MM MN 29 Teşrinievvel 1932. Tetrika No. 10 SUMER KIZI I Yasan: İSKENDER FAHRETTİN Tktilns ve terime hakkı mahfuzdur — Fırtına dindikten sonra hükümdarı aradılar. Azak meydanda yoktu. Bir ağacın dibinde göğsünden okla vurulmuş bir ceset buldular... Zehirli bir ok.. Ikinci sabah güneş doğarken, tan yeri (1) kıpkırmızı idi. Asker, hava kızıllığından şiddetli bir rüzgâr sezmişti. Asker sezintisinde yanılmamıştı. Ordu yürümeğe ha- zırlandığı zaman ortalığı sarı bir toz bulutu kapladı. Konak yerinde kurulan çadırların bezleri birer "birer parçalanarak havada uçmağa başlamıştı. Bilge hükümdarın — çadırında uyuyordu. Iki günden beri devam eden cenkten yorgun düşen Sumer kızı gözlerini açtığı zaman, çadırın tü, demirden kuvvetli bir kol ından koparılır gibi, korkunç gürültü ile koparak, kırk elli adım ileriye uçmuştu. Bilge yattığı yerden fırli Yaninda kimseler yoktu. Fırtına okadar şiddetliydi dyarıya çıkanlar Bağı bile unutmuşlardı. in saçları lüle lüle havada uçuyordu. Askerler korkudan yer- lere kapanmışlardı. Tozdan hiç kimse birbirini bulamıyor, birbirini tanıyamıyordu. Uğultu yavaş yavaş dinmeğe başladı. Gök yüzünde sarı bulutlar gö- sülüyordu. Geceden başlayan ve gittikçe elddetlenen fırtına üç saat devam etmişti, Mavi gökte dolaşan açık sarı bulutlar beyazlaşarak dağılıyordu. Çalıların ve kayaların arasına sinen kuşlar birer birer kanatla nn silkerek uçuşmağa başlamış- lardı. Fırtına orduda çadırları devir- mekten başka tahribat yapma- mşlı. İnsanca zayiat yoktu. Bir kaç süvarinin hayvanı korkudan bendeklere yuvarlanıp ölmüştü. Asker bir araya toplandı. Ordu ümerası kısa bir meşve- retten sonra ileri (hareketine devama karar verdiler, Hükümdarı çadırında yatıyor zannediyorlardı. Vakit geçmeden hareket etmek lâzimdi. (Azak)ın gadırı önüne geldiler ve çadırın üstü tamamile kopup uçtuğunu ve kanatlarının yarçalandığını gör- düler. : Rüzgâr Kınığın çadırını diğer çadırlardan daha fazlamı tahrip etmişti? Azak meydanda yoktu. Zabitler telâşa düşmüşlerdi. Sumerliler bu kadar şiddetli ve devamlı fırtınadan hoşlanmaz- lardı. Zafere doğru giden ordu- nun âni olarak böyle şiddetli ve yıkıcı bir fırtına ile karşılaşması hayre alâmet değildi. Beş sene evvel de Sirtellada gene böyle şiddetli bir fırtına kopmuş ve ertesi günü, Sumer kahramanla rından meşhur bir delikanlının Mo çek iyi anlarlazı küzlıği söze Güneş batarken gt gökteki eökün renkte ve lakesiz görü; Düşü de güzel bavayı haber verirdi Binlerce sene sonra yazılan deniz Kitaplarında da hava haberleri cesedi sokakta bulunmuştu. Su- merliler günlerce o kahraman matemini tutmuşlardı. Ordu merası hükümdarı ken, beş sene evvelki fırtınayı ve onun getirdiği felâketi hatırlamış- lardı. rarlar- Hükümdarın aranması için der- bal orduya emir ver Etrafa arayıcı kolları çıkarıldı. Bu esnada, yere devrilmiş bir ağacın dibinde kanlar içinde yatan bir ceset buldular. Orta boylu, seyrek sakallı bir | adam göğsünden okla vurulmuştu. Askerler o kınıklarını tanıdılı zabitler Azak'ın başına toplanmış» lardı. Hükümdarın göğsüne saj lanmış