MMA,» ME MM. 22 Temmuz 1934 AKDENIZDE TURK AKINCILARI Yazan: JİSKENDER FAHREDDİN Tetrika No. 120 Akıncılar su üstünde bir ses işittiler: “Baba. .Cesedimi düşman ellerinde bırakma!,, Yakup pa- şanın oğlu yaralanmıştı.. Delikanlının cesedi biraz sonra kaybolmuştu. (Modon) kalesi önünd (Baba.. Beni düşman ellerinde bırakma?» Sultan Beyazıt birinci Aylonya seferine giderken de böyle mü- kemmel hazırlanmıştı. 'de donanma ile Avlonya sularına göndermişti. O vakit Türklerin karşısında (Antonyo) gibi meş. hur bir deniz korsanı vardı. Türk ordusu iki piyade ve yirmi et bir askeri fırka ile hazırlanmiş ve bir kaç meşhur sancak beyleri- ni Yakup paşa maiyetine vere- rek yola çıkarmıştı. Karadan hareket eden kuvvet ler (Lipanto) ya gidecek ve orada kışlıyan donanmayı tamir ve teç- biz ettikten sonra, denizden gele- cek donanma ile birleşerek (Mo- ra) ve (Preveze) sahillerine gidi- Jecekti. Türklerin bu seferdeki gayeleri Mora sahillerinde düşman elinde kalmış olan (Modon) kalesini zap- tetmekli. Bu kale Venediklilerde kaldıkça Türüklerin o sevahilde rahat ve huzur yüzü görmelerine imkân yoktu. Bu sırada Almanya ve Fransa- nin da Venediklilerle . arası açık olup Türkiyeyi Venedikliler aley. hine teşvik ettiklerinden, Beyazı «ölüm var, dönmek yok.» ira- desile orduyu mütemadiyen teşçi ediyordu. Donanma Mora sahillerine ra- mazanın sonuncu günü vâsıl ol. muştu. Yakup paşa derhal (Mo- don) önünde yeni bir muhasara hattı kurarak kaleyi denizden dövmeğe başlamıştı. Arkadan da kara kuvvetleri kaleye mütema- diyen ateş açıyorlardı. (Modon) kalesi kara cihetin- den üç kat hendek ve metin du- varlarla müdafaa olunduğundan hücum ile zaptı gayet müşküldü. Yakup paşa kalenin her hangi edilerek çok yakında kale dabiline girmek ümkün olacağı kanaatında idi. Halbuki evdeki hesap çarşıya uy- mamıştı. Bir sabah (Modon) sa- hiline yaklaşan Venedik donan- ması Türk donanması ateş etmeğe başlamıştı. Donanma bu yüzden kaleyi bırakarak Vene- dik donanmasile müthiş bir harbe tutaşmuştu. Devamlı ateşlerle fetih ve tak Tibi yakınlaşan Modon kalesi, Ve- nediklilerin hariçten imda tişmelerile kolayca zaptedilemez ir hale gelmişti. Donanmamız bu sırada Venedik donanmasına men- sup iki kadirgayı da zaptederek, gemileri batırmış ve efradını kale karşısında birer birer idam et mişti, Kale dahilinde bulunan Vene- dikliler bundan gayrete gelerek daha şiddetli müdafaaya başla mşlarsa da cephaneleri bitmek üzere olduğundan, ergeç teslim olacakları şüphesizdi. Fakat, bu sırada kimsenin hatır ve hayaline gelmiyen bir huruç harek Türk ordusunu şaşırtmıştı. Venedik donanmasına mensup dört kadirganın bir ikindi vakti bütün Karadan | kendisi hareket etmiş, denizcileri | nasılsa demirli bulunan Türk do- anması arasından geçerek doğ- ruca kalenin önüne yanaşması herkesi hayrete di Türk “donanması demirlerini çekip hare- ket edinciye kadar, Venedik ka- dirgalarında bulunan üç bin yar- dımcı askerle bir miktar silâh, cep- hane ve erzakın kaleye çıkarıldı. ğı görüldü. Gerçi bu ameliyattan sonra Venedik kadirgaları deniz üstünde yakılmışsa da, kaleye lü- zumu kadar erzak, cephane ve bil- hassa üç bin neferin çıkarılması, kalenin zaptını müşkülleştirmişti. İkinci Beyazıt bu hali görünce gazaba gelerek