19 Tegrinievvel 1932 Tefrika No. 7 — Tetibas ve teretm SUMER KIZI Yazan: JSKENDER FAHRSTTİN EZ 8 hakiki mahfuzdur — Bilge ordu ile cenge giderken, meşhur sihirbaz (Kaban) gizlice sirlella'ya gelmişti, Şehirde Esfar'ı buldu: “ O seni sevmiyor. (Suz) şehrine doğru. Cafer, Bilgenin cenge gidece- Zinden haberdar değildi. Sabahleyin erkenden Otag ka pısında — toplanan cengâverler, kişmeyen atlarının üstünde dola- sıyorlardı. > Sumer askerleri palalarını bile- işler, kalkanların kollarına a5- Kınık Azak göğsünü şişirerek otağından dışarıya çıktı. Otağın önündeki meydanda uzun direğe gerilmiş davul şeklinde bir derinin başında iki nöbetçi bekliyordu. Bu nöbetçiler (o hükümdardan aldıkları emir üzerine derhal da- vulun önüne geçtiler ve karşılıklı galmağa başladılar. Harp resmen ilân edilmiş Yola çıkmağa hazırlanan asker- ler olağın önünde üçer üçer sıra- landılar. Büyük kurultay âzaları, Kınıgın harbe gitmesini istemedi de, (Azak)ın Alamlılar üzeri hareketi bir emri vaki olmuştu. Sirtella hanedanı başsız kal maktan endişe ediyorlardı. (Aza- kjın dağda parçalanan oğlu ba yatta iken, hiç kimsenin yüreğine böyle bir korku düşmemişti. Her- kes Azakın sağ olarak geri dön- miyeceğinden korkuyordu. Sirtelllılar o sabah otuz bin kişilik bir ordu ile yola çıkmış- ardı, Halk orduyu selâmlamak için şehir haricinde toplanmıştı. Askerin arkasından genç bir kadının beyaz atla ilerilediğini gördüler. Ordunun arkasından giden bu genç kadın da kimdi? Herkes birbirine bu suali soru- yordu. Halk arasından, uzun boylu bir delikanlı herkesin merakınl izale etti. — Bilge. Bilge. Diye haykıraral üzerine doğru yürüdü. Bilge, Esfar'ın sesini atının dizginlerini çekmişti. Asker yürüyordu. Halk Bilgeyi tanımıştı. Esfar yerlerde yuvarlanırcasına koştu, — Beni bırakıp nereye gidi- yorsun, Bilge? Beni ne çabuk unuttun? Diye bağırdı. Bu söz - kalabalık arasında - Bilgenin kadınlık gururuna do- kunmuştu. beyaz atın — Seni geride, değil, iler görmek isterdim, Esfar | -dedi.- Ben yüzümü ileriye çevirdim. Geride kalan tavuklarla kedilere veda etmeğe lüzüm görmedi Ve ayağının. topuğunu atının karnına vurarak askerin ar karıştı. Yedi saatlik bir yoldan sonra (Alam) topraklarına varmış ola- caklardı. Sumerler barbi kabul ettiklerini Alamlılara bir gün evvel bildirdi leri için Alam sınırlarında dü manla — karşılaşacaklarını ümit ediyorlardı. (Bilge) nin mevcudiyeti asker arasında büyük bir heyecan tevlit etmişti Bir gün evvel tarlada çalışan yorgun ve bezgin askerler » dedi. koşar ve uçar gibi yürüyorlardı. Alam hududuna ümit ettikleri âsatten daha evvel varacakları muhakkaktı. Kınık Azak ordunun önünde gidiyordu. Otuz bin kişilik bu muazzam ordunun önünde üç bin- den fazla süvari vardı. Bunlar hududa piyade askerlerinden çok daha evvel varacaklardı. Asker, rında Bilgeyi gördükten sonra çok neşelenmiş ve coşmuşlardı. Geride kalanlar .. Esfar şehre dönünce (A-Suj lardan birini buldu! Ona derdini anlattı * “Sevgilimi Nipurluların elinden kurtardım. Buraya kaçırdım. Kınıgı görünce beni unuttu. o Ondan bıncımı alacağım de Bu esnada Nipurdan Sirtellaya gelen meşbur sihirbaz (Kaban), şehir dahilinde Bilgeyi aramakla meşguldü, (A-Su) nun odasında Esfar ile karşılaşınca ilk işi ondan Bilge'yi sormak