kika kalmıştı: Vagonu dolaştım. Yol- cuları gözden geçirdim. Can sıkıcı bir “uluk yapmak mecburiyetinde ka- lacağımı esefle gördüm. Çünkü bir güzel kadın yoktu! Fakat, son daki- kada güzel, zarif, şık bir kadın biraz telâşlı bir halde trene yetişti. Ben de rahat bir fes aldım. Kumraldı, iri mav vardi, 'Treri hareket elli. Ben komparti- manda © Ötüraniiyordum. o Koridörü çıktım. Onun da kompartimanınıni İ Kapısı açıktı. Ne vesile bulup konuşa: bilirdim? Garib bir huyum Yardır, şi- mendifterde güzel bir kadın götdüm mü, derhal ona âşık olurum. Çok şü- kür ki şimendiferle pek seyahat et yöem, Ben na yapacağımı düşünürken, j yemek vakti geldi. İşte burada tesa- düf imdadıma yetişti. Güzel kadin ile ikimiz ayni sofraya tesadüf etmiş- tik. Artık ben kendisine yaranabil- mek için yapmadığımı bırakmadım. Gözünü tuzlüğa çevirse hemen daha çabuk davranarak takdim ediyordum. Galiba benim bu halim canını sıkmış olacak ki yemeğin ortasında epeyce asık bir çehre ile sofradan kalktı, hiç bir şey söylemeden - yataklı vagori döndü. Çok bozuldum, müteessir-oldum. Ayni zamanda, bu kumral e mavi gözlü zarif kadına duyduğum aşk ta bir kat daha siddetlendi. Vağona gittiğim zamahi, kendisini koridorda buldum. Beni görünce te- bessüm etti. İlk söze kendisi başladı: — Şüphesiz, dedi, hakkımda çok fena düşünmüş, hareketimi yanlış tefsir etmiş olacaksınız. Yemek vago- nunun kokusu, bir de ârka arkaya İ gidiş başımı döndürdü, rahalsızlık hissettiğim için kalkmağa mecbur oldum. Hemen kompartımana koştum, as- prin aldım, nane şekeri aldım, kolon- ya çıkardım, Çarçabuk ahbap olduk. Ayak üslü bir hayli konuştuk, Niha- yet, yörüluvorsunuz, benim kompar- tımana buyrunuz da rahat konuşa- hm, diye bir teklife cesaret ettim. Biraz tereddüt eder gibi göründise de muvafakat cevabı verdi. Yanyana oturduk. “Artık. teklifsizlöşiyorduk. Ben ona kendi havatımdan, tasav- vurlarımdan bahsettim. Fakat kim dlduğumu amlatmağa sıra geldiği za man, sözümü kesti, - Ne lüzumu var? dedi. Biribiris mizin hüviyetini neden bilelim? Ma- Zİ, istikbal... Bunlar uzak şeyler. Şu dakika icin, hiribirimizin. kim oldu- ğumuzu bilmeğe bir haceb yok. Garib kadın! Bir aralık kendi ken- dime düşündüm, Şu fırsattan istifa- ; de etmezsem dünyanın en aptal ada- ye Olurum, dedim. Gene bilmem re Gâ8; bir aralık - ellerimiz biribirine tesadüf etti; tesadüf edince de ayrı- Yamadılar. Sonra dudaklarım ellerine Trenin hareketine artık bir iki da- I | Ve sedyenin yanına sokularak: ! — — İşte bizi ayaklandırıp buraya ge- | i tiren odur! dedi. | : İbrahim yattığı yerde, yüreğinin : koparcasına çarptığını duyuyordu. k Şeyh Saidin gözleri sulanmıştı: | --Zavalı Fatma! Demek'sen bir İspanyol kızı idin.. öyle rif? Ne olur- san ol, Endülüs müslümehlarına yaptığın bu iyiliği unutmuyacağız! İbrahim başını kaldırdı. Boynunda hâlâ sarılı düran büyük bir yılanın parlak menevişli sırtından sizan"kanlara bakarak keridi Kendine söylendi: wa 5 Allah, hiç bir suçluyu : cezasız bırakmaz. Molina bugün bize iki bin ; yardımci - kazandırmakla - Ahmed 5 Selimi öldürttüğü için - cezasız ka- Jamazdı, Bir yılan, ondan/benim öcü» mu almış oldu. Seyh Said, Ahmed Selimin yaşadı. gını biliyordu. Bu sözleri dinleyince pe şaşırdı: — Bizi buraya çağıtan o