20 Tesrnisiyvel 1932. Alışan Tetrika No. 8 — ktibas ve teretme hakkı Ihtiyar kadın (Bilge) nin gün, baban ormandan, güzel kokular neşreden büyük bir yılan getirmişti..!,, Sibirbaz Kaban, Alam darının gözüne girmek farın safiyet ve cehaletinden istifade ederek, delikanlıyı tahrike başladı: — O Kınık tarafından Sirtek laya davet edilmişti, Şimdi de hükümdar cariyeşi olarak cenge - onunla beraber - gitmiştir. burada neden kaldın. asker olarak gitmedin? Esfar, sihirbazın) sözlerine ina- nan cahil bir gençti. — Cenge gitseydim onu elde edebilir miydim? Kaban delikanlıya yol göstere Ni — Yarın Alamlar üzerine yeni kafile daha hareket edecek. Eli silâh tutanlar bu kafileye iş- tirak edebilirler. Sen de aslan gibi bir yiğitsin. Bu gece si hını bile ve yarın onlarla bet yola çıkl Alamların toprağına vardığın zaman, doğruca Alam bükümdarını görürsün! — Alam hükümdarı beni kes- mez mi? — Sana öğreteceğim işareti yaparsın, Kınık seni himaye eder. Sende ona Bilge: geldiğini söylersin! — Alam Kınıı Bilgeyi esir alırsa...? — Sen Kınıga onu söylersin! Beklam âdil bir hükümdardır. Birbirini seven çiftleri birleştir- mekten zevk duyar. Orada Bilge ile evlendikten sonra Sirtellaya dönersiniz! Esfar küçük ordu peşinden ir çocuk gibi se- e Birbirile harbe girişen iki vaziyetlerini kale lb al ribaz kaban'a söz verdi — Yarınki kafile ile sevgilime kavuşmağa gideceğim. dedi. Sihirbar Kaban, Alam hüküm- darma gizlice şu haberi gönder mişti “Yarın hareket edecek olan kafile arasında Esfar isminde uzun boylu bir genç vardır. Esfar, Bilgeye vurgundur. Kafile Alam hududunu geçince kendisini ara- Hanız. Onun vasıtasile Bilgeyi kolayca elde edebilirsiniz! Bilge nasıl doğmuş ve nerede büyümüştü ? Fırat o sahillerinde wak bir köyde, ağaç dalları altında yaşa- yan ihtiyar bir köylü vardı. Bu adam bir sabah gözlerini açlığı zaman yanında henüz doğmuş küçük bir kız çocuğu bulmuştu. Köylü çok merhametli bir adam- dı, Çocuğu aldı, keçi sötile bü- yüttü. Çocuğun göğsünde mavi boya ile (Bilge) ismi yazılıydı. Bu ismi derisinin üstüne ateşle dağ- yarak yazmışlardı. Bilge yedi yaşına kadar ihtiyar köylünün yanında kaldı Bilge bir gün köylüye: “Benim babam ve anam nerededir?,, sorunca, zavallı ihtiyar, göz yaş- larını silerek; “Bilmiyorum.,, dedi ve oyünden sonra çok yaşamadı, öldü, Bilge on bir yaşı kadar bu kulübede büyümüştü. Her bah güneşle beraber kalkıyor, etraftaki meyvlardan yiyor, bir SUMER KIZI Yazan: 1SKI mazisini anlatıyordu: “Bir hayvan yavrusu yaşıyordu. Bir gün sabilden geçen Nipurlu bir genç ceylân avna çıkmıştı, Bu genç Sumer hanedanına men | suplu. Bilgeyi görünce tanıdı. Yanına geldi, oturdu. Fakat, Bilge. dilini unutmuştu. Ihtiyar köylü öldükten sonra, Bilge hiç se ile görüşmemişti. Kulüben bulunduğu sahanın etrafı dikenli kâmışlarla örtülü idi. Niporlu genç sahilden bir ufak sal ile geçiyordu. Bilgenin göğsündeki işareli görünce onu salına aldı, şehre gi gibi çırçıplak | Bilge, Nipur'da bu gencin evinde | on beş yaşına kadar kalmış ve | Sumerller gibi konuşmağa, âlim- | lerden ders almağa başlamış Furat sahilinde bulunan