oldu. — Kınıgın otağına girmiş di yorlar, doğru mu? Dedi, Esfar, sevgilisinin ordu ile beraber gittiğini söyledi. Kaban, şehir dahilinde gi dolaşıyordu. Cenk (başladıktan sonra Sirtellada serbest gezmek bir cesaret işi olmuştu. Mamafi Summer o hükümdar, Sirtellada kalmağa mecbur olan düşman tebaası hakkında henüz şiddetli ve müsbet bir karar vermemi; Sumer kınığı, bu işi, hududunu muvaffakiyetle aştıktan sonra halledeceki Sihirbaz Koban, delikanlının teessüründen ve Bilgeye olan kininden istifade etmek istedi, — O zaten seni sevmiyordu. Ben onun kimi sevdiğini bilirim. Diyerek ( Esfar )ın yanına oturdu. (Arkası var) Kumarbazlar yakalandı Dolapderede Yani isminde bir adamın evinde kumar oynandığı haber alınmış ve evde araştırma yapılmıştır. Bu araştırmada evde dört kişi kumar oynarken yakalanmışlardır. Evde aynı zamanda esrar da içilmekte olduğu tesbit edilmiştir. Kumarcılarla Yani mahkemeye yerilmişlerdir. EMLÂK SAHIPLERİİ Kira kontratları tecdit zamanı yaklaşıyor | Kiracılarla münakaşa ve pazarlık her vakit müşkil ise de bu sene ahval dolayı- sile daha güç olacaktı. Bu nahoş münakaşal, kurtulmak İste: EMLÂKİNİZiN iDARESİNİ 20-21. 225 dan Bahçekapı Taşhan nüks UMUM EMLÂK ACENTESİNE TEVDİ EDİNİZ! TELEFON 20307 | dayızade Bir dostam: Bizim ev, Allah eksik etm: kalabalıktır... Zevcemin ve benim soysopumdan bir sürü Ihtiyar hanımlar, efendi babalar, bacı babalar... Sonra, benim uzak ve yakın arabamdan bir takım genç anlar, evlenememiş te, evde ku oşanmış Geçenlerde Adanadaki dayım- dan bir mektup aldım: - Evladım! - diyor. - Sana müracaat ve yardımını rica mec buriyetinde kaldım. Beni red- detmezsin. o Oğlum On sekiz yaşlarında | Abdullah Halit Istan- bu . Bir mektebe leyli yerleşecek, | kabul imtihanlı verinceye © kadar sizde kalsı Sonra da, cumaları, onu soframa Istanbulda, Abdullah Halidin sizden başka ne akrabası var, ne de tanı Böyle bir teklife “olmazl, dene bilir mi? On beş kişinin öarına- ında on altıncısı barınır! , diye düşündüm. “Abdullah, bize buyursun!.. Elbette.. Ne demekl, Biz dururken başka yere mi gi decek?.., dedim. “Oğlan geldi. Liseyi filân biti miş amma, ne de olsn, taşrada iyümüş bir takım incelikleri billmeyor, o meselâ, kendinden ancak Uç beş yaş büyük olan yeğesinin (— karımın) elini sa- dece öpmesi lâzım gelirken, öpüp başıma koydu. Sonra balığı bıçakla kesti. Salatanın suyunu kaşık kaşık içmeğe kalkıştı. Bir gece, yemiş yerken, ihtar mecburiyetinde kaldım: — Evlâdim, gerçi tasheil şeydir amma, muaşeret usulleri denen kaidelere riayet etmeği bilmek de, münevver bir insanım çeşni Hattâ çok okumuş bir adam, cemiyet ortasında bazı potlar kırar, ilmine rağmen kıy- metinden çok kaybeder. Meselâ, balığı bıçakla kesmek, salatanm. içmek, ilk geldiğin gece yaptığın gibi, çor- banın son kalan kısmını tabakla dikmek, — sonra, — işte | şimdi yaptığın gibi, karpuz kabuklarını sonuna kadar sıyırmak hiçde hoş manzaralar değil. Bunlardan vaz geç Oğlan kıp Önüne baktı. kırmızı kesildi. Adeta ağlama de- recelerime geldi. Doğrusu, bu derece dürüst bir ihtarda bulun mahçup kaldım. Lafı . Kabul imtihanlarını muvaffakiyetle geçiştirdiği için, onu tebrik ettim, Abdullah, © geceden sonra, tavru hareketi düzeltti. Tenbih- lerime riayet ediyor. Fakat, bu