değil mi- dir? Diye sordu. İbrahim: ü ph KEMAL REİSİN İSPANYA DÖNÜŞÜ Yazan: İSKENDER F, SERTELLİ dokundu; -Sonra gerdanına doğru uzamak istedi. Mutad olan lâkırdı- lar ve tekdirler: Ne yapıyorsunuz! Bi- rekınız beni rica ederim... Çıldırdı- nız mı siz! ”.. Sabahın ilk aydınlıkları pencsre- den girerken gözümü açtım. Bir saat kadar dalmışım. Güzel yol arkadaşım benden evvel uyasınış olacak. Çün- kü Koridorda, ayakta. İçimde gârib bir hüzün var. Geçen © mesud geceden sonra artık onu görmiyeceğim. Bir kaç saat sonra İren Ankaraya varacak, Ondan son- ra artık hiç! Bu kadar güzel ve tatlı bir kadından ayrılmak, onu ebediy- yen kaybetmek! Bunu düşünürken aklıma bir şey geldi, El çantasının içine bir kartiizi: timi korsam, hüviyetimi öğrenir, kimi- bilir, belki bir gün beni görmek ister- se bana bir şey yazar, dedim. Şimdi tuvalete gitmişti. Vakit ge çirmeğe gelmezdi. Kompartimanları- mız yanyana idi. Onun kompartima: pınâ girer, çanlasına kârtımi koyar- dım, Karlsizit; almak için cebimde cüzdahı çıkardım. Garib şey! Kart vizltlerimin durduğu yere ayırmış ol: duğum iki ellilik banknottan cser yoktu! Halbuki Ankâradan İstanbu- la giderken bu yüz lirayı ihtiyat ol- sun diye öteki paraların yanma koy- mıyarak buraya sakladığımı pek iyi hetirliyordum. Birdenbire > zihnimde bir şimşek çaktı. Demek bu kadın? Ne acı bir hayal sukütuna uğramışlım Maas mafih, bir türlü böyle bir şeye ihti- mal veremiyordum, O kadar kibar, sarif ve ince bir kadının âdi bir hır- sız olabilmesini zihin nasıl alirdı. Böyle müthiş .bir şüphe içinde ya- şamak bana pek acı geldi. Kadının çantasını açtım, karıştırdım. Çanta- nın küçük bir gözünde benim iki banknotu dörde kıvrılmış bir halde gördüm. Artık şüpheye mahal yok- yoklu. Şimdi ne yapmalı? Kendisini istas- yona çıkar çıkmaz polise vermek var- dı. Fakat beraber geçen mesud saat- lerin hatırası beni bunu yapmaktan menediyordu. Fakat göz göre göre de bu hayasız kadının tuzağına düşe mezdim ya. Paralarımı aldım, çanta- yı kapadım, ve hiç bir şey olmamış gibi yerine bıraktım. Biraz sonra, güzel kadın göründü. Yanıma. geldi. Müşfik bir nazarla yüzüme bakarak - Memnun müsun? dedi, — Fevkalâde, Bilemezsin ne kadar bahtiyarım! — Biraz sonra ayrılacağımızı dü- şünmüyor musun? - Düşünmez olur mıyım? Fakat ne yapayım? Sen böyle istiyorsun! — İnan bana, böylesi daha iyi. Ka- derde varsa hiç beklemediğimiz bir dakikada gene biribirimize * tesadüf No 75 — Hayır, dedi, kardeşim Selimin ölümüne bu kadın slet olmuştu. Bu- nu sezmiştim. Fakat, denize düşen, yılana sarılır derler. Ben de ondan istifade etmeyi düşünerek, kendisini şark cephesindeki İspanyolların ne- ler yaptığını tahkike memur etmiş tim. Demek ki o, yaptığına pişman olmuş ve bize yardım etmeniz için, sizi buraya sevketmiş. Allah günah- larını affetsin. Sizi buraya getirdiği için, ben de kendisini affediyorum. Ve muhafızlara dönerek sert bir sesle şu emri verdi: — Fatmayı müslüman mezarlığı- na götürüp gömünüz! O, adını değiş- tirdiği için, nemadetle belki de müs- Jüman olmuştur. Şeyh Sald söze karıştı: — Ben onu Fatma olarak tanıdım., bize çok büyük bir hüsnü niyetle mü- rocaat ettiğine hepimiz şehadet ede- riz. Ben kendi hesabıma Fatma için bir türbe yapılmasını dahi teklif ede- rim. Yetmiş