Harold Loyd Sevimli aratist Italya ve Ispanyayı da ziyaret edecek Meşhur sinema artisti Harold Loydin Avrupaya geldiğini yaz- Harold Şerborğtan vapur- karak Parise gelmiş, birkaç gün Pariste kaldıktan sonra Lon- draya gitmiştir. Londrada, son çevirdiği “Movie Crazy, filminin ilk temsilinde bulunduktan sonra İngiltrenin şi- malinde Nartbumberland vilâye- #indeki Bluth şebrine gitmiştir. Harol aslen logilizdir. Babası bu şehirde doğmuş ve buradan Amerikaya gitmiştir, Bluth şeh- rinde (elin akrabası vardır. Burada vatandaşları kendisini bü- yük tezahüratla karşılamışlardır. Harold bu küçük kasabadan tek- zar Londraya dönmüştür. Londra- da bir kaç gün kaldıktan sonra yeniden Parise gelecek, Paristen İransanın çenubundaki Cannes şehrine gidecektir. Bu şehirde bir hafta kadar kaldıktan sonra Italya ve Iskandinavyada bazı şehirleri seyyah gibi gezecek ve sonra tekrar Amerikaya dönecektir. Bütün bu seyahatinde Harold Loyde nilesi erkân da refakat ediyor. Haroldun yanında zevcesi, kaynanası, 8 yaşındaki kızı Gloria, 7 yaşında kızlığı Elisabeth, 20 aylık oğlu, kardeşi, bir k çocuklarının dadısı ve bir hizmetçi bulunmaktad Sevimli artist kendisile gi herkes üzerinde çok iyi bir te: Harold, filim çevir. üzere seyahatinde gözlük kullanmamaktadır. tanıtmamak Fakat siyon. buna ragmen Pariste bulunan bir çok halk ii tanımış ve alkışlamıştır. Bunun üzerine Harolt gözlüğünü takmağa mecbur olmuştur. Fransız gazeteleri Haroldn sa- deliğini, samimiyetini çok metedi- yorlar. Daima mütebessim durdu- gunu söyliyorlar. X Topaze piyesi Amerikada ilime çekilecektir. Baş rolü John Barrymore yapacaktır. X Çinli artist Anma May Wong Viyanada otomobille gezerken bi düşürüp yaraladığından nda filim sanati iler- liyor. 1931 - 1932 senesi zarfında 13 filim yapılmıştır. Bu seneki ilimlerin yirmiyi geçeceği tahmin olunuyor. Mari Dugan davası Bu hafta Glorya sinemasında Mari Dugan davası filmi göste mektedir. Bu filimde tanınmış fransız artistlerinden Hügette Duf- los, Şarl Buaye oynamaktadırlar. Filmin mevzu Şudun Meşhur banker Rice bir sabah metresi Mari Duganın evinde ölü olarak bulunuyor. Bankerin sırtında Bütün bir bıjaması vardır. deliller | Mari Duganın ir. Genç kadın ken iddetle müdafaa ediyor. Fakat muhakeme safhaları hep aleyhine neticeleniyor. Bu esnada genç kadının kardeşi Jim Amerikadan tahsilden geli- yor. Kardeşinin müdafaasını alı- yor. Müddiumumi Jimin önüne kız. kardeşinin geçirdiği çirkin bayalı bütün teferruatile anlaı- yor. Jim bundan çok müteessir olu- yor. Fakat kardeşinin bütün bun- İarı kendisi için, kendisini okut- mak, adam etmek için yaptığını da anlayor. Ve uzun uzun çalışarak maktulün terzisinden ( bankerin mankenini getirtiyor ve onun solak elli bir adam tarafından öldürük düğünü isbat ediyor. Asıl katili bulup meydana © çıkarıyor kardeşini kurtarıyor. Bu esnada da müddeiumumi ile genç kadın arasında bir aşk ma- cerası başlayor. Filimden bir sahne Bu hafta Majik sinemasında