donanma ümera- sını şiddetle tekdir etmiş ve düş- manın böyle göz önünde kaçakçı- lık kabilinden asker ve cephane kaçırmağa cüret göstermesi Türk akıncılarını da harekete getirmek- ten hali kalmamıştı. Bir taraftan Venedik gemileri yakılırken, diğer taraftan da hen- deklere hücum edilerek yüksek duvarlar tahrip ediliyor ve muha- sara hattı. gittikçe darlaştırılı. yordu. Bu esnada Yakup paşanın kü- gük oğlunun şehit olması Beyazıdı fevkalâde mütecesir etmişti. Ya- kup paşanın oğlu kadirgalardan birinde bulunuyordu. Yaralanan muharipler arasında gemiden de- nize yuvarlanan bir delikanlının suyun üstünde: — Baba... Baba... Cesedimi düşmanı ellerinde bırakma! Dediğini işitenler: — Yakup paşanın oğlu yi lanmış, Diyerek bağrışmağa başlamiş- ardı. Yakup paşa bu sirada donan- manın diğer cenahında bulunduğu için hadiseden haberdar olmamış- sa da, maalesef deniz üstünde ade- di artmış olan şehitler arasından Yakup paşanm oğlunun cesedini bulup çıkarmak mümkün olama- nışti. Bu esnada muharebe © derece şiddetlenmişti ki, bir aralık kale eteklerine çok yaklaşan Yakup pa- şanın bile hayatı tehlikeye düş- Yanındaki muhariplerden şehadetile neticelenen müthiş bir taş merminin sukutu Yakup paşayı sersemleterek gü verteden denize düşürmüştü. Be- reket versin ki Yakup paşa çok iyi bir yüzücü olduğundan derhal bu- lunduğu geminin küreklerine sa- rılarak güverteye çıkmıştı. Gemi- ciler paşanın denizden çıktığını görünce hayretlerinden parmakla- rını ısırıp kalmışlardı. Yakup pa- şanın denize yuvarlandığını hiç bir gemici Yakup paşa bu kazadan sonra daha fazla gayrete geldi. Gemi- leri biraz daha sıklaştırarak deniz- den tesis ettiği muhasara hattını darlaştırarak bu ücumlar yapmak imkânı hasıl olmuştu. Ayni usul karadan da tatbik edilince kale müdafileri suretle kaleye AKŞAM ESKİ BIR IRFAN MUESSESESİ Galatasaray hatıraları (Baş tarafı 6 mci sahifede) Aşağı sınıflarda ona bir riyaziye hocamız vardı, adı da Perone idi. Bu berif belki 150 kiloluk bir hilkat ucubesi Ter kokusundan yanına yarıl. mazdı, çift gözlük kullanırdı. Sı if yoklaması yapmak âdeti idi. Bir gün gene muzipi muştu, bu cahil adamla eğlenmek istemiştik. Arkadaşlarm biri ka- putunu kıvırdı, bebek gibi Yaptı, fesini de bu bebeğin başı- na geçirdi, usulcacık kendi yeri- ne oturllu ve kendisi sıranın al tana girdi. M. Perone ön, dö diyerek say- mağa başladı ve kaputu da mev cut meyanımda sayarak 31 dedi (Sıranın altındaki aliba Şei olacaktı. Non, 32 diye bağırdı, muallim gene ay: kalktı, Şe- fik te yerinden çıkarak kaputla yanındaki arkadaşın arasına yer- leşiverdi. Bu seferki tadat 32 çıktı, Ön sıradan bir ses 30 di ye gürledi. M. Perone «espes dö koşon» diye tıpkı bir ayı gibi homurdandı ve tekrar yeni baş- lan saymağa başladı. Bu defa Şe- fik te, kaput ta sıranın altına Sayım 30 da bitti, mual- iken sözüm Bir efendiyi mubasıra Dışarı çıkan efendi kapının ar kasına saklanarak ikide bir dili- ni çıkarıp kapının camını yalı yordu. Zavallı Perone mubassırı bek- liye dursun... Yanımda 129 Refik oturuyordu. (Refik İsmail bey) küçük bilyalardan bir iki tane tedarik etmişti. Bunlar bildiği miz zıpzıp taşı şeklinde olmakla beraber içinde gayet pis kokan bir mayi vardı, bir patladı mi o kokuya tahammül etmenin