Avlar için de bazı yerleşmiş" âdetleri | vardır. Balina avırida kim önce silâhı- nı kullafımışsa “ hayvanın başi ve kuy- ruğu onun olur, geri kalan yerler, avda! bulunmıyanlar bile araya katılmak üze- re, diğerleri arasında taksim edilir, Muhit Eskimolarda korku ve hura- felere inanma gibi hislerin yerleşmesi- ne pek müsaittir. Bu memleketlerde her tarafta denizde, yeryüzünde ve gökyü- zünde anlaşılması güç hâdiseler olur. Aylarca süren geceler, şiddetli fırtı- nalar, akıntılarla sürüklenen acayip acayip şekillerde ayisbergler, sular Ü- zerindeki serahlar ve fosforlarımalar, nihayet fecrişirmaliler bu bâsit insanın çok şaşırtır. Buz parçaları üzerinde sü- zülüp giden beyaz ayılar ve foklar O. lara uzaktan tabiat üstünde varlıklar gibi görünür. nihayetsiz" tenhahklar içinde dolaşırlarken loşluklarda garip birtakım hayvan ve'insân şekilleri seç- tiklerini sanırlar ve etraflarda dolaşan cinler ve periler tâsavvür derler, Bu ci- hetle tablat hâdiselerini -çok tuhaf tarzlarda anlarlar. Meselâ şimşek çak- tığı, gök gürlediği “vakit semada kü- çük bir kulübede oturan iki koca karı- nın iyice gerilmiş bir fok. “derisini iki ucundan tutarak çekiştiklerine hükme- derler, nihayet bu kavga»sırasında ku- gın çıkıyor sanırlar. Faik Sabri Duran vermezler, Bir Eskimo Kenâisine lüzu- | HEKİM ÖĞÜTLERİ Kan, yâğalamız iç deleri, akciğerden (müvellidülhumuza) ve hazım borusundan (gıda) alır. Bun- ları muhtelif azamıza taşır. Diğer taral- tan da vücudümüzde kullanılmış ve bo- zulmuş maddeleri böbrek, akciğer ve cild yollarile dışarı atılmak üzere geri getirir. Hepimizin bildiği bu izahat, ya- şamak için kana olan ihtiyacımızın dı recesini vazıhan gösterir. Kan, içinde kırmızı ve beyaz kürre- cikleri bulunan hafif sarı bir sudur. Kâ- hil bir adamda aşağı yukarı beş litre kan yardır. Gördüğümüz kırmızlığı; i de bulunan kırmızı kürreciklerden alır. Bunlar vasati olarak bir milimetre mi- kâbında, kadında 4,5 milyon, erkekde 5 milyondur. Beyaz kürrecikler ise 6-7 bin arasındadır. Kanın suyunun veya kırmızı ve be- yaz kürreciklerin çoğalması veya azal- ması insanda muhtelif kan hastalık- ları yapar. Bütün kanın yüzde yüzelli- sinin fazlalaşması veya kanın yarısının birden kaybolması insanın hayatını tehlikeye kor, Bu vesile ile bir noktayı söylemek is- terim; bizde alem olmuştur: tansiyonum yüksek, düşürmek için kan aldırayım, hacamat yaptırayım veya sülük yapış- tırayım. Tazyiki düşürmek için alına- cak kanın miktarı, bütün kanımızın üçte birl olmalıdır, yani beş litre kanı- mızdan 1,5 litre ve daha fazlası ancak tansiyonumuzu düşürür. Halbuki bu da| vücud için zararlıdır, Her zaman alınan miktardaki kanın ise tansiyonu düşür- meğe hiç bir faidesi yoktur, Kansızlığın esas sebebi: Ya kan ya- pan alötlerimizin hastalığı veya vücu- dümüzde herhangi bir hastalığın, bir zehirlenmenin kapımızı bozması veya her hangi bir sebeple kanımızın akma- sıdır, Asıl kansızlık, damarlarımızdaki k nın kitlesi itibarile azlığı değil, kım zi kürreciklerin azalması veya bozul- masıdır. Meselâ kloroz dediğimiz ve bülüğ zamnında genç kızlarda görü- | len kansızlıkta, damarlar içinde dola- şan kanın kitlevi mıktarı bilâkis ço- galmıştır, buna mukabil kırmızı kürre- ciklerin renkli maddesi olan ve kanın özü mahiyetinde bulunan hemoglobin azalmış olarak bulunur. Bu, yumurta- lıkların iyi çalışmamasından ileri ge- lir. Bu genç kızlar solukdurlar, baş ve arka ağrılarından, nefes darlığından, çarpıntıdan; mide rahatsızlıklarından | ve çabuk yorulduklarından şikâyet e- | derler, Kansızlıktan haklı olarak çok kor- karız, Ve bunu hergün birçok vesileler- le konuşuruz, biribirimizden yüzünden | bunu okumak isteriz. Yüz renginin