yaşında bir ihtiyarın paslanmış yurd duygularını tahrik eden ve bizim bir araya toplanmamı- MAZ BOP A Ya Güzel, sağlam ve iştahlı! Çünkü: RADYOLiN Kullanıyor! ei i İçocuklarinesi kilçükten Radyolin | Kullanmağa, Radyolinle günde iki! defa dişlerini fırçalamağa alış- tirmız. Gürbüz yetişmelerini te- Lin etmiş olursunuz, ederiz. — Kadere biz de bir parça yardım etsek ne olur? — Hayır * hayır. Israr etme, rica ederim, Bana hüviyetini bildirmek isteme- mesi pek tabil idi. Çünkü işin farkı- na varacağımı tabif anlıyordu. İçimde büyük bir acı ve istikrah ile trenden inerek apartımana geldim. Yanhaneme girdim. Masaya doğru ilerileyince, (yıldırımla © vurulmuşa “döndüm. Olduğum yerde kaldım. Bo- gazıma bir şey tıkanmıştı. Gözlerim kararıyordu. Ne olduğumu tahmin edebilir mi- siniz? Ayırıp ta cüzdanda kartvizit- lerimin yanında saklamak istediğim iki ellilik banknot dörde bükülmüş bir halde masanın üstünde durmu- yor mu? Kimbilir nasıl bir dalgınlık ile onları unutmuşum ve yanıma al dım zânnetmişim. Şimdi o hüviyetini bilmediğim gü- zel kadın benim için neler düşüne- cekti! Müthiş bir azab içinde kaldım, ne yapacağımı bilemiyordum. İçimde yalnız küçük bir ümid ve teselli var. Onun dediği gibi, kader bizi bir kere daha karşılaştırırsa belki ona haki- kati izah edebilirim. Bu melün bank- notları bir zarfa koydum, kapadım. Cüzdanıma sakladım. Kaderin lüt- funa intizaren onları üzerimden hiç ayırmıyacağım! Hikâyeci za çalışan bu kadın, bütün suçlarına rağmen bir -kahramandır. Endülüs müslümanları onu hiç bir zaman unutamazlar, Fatmanın cesedini müslüman mezar-! lığına götürüyorlardı. İbrahim bundan sonra ikinci bir emir daha verdi: — Kale kapısını açınız.. ve Muham- maralıları karşılayınız! Bütün cad- delerde meşaleler yansın. borular çalınsın. Malka halkı Muhammaralı- ları saygı İle selâmlasınlar. Şeyh Said surdan indi., Köylülerin başına geçti.. kale için- de olup bitenleri kısaca köylülere an- lattı: — Ahmed Selimi öldürmüşler.. fa- kat, kardeşi İbrahim yaşıyor. Malka- ya gelişimizden çok memnun oldu.. bu gece şehirde şenlikler yapılmasını emretti, Diye bağırdı. Silâhlı köylüler önden, aileleri ve çocukları da ârkadan küme küme ”.. BİR MÜNECCİM, ENDÜLÜSÜN İSTİKBALİNİ ANLATIYOR.. Allahın yarattığı tabil ve saf çocuk gıdaları Pirinç, yulaf, mercimek, buğday, irmik, patates, mısır, arpa, Çav- dar, türlü, badım. HASAN Özlü Unlarile çocuklarınızı besleyiniz ve büyü- tünüz. Vitamini ve kalorisi bol olan bu özlü unlardan istedik- lerini ve sevdiklerini bıktırmıya- rak değiştire değiştire yediriniz. Çabuk büyürler, çabuk diş çıka- rırlar, Hasan markasına dikkat, Baş- ka marka verirlerse almayınız ve aldanmayınız. Bütün eczane- lerde ve bakkallarda o bulunur. Hasan deposu, İstanbul, Ankara, Beyoğlu, Beşiktaş, Eskişehir. 