olan ok, Alamliler tarafı dan kullamlan zehirli oklardan biri idi. Kan pıbtıları hükümdarın göğ- sünde kurumuştu. (Azak)ın bir düşman askeri tarafından öldürül- mesinden Sumerliler çok mütees: oldular. Yeni doğan Zanrı'ın önün- dan Kınığın öcünü almak için der- hal yola çıkmağa ve Alamları mağ- lâp etmedikçe yurtlarına dönme- meğe karar verdiler. (Bilge) hükümdarın ölümünden çok müteessir © olmuştu. Başsız ordunun hezimete uğramasından korkuyordu. Gerçi Sumer ordusunda büyük bir tesanüt ve yekdiğerine karşı samimi bir bağlılık vardı. Fakat, ordu düşman üzerine yü- Fürken, askeri sevk ve idare ede- cek bir başa ihtiyaç vardı. Ordu uzun müddet başsız kalamazdı. O gün beş saatlik bir yi yüşten sonra Alamların büyük karargâhları önünde konaklıya- caklardı. Yola çıktılar, Bilge at üstünde ve zabitleriri arasında gidiyordu. (Azak) m cesedini, vurulduğu yerde gömmüşler ve üstüne - me- zarı belli olsun diye - iki büyük taş dikmişlerdi. (Arkası var) 29 Teşrini Evvel Veremle MÜCADELE GÜNÜDÜR | EMLÂK SAHİPLERİ Kira kontratları tecdit zamanı yaklaşıyor ! Kiracılarla münakaşa ve pazarlık her vakit müşkil ise de bu sene ahval dolayı sile daha güç olacaktır. Bu nahoş münakaşal kurtulmak isterseniz EMLÂKİNiZiN iDARESİNİ Bahçekapı UMUM EMLÂK ACENTESİNE TEVDİ EDİNİZ! TELEFON etanbul 14 teşrinievve Kardeşim Sabahatciğim | İzmir'e gittiğinden beri kaçtır mektup yazıyorsun da sana cevap veremiyorum. Bunu 'sakın haki- katsizliğime atfetme! Vallahi o kadar meşguldüm, maddeten ma- nen o kadar meşguldüm ki, ba- şımı kaşıyacak zamanım yoktu... Şimdi ise, artık, dünyanın en mesut kadın benim.. Ben, Evet, beni. İşte Isanbul, işte Izmir, o işte öbür o şehirler... Şayet bunların barındırdığı insan- lar arasında, ben Macide kadar bahtiyarı varsa ortaya çıksın... Evleniyorum, Sabahat... Hem de kiminle, bak, sana anlatayım... Bundan iki ay kadar oldu. Tünelde bir gence rastladım dikkatli dikkatli, alâkayla bi birimize baktık. O beni, hayatının “ideali , bulduğunu — sonradan anlattı. Meğerse , hayalinde ya- şattığı kadın tipi benmişim ! Ben de, ayn suretle, onu, Istanbul erkekleri arasında zevkime en muvafık buldum, başının şekli, vücudu, tavru hareketi, giyinişi, hep öyle. Tünelden çıktıktan sonra, ben, Şişli. tramvayın bindim. O da, bir ân tereddütten sonra, beni takip, etti. Lâkin, ben, Harbiyede, evimizin önünde tram ladım, Genç te, özlerile takip ede- i gördü. Ertesi sabah, inhisardaki işime gitmek için, tam muayyen zama- nında evden çıkmışlım. Güneş, semada cehennemden açılmış pencere gibidi. Aksi gibi tram- taksi rünce, otomobil seyrini © yavaşlatıyorlar. tak tuk diye © açıp vayda gelmiyar. Açık göz şoförleri, beni — Götürelim, küçük hanım, elli kuruşa Sirkeci! - diyorlar... Halbuki, benim bütçem, tabii, işime giderken elli kuruş yol parası vermeğe müsait değil. Reddediyorum. Gene bu önümde durdu. — Müsaade ederseniz, sizi götü reyim, hanımefendi! Hayır, tramvay bekliyorum; Mersil - diye başımı çevirdim. — Fakat, ben de, sabahtan beri sizin evden çıkmanızı bek- liyordum. Şoföre hayretle baktım; Dünkü genç.. Az daha haykıracaktım. Başına giydiği kasket ne de yakışmış... Otomobiline baktım. Markasını anlamam 2, ber halde gayet şık ve herkeste görülmeyen cinsten bir hususi otomobil. — Iki saattir, öteki köşeba- şında duruyor ve çıkmanızı bek- leyordum. — Müsaade ederseniz, sizi otomobilimle gideceğiniz yere bırakayım. Sıkılarak: — Teşekkür ederim.