çok ifadesi olmakla beraber, bazan da bi- Zi aldatır. Kırmızı kürrecikleri en çok bozan, harap eden başta iki hastalık vardır; Biri sıtma, diğeri veremdir. Sıtma mem- leketimizin birçok mıntakalarına ya- yılmıştır. Fakat Sıhhat ve içtimai mua- venet vekâletimizin yerinde ve geniş çök kuvvetli mücadele teşkilâtı saye- sinde önü alınmaktadır. Sıtmalı kim- #elerin rengini hepimiz biliriz. Verem mikrobunun yaptığı kansız- lık tahribatı daha sinsi, dalla tedrici, fakat daha esaslıdır, Çocuklarımızda Ayi beslenme şeraitinden mahrumiyet, | 15 Rinunusant 1957 — Kansızlık m olan mad). g rlerde ikamet, ra istidadı ğın da sebebi z ve rutubetli asızlık birçok ha ettiği gibi, kan: olur, Bütün kansızlıklarda kan yapan az&” larımız, bilhassa kemik iliklerimiz sağf lam kaldıkça, kansızlığı yapan muzit tesirlerin katkmasile kan yapan uruy lir faaliyete geçerek yeniden telâfi hUr Sule gelir, Asıl güçlük; kan yapan fab- 5 rikaların bozulduğu zaman meydanâ çıkar. Kansızlık, kan yapan cihazlari” mızın bir nevi kanseri demek olan lö-” semiden ileri gelmişse, o zaman vaziyet kötüleşir. İçtimat derdimiz olan frenginin yer* leşmiş ve iyi tedavi görmemiş şekilleri; fena ispirtodan yapılmış devamlı içki kullanmak; heroin, kokain, morfin gi” bi keyif veren zehirlere alışmış olmak, derin ve vahim kansızlıklar yapar. Sık sık boğaz olmak, yılancığa, kızı la tutulmak da kansızlığın sebebi ols” bilir, Bizde maalesef pekçok olan ve hİŞ de aldırış etmediğimiz izalesine uğraş» madığımız kabız, kanımız üzerinde f€* na tesirler yapar, Sebze ve meyvayi az yiyenlerde de keza kansızlık olür. Vücudumuza lüzumu olan demir ve vir taminden, vücudumuzu mahrum edi- yoruz demektir, Kansız kimse Soluk, iştahsız, derman $ız, uykusuz olur veya sadece asabidir. Birçok sinir bozuklukları, kandaki de gişiklikten ileri gelir. Herhangi bir sebepten ileri gelen uy kusuzluk, gıdasızlık (bilhassa zayıflar ma pehrizlerinde), fazla asabiyet, lü- zumundan fazla çalışma ve havasızlık, tedricen kendini gösteren kansızlığa s€ bep olur. Hayatımızın idamesi için karın mevs İcudiyetine ne kadar ihtiyacımız olduğu" nu söylemeğe hacet yoktur. O itibarla bu hususa fazla itina mecburiyetinde- yiz. Sıhhatli olmak için her şeyden ev- vel kanlı bulunmak lâzımdır. Yapılacak ihtimam, hiç de güç de- ğildir. Boş vakitlerin kabil olduğu ka- dar istirahat içinde ve açık havada geçmesine çalışmak, yorucu gezintiler- den, uykusuz bırakacak eğlencelerden kaçımmak; her gün defi hâcet etmek, untazam saatlerde yemek yemek, ye- meğin keyfiyeten değil, kemmiyeten zengin olmasına çalışmak, Çok yemek yiyip mideyi ve barsakları yormamak. Kanlanmak demek çok yemek yemek değildir. Hattâ diyeceğim ki: Sofradan, canımız bir az daha yemek isterken kalkmamız doğru olur. Hazmı güç, gaz yapan ve ekşi yemekleri yememelidir. Kansızlığın zuhuru takdirinde, sebe- bine göre yapılacak tedbirler var. Umu; miyetle köylere, dağ iklimine tebdili- havaya gitmek, sık sık banyolar soğuk su ile silinmeler, friksiyonlar yapmak, hamızı karbon banyoları, 26 derecelik banyolar ve elektrik ziyası banyoları, güneş banyoları yapmak; mide va- hatsızlıkları, hazımsızlık, kusmalara karşı ve kansızlığın sebebine göre ilâç lar almak ve röntgen tedavisi yaptır- mak lâzımdır. Her şey karşısında nikbin ve neşeli olmak da bü işi tamamlıyan en büyük âmildir. 1 Operatör Dr, İffet Naim Onur ONAAAAASAAEEEENBAABAEAEAEDEE Ankaradaki tezgâhtarlar Halkevinde toplanarak bir cemiyet kurmuşlar« lübe yıkılıyor; lâmba devriliyor ve yan-| dır, Cemiyet işsiz tezgühtarlara iş bulâcak, muhtaçlara yardım edecek ve bir kooperatif kuracaktır. Fotografide toplantıda bulunan tezgâhtarların bir kısmı görünüyor.