imkâ- nı yoktu, Refik muallimin baş ta- yafını nişan aldı, bilyeyi fırlattı ve hemen önündeki deftere yazı yazmağa başladı. Bilya müallimin tepesi hizasında ve üç karış yu karısında duvara rasgeldi, pat layıp kırıldı ve duvardam aşağı kahve renginde bir mayi sızma- #a ve müthiş bir halâ kokusu ya- yılmağa başladı. Öf, pöf diyerek herkes yüzünü tıkamağa, ayakla- rını yurmağa başladı. Bu hengâmeler arasında iken trampet zamam yaklaştı, mubas- sır çağırmağa giden Fuat kapı" dan içeri girdi. Çünkü sınıf ta- lebesini alıp teneffüshaneye in dirmek üzere nerede ise mubas- sir gelecekti. Fuat (mabeyn baş- kâtibi merhum Tahsin paşanın damadı olan merhum Fuat bey- di). M. Peroneye fransızca ola- rak geliyor dedi ve üç beş dakika sonra mubastır kapının önünde göründü, trampet çalındı, hep birden bir sürü deli gibi yerleri- mizden fırlıyarak kapıya vardık. Zavallı Perone küfürler sayura- Tak kapıdan çıkarken arkadan 30, 31, 32, diye fransızca numara lar okunuyordu. Bu derecesi edep ve bürmet harici sayılır diyecek: siniz. Gerçi öyle ise de o mek- tepte, böyle hantal ve cahil bir muallime de ancak böyle saygılı Doğrusu Abdullah Krm muameleler yakışırdı. Tuna başladılar. Kale eteklerinde rinden yüksek duv; san cesetle- ar hasıl ol. muştu, Müdafiler bu müdafaa usu- buna mukabil ateş hatlarını dei tirdiler.. O dakikaya kadar maz- gal arkalarından ateş ederken bu defa kale burçlarında başlarını si per alarak şiddetli bir ok yağmu: | lünde çarpışırlarken müthiş zayiat Burçların tepelerin- den yaralanıp aşağıya düşenlerin sayısı gittikçe artıyordu. (Arkası var), Beş koca Bomonti bahçesinde serin bir kameriyenin altıma otur- muşlar, karşılarına buz gibi bir bira fıçısı almışlar, hem soğuk soğuk içiyorlar, hem öteden be- riden konuşuyorlardı, Fakat mu- haverenin en tatlı mevzuu herke- sin kendi karısı idi, Hepsi başın- daki derdi yanıyordu. Bütün bu Iâkırdılardan çıkan | felsefe şu noktada toplanıyordu: Insan ka- sma karşı edeceği muameleyi iyice düşünüp taşmıp kararlaştır. dıktan sonra ona göre tatbikata geçmeli! Kocanın biri şöyle diyordu: — Bir kadına anlatmalı ki ko- canın hiyaneti başkadır, kadının hiyaneti başkadır. Ben sabaha ka- dar bir kadın meclisinde eğle- ir, içersem bundan karımın ma- musuna bir halel gelmez. Hatt belki kendi yel esvap bile yaparım, bundan kârlı bile çıkar. Fakat o... Başka bir koca lâkırdıyı kes- ti: — işin asıl mühim ciheti kadı: mın daima güler yüzlü Ben gözleri yaşlı, her gün kavga eden bir kadından nefret ederim. Ben karımın yüzünü görmeden kendisine öşik olmuştum. Çünkü iptida uzaktan kahkahasını işit miştim, Bir koca inatçı kadıni sevmi- yordu: — Kadım günsün, diyordu, fakat ağzını aç- masin, Bütün zırıltı kadının kar- şılık vermesinden çıkar. Dördüncü koca başka bir mü- talea serdetti: — Meselenin bütün ruhu ka dına karşı galip vaziyeti muha- faza etmektir. Kazak koca ol malı. Şimdi kimsede sakal kal. madı amma, insan sakalı kadının eline bir kere verdi mi, artık be- lâdan kurtulamaz. Bir erkekte azim ve metanet olursa en burçin kadınları bile mum edebilir. Ba- kın size başımdan geçeni anlata yum Karımla evleneli yeni idi. Bir gün benden annesini görmek için İzmite gitmeğe müsaade istedi. Tabii razı oldum, — Amma ben yokken yara mazlık ezmiyeceksin, dedi. — Emin ol ki saat onda yatak: tayım! cevabını verdi Filhakika, bahçede biraz içtikten sonra eve dönmek üzereydim. Bazı arka- daşlar geldiler. Beni alakoydu- lar. Zorladılar. Hava sıcaktı, yaz gecesi bu... Bira da pek soğuk ve lezzetli idi... Sizin anlıyaca- z, geç vakte kadar tatlı tatlı içtik. Sokağa çıkacağım zaman artık bir çokları işe gidiyorlar Eve geldim, yatak odama gir- dim, Hizmetçi kadına. — Bana bak, dedim. Hanıme- fendi ne zaman eve geldiğimi s0- varsa sakın geç kaldığımı « me, Sonra sen bilirsin, Bu sözler ağzımdan çıkar çık- mez yatakta bir kımıldama ol du, yorganın altından bizim karı fırlamaz mı? Ben farkında bile değildim! Meğerse annesini İz mitte bulamamış, akşam trenile dönmüş... Hemen feryadı bastı; — Ah nasıl dinsiz imansız biv inin. eline düşmüşüm! Sözünde durmamak, sabahlara kadar çap- kınlık etmek yetişmiyor da bir de hizmetçilerin ahlâkını bozu- olmasıdır. inden ne isterse dü- © akşam burada yor! diye ortalığı çınlatmaz mı? | İçimden: Gözünü aç, Necdet; dedim. Bütün mukadderatın çığ sırada ihtiyar edeceğin hattı rekete göre taayyün edecek! Derhal kararımı verdi — Çaldırdın mi karıcığım? Ben) dün gece eve saat ona çeyrek kas la geldim. Sonra da yerimden kımıldamadım. Hep evde idim, — Öyleyse nerede yattın — Burada, yatakta. z — A, çıldırmış! Zır deli gibi bunu bağlamalı, Ne saçma şeyler, iylüyor.. — Şekerim, bir gün ne kad. hata ettiğini anlıyacaksın. O za man beni arıyacak ve af diliyes ceksin. b Bunu söyliyerek kapıdan çıka” tım. O akşam arkadaşları buldum. Kalitarya köyüne ava gittik. Iç- tik, sıçradık, eğlendik. Ertesi gün de orada kalacaktık. Yanı geldi. Beni bir kadının görmek istediğini söyledi, Karım, idi. Ters bir suratl — Haydi eve dön, dedi. — Maalmemnuniye, karıcığım. Fakat bana namusun üzerine te min et ki ben pazarter saat ona çeyrek kala eve gelmiş- tim. Geldikten sonra da bir daha bir yere çıkmadım. — Sen sahiden çıldırmışsm,' Necdet. Benim sözüm senin sö- züne benzemez! Ağzımdan daha) bir yalan çıkmamıştır. — öyleyse ben de buradan bir yere kımıldamam. — öyleyse sen de benim yü zümü bir daha görmezsin! Gitti, Ben hiç istifimi Boz dım, Köyde “av eğlencesi, r âlemi devam etti durdu. akşamı mın annesine, İzmite gittiğini ha- ber verdi. Artık eve dönebilece- imi söylüyordu. — Daha iyi ya, mademki ha- im evde değil, oraya dönmek in sebep ne? dedim. Haydi sen git, evde otur. Bir kaç gün sonra İstanbula döndük. Ben gene eve uğramıyor dum. Her gece bir tarafta eğlen- cede idik. Bir vur patlasın haya- tıdir gidiyordu. Bir akşam gene bu bahçede dostlarla buluşmuştuk. Bem mas sadan biraz ayrıldığım sırada ko- lumdan biri tuttu, Baktım: Bi- zim hanım, z — Sana bir şey söyliyeceğim, Necdet, — Söyle, iki gözüm. — Sen, o pazartesi gecesi, saat ona çeyrek kala eve geldin. Gel- dikten sonra da bir yere çıkma- din. : — Bunun böyle olduğunu nas musun üzerine bana temin ediyor. musun? İ — Evet, namusum üzerine! — O halde, haydi eve gidelim, Arkadaşlar bırakmak istemin yorlardı, Fakat ben bu kulak asmadım. açtığım zaman karım günlerden yine pazartesi ol duğunu söyledi — Bak, gördün mü? Hiç ye rimden bile kımıldamadım! O vakittenberi bizim evde böy le zarıltılar bir daha görülmedi! Hihâyeci,