Bilge mazisini anlamak merakına düş müştü, Nipurda kumaş dokunan ihtiyar bir kadın, bir akşam enin karşısına çıktı, — Kınm, sana senden bahset- mek istiyorum! Benimle beraber gelirmisin ? dedi. Bilge bu kadının peşine düştü. Çatısı basık bir evin kapısından içeri girdiler. Burada üç mezar vardı. Bilge mezardan çok korktuğu için çekindi. Geri dönmek istedi. Fakat, dokumacı kadın: “Korkma, kızım! dedi, bu | yerde yatanlar senin anan, baban | ve büyük babandır!,, Bilge doku- | macı kadının peşinden gitti, bir ufak bahçenin önünde durdular. Kadın, Bilgeye anlattı 1) Sumerlerin son di, yavrum! Ondan — sonra Kınık Azak kabile reisi oldu. | Baban av meraklıydı. Dağda | bayırda dolaşır, hükümet işlerile meşgul olmazdı. Kınıklık hakkın gün orman dan dişleri sökülmüş büyük bir yılan getirmişti. Bu yılanın çok güzel kokusu vardı. O kadar güzel kokusu vardı ki, şehre geldikten sonra, her gece bütün Nipurlu'lar içki içmiş in sanlar gibi sabahlara | kadar sarhoş olur, uyurlard. Güneş doğunca yılan bu lâtif kokusunu neşretmiyor ve herkes yavaş yavaş uyanarak işlerine gidiyorlardı. Sen henüz dünyaya gelmiştin. Bir | sabah annenle babanı yatakla nnda baygın bir halde bulduk. Güneş doğduğu halde uyanmı- yorlardı. İşte bu mezarda hâlâ uyuyorlar... Hâlâ uyanmadilar. | Ve sen kimsesiz kalmıştın, yav. | rum | Onlar öldükten ben de seni Firat götürüp bıraktım. , sahillerine (Arkası var) mer efsanelerini Mançuride vaziyet Chang Chung 18 (A.A) — Bu yakınlarda yere inmeğe mecbur İ kalan bir Japon tayyaresinin âsi kuvvetler tarafından kullanılma- sının önüne geçmek için 3 Japon tayyaresi, Hailer civarında bir mevkii bombardıman etmişlerdir. Evvelce yere inmek mecburiye- tinde kalan Japon. tayyaresinin içinde bulunanlar yeni Mançuri | hükümeti aleyhindeki hareketin reisi bulunan Suping Wenin askerleri | tarafından esir edilmiştir. | KARİ MEKTUPLARI Mektep ihtiyacı Bu sene Ankaradaki ilk meke teplerin tedris vaziyetlerini belki bilmezsiniz. Size birez izahı faydalı gördüm. Yazılarım eğer gazete nizin bir köşesini işgal ederse memnun kalacağım. Hem de belki alâkadar makam harakete geçe- memleket yavrularının. ve dolayısile ebeveyinlerinin dertlerine bir çare bulmak için hasrı mes ederler. Bu sene burada esasen adedi pek mahdut olan ilk mektepler, ve ikinci sınıf talebelerini vabe suretiyle okutmak mec- buriyetinde kaldılar. Buna sebep olarak muallimlerin ve dershane- lerin kifayetsizliği gösteriliyor. Acaba açıkta bulunan pek çok muallimlerle, — muallim kadrosu ikmal edilerek mekteplere birer dershane ilâvesi mümkün değil mi? Bugün çocuklar şu şekilde oku- mağa çalışıyorlar: Meselâ “60, talebesi olen bir sınıfın “30, talebesi öğleden evvel, diğer “30, tzlebesi de öğleden sonra mek- tebe gidiyorlar. İşte ilk mektep- lerin birinci ve ikinci sınıf çocuk- ları hergün mektepte yalnız üç saat kadar bulunuyorlar. Bu üç satın bir kısmını da teneffüs zamanlarına hasredersek çocuklar birgünde ancak bir buçuk nihayet iki saat kadar ders görmüş olu- yorlar, Bu şekil çocukları, haylazlığa, e sevketmez mi? Bu kadar zaman acaba kâfi midir? Yeni