21 Eyi Yaz mı? Kışmı? “Ah canım kış!.. Nerdesin? Gözlerimiz yollarda kaldı.. Geç sobanın başına.. ,, » Kestaneleri çakının ucile yarıp yarıp sobanın üstüne şöyle bir diz... «Her yiğitin gönlünde bir as- lan yatar» derler. Doğru sözdür. sa o kadar zevk varmış. doğrudur. onra Jinsanlarda daimi bir şikâyet etme ihtiyacı vardır. Me- selâ yazsa kışı ve sıcaktan şikâyet ederler, Kışsa, aynı insan: ve mir. diye ağustos ayının hasretini çeker... Fakat işi icabı bir çok kimse- ler var ki yaza diş b meler Ge- ne öyleleri var ki mümkün olsa kış mevsimini takvimden kaldı- lacı da fırınına pişirdiği tuğlala- rın iyi olması için dört gözle gü- iş Hoca da bir gün: Aman yarap... Yağmur ih- san et.. diye dua ederi ertesi gün: — Aman güneş!.. diye ellerini cam,. bu ne hal?, Bir gün yağmur yağması için Mik ediyor- . Baş a bir gün de güneş aç- — Siz bana bakmayın. demiş.. yağmur yağarsa hemen bahçıvan damadıma, güneş açarsa da doğ- ru tuğlacı damadıma ağ Geçinip Ma işte, Evet amm e hoca va- ziyetinde değ ia ki... Bazıları- nın çıkarı yazda, mler çı- karı kıştadır.. Geçen gün bizim kömürcüye rastladım. Ah.. Ah güzelim kış!. Neredesin? Adamcağız yana yakıla: — Bırak Allah aşkına şu yazı. diyordu... Ah ah güzelim kış ne- Kış si havadır ın redesin?.. ağla; X ai pe imi buki düşün bir kere kış gelmiş. buram da buram kâr yağar.. yak dir amma mang mek keyiflidir, gözümüz yelda kaldı. Neredesin Id Kış mi? Yerinde kalsın! sonra kışın undan ve yazın şiddetli taraftarlarını aramağa bira satan bi- koyuldum. Ayakta ordum: — Kış mı?, diye yüzünü buruş- Buraya gelmeğe zahmet aksırık.. tıksırık.. al .. Ne güzel şeydir. Ha- var?. Dayan buzlu, Li etmesin.. Pazar günleri geldi mi?, Al mayonu, git denize, Sonra aca- nım... İstanbulda eğlence dedin mi akla yaz gelir. Kışın sıkıntıdan patlamaktan başka ne yaparsın iğ Sen kıştan şaşma... Gayet ihtiyatlı bir dostum var. dır, Odununu kömürünü daha ya: zın ilk ayından alır, Lâstiklerini şosonlarını sonbahardan, filân eylülden hemen alır. Beni lâstikçiye soktu. Mev: len okonuşulu- Zn kaya en diyor- Koluma ri ki: Kışın soğuktan mi şikâyet ediyorsun?, — Sen kıştan şaşma... Soğuğa karşı çare vardır. evin içine yakarsın mangalını, yahut Sokağa çıktığın zaman da üstüne kalın sobanı geçersin başma... bir şeyler giyersin, yün fanilâyı sırtına, ayaklarına sağlam şoson- ları geçirirsin, soğuğu bir tarafa bırakır üşümezsin.. amma yaz öy- | 5 mi?. Cayır cayır ağustos $ Allah kıştan ayırmasın.. kış ol- masa halimiz dumandır. Sus bayım sus Dondurmacı ikide bir gökteki bulutlara üzüntülü üzüntülü ba- kıyordu. Yanındaki mütemadiyen çın çın öten çıngırağının sesi ar- tık ağustos ortalarında olduğu gibi müşteri davet edemiyordu. Sordum. — Tabii yazı beğenirim, de- di... Kışın yaşamak var mı san- ki? günler kısacık. Saat dört ol- lu mu?. Her taraf zirifi karan- Yağmur, çamur... Palto yağmuru ğ yiye yiye şişip ağırlaşır., hamal gi- bi onu taşırsın. Her tarafta bir kasvet., s bayım sus... Aklıma bile e Allah aşkını Geç sobanın başıma Sobacı yazdan yaka silkiyor; nenin 12 ayı da kış olsa... Kışın zevkini hiç birine değişmem ali- mallah... Ooooh... Geç sobanm başına... Çakıyı al eline... Yığ kestaneleri önüne. Çakının ucile kestaneleri Bir yar yar sobanın üstüne diz... -okurikay- nasın, Yak çubuğunu, bak safa- yanda semaver fokur Hikmet Feridun CEREYANLAR, KİTAPLAR Sahife 7 “Değirmen ,, — we okurağı sever misi- gr Sakal böyle bir şey soru- lunca «evet» diyenlerin, gazeteler- de, mecmunlarda çikan hikâyele- ri hattâ merakla okuyanla- rın a, dikkat edin, eği esna k hoşi ar. O kadar ki, bu çeşit Gan a- vaş yavaş, yazıldıkları gün a hafta içinde okunup lâzım gelen şeyler sayılmağa baş- amıştır, Kitabı seven, kitap almağı ken- dilerine bir «ihtiyaç» bilenlerin, unutulması de okuyabiliriz; onların türlü ya- zıları arasında bir birlik, bir ahenk i aramağa eöüloğur; bunu bula- ayınca âdeta rahatsız oluruz. Bir muharririn beş, on an d aha fazla yıl içinde, ayrı ayrı hâdiselerin, hattâ ste- a böyle ması da pek seyrek gö- rülen çağla, Bazı titiz veya ağır çalışan ro- mancıların ir eseri birkaç yıl- da merek olur; Gustave Flau- r romanına on beş img fazla zaman harcamış. Fakat bir Gölde üslüp, ei birliği Mi lunmıyacağını göstermez; çünkü omancı, o eserini kaç yılda bitir rirse bitirsin, bütün o de zihni hep onunla u; da kendisinin görüşleri, sanati an- layışı değişirse eserinin* yazılmış olan da bunlara göre düzeltir, Kitabını bastırmadan ön- ce elbette bir kere olsun gözden geçirir ve böylece, yılların belki bozduğu birliği yeniden kurar. bir bendi kitabında veli, üslüp birliği k kısımlarını ri sürmüyorum; o Maupassant'ın, Daudet'nin bikiye kitapları böy- le bir iddianın boşluğunu kolayca içinde, aşağı yukarı bir arada, ba- zan köylünün kasisliği, 1870 har- bi gibi bir «tema» üzerine yazıl- mış hikâyelerden müteşekkildir.) Ben sadece hikâye kitaplarında, romanlarda olduğu gibi, bir bir lik bulunmasının zaruriğ olmadı- ye tarzının en büyük üstadlarından biri olan Edgar Pos: onun hikâ- yelerini bile sıra ile okumak pek almak için okuyanı şaşırtır, sıkı- verir. omanın çok alıcısı olan mem- leketlerde bile hikâye kitaplarının örmemesinin sebebi bel- attin Alinin Ana- doluyu en iyi anlamış mı rimizden biri olduğu söyleniyor; köylerimizin hayatını hemen he- men hiç bilmediğim için bu iddia- nın ne dereceye kadar doğru oldu- ğunu kestiremem. unu söy liyeyim ki, bay Sabahattin Ali, anlattığı hikâyelere bizi inandırı- yor. Dostoyevski'nin romanların- arrirle- daki insanlar, Rusyada pek görü- lür soyundan değilmiş... Öyle olsa bile bize m Karamazof kardeş- leri'i, Cür. rken ve ceza'yı oku biz, hayilizd anlatılan insanların gerçekten yaşadıkl ruz. Bir muharririn bizi, söyledik- lerine inandırması için de anlattı- ğını görmüş, öyle görmüş olması lâzımdır. B. Sabahattin Alinin «Ki yon»unu okuyun; beni İmarıliliği ibi sizi de inandırırsa o muharri- rin Değirmen (1) adlı kitabını alın. Onun içindeki on altı çilek. yun demiy! yorum; hat Viyolons: ei adlı hikâyeye hiç Gi da- ha yiz olur. Muhtelif parçaları, kiy- et bakımından, me bu kadar farklı olan ki âye ki- tapları içinde bile, az iniz. On- arına inanıyo- nal» gibi çok iyiye kadar her şsy var. Kitabı, ikinci kısmından oku- mağa başlayın; bu kısımdaki «<- kiz parçanın çoğu, bize B. Saba- mg Alinin görüşü ile Anadolu- yu ai ikâyelerdir. Muharrir Nİ sevgisini bir kavga kay- rağı diye sallamıyor; çorak, zaval- h köyün sefaletini, acılarını aula- kuluveriyor. ahatti acıklı bir dil Ülkemin da kal kışmamış; fakat sözü tam yerin- p kullanmasını biliyor. «Kanal»ı zkır köylüsünün düğünü ve ne beklediğini Fair mez» cümlesi, söylemekle biye bir tragedia: O hikâyede, bir de türkü var: ianın ifadesi oluveriyor. Ecel Kara haberimiz köye vie iten gelin kuzu gibi meleşir. ocam yuma, kanımız aksın, ğlasın, düşmanlar bak- elir kapımızı sın. Bilmem bu gerçekten köylü tür nl, KOY Şi dan der elebileceğini £ inanmaz- sanız yine o muharririn Dağlar ve rüzgâr (2) adlı şiir kitabını açın, inanırsınız, Ayağında gezen itler Bunu söyliyen şair, o türküyü de yazabilir. «Bir gemicinin hikâyesi, Kanal, bi hissiğ, cicibey-isi yazılara te- nezzül etmemeliydi. Üçüncü kısım da, ikincinin kuv- vetinde olmamakla beraber, hiç de Görü değil, Birinci kısımda« Birdenbire sö- nen kandilin oşuna gidecektir; ben, sever kudum. Nurullah ATAÇ (1) Remzi kitaphanesi, 220 sayıfa, 50 kuruş, (2) Remzi kitaphanesi, 66 sayıfa, 25 urus,