6 Eylül 1934 AKDENİZDE TÜRK AKINCILARI İSKENDER FAHREDDİN Yazan: Kemal, Murat ve Rüstem reisler memleket davalarında canlarını hiçbir tehlikeden esirgemezlerdi.. kahramana halkın muhabbet ve itimadı vardı. Murat, karisinin mendilini Ve bedik tacirinin yatak odasında bu- Tunca sersemlemişti. Hizmetçi korkudan titriyordu. Murat odadan dışarıya çıkı Derhal Kumkapıya giderek sin- yor Skontonun köşkünü bulmak- tan başka yapılacak bir iş yoktu. Murat Kumkapıya gitmek üze- ze evden ayrıldı: — Jüsettayı bu kudurganın elinden kurtarmalıyım., Türk donanması ve “Azap askeri, teşkilâtı Türk akıncıları İstanbulun zap- tındanberi zaferden zafere koşu: yorlardı, Fethettikl, memleketlerin ge- micilikle melâf olan ahalisini do- manmaya almak usulüne devam ediliyorsa da, bu, donanmanın gittikçe artan miyordu. Fatih devrinde yol, italyan ve daha sair milletlerden lüzumu kadar tiyacına kâfi gel İspan- anma muvaffakiyetlerinin teva- isi, hükümeti donanmada esaslı islahat yapmağa mecbur ettiğin. den, Fatih devrinde başlayan (Azap askeri) teşkilâtı ikinci Be- yazıt devrinde haylı terakki et mişti. Türk hudutları dahilinde bulu- nan denizciler İstanbula getirtile- rek gemilerde istihdam ediliyordu. ikinci Beyazıt donanma efrs dımın Avrupalılar bulunmasını düşünerek, gemicile- rin talim ve terbiyelerine de mu- alimler tayin etmişti. Deniz kuvvetlerinin kara kuv- vetleri kadar büyük ehemmi- yetle karşılandığı — gündenberi (Azap) namile sayısı arttırılan deniz efradı hergün muntazam surette talim ordu. Türk denizcileri teşkilâtı iki si- nıfa yarılmıştı. Bu sınıflardan bi- ri donanmanın rüesa ve memurin kısmı yani kaptanlar, reisler, ka- Jafatçılar, humbaracılar, maran- yozlar ve sair sanatkârlardan iba- ret idi ki, bunlara (tersane halkı) derlerdi ve maaşları da diğerleri- me nisbetle dolgun mı da donanmanın harp sınıfını, «silâhendazlık» vazifesini yapan | 'denizcileri teşkil ederdi. Hükü- met bunlara mahsus olmak üzere şimdiki Unkapanı köprüsünün Ga- İsta cihetindeki başı civarında bü- yük bir kışla yaptırtmıştı. Bugün halâ (Azapkapısı) namile maruf olan bu semtte tersaneye mensup. kimseler otururlardı. | seviyesinde Donanma harekete geçeceği 22- man ayrıca ücretli kürekçiler te- 'darik edilir ve donanmanın adedi- ne göre gemilere yeniçeri ve cebe- ci askeri ilâve edilerek donanma efradını miktarı bu suretle tak- viye edilirdi. İkinci Beyazıdın ilk senelerinde | Kemal, Murat, Rüstem reislerin donanmaya büyük hizmetleri do- kunmuştu. Bunlar uzun seneler Avrupalılarla dövüştükleri ve ec- nebi memleketlerdeki deniz fen- nine ait terakkiyatı yakından gör- Mükleri işin, (tersane halkı) arar, Telrika No, 184 u üç ında en mümtaz mevkii işgal et- mişlerdi. Her üçünün de (kaptanı deryalık) gibi yüksek makamlar da gözü yoktu. İkbal ve saltanat düşkünü değillerdi. Hayatlarıni millet ve memlekete vakfetmişler, canlarını hiç bir tehlikeden esir. gememişlerdi. Halkın bu üç nam- dar reise karşı büyük muhabbet ve itimadı vardı. (Kemal reis) e: «— Endülüs kahramanı,» Diyorlardı. Kemal reis çok asabi, fakat ay. ni zamanda da çok cesur ve ihti- yatkâr bir denizci idi. Halk, (Murat reis) e de: «— Oltranto fatihi.» Ünvanını vermişti. O devirde (Otranto kalesi) düş yanın en müstahkem ve zaptı ka- bil olmıyan kalelerinden biri ola- Tak tanınmıştı. Murat bey, karile- rimiz çok iyi hatırlarlar ki, bu müstahkem