9 Eylül 1932 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7

9 Eylül 1932 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

? Eylül 1932 13 sene erkek kıyafetinde gezen bir alman kadını! Kendisini nüfusa erkek diye yazdırmış Dua ve bir kadınla evlenmiş! Berlin, 1 (Hususi) — Son gün- ler zarfında Mayans şehri mah- kemesi, çok tuhaf ve garip bir dava rüyet etmeğe başlamıştır. Davanın esası şudur: Bir kadının erkek elbisesini'giymeğe ve erkek sıfatile başka bir kadınla evlene- rek koca rolünü oynamağa hakkı var mıdır? Mari Ayınsman ve Elen Miller namında iki genç kadın, bir ku- yumcu dükkânında çalışıyorlardı. Ikisi de kocalarından ayrılmış ol- dukları cihetle aralarında sıkı bir dostluk tesis etmişler, beraberce geözmeğe başlamışlardır. Iki genç kadın, bu kuyumcu dükkânında, amele sıfatile az bir ücret mukabilinde çalışacaklarına Visbaden kaplıca şehrine giderek talilerini denemeğe karar vermiş- ler ve derhal yola çıkmışlardır. Iki genc kadın, Visbaden şehrine argım yorgun vardıkları zaman, ceplerinde bir otelde kala- bilecek kadar para bulunmadığı cihetle geceyi, parkta geçirmişler ertesi sabah ta kendilerine uygun bir iş aramağa başlamışlardır. Erkek kıyafetine giriyor Iki arkadaş muhtelif yerlere baş vurdukları halde kendilerine münasip bir iş bulamayınca düşün- müşler taşınmışlar ve içlerinden birinin erkek kıyafetine girmesine o suretle karı koca sıfatile iş aramağa karar) vermişlerdir. Iki kadına bu kararı verdiren sebep, Visbaden şehrinde, erkeklerin kadınlardan daha kolay ve daha yüksek ücretli iş bulmaları keyfi- yeti idi. Almanyada, harpten sonra işsiz (erkeklerin adedi birden bire çoğaldığından işsiz erkek- ler daima kadınlara tercih edil- mektedir. (Esasen Maride az çok erkeğe benzediği cihetle erkek kıyafetine girmesi, kolay- lıkla kabil olmuş, saçlarını kes- tirmiş, kocasından kalmış bir erkek kostümünü de sırtına geçirmiş, Jözef Aiynsman ismini almış, Eleni de gittiği yerlerde zevcesi sıfatile prezante etmeğe başlamıştı, sahte zevcesine (münasip biriş Mari Ayınsman Elen Miller bulmuş, Elenin başka erkeklerle düşüp kalkmasindan doğurduğu çocukları da kendi öz evlâtları gibi nüfusa kaydettirmiş, 1919 senesinden bugüne kadar iki genç kadın, hiç kimsenin şüp- hesini celp ve davet etmeden ken- dilerini herkese karı koca diye tanıtmışlardır. Iş meydana çıkıyor Fakat son zamanlarda erkek rolünü oynayan Many Ayusmanın kocasından boşanmış bir kadın olduğu meydana çıkmış ve kadın sabte hüviyet kullanmak cürmile Mayans şehri ağır ceza mahke- mesi huzuruna sevk “edilmiştir. Maznun, mahkeme reisinin, niçin erkek kiyafetine girdiği hakkın- daki muhtelif süallerine verdiği cevep: — Daha kolay iş bulmak için.. Sözlerinden ibaret kalmıştır. Müd- diumumi, erkek kedının şiddetle cezalandırmasını istemiş, mahke- me heyeti, maznun kadını, haki- kâten erkek olup olmadığını ve akli muvazenesinde bir bozuk- luk ve ehliyeti çezaiyesi bulunup bulunmadığını tesbit için muta- hassıs doktorlardan mürekkep bir heyete sevketmiştir. Doktorlar arasında ihtilâf Mütehassıs odoktorlar, erkek kadını uzun uzadıya muayene etmişler ve müşahede altına almış- lardır. - Mahkemeye (o verdikleri raporlarda bilhassa ehliyet cezaiye meselesinde ihtilaf ve tenakuslar