sefer de pek fena bir âdet edindi. Hizmelci kızın arkasından hasretle, Adeta içini çeke çeke bakıyor. Bilhassa, bu gece adam akıllı farkettim: Kız, sofradan en son bulaşıkları, kullanılmış bardaklarla karpuz kabuklarını alıp götürür. ken, oğlan, gözlerini, âdeta sev- dalıca bir tarzda ona dikerek, endamını seyretti. İçimden « “ Lâhavle | «çekti Dayım da bu belâyı ne demeğe başıma yolladı? On sekiz yaşında, barıt gibi bekâr olan.. Bizim evi dolduran çeşit çeşit genç, ibtiyar kızlar, boşanmışlar, dullar - hülâsa bunca steş parçaları - arasında bu barın ne işi var?.. Sen muhafaza et, yarabbi Hele, sığıntılarımız. içinde iki tane arsızca kadın var; geçen gün, kulaktan kulağa kahkahalı finkiritl bir şeyler konuşuyorlardı. Mubaverelerinin bir iki kelimesi kulağıma çalındı. Arada, benim “Abdullah Halid'in de ismi geçiyor. Eyvahlar olsun... Şu sağlıcanla mektebine girse... uyuyup dürürken, Dün gece, birdenbire uyandım. Allah «allah, beni böyle, gece yarısı yatağım- dan siçrativeren sebep | neydi? Çok geçmeden anladım ki, sofada bir gürültü olmuş da onun için uyanıvermişim, Filbakika, işte hâlâ: “Çittırer, pıttırır,, diye bir ayak sesi, Çıtttamunrer, pıttınmır baş ucumda duran fosforlu saate bak- tam, iki buçuk... Bu vakit, oda kapı: min önünden kim geçiyor?. Burası, biçde ayak altı değildir. Benim odanın öte tarafında, ancak dayı: zadeye tahsis ettiğim oda va Amma, sakın hırsız olmasıni Derhal tabancamı aldım. Firladır kulağımı kapıya verdi Deminki görü ve Abdullâhın odası tarafından olayı maküs istikamete doğru ediyor. Ne tekim işte, kızların e dul, boşanmış kadınların kori- doruna ilerledi... Korkduğum, mutlaka başıma geliyordu. Kapımı açarak sofaya çıktım. Oğlanı gölgesinden tanr- dım. Evet, Abdullah işte tam Melâhatin kapısı önünde... (Melâ- hal, geçen gün, dayızademden, Leylânın kulağına fıskos bahseden dul kadındır. '— Dur belel.. dedim. - şum- ları cürmü meşhut halinde yaka- yayım!,, Usulla sofaya çıktım. “Abdullah, elini kapıya Fakat doğru uzattı; gene çekti. Megerse, elini, çıtırdayan tahtalar üzerinde fazla gürültü etmemek için, muvazene temin etmek maksadile uzatmış- mişl Yürüdü, odasına gidiyor... demek ki Leylânı Çünkü o tarafa Leylânın oda- Yoksa, gözü tarafa yürüyor... gibi takip ediyorum. Abdullah. kızların da odasını geçince, az daha: ne ahmakmışım! - diye bağıracaktım. - nasıl da an- lamadım... İşte, hizmetçinin od: sna gidiyor.. Zaten, kaç gecedi kirli bardaklarla yemiş kabukla rila dolu tabakları götürürken, kızın endamına hasretle baktığını farketmiyor. mıydım Lâkin, bu tahminimde doğru çıkmadı. Abdullah, bizmetcinin odasını geçerek, serviş büfesinin ve gömüş takımlarının bulunduğu tarafa yürüdü, — Oldu olacakl.. Bütün ka- babatler üstüne, birde hırsızlık! Gümüşleri aşırıp satacak... Hayırl, Bu cürme, o başlamadan evvel mani olmalıyım! En makul bul. Elektriği yakmıştı. Derhal seslendim; — Abdullah! Ne yapıyorsun ece yarısı bu ederek, bu dolabın yanına için geldin? Sendeledi Balmumu gibi sap kesildi lüngür hüngür ağlamağa baş- ladı! Verecek cevap bulamıyordu. Tabi. “Gümüş takımlarını çal- mağa geldiml,, diye bilir mi?.. Söyle... Dolabın yanında ne çin var? - diye ısrar ettim. — Aledersiniz, ağabey. Beni affedin... — Kabahatın af olunur gibi değil, Abdullah... Vallahi, ne yapayım, ağabey... Üst tarafları geçkin... Alt taraf- Öbür, ihtarlarınıza ları ezel riayet ediyorum... Balığı bıçakla | kesmiyorum ve çorba tabağı dikmiyorum... Fakat, bu ihtarı mantıksız buldum... Karpuzların geçkin zamanında, kabuğuna yakın olan taraflarını iyice sıyırmalı... Ne güzel mayhoşumsu lezetleri rdır. Halbuki, siz, maaşeret ka- diye, üst taraftaki pıbtıyı id Saije 9 TUPLARI YoYo çok eski bir oyuncakmış, Muhterem gazetenizin 16 teşri: evvel 1932 tarih ve 5036 numaralı sayısında (çok çabuk sirayet eden yeni bir hastalık ) isimli yazıyı okudum. Aşağıda yazılı malümatı vermeği faideli buluyo” ram: Amerikalıların (Yo yo) ini verdiği bu oyuncak çok eskiden beri Türkiyede malümdur. Icat olunduğu mahal Gazianteptir ismi de (Çıkşa) dır. Yukarı çılap aşağıya indiği için (çık, aşağı) denmiş ve sonrada (çıkşa) olmuş- Vaktile yol bulunmadığı cihetle Şam tarikile nakledilen Antep fastıklarını / yanlış olarak Şam hatığı diye tamdı. Halbuki Şamda bu fıstık biç yetişmez. Amerika lılar fahik almak için Antebe çok giderlerdi. Bu geliş esaa- b endileri (ihtira etmiş süsü: ermişler. Evde eskiden kalma bir iki tane vardır. Bu oyuncak Antep bavalisinde çok taammüm etmiştir. Karüiniz: Z. T. Halâ gelemiyen evrak Bendeniz Istanbul polis memur- arından 1793. numarada mukay- yek idim, Vasif Se arda yağ. murda gezdim. neticesi kulaklarım müzmin nezle oldu, Istanbul polis müdiriyeti tarafın- dan heyeti sıhhiyece muayenem icra ve nelicei muayenede teder- rünü ree ile kulaklarımın işitmek. hassası onda sekirini gaybettiği anlaşıldı. Bu hususta heyeti sık biyenin verdiği rapor evraklarım ile bereber mart 932 tarihinde Ankaraya gönderildi. Gelen bir tabriratta o bir mayıs 932 den itibaren malulen tekaüde sevk- edildim. Fakat yirmi seneyi ikmal etmediğim için tekaüdiye veril medi. Ankara umum emniyet işleri müdürlüğünün 18/32 Larih ve şube 3 3870-79 mumaralı mü ekkeresi ie Eminönü emre. len ça ikrami bili, Emin mekle mâtii addit defalar müracaat ekti isem de hez istilkkak varakası gök cevabını aldım. Halbuki istihkak yaralan 1 ağvntas 832 tarih ve 3869 numaralı tezkere ile Ankara muntazam borçlar müdiriyetine gönderilmiş, verile- cek olan ikramiyenin istihkak varakasının bu zamana kadar kmet Ali Yiyor, anl yenecek gürbüz tarafı, atıyorsunuz. Gene de dayanamı- yorum, kaç gecedir, burayâ ge İerek karpuz yiyorum. in. üzerinde, ha yizmetçinin bıraktığı bir kayıktabak dolusu, üstünkörü kesilmiş, içleri pembe pembe karpuz kabuğu duruyodu. — Haydi, git yati - diye Ab- dullahı odasına yolladım. Çöp tenekesine baktım. Çöpcü kaç gündür uğramadığı için, dünkü kabuklar, orada, ciddi Abdullah tarafından sinek kaydı vaziyette sıyrılmış, duruyorlar. Kayık tabağın başına döndüm. Elimde bıçak, sıyırdm, sıyırdım. Cidden ne nefis lezzetleri varmış yahu. Muaşeret kaideleri niçin karpuz kabuklarının içini sıyırmağı men- eder, bilmem ki. Şu cemiyetin memnu addettiği meyv zetli. Hayır, kabil oyunu yapmıyorum: Şeftali, elma ve armudu da kabuklarile hatır hatır yemeli! Zira, içlerinde vitamin. varmış! Doktorlara sorun ister seniz... Halbuki, muaşeret kaide leri, bir ziyafette, hattâ dürüst bir sofrada bunların böyle yenik melerini ayıp sayar. (Vâ-Nâ)