kaleyi büyük vermeden zaptetmiş ve büyü çük bütün kumandanlarını almıştı. Venedikliler, aradan yıllar geç- tiği halde, bu unutmuyorlardı. büyük inhizamı Murat reis bundan sonra (Na: varin) harbinde de muvaffak ol: muş, bütün müttefik düşman do- manmasını mahvetmişti, Rüstem reis te o devrin meşhur kahramanlarındandı. Bütün Ka- Faman kıyıların işgal eden ve Ka- zadenizde türiyen bir takım ça- Pulçulara soluk aldırmıyan cesur | ve atılgan bir denizci idi, Hasılı halk bu üç kahramana büyük bir itimat ve muhabbetle bağlanmıştı Kış geçmek üzere idi. Karaman #ahillerinde yeniden baş gösteren isyanların bastırılma: gelmişti. Donanmada büyük bir faaliyet vardı. (Tersane halkı) geceli gündüzlü çalışıyor, gemi an gemilerinden üs olması için ne mümküne yapılı. Ularca belki bir asır sonra bile unutulmaz diye düşünülürken, ve bu hezimetle alâkadar olan ecne- bi devletler Türkiyeye boyun eğe- rek, çok ağır sulh şartlarile bağ- lanmışken, ne gariptir ki, aradan bir sene bile geçmediği halde ge- ne umumi sulhü ihlâle Avrupalı. lar teşebbüs ediyordu. Venedikliler, bir sene içinde donanmalarını tanzim etmeğe ve tekrar Akdenizde görünmeğe baş- Jamışlardı. Venediklileri daima İspanyol. lar teşvik ve tahrik ettikleri hal de, bu sefer sırf intikam hissile ve yalnız başına olarak harekete ge- giyorlar, Adalarda ele geçirdikle- xi tüccar gemilerini yağma ediyor- lardı, ) Her Türkün göğsünü kabartan büyük zaferler karşısında; ve perişan, İstanbul sokaklarında zelil dolaşan Venedik tacirleri bu se- fer de sarayı elde etmek ve halkın ruhunu uyuşturmak kastile mem- lekete yeni bir «tezevvuk madde- sin sokmayı düşünmüşlerdi: Amber ve afyon! Her akşam bir hikâye — Garson!.. Iki tane daha... — Aman müsaade edin de ben artık içmiyeyim!.. # — Yooo... Katiyen olmaz... B För tane daha parlatacağız... — Geç kalırım diye üzülüyo- rum... Malüm ya ta Bortancıya gideceğim — Nasıl? Nasıl?... Dünyada bi- rakmam... Bu gece bendesin ca- nım... Gel, gel hem de yeni apar- tumanımı gör... Eşyalarımı gör... — Rahştsız ederim kardeşim... — Ne?. Vallahi hatırım kaldı, billâhi de hatırım kaldı?... Demek ben sana gelsem rahatsızlık vere- ceğim... Yazık, yazık... Yahu se- nin evin benim evim sayılır, be- nim evim de senin evin... Teşekkür ederim. Rakılar gelmişti. Çektiler. Naci artık yerinden kımıldıyamıyacak bir hale gelmişti Selim mütemadiyen israr yordu: — Dünyada bırakmam. Kol kola girdiler. Sokağa çıkti- lar. Büyük Okyanosun ortasında müthiş bir fırtınaya tutulmuş iki küçük şilep gibi mütemadiyen yal palıyorlardı. de bulut gibi, duman gibi, körkütük bir halde ediler, Ayak- larının altında yer mütemadiyen. kayıyor, etraflarındaki evler, apar- tımanlar, caddeler, sokaklar «dön baba dönelim» oyunu oynuyor. ları Aksilik işte Selim de yeni apar- imanını bir türlü bulamıyor, ade- ta sinirleniyorduz — Yahu bu gece sokaklara da ne oldu?.. Apartmanlar nerede?.. Belediye memurları bu işe ne ka- rışır.. Bizim apartıman derhal meydana çıkmalı... Sonra karış- mam hal... diye manasız manasız. söyleniyordu. Nihayet'memnun: — İşte. dedi, burası... Beraber içeri girdiler. Iki kat çıktılar. Selim bir kapı daha açtı: — Gir.. Gir kardeşm.. Kendi evin gibi hareket et.. Gibisi fazla, Zaten kendi evindesin.. Selim burada da içmek istiyor- du, Bu sırada büfenin önünde du- bir şarap şişesi göğüne i. Derhal şişeye sarıldı, Evve- lâ bir bardak doldurup arkadaşı- na ikram elti, Sonra da kendisi bir bardak aldı. Şarapları yuvarladıktan sonra Selim bardağı yere vurup kırdı. Naciye: — Kır kardeşim. Sen de kır... Allah aşkına kır... Diye ısrar ediyordu. Naci de bir bardak kırdı. Fakat bu. eğlence Selimin pek ziyade hoşuna git mişti. Büfenin içinde ne kadar bardak, nadide tabak, billür süra- hiler varsa masanın üstüne yığdı. — Kır kardeşim... Allah aşkı” na kır., Sevdiğinin başı için kır... Kır kardeşim kır... Diye ısrar ediyordu. Şarkı söy- liye söyliye biribiri arkasından ta- bakları, bardakları, çanakları kı- viyorlardı. Naç verse Selim: edi- parça fasıla — Kır kardeşim kır... Kalori. ferin üstüne vur da kır... Şarap şişesi dibine yaklaştıkça iki ahbap çavuşlar çırığından çı- kıyorlardı. Bir aralık Nacinin gözüne ta- vandaki nadide avize ilişti: — Ne güzel avize, dedi, Vene- dikişi mi7... Selim yeni bir eğlence bulmuş gibi sevindi — Haydi kıralım... Nişan al dArkesı var), | kardeşim... Bakalım kim daha çar | Kır kardeşim, kır!.. e — İİ m m e buk avizeyi aşağiya indirecek?.. , — Vazgeç Selim bey... — Olmaz.. Arada teklif mi yar?.. Burası senin evin.. Kır, kır Allah aşkına.. Hiç çekinme kır kardeşim kır... Feda olsun sana. Haydi başlıyoruz, Ellerine geçen armut, elma gibi yemişleri, fırça, bardak, surabi, t gibi öte beriyi avizenin üstüne yağdırmıya başladılar. Nadide a- Vize üzerine çarpan her şeyden sonra recmedilen güzel bir kadın gibi inleyordu. Nihayet her tarafı parça parça oldu. Bu sirada avi: ye nişan alınan bir çok armutlar, bardak, saatler bazen camlara ge- liyordu. Camlar şangır şungur aşağıya iniyordu. Gürültü o dere- ce arttı ki aşağı katta telâşli ayak sesleri işitiliyordu. Demek uyan- mışlardı. Bereket versin apartı man denize bakıyordu, Karsısın- da başka apartıman filan yoktu. Avize yerine camlar kırıldıkça Se- lim memnun oluyor: — Allah aşkına çekinme. AL lah aşkına çekinme.. Sana hepsi feda olsun. Kır kardeşim kır... di- yordu, Artık şarap ta bitmişti. Naci de adam akıllı olmuştu. Selimin fazla israr etmesine meydan bırakma- 'dan camlara, avizelere eline geçen şeyleri yapıştırıyordu. o Nihayet avize yere inince aşağı kattan: — Bu ne rezalet!, Diye bi dılar, Fakat onlar aldırış bile etme: ler. Şimdi karşılarındaki büyük endam aynasında kendi hayalle- rine nişan aliyorlardı. Selim ikide © — Allah aşkına hızlı at; Baka: m aynayi evvelâ kim kıracak diyodu. Naci ayna kırmak şampiyonlu- Zunu kazanmak için var kuvvetile çalışıyordu. Fakat bir aralık ayna- lara atacak şey bulamadı — Selim. dedi mermi bitti. Ce- pane kalmadı. Atışı kesiyorum. Selim hiddetli bir kumandan gi- bi güğredi: — Olmaz. atışı kesme... Bak şurada bir gramofon görüyo- rum... Bir yığın da plâk var.. Al lar sağa sola uçmağa başladı. Bu arada aynalar, camlar da şangır- dayordu. Selim: — Kır kardeşim kır.. Feda sun!.. diyor, ağzından başka & çıkmıyordu. Artık Naci işi cıvit mıştı, O Selime öte beri kırması için ısrar ediyordu. Selim bir aralık biraz serin hava almak için balkona çıktı, Rüzgâr başını yerine getirir gibi oldu. len bire hayretle duraladı. Onun balkonda böyle açılır kapa- nır sandalyeler, hasır masa yoktu. len bire aklına müthiş bir şey gelmiş gibi içeriye baktı, Eyvah- lar olsun.. Eşyadan hiç biri onun eşyası değildi. Demek.. Demek. Yalnış yere gelmişlerdi Bu ol bir kat daha alttaki daire idi. Selimin dairesi üstte, dördüncü katta idi. Şimdi ne yapacaktı? Na- ciye meseleyi nasıl söyliyebilirdi. | Salona girdi, Naci hâlâ plâkları aynalara fırlatıyordu. Selimi öyle şaşkın görünce — Ne duruyorsun.. Kır.. Sen de kır.. Kır kardeşim kır!.. Sen bana israr etmiyor mıydın?., Dedi ve Selimin eline bir kaç plâk verdi. Bulundukları yer gö- rülecek bir halde idi. Yerde kırıl- mış yüze yakın plâk.. Avize mı ın üstüne düşmüş. 