Akşam'ın resimli bikâyeleri Ben bir Fransiz romancısıyım. Roman yazmak için değil, hayır, fakat medeniyet denilen bu âlem- den kaçmak biraz iptidaiyet orta- sında yaşamak, dinlenmek için Ka lasına gittim. Burasının Fransaya ait en kurunuvustai bir Yer olduğunu biliyordum. Esasen hususiyeti beni oraya cezbetti. Fakat işte, bende Korsikadan bir hikâyeyle avdet ediyorum. Küçük kasabanın şimalindeki yuce dağlar görüyor, onların baş döndürücü irtifama çıkmak isti- yordum. Bu dağların renklerinde de, çizğilerinde de müthiş bir vahşet ifadesi vardı Nihayet, günün birinde firsat zabur etti. Kasabada arkadaş olduğumuz doktor, dağda, bir köy evine çağrıldığını söyledi: — Istersen sen de beraber gell » De Yürümeği pek severim. Dok- tor.da aynı spora hevesli olduğu için, bastonlarımızı aldık. Yol yürümeğe elverişli bir tarzda giyindik. Dağ yolunu tuttuk. Doktor nereye gideceğimizi bili- yor. Yürüdüğümüz esnada, doktor, beni Korsika'nın ödetlerine dair tenvir. ediyordu. Bu ada Jisinin biz. avrupalılardan başka bir zihniyete olduklarını söylüyordu. Meselâ, bizde, bir kabahattan dolayı mesul olan, bizzat o kabahat işliyen adamdır. Fakat Korsika'- hlarda, bu, biç te böyle değil, Bir ceddin suçundan, evlât ve ahfat mesul oluyor. A, Kafkasyada olduğu gibi, burada da kan davaları görülüyor. ler arasında asırlık intikamlar ve aha- pek sahip avutlukta, , bir köpek uluması işittik, Doktor: — işte, geldik! - diye haber verdi. Başımı kaldırdığım zaman, tır- andığımız tepenin üzerinde şahin Bu şahin yuvasının kapısında Dir sila K adam duryor va bir köylü uyayı vahşi bir ev göre yuvası kadar düm, Önünde bir silâhlı adam. Silâhlı adamın da önünde bir köpek... Yaklaşıp merhabalaştık. Silâhlı, sert bir yüzle; — Doktor sizsiniz, değil mi? diye sordu. — Evet. Bu zat da arkadaşım. Silâhlı bana ters ters baktı. — Buyurun öyleyse içeriye... Hasta burada... Mutfak, ahır ve köy odası arası bir yere girdik. İlk mazarımıza ve kulağımıza. çarpan şey, bu inde, bir çocuğun © mevcudiyeti oldu. Bir gaz sandığının içine yatırı- mış sekiz on aylık kadar bir ço” cuk, dat bir, feryat iki bağrı yordu. Ellerile ve | ayaklarile, sanki biz yabancılardan “ beni kurların,, diye istimdat ediyordu. Şüphesiz, hasta bu olacaktı. Yaklaşmak üzere, bir iki adım attık, çocuğun yüzü gözü kabuk bağlamıştı. Yıkanmamaktan ko- 'kuyordu. İsilikler yara halini almış- lardı. Çocuk değil Adeta tefessüh ekmiş bir kadavraydı.. Bu yavru- nun illeti ne olabilirdi. Aslında nede sevimli çocuk olduğu anla- siliyor. Doktorun, bunu bir ayak evvel tedavi etmesini can ve gö- nülder diledim. Bir adım daha attık. Fal silâhlı adam: — Oraya gitmeyin! - dedi. Sesinde âdeta bir ami t vardı. Bizi , ,ocuğa saklaşmaktan ai > m; — ş bırakın © piç ve merhus vele: Gebersin alçak.. Siz, be- nim ihtiyar babama bakın! Karnı ağrıyor. Gayri ihtiyari, odanın öteki kö- şesine döndük burada tahtakoltukta, altmış ilâ etmiş yaşlarında bir ihtiyar oturuyordu. Doktor ona yaklaştı. Muayene etti ve ilâç verdi. Bense isyan balindeydim. — Bu ne biçim işkdiye silâklı adama çıkışıyordum. Masum ço- cuğa ne den böyle fena muamele ediyorsunuz, neden onu tahkir Korsika zihniyeti | | | | | | | | | | | ediyor ve hastalığını baktır yorsunuz. O zamana kadar mecalsiz du- ran ihtiyar bu sefer