maarif vekilimizden istirham ederiz, mektep idarelerine, çocuk- ların tam bir gün ders okuya- İmeleri için lâzimgelen teşeb- büsatta ve icraata bulunmaları hakkinda emir ve müsaade ver- ler. Behzat 29 Teşrini Evvel Veremle MÜCADELE GÜNÜDÜR Muglada maarif Mugla, 18 (ALA.) — Geçen sene kapanan ve bu sene tekrar maarif vekâletince açılan Milâs orta mektebinin açılma merasimi dünkü gün bütün kabine ve hü- kümet memurlari ve muhtelif mü- essesat mümessillerinin huzurile yapılmıştır. Mektebin yeniden a bir sevinç uyandırmıştır. Ingiliz - Rus ticaret muahedesinin feshi Londra 18 (A.A) — Togiltere, Ingiliz - Rus ticaret muahedesinin feshedildiğini bildirmiştir. EMLÂK SAHIPLERİ Kira kontratları tecdit zamanı yaklaşıyor ! Kiracılarla > münakaşa pazarlık her vakit müşkil ise de bu sene ahval dolayı sile daha güç olacaktır. Bu nahoş münakaşalardan kurtulmak İsterseniz EMLAKİNİZiN iDARESİNİ Bahçekapı Taşhan No. 205 UMUM EMLÂK ACENTESİNE TEVDİ EDİNİZ! TELEFON 20307 atıldı. Paris'den gönderdiğin son mek- tubu aldım, Macerana katıldım, Biz, cidden, artık bir birimizin mahremi esrarı olmuş kadmlarız... Bak, ben de bu mektubumda sana bir sergü- anlatayım. Amma, ne Geçen gün, burada bir gazine- da yalnız başıma oturuyordum. Karşı masada dört kişi, terbiye- siz terbiyesiz bir hikâye açmışlar; konuşuyorlardı. Benim sıkıldığımı fark etmeleri lâzimken, hiç oralı olmayorlar; met Bu esnada, boylu, güçlü kuvvet genç Bir kadın, bahusus bir prensesin yanında böyle sözler söy- İemenin küstahlık. olduğunu iler sürerek, terbiyesizleri susturdu. Delikanlıyı, göz aşneliğile, ku- lüpten tanırdim. Prenses olduğumu bildiği için, onun da beni tanıdığı anlaşılıyor. Esasen, daima benimle konuşmak için teşebbüste bulunur gibi bir hal ulr; sonra, buna cesaret edemez; susardı. Ekseriya, onu kumar masası başında görür- düm. Terbiyesizleri yıldırıp ması üzeri — Buyurun, oturun! - diye ya- nimdaki iskemleyi gösterdim. Evvel iç Estağfurulaı.. Aym seriye del uzun) sustur- , sizinle yan yana otur” mak kim, prenses hazretleri! — Oturun, oturun... ve bana bir az şampanya ikram ediniz. Fena halde bozum oldu: — Bugün kontrol fazlaydı, ga- da gündeliği doğrultamadım. Cebimdeki bütün paraları da yeni bir soyum “tertibatı için, otomo- bil, kavuçuk kamçı ve uyku ilâcı almağa ve kiralamağa sarfetim. Bugünlük kusura bakmayın: Şam- panya | ısmarlamayayım da gü- nümüzü birer limonatayle ge- Inşallah şatoyu mu- Ondan sonra size mükellef zi emir buyurursanız, bir ziyafet çekerim. Büyük bir heyecana uğradım. — Demek siz, siz? Kumarda hilebazsınız..Sonra da... Hırsızsınız? — Evet efendim. af buyurunuz. “Ayni seviyede insanlar olmadığı: mını esasen daha temin söyledim ve yanınıza oturmanın büyük bir küstahlık: olacağını gaber Ver İsterseniz gideyi — Hayır, hayır... Oturun... - dedim. Cidden son derece alâkadar olmuştum, Benim böyle macera- lara ne derece düşkün olduğumu bilirsin... Limonataları ısmarladı. Hilebaz ve hırsız ahbabımla ko- nuşmağa giriştik... — Şatoyu soymağa giderken beni de götürün, bakayım...- dedim. Artık senli benli oluvermiştik. — Pek âlâ saat on birde... Ertesi gün, tam saat on birde tabancamı cebime alaral kalbimde müthiş bir heyecan, Buluşağa ( 1 ) gittim. Gözlerine bir kasket geçirmi dedi. - yarın , saatlik yola gideci Şato, çok kuytu bir yer- dedir. Bekçilerle uğraşmam lâzım- geliyor. Lâkin hiç birini öldür, yeceğim. Kafalarına lâstik kam- çımla vurarak bayıltacağım. İşte o kadar, — İçeri girmek için me yapa cağız? - diye sordum. — Duvarda bir yıkıklık var oradan aşacağız. Tİ) « Baluşale > kelimesi, « buluşmak » ilinden tarzında yapılmış yeni bir kelimedir. < Buluşulan yer» e durak > | sani «rana meal» dömektr. Mi Kendi evinizdesiniz, hanımefendil,, — Peki şayet köpek varsa? — Vardır. Fakat, fiatinin Wç i vererek geçen gün satin aldım... Köpek korkusunu atlattık. Bir de bahçevan vardır. Lâkin, çok şüküir ki sağırdır. — Peki bu hırsızlıkla ne çak mağı umuyorsunuzl — Bazı mücevherler, © bazi (Asıl en kıymetlisi ) Siz, artık benim sırdaşım oldunuz... Fakat bakalım, Şayet beni ele vermezseniz... ele vermemi - diye haykırdım. Pek hızlı gidiyorduk. Birdenbire, bir ormanın kena- rından sapttık. Sordu: — Hakikaten arkamdan gele cek misiniz? * — Tabi Otomobili, . ağaçların koytule- ğuna sakladık. Bir çeyrek kader yaya yürüdü Bir yıkık dıvar.. Aşarak, bir koruluğa gi Bir dönemeçte, birdenbire, şımıza bir adam çıktı: — Kim var orada? -diye scs- lenmesile, Kafasına matrağı yemesi ve bayılması bir oldu.. — Haydi. Çabuk. Binaya gi- elim. Hızlı yürüyü: gıvanın karıs biz e yordu. Arkasından yetişmel güçlük çekiyordum. Hırsız, şatonun bir bodurum penceresinden içeri bakarak; şehre iniş, doğrusu, Pek isabet ! Şimdi, bek- uyutmağa gidiyorum. — Uyutmaya mı? — Evet, azıcık (— Kloroform) ehloraforme dökerek., Böylelikle, Saatlerce serbest kalır, çalışabili- riz.. “Ne müthiş hırsız. Aman yas rabbil Öyle büyük bir macera içindeyim ki. hayatımın en hart kulâde vakası, şüphesiz ki.. bu olacaktırl,, diye sokmuştu. Bekçileri uyutmak için, on dakika kadar ortalıktan kaybolduktan sonra, geri döndü: — işler mükemmeli - dedi “Artık tamamile vazıyetinizden emin olabilirsiniz addedebilirsiniz, pren: saat sonra, “yatak oda- mızın, (2) kapısı vuruldu. Bu izde, şato sahibile orada bulduğumuz pijamalarını giyerek yatağa uzan- miş bulunyorduk. Ödüm patladı. Hırsız sükünetle: — Girinizl dedi. İçeriye, gayet temiz bir uşak girdi. — Yemeğiniz hazır efendim dedi. —Söyle bakayım, cicim! Mesele» Bin ne olduğunu anladın mi? Ben, son derece şaşırmıştım. Delikanlı, meğer, hırsız değik miş de, bu şatonun sahibi, prens Alfonso imiş... Dizlerime kapandı; yalvarmağa başla — Beni affediniz, prenses, Ben, sergüzeştten hoşlanan vusula giyinmiş, gayet güç bir kadın. olduğunuzu biliyordum. Bu hileyi tertip ettim. Beni affettiniz mil — Bilmem... - Cevabını verdim. Fakat, hakikette affetmişt Zira, bu adam, beni cidden bi macera içinde yaşatmamış mıydı?” Amma, bütün erkeklerden artık. sıtkım sıyrıldı, kardeşim (.. Insan, bu dünyada kime itikat edeceğini şaşırıyor... Bir erkeğin - hırsızdır diye umarak - peşine takılıyorsun. Birde bakıyorsun ki, meğer namuslu. adammış... Aman yarebbil Ne