20 - 30 baz Kaşların manası (Baş tarafı 8 inci sahifede) ediliyormuş. Gene kadınlara mah- #us gibi görünen bir üçüncü tip yarmış ki bu dışarı uçlarına doğ- ru gittikçe daralıp incelen kaşlar- dır, Bunların burun tarafındaki iç uçları daha kalınca oluyor, işte kas dımların son zamanlarda moda yaptıkları kaş tipi en ziyade buna uyanıdır. Birçok kadınlar ellerin- 'de cımbızlarla ayna karşısında kaşlarını birer birer kopararak böyle incecik bir şekil vermeğe çalışıyorlar. Demek ki kadın tipi- De en çok uyan kaş şekli bu ola- cak. Halbuki erkek kaş ti bariz şekli «çiften kı olanı imiş. Bu adeta biribirine ek- li iki kaş gibi oluyor. Bu tarz kap lara kadınlarda da tesadüf edili- yormuş amma daha nadir ola- Tak... Bir de tepeli kaşlara çok te- sadüf edilmiş. 470 kişide 170 kişi- nin kaşı bu şekilde imiş. Bu tipte kaşın orla yerine doğru bir kaba- rıklık, tepe gibi bir yükseklik var. Bu tip te daha ziyade kadınlara ait bir şekil imiş. Erkeklerde na- dir olarak ilen bir tip daha var, O da bizim çatık kaşlı dedi- imiz tip, gayet kalın, enli kaşlar. Bu tetkikler şimdiki halde yal nız bir şehrin mahdut sekenesi arasında yapılmış pek mevzii bir tetebbüden ibarettir. Kaşların da- ha şümullü, daha umumi şeki tetkiki kim bilir daha ne yeni ler ortaya koyacak, Profesör Suka kaş tipleri bu kadar çok te- göslerdiği halde kirpikler böyle değilmiş. Profesör çehrele- rini tetkik ettiği 470 kişinin kir. piklerini ancak dört zümreye ayı- rabilmiş... Kirpikler ancak uzun ve kısa düz veya kıvrık olabiliyor. Böylece uzun ve düz, uzun ve kıv- rik, kısa ve düz, kısa ve kıvrık ol. mak üzere yalnız dört sınıf sayıla- biliyormuş... Şurası garip ki düz ol. sun, kıyrık olsun uzun kirpiklere en çok kadınlarda değil, erkek- lerde tesadüf ediliyormuş. Kısa ve kıvırcik kirpikler de hemen umumiyetle erkeklerde gi yormuş... Kısa ve düz kirpikler ise ençok kadınlarda görünüyor. kırığı... Camların hemen hepsi siz- lere ömür... Büfenin camları hak- i çare olarak bura- dan sıvışmağı buldu. Naci etrafı kırmakla meşgul iken o da f çekti, Naci arkadaşımı bir haylı çağır- dı. Fakat sesi çıkmayınca bir ya- tak odasına girdi.. Geniş bir ya- tak.. Bir ipekli pijama eline geçti. Giydi. Fakat bu bir kadin pijama- Paçaları gayet geniş kolla- ri dekolte idi. Fakat o bunu fark- girdi... ipleri balodan döndük- leri zaman az daha hayretten kü- çük dillerini yutacaklardı. Adeta yer, halıların üstü plâk, tabi bardak, cam kırıklarında görün- müyordu. Her şey parça parça ol. muştu, Hele o sevdikleri plâklar. dan eser kalmamıştı. Yatak odasında hanımefendi- bıyıklı bir adam horul horul uyuyordu. Bey hemen yatağa yaklaştı, pi- jamalı adamı omuzundan sarstı? — Hey bana bak.. Ne yapıyor» sun burada... Bu camlar, tabaklar, nin pijamalarını giymiş ganakların hali ne?. Bu ne res zalet?. Naci mırıldandı: — Feda olsun. Bana da feda olsun, sana da... Kır, kır karde- Çekinme. Allah aşkına kır.. lsun be yahu. (Bir Yıldız) 4