canlandı, galeyanlandı: — Masum çocuk mu?.. Yerlere batsın, gebersin. — Vicdansızlk etmeyin! - diye israrımda devam ettim. Aramızda bir kavga oldu. Bu kavga, çok geçmeden aldı yürüdü ve silâhlı adam, beni, silâbi tehdit ederek dışarı attı. Doktor, buna itiraz etmedi. Çok geçme- den, o da köskös arkamızdan geldi: — Bu vahşi adamlara bi geyler söylenir mi, azizim | de Ben onların mantıklarının bizim- kinden ne kadar ayrı olduğunu sana söylemiştim, Kim bilir çocuk- la aralarında bir kan davası mı var, ne var?... Sen yavruyu hi- maye ettiğin için, seni düşman- larından sanırlar ve başına bir iş açılabilir. Niçin böyle şeylere karışıyorsun? — Sen doktorsun beşeriyetin bilâ kaydü şart iyiliğine hizmet etmek üzere mektepten çıkarken yemin ettin. Bir kurunuvüstai âdeta nasıl inkıyat edebilir ve bana da inkıyat tavsiyesinde nasıl bulunursun ? Unutuyor musunki, burası, anha minha medeni Fran: sa'nın erazisine dabildir. Bir kan davası yüzünden bir çocuk öldi rülemez. Hem de ne şerait altın. da... Nasıl işkencelerle.. Kasabaya iner inmez, ilk işizı, bunu adliyeye haber vermek olacak. Hakikaten de öyle yaptım. Işi, hakime baber verdim. Esefle başını salladı: — Müdahale edeme, © çocuğa ne yapsalar, tin ürf ve âdeti mucibince hakları var.. Şayet ben müdahale edecek olursam beni öldürürler. — Sizin gibi hâkim yere bat sınl - dedim. - Yarından tezi yok, Paris'e adliye mezaretine berta! vakayı ve yazacağım. Şikâyet edeceğim. Saçlı sakallı hâkim, elime aya ğima kapandı: — Ab, yapmayın! Val mezsiniz. Bunda esrar var... Ben de istemem amma, neylersiniz.. Size bunu anlatacağım. Amma biraz daha geçsini- dedi. Artık bu dağ beni cezbediyordu. Minimini yavrunun feryatları ku- lağımda çınlıyordu. Bu feryatlı beni o tarafa çekiyordu. Iki gün ne yapacağımı bilemi- yerek sersem sersem dolaştıktan sonra, üçüncü gün, dağ yolunu tutmağa karar o verdim. Fakat kasabadan ancak iki kilometr kadar uzaklaşmıştım ki, bir ka leye rasladım. O köyden döni yerlar. Aralarında hâkim de var. Hepsinin balinde bir matem. Hele hâkim, beni görünce şıpır şıpır ağlamağa başladı. — Öldül dedi. — Kim? — Çocuk. Göz yaşlarını. silerek devam eti: — Şimdi, gömülme ruhsatiyesini verdik. Ab, biçare yavrum.. Yü- reğim paralanıyor... Artık bu macera, içime merak olmuştu. Hâkim de, zaten işin içinde esrar olduğunu ve bir gün gelipte bunları bana anlatacağını vadetmemiş miydi ?.. ya Kendisini ziyarete gittim, Zer: Macerasını bana anlattı. Bu Çocuk, onun torunuymuş. Yani, gayrı meşru torunu. Hâki- min oğlu, bir korsikalı kızı hamile Tetrika No. 42 22 Eylül 1932 AŞK DİLENCİLERİ Nakl ilen: ISKENDER FAHRETTİN “Ben polisleri atlattığımı zannediyordum. Ne kadar yanılmışım... Meğer Amerikan polisi, uyurken bile gözü açık Ispanyol güzeli, makemeye sevkettiği kadının. zolünde gök muvaffak olduğunu. gö- rünce: — Ba sr kalacak... de, Ingiliz detektili Nev York hapishanesinde meler gördü? Tim-Tom iki kişilik bir höcere- de oturuyordu. İngiliz. polis hafiyesinin hapis- hanedeki hayatı, vasat derecede konforu haiz bir otel hayatından farkaızdı. Tek pencereli odanın bir sağın- da, solunda birer sabit karyola, başı ucunda birer dolap, ve oda- nın ortasında ufak bir masa ırdı. Yemek için 24 kişilik yemek masalarile ayrılmış yemek- hanelere giriyorlardı. Her yirmi dört mahküm bir ayrı pavyonda yatıyordu. Pariyonların ortasında ayrıca bir istirahat salonu vardı. Bu sa- lonun duvarları beşeriyet için fay- dalı kitaplarla dolu idi, Bu kitaplar- dan başka ortadaki büyük mü- devver masanın üstünde New Yorkta intişar eden bütün yevmi gazetelerle bir çok resimli mec- mualar ve albümler göze çarp” yordu. Akşam yemeği saat yedide yeniyor, yemekten sonra mahküm- lar saal ona kadar bu salonda a ve istirahatle vakit geçi riyorlardı, Yemekten sonra kimse kendi yatak odasına vak- inden evvel gidip yatamazdı. Rahatsız olup ta yemeği müteakıp yatağında istirahat etmek lüzu- munu hissedenler mutlaka hapis- hane tabibinin müsaadesini alma- ga mecburdu. Tim - Tom hapishanede ilk geceyi çok can sıkıcı şerait altında geçirmişti. Yemekten sonra, isti- rahat salonunda bir saat kadar oturabilmişti. Yatmağa, | yahut kendi kendine kalıp başımı dinlen- dirmeğe ibtiyacı vardı. Saat sekiz buçukta yavaşça salondan kalktı ebediyen aramızda bırakmış, almadan kaçmış, böyle bir bal kızın silesi için en böyük zillet, kızlarının babası bir çocuğa için baba tedari- fakir bir ailenin kulübe ve toprak vait oğluna, ederek kızı vermişler. Kır, karnındaki piçi doğ ken ölmüş. İşte, kapıda gördüğüm silâhlı adam, piçe ismini veren sabık fakir adam, hasta da onun bu baba oğul, damları altında böyle barındırmağa tahammül edemiyor- lar. Onu bakımsızlı yüzünden öldürmeğe © karar © veriyorlar. Işin en garip ciheti, müteveffa ın ailesi de bu intikamı, - ma- yatıyormuş !,. Burası biç de fazla yadırgana- cak bir yer değildi. Böyle olmak la beraber, bila sebep. hürriyeti alınmış bir adam için, mahbus hayatı, işkencelerin en tahammül edilmezlerinden biri idi. Yatağına uzandı. Başından geçenleri dü- ve, her kes şündükçe, kendi hı den 3 Dişli. Bu hayat, bu mahkümiyet ba- yatı ne vakte kadar devam ede cekti? Birdenbire odanın cam kapısın- dan bir gölğe göründü. Kendisini burada da mı takip ediyorlardı? Kapı açılınca Tim - Tom m merak zail olmuştu. Nöbetci gardiyanı, samimi bir arkadaş şefkatile yanma sokuldu: — Rahatsız mısın ? — Hayır... — O halde istirakat salonunu vaktinden evvel terketmenin ya- sak olduğunu birinci defa olarak ihtar ediyorum. — Kimseye zararı olmıyan bir adam gibi şuracıkta oturuyorum. Bana tahsis edilen yatakta yat mama neden müsaade etmiyor. sunuz ? Gardiyan anlattı: — Hapisane talimatnamesi mu- cibince saat ona kadar mütalea ve istirahat. salonunda oturmağa mecbursunuz || Sel kadar radyo Dokuzdan ona kadar ya bir kitap okumağa veyahut arkadaşlarınızl konuşarak vakit geçirmeğe mı bursunuz! Aksi takdirde sizi doktora götürmeğe mecburum! Bu esnada salonda radyo ba” lanıştı. Doktora gitmeğe lüzum görinedim. Gardiyanın peşine düşerek tekrar salona geldim. ciddi. bir tavurla halli âdetler mu buluyor. Aslı Korsikalı olan hâki ile, kendi gayrimeşru tavrının işkenceyle öldürülmesine acımakla beraber: — O çocuğa ne yapsalar, memleketin ürf ve âdeti mucibince hakları var.,, dememis miydi? Onun zihniyetince, bu temamile haklı bir intikam! Hülâsa, işte Korsika seyahatim- den avdette, tamamile hakiki bir hikâye. Bakınız, medeni Fransanın hu- dtları dahilinde ve onun taj in.lerin tasdik ve tasvibi. dahilinde ne işler oluyor! Mütercimiz (Hatice Sireyya) b ariazikme ii : i i 3 i i j 1