- dedim- Fakat, beni affedin. Ret cevabima, mümkün mertebe Bazik bir eda ve tebessüm refakat etlirmeğe çalıştım, Genç, ısrar etti —Size takdim edilmeden, böyle, sokak üstünde önünüze çıkışı mi ve bu sözlerle bitap edişimi af fediniz, inanın ki, bu, ilk ve son esizliğim olacaktır. Bakınız, iki saattir burada bekliyorum. Nereye gidecekseniz, limle götüreyim — İşime gidiyorum ? - dedim. - Inhisarda çalışıyorum. Sizin ter. biyeli bir zat olduğunuza şüphe yok. Lâkin, görenler kim bilir ne zannederler... şoförlerden — biri, otomol 3 | Haline bir yeis gelerek tasdik — Evet... Hakkınız var.. Muhit, Dedi koducu... Bilhassa, iş haya tında, inanın, böyle bir şey için kadro harici bile ederler... Halden anlarım... Güzel dişlerinin beyazlığını bir bahar şimşeği gibi ışıldatarak güldü. Tramvay geliyordu. — Bari bir boş zamanınız ol- sada, kırların tenbalığına doğru | gezmeğe gitsek. Kırlarda dedi odu yapacak kimse bulunmaz. Meselâ bu akşam... Yedide bu- rada. Gülümsedim, müsbet, menfi bir cevap vermeden tramvaya bindim. Otomobilile, — tramvayı Taksim meydanına kadar takip elti. Mey- dada gelince, âbidenin asfalt çev- resinde bir tur yaparak ve kor- nesini selim makamında üç kere öltürerek gitti. Ne yalan söyleyeyim? Bü gün inhisarda hep onu Kimdi? Neyin nesidi? Hattâ ismi nasıldı? bilmiyordum. Amma, ne olursa olsun cidden hoş, zevkima muvafık bir çocuktu. Akşama, uzun tereddütlerden sonra, saat yedide. buluşağa () gittim, beni | görünce, yüzünde sevinç, sıyrılan bulutlar ardındaki Ger ilindeydi. Elimi sıktı. Nazigâne, hoş cümleler söyledi. Be- ni hürriyet ebediye tepesine kadar arkaya, Hürriyetiebediye tepesin- de, yanına oturdu. Artık buraları tenhadı. Kimse bir dedikodu yapamazdı. Darülâceze önünden Kâğıthane sırtlarına gittik... Cid- den harikulâde bir akşam... Kat- iyen terbiyesizce hareket yap- mağa kalkışmıyordu. Neşeli bir konuşuşla bir daldan bir dala sıçrayarak, mubaverenin manza- rasını, geçdiğimiz yolların manza- rası gibi, boyna değiştiriyor, tenevvu ettiriyordu. Beni nasıl beğendiğini anlatı- yordu. Amma öyle basmakalıp kompilimanlarla değil, şipşirin bir tarzda Saat sekiz buçuğa doğru, - yemeğe geç kalmamak döndüm, O hafta içi daha buluştuk. Ertesi hafta için, gene buluş ma sözü verdik. Dolaşmadığımız, ne Altınkum kaldı, ne Kilyos, ne Ben, cidden bir saadet nde yüzüyordumn... ün, Maslağın asfaltında otomobilini mebaretle sürerken: Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz, kuzum? - diye sordu. — “Fahri, değil misi Bir kahkaha at —Evet... “Fahri,,.. Fakat, bana dair malümatınız bundan ibaret - Kim olduğumu, ne işte mı, ayda kaç para kazan- dığımı falan biliyor musunuz? Kendi kendime hayret ettim: Sahi, ne garip tesadüf! Çok mir him olan bu bahse dair, neo bana birşey söylemişti, nede ben ondan bir sual sormuştum. Onunkine mukabil, bir kahka- ba da ben attım: şahsmızla alâkadar oluyorum... — Ya... “diye düşünceye vardı. Memnun oldum... Hakikaten memnun görünüyor. Sırtından agır bir yük atmış yea kaynak, türkçe 'b kelimedir, randevu mahalli — Sahife 9 — Oh!