, ma a meyan AŞK DİLENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN 3 Eylül 1932 Bir telefon: “Hopkins havada uçuyor !,, Polis müdürü bu haber üzerine, muavin (Tim - Tom) a şu emri verdi: Şimdi tayyare ile üstadı takip edeceksin ! Üçüncü kısım Londra heyecan içinde.. Londra po- lis müdiri, mu- avinlerile ko- nuşuyordu: — En ufak bir iz bile bu- lamadınız, de- gil mi? — Maalesef.. Size bu gün de müsbet bir cevap getire- mediğime mü- teessirim. — Bütün ba- takhanelerde taharriyat yap- tınız mı? — Evet.. Lon- dranın hiç bir köşesi kalma- dı. Her tara- fını — aradık. Hattâ bütün köprülerin al- tında parmak izleri topladık. Malumya, Hopkins köprü altla- rında dolaşan serserileri takip etmekten zevk alır. Fakat, bu taharriyatımız da menfi (netice verdi. — Bugün içtima eden polis divanı, Hopkins'in bir kazaya kurban gittiğine hükmetti. — Bu kanaatinizden Hopkins'in ailesini haberdar ettiniz mi? — Kızı gelmişti.. Söylemeğe mecbur olduk. Zavallı kızcağız bizim kanaatimizle istihfaf etti. — Istihfaf mı? — Öyleya.. Şimdiye kadar ba- basının hiç bir sahada mağlüp olduğunu görmemiş. “Babam her- halde yaşıyor ve gelecektir.,, diyor. Hopkinsin muavinlerinden biri atıldı: — Bende üstadın ebediyen kaybolduğuna (o kaniim. Çünkü o şimdiye kadar - esir dahi olsa - mutlaka bize haber uçururdu. Bu esnada polis müdürünün telefonu çaldı. Londra civarında bir karakol komiseri, polis müdürüne şu ma- lümatı veriyordu. — “Iki dakika evvel, tahminen dört yüz metro irtifadan geçen meçbul markalı bir Otayyareden, karakolumuzun bahçesine (o size hitaben yazılmış