Johan Ştraus ve aşkı filmi göster zilmektedir. Filmin mevzuu şudur: Johan Ştraus meşhur bir beste kârdır ve Lili isminde bir genç kadına âşıktır. Lili saray nazır rından kont Domskinin metresi Kont, Lili ile Ştrasın arasında geçenleri fark ediyor. Şirausun bir çok konserlerinde U rezalet çıkartıyor. Ve zavallı adamı mu- vaffakiyetsizlikten muyaffakiyet- sizliğe düşüriyor, Ştrausun saray- daki orkestraya şef olmasına mani oluyor. Domski bununla da kalmıyor. Metresini alarak Berline gidiyor. Memleketinde muvaffakiyet kaza- namıyacağın anlayan Ştrausda Berline gidiyor. Orada konserle- rini veriyor. Fevkalâde bir mu- vaffaiyet kazanıyor. Bı meşbur bestegâr sevgilis geliyor. Zaten Lili de sevmektedir. Lili kont Domskiden ayrılıyor. Ştraus ile yaşamağa başlıyor. Bu Sırada Şlrats saraya da orkestra şefi oluyor. Sarayın ilk balosunda orkestrayı idare ediyor. Lili ile evleniyor. Bu suretle bütün bül. | esnada ine rast kendisini Nakleden: Gözbebeklerinin mıknatısından kurtulmak istedim, geriledim. Fakat sıkı sıkı yakalanmıştım. — Ne münasebet! dedim. — Gideceksiniz!.. Anlıyor mu- sunuz?... Yarın sabalı gideceksiniz! — Gidip de ne yapacağım? — Onu kurtaracaksınız.. Amma bayır, onların hepsi şeriktir, şeriki cürümdür. Kimbilir. sizin Karun beyinize kaç para verdiler.. Dünya kadar para vermişlerdir. Aman ona bir şey söylemeyin; hiç bir sey söylemeyin... — Şu halde gitmem neye yarar? Bütün bu esnada da - hoşuma giden ellerinden - her nedense kurtulmak istiyordum. o Amma parmakları, demir kelepçe gibi yakama, yapışmıştı: — Gidersiniz, bir fırsatını bü ur, Hana yaklaşırsınız. Hiç merak etmemesini, kendisini kurtarmak için uğraştığımızı yavaşça söyler- Bir kaç dakikadan beri, bu ip mahlük beni hipnotize etmeğe başlıyalıdan beri, efsun lanmıştım. İstediğini yapacaktım. Yalnız dedim ki — Iyi amma Hanı tanımıyorum, — Sahi, Kadın yakamı bıraktı. Bir yılan gibi kıvranıp bükülen kolları, elle- rini daha fazla çalâklaştırıyordu. Çantasından bir resim çakardı: — Bakınız! Baktım. Güzel bir erkek resi Kara yağız, unurlu, dik bakışlı bir erkekti. Üzerinde belinin inti- zamını yuğuran bir çaket vardı. Külot | giymişti. — Elinde tut tuğu çerkes gırbacının ucu rugan çizmenin yarısına kadar sarkıyordu. — Resme çok dikkatli bakınız. Hakırınızda tutunuz, görünce tam- malısınız. Kadanın elektrik bakışlarının hük- mü altında olmadığım için, yeni diğim esaretten kurtuldum zannet- tim, Çüretten ziyade mahçubiyet- ten, küstah bir laubaliliğe kapıl- dum. Yüzümü karıştırarak, dudak- larımı mubakkarane büzerek: — Bu adamın mı metresisiniz? dedim. Cevap vermedi. Elinin tersi ile kalın, kanlı, islak duduklarını sildi, sonra resmi öptü. Bu hali sinirime dokundu. Ne diye karşımda aşkını böyle izhar ediyordu. Küstablığım artt — Bada sorarsanız bu olduğu yerde kalsm.. Yeri muş gibi geliyor bana Bir şimşek hızı ile, gö çine ateşli bir nazar fırlattı. Iki kıvılem, iki göz bebeğini yaktı. Kadn omuzlarımı yakalayıp sarstı: — Yarın sabah K,, hastanesine Başımı önüme eğdim. Önüme bakarak murıldandım: Fakat bu zahmetimin mükâfatını isterim. Kadının kanı, öyle kanıma kaynamıştı, ki bu sözü sarfetme- meme, bunu istemememe imkân yoktu. Bunu isteristemez de oda- da bir kahkaha çınladı. Bu, öyle garip bir gülüş, öyle tuhaf bir kahıkahaydı, ki başımı kaldırdım, gözlerimi açtım; bu gülüşü görmek istedim. Amma göremedim, Kah- kaha görünmüyor, yalnız zincirle- nerek uzuyor, uzuyor, kıkırdıyor- du... Bu esnada, bu gülüş, bu kah- kaba atış esnasında, çerkes kadını- Selâmi İzzet tek damar kımıldamıyordu. Beti benzi solmuştu. Dişleri kenetlen- işti, Göz bebekleri öyle fersiz- leşmişti, ki üzerimde bir ölünün camlaşan gözleri tesirini bırakı- yordu... yavaş yavaş mektup veririm; cevabını istersiniz. Yanınıza kalem kâğıt alın; bana cevap yazsın. Güç bir iş değil zannederim. Ma- demki Karun beyi tanıyorsunuz, size güçlük çıkarmaz. — Peki, sonra ne olacak? — Gelip burada gene sizi bu- lacağım, mektubumun cevabını alacağım. — Ya gelmezsen? iz gelinceye kadar bekle yeceğim. — Amma ya kız. — Susl. Öyle bir “Sus, deyiş-dedi, ki sustum, ağzımı açmadım, açam: dum, Ne ismini sorabildim, ne de adresini. Bana mühürlü bir zarf uzattı, sonra öpmek üzere elini verdi. Bileğini öptüm. Yalnız kaldığım zaman şaşkın bir halde olduğunu anladım. Fena telâşa düşmüştüm. Tashih prova- larını yüzüstü bıraktım. Şapkamı kaptım, sokağa fırladım. .- Sabahın saat onunda Pendik istasyonuna çıktım. Tren yolculuğu beni sersem der. Geceyi uykusuz. geçirdiğim Haydarpaşadan trene binince, vagonda uyumuş, Pendikte uya- nınca, bütün bütün serseme dön müştüm, Bir gün evvelki heyeca- nim da biraz durulmuştu. Sakin- dim, Bu sükün sersemliğimi çabuk giderdi. Bir araba aramıya ko- yaldum. Araba bulmam kolay olmadı. Kahveci fırma, fırıncı manava, manav bir kulübeye gönderdi. Hepsi de lâf söylemeyi angarya telelki ediyorlar, homurdanıyor» lar, âdeta kafa tutuyorlardı. Kulubenin önünde, lânet yüzlü bir ihtiyar bağdaş kurmuştu. — Iysa çavuş sen misin? dedim. Iki çipil, yumuk mavi göz sura- tuma dik dik baktı; — Benim, mulacak? Araba istediğimi gideceğim yeri anlattım. söyledim, — Ii kâadunu alurum, — Pel , İnliye sıkıya kalktı. Rom malı dizlerini uğuşturarak yürüd biraz ötede otliyan safi kemi bir atın kösteğini çözdü, kulübenin kıyıcığında duran muhacir araba- sına koştu. Arabanın içine ot bir minder uzattı; — Pin bahalum! dedi, Bindim. Tekerlekler gıcırdamıya, dingil inildemeğe başladı. Yağ mur yüzü görmeyen hak yapısı şosenin tozları, kızgın güneşin altında alev gibi yükseliyordu. .. Az gittik, uz gittik, deretepe düz gittik, nihayet durduk. Alla bın dağında, yüksek duvarlarla çevrilmiş bir bahçenin demir parmaklı kapısının önünde dür- duk. Ta ilerde kocaman iki ev görünüyor, fakat içinde adam olduğu zanmını bile vermiyordu. Indim. Kapıya yaklaştım. Bakın- dim. Zilin düğmesini buldum. Bastım. Cevap çıkmadı. Bire daha hızlı bastım, Gene gelen olmadı.