- dedi, Ertesi gün, gene buluşacaktık. Beni beş dâkika kadar beklettik- ten sonra, otomobille pürtelâş geldi. Yüzü gözü yağ pas içi ddydi. Üstünde bir amele gömleği. — Aman, affedersiniz... dedi. Şu pastacıda yarım saat bekleyin. Ben üstümü. değiştirerek gelirim. Bizim Obey bugün Avrupadan döndü de... Otomobili sabahtan beri kullandı. Makineyi öyle toz- landırdı ki, garaja sokup temizle- mek mecburiyetinde kaldım. He artık, bundan son, maale: eskisi gibi gezemiyeceğir. Çünkü bey burada,, Ne yapalım?, Bizde, | benim boş zamadlarımda tram vayla gezeriz, değil mi?. Neler söyliyordu?, demek ki, bir beyin yanında şoförlük edi- yormuş?. — Evvelâ, içimden bir isyan arzusu, taştı kabardı.. Fakat isyan edecel de olacaktı?, Neti- cede Fahriyi bir daha görmiyecek- ti Hem, daha dün “Ben senin iç- timai mevkiinle değil, şahsınla alâ- kadarım |, dememiş miydim?... Fikrimde samimidim... Otomobil sahibi, zengin bir insan, bir dak- dan, içtimai mevkice yüksekti. Bir daktilo da, bir şoförden, içti mai mevkice yüksek sayılır. Kendimi ondan aşağı seviyede addederken münasebetimizi mu- vafık buluyordum da, onun benden aşağı olduğunu. anlayınca, yüz gevirmek ne hodbinlik, ne ahlâk- beklerim... Tramvaya gezeriz, ne zarar?. — Yok canım?.. diyerek hay- retle yüzüme baktı. Şoför oldu- umu öğrendikten sonrada mı reddelmiyorsunuz? Ben sizi paranı otomo- biliniz için mi beğendim sanıyor- sunuz? sizi kendiniz için beğen” dim... Konuşmanız, muameleniz, iyinmeniz, oturup kalkmanız, hü- , ber şeyiniz tam manasile münevver bir insana lâyık harekât amma, paranız yokmuş ta, şoför- lük ediyormuşsunuz... Hem şoför. lüğü niçin hakir görüyorsunuz? — Benimle evlenir misiniz? — Zaten aklımdan geçiyordu... - cevabını verdim. - Ben, ayda altmış lira kaznıyorum... Ya siz?.. Bir kahkaha daha att, ibi çekerek, oto” mebiline bindirdi. — Nereye gidiyoruz? Nereye?.. Maçkada muhteşem bir apar- tumanın önünde durduk. Asansörle yukarı çıktık. Fabri idden zarif ve zenğince döşenmiş evine geldik... o Meğerse, bana oyun oynamış. Şoför değilmiş. Otomo- ve işleri yolunda bir mühendis- miş. Evleniyoruz, Sabahat... Gelecek Vâ-Ni # Harp malülleri cemiyeti umumi merkezinden: 29 teşrini- evel Cumhüriyet bayramı metan. mine © geçen seneki gibi malülleri de iştirak edeceklerdir. işbu merasim için lâzimgelen fevkalâde hazırlık yapılmak üzere bilumum arkadaşların 25/10/932 salı gününe kadar her gün Vezne cilerde cemiyet merkezini behem- hal teşrif buyurmaları ehemmiyetle İ rica olunur. Teşekkürü aleni Ziraat o bankasının o köyümüz zürra ve bağcılarına yaptığı yar- dım ve bilhassa sübuletlerinden teşekkürü dolayı alenen beyanı vazife telâkki eyledik. Yakacık köyü heyeti ibtiyariyesi