15 Kânunusani 1937 Cuma Öğle neşriyatı — 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05: Plâk- la hafif müzik, 13,25 - 14; Muhtelif plâk neşriyatı. Akşam neşriyatı — 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Spor musaha- beleri: Eşref Şefik tarafından, 20: Ve- dia Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30: Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları, 21: Saat ayarı ve orkestra, 22: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 22,30: Plâkla sololar, 23: 16 Kânunusani 937 Cumartesi İstanbul: Öğle neşriyatı: 12,30 Plâkla 'Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05: plâk neşriyatı. AKBA Ankarada her dilde gazete mecmua ve kitapları bütün mektep kitapları ve kırtasiyeyi wcüz olarak AKBA müesse- selerinde tedarik edebilirsiniz. Telefon : 3377 — Artık Malkanın sukutu imkân- sızdır, diyorlardı. © Gerçek, Malka kalesi, Muhamma- ralılar geldikten sonra, kolay kolay ele geçmez bir hale gelmişti. Kara cephesi de deniz istihkâmları kadar takviye edilmişti. Şehirde zenginlerin anbarlarına İbrahim el koymuş ve hepsini kaleye taşımıştı. Herkese müsavi miktarda erzak dağıtılıyordu. Muhammaralılar kendi yiyecekle- rini de atlarla birlikte getirmişlerdi. Yakın köylerdeki erzak anbarları da bir gece içinde şehre taşınmıştı. Mal- kada dört bine yakın binek hayvanı vardı. Şehrin muhasarası uzıyacak ve kıtlık yüz gösterecek olursa, bu hayvanlar da birer birer kesilmek üzere ahırlarda muhafaza ediliyordu. Zenginlerin anbarlarından, Malka- Yı iki yıl daha geçindirecek kadar er- zak elde edilmişti, İbrahim erzak cihetinden müste- rihti. Şimdi onun bir derdi vardı: Kaledeki topların atâcak gülleleri azalıyordu. Barutları vard. Gülle yapmak Malkalılar için çok güç bir iş sayılırdı, Topların bir çoğu büyük taş gülle atıyordu. Bir gün istihkâmlarda ça- lışan altmış kadar Türk denizcisi bir araya toplandılar:. İbrahimin yanına giderek: Plâkla hafif müzik, 13,25-14;: Muhtelif Bu adamı canınden Bezdiren" şey GRIPIN İ tecrübe edinceye kadar çekmeğe mah- kâm olduğu ağrı ve sınılardır GRİPİN En şiddetli baş ve diş ağrılarını keser GRiPIN Romatizma, sinir, adele, bel ağrılarına karşı bilhassa müessirdir. GRİPİN Kırıklığı, nezleyi, soğuk algın- lıklarından mütevellid bütün ağrı, sızı ve sancıları geçirir. 750 1450 800 150 » <cpebi memleketler: Seneliği 3600, oltu uylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur. Tlres abdi için yirmi baş kuruşluk pul göndermek lâzimdir. Zilkade 2 — Ruzu Kasım 69 & İmesk Güney Öğle şİkimii Akşam Ya E 1234 219 Va 538 7231 İdarehane: Babilli civar Acımusluk Sok. No 13 — Hiç merak etme, dediler, biz taş gülle yapmasını biliriz. Şehrin Babül- fereç cihetinde yüksek bir kayalık yar. müsaade ediniz de bu kayalik- ta bir kaç gün çalışalım. ve yanımı- za bir kaç yüz işçi verin! Onlara gül- lenin nasıl yapıldığını gösterelim. İbrahim sevindi.. Türklerin yani- na üç yüz işçi verdi. (Babülfereç) e gittiler. kayalıkları kırıp parçalama- ğa ve gülleler yapmağa başladılar. “Türklerin bu keşfi o sırada Endü- lüs zabitlerinin imanın büsbütün kuvvetlendirmişti. Denizdeki düşman donanması, kâ- lelerden bir kaç gün evvelisine kadar atılan güllelerin seyrekleşmesinden, cephanenin : tükendiğini tahmin et- mişti. Halbuki istihklmlarda tekrar topçu faaliyeti başlamış ve güllelerin yağmur gibi yağması düşmanı hay- rete düşürmüştü. Bu vaziyet karşısında düşman a8- kerinin ne karadan, ne denizden Mak kaya girmesine imkân yoktu. sö” Bu sırada İbrahime garib bir haber getirdiler, Malkanın fakir mahallele- rinden birinde oluran, Endülüsün meşhur müneecimlerinden Necib Gaş- lâni Endülüsün istikbaline alt çok mühim sözler söylemişti, (Arkası var) e TE