vardır. Mütehassıslardan bazıları raporlarında: “ Mari Aynsmanda erkek rolü- nü oynamak milli tahteşuuridir. On iki seneden beri hakiki hüvi- yeti hakkında her kesi aldatması, bu iddianın en barizj delilidir, kendi mesul addedilmemek lâ- zımdır.,, dedikleri halde diğer mütehassıslar “ Marinin efalinde esbabı muhaffefe vardır. Fakat her halde ehliyeti cezaiyesi mev- cuttur. , İddiasında bulunmakta- dırlar. Mayans mahkemesi, bu karışık meseleden nasıl sıyrıla- cağını şaşırıp kalmıştır. * Xx” S7 MERMERE | Motörbotla Venedik sokaklarında.. 9 > Ingiliz veliahtı geçen haftalar Babrısefitte bir cevelân yapmış, bu esnada Venediği de ziyâret etmişti. Veliaht Venedikte motörbotla dolaşmış, büyük kanalı, Lidoyu ve sair bir çok yerleri gezmiştir. Veliaht sokak makamında olan denizde motorkatla gazarken ea: ie cevelânı görülüyor. öy İL li üüü oldüştür. Resmimizde veliabtın bu Sahife 7 — Köylerimizde bir tetkik Eski hocaların yerlerini münevverler doldurmalı Kastamonu, 3 ( Hususi ) — Şimdiye kadar devamlı bir surette yapılan telkinler köylünün hayatı üzerinde mühim bir rol oynamıştır. Köylü uzun seneler bu telkinleri bir nas gibi kabul etmiştir. Hattâ bunun zıddı gösterilse gene kolayca kanaatini terketmemiştir. Yalnız o bugün köylü maddi ve manevi (o sahada (o vukubulacak irşadatı kabul etmeğe başlamıştır. Köylü, malı kur t yemeyince öre- mez diyor. Yani kurdun yediği ve parçaladığı hayvanın kıymeti ne olursa olsun ona bleâl edili- yor ve bu bir uğur sayılıyor. Köylü, 20-27 haziranda tarlasına bir adım bile atarak bir karış çift sürmeyor. Çünkü bu yedi gün için toprak uykuya yatmıştır. Şayet bunu dinlemiyen ve tar- lasını süren olursa o tarlada tamam yedi sene ekin bitmiyor. Buna çürüten diyorlar. Köyde, doktor, hocadır, ve ilâç ta duadır. Köyün birisinde bir akşam o köyün en ihtiyarı olan ve sözü söhpeti yerinde olan bir itiyarla yaşlı bir meşenin altına oturmuş, ileriden geriden konuşuyorduk. Ihtiyar, gençliğinde biraz medreseye devam etmiş ve köyde kendisine “ Hoca efendi ,, dedirtmeğe muvaffak olmuş. Ya- nımıza (30) yaşlarında bir deli- kanlı geldi iki elini göğsü hıza- sında birbirine çatarak : — Selâmünaleyküm dedi, ve yanımıza oturdu. — Ve aleykümüsselâm ! — Hoca efendi, karnımda bir (cımbıltı) var.* Sırtım ise yanıyor. Müthiş ağrılar yapıyor. O ağrı, Kâzi de (bazen demek!) göğsüme gelyar ne olur, bir kerre okuyu- veri. Ibtiyar hoca bir kelime bile söylemeden ve bağdaş kurarak meşeye yaslanmış oturur vaziye- tini bozmadan “Euzübillâh..., diye içinden sessiz bir şeyler okumağa veyahutj mırıldanmağa başladı. Bir kaç defa mırıldandıktan sonra, ağzının dört bir tarafını büzerek üst dudağını kaldırdı ve açık ağzından, köylünün ağrıyor diye gösterdiği nahiyeye derin bir: — Hohhhl.. Götürdü, ve gene okumağa devam etti. : Bir az sonra ikinci bir hohlama. Fakat bu iki defa oldu. Bir az daha okuduktan sonra, bir üçüncü fakat bir az fazla devam eden bir hohlama. Buda üç defa ve vücudunun her tarafına yayıldı. Bu sonuncu ameliye de hoc: ctur- duğu yerden bir kımıldanır gibi oldu ve gelen aksırığını tutamıya- rak hastanın yüzüne doğru: — Hapşuuu... deye güzelce de bir aksırdı. — Allah şifalık versinl.. diye sözünü bitirdi. Köylü okumanın neticesi üzerine: — Eyvallah hoca efendi, dedi.. Biraz ferahlandım. Delikanlı bir ceylân çevikliğile birden ayağa kalktı. Ve: — Allaha ısmarladık hoca efendi!.. Diye uzaklaştı gitti. Bir gün sonra başka bir vaka ile karşılaştım. Aynı köyde 13-14 yaşlarında zayıf ve mariz bir köy çocuğu gördüm. Köyde topallı- yarak geziyordu. Yanına gittim, Niçin aksadığını sordum. — Efendi, bacaklarım tutuldu, yürüyemiyorum. Dedi. — Aç bakayım, ne olmuş dedim ve paçalarını yukarıya sıvadım. ve nefesle geçirilmek istenilen hastalıklar, iki müşahade Zavallı çocuğun iki ayağında, oynak yerlerinde şişkinlik vardı. Bu şişkinlik ya bir kronik maf- sal romatizması idi ve yahutta çocuğun mariz ve sıska olmasın- dan bir kemik veremi olduğu ko- laycacık anlaşılabiliyordu. Bu şiş- kinlik üzerinde bağlı olan bir ip nazarı dikkatimi cellepetti, merakla sordum: — Bu ne, oğlum? — Efendi, dedi, ne kadar okut- tuk ise para etmedi. Dün de bir gâvur elekçi elekçisi sağlık verdiler. Bir de ona okuttuk, yel midir, nedir bilemedik. Bu acıklı hale insanın içinin sızlamaması kabil değil. Babasını sordum, onunla konuştum, vilâyet merkezine götürmesini söyledim ve arkadaşım olan hastane opera- törüne bir tavsiye verdim. Onlar şehre gittiler. Bir kaç gün sonrada ben geldim. lik işim hastanedeki mariz çocuğu ziyaret oldu. Doktorla konuştum. hastalığın bir kemik veremi olduğunu söyledi. Şimdi mafsalda toplanan suları alıyorlarmış. Çocuk yakında ve kuvvetli gıda vermek suretile iyi olacakmış. Hâttâ şimdiden hastalık salâha yüz tutmuş. Çocuğa sordum: — Nasılsın oğlum, biraz iyi olmağa başladın mı, dedim. — Efendi, dedi. Dün babam geldi. Herhalde dedi; gâvur karr- sının okuması fayda etmiş.. Bak- sana, bes belli öyle, gâvur karısı- nın okuması fayda etmiş!. Düşünüyorum, eskiden bir çö- mez, ya Erzurumdan veya diğer uzun bir yerden kalkar, sırtına bir azık torbası, bir posteki birde çapa alır, yürüye yürüye Istanbula, medreseye okumağa gelir. Rutu- betli, karanlık medrese izbelerinde beş sene, on sene ya bir kuru bulgur çorbası ya bir yavan tar- hana çorbasile ömrünü geçirir. Ramazan oldu mu civar köylere çıkar, öğrendiği şeyleri satmağa, okumağa (oüflemeğe başlar ve sekiz sene, on sene sonra icazetini alır gene (yürüyerek uğradığı yerlerde bir cami ve ya türbe köşesinde yatarak yoluna devam eder, memleketine gider, köyüne varırdı. Hocasından aldığı, öğrendiği bilgileri köyde satmağa başlar, köylü, sözlerini tıpkı bir nas gibi kabul eder, bir okumasını, bir üflemesini en müessir bir deva gibi kullanırdı. En Küçük bir derdi, en ufak bir müşkülü için hocaya koşar, ondan maddi ve manevi istianede bulunur ve ho- ca o zaman köye, köylüye hâkim olurdu. Şimdi, cumburiyet idaresi bütün bu mânasızlıklara bir nihayet verdi. Köyü, köylüyü çömez ima- mın elinden kurtardı. Ona benli- ğini verdi. Dün onu böyle mana- sız şeylerle oyalayan hocaların, imamların yerlerine genç, münev- ver muallimler gönderiyor. Her yeni teşekküllerde köyün ve köy- lünün ihtiyaçları, tenevvür etmesi, onun batıl itikatlardan kurtulması için tetbirler alınıyor. İşte Halkevi köycülük şubesi bunun bariz bir müeyyidesi... Fakat, köylü, uzak- laştırılan hocaların yerlerini bir an evvel inkılâpçı türk müvwevver- lerinin doldurmasını bekliyor. kk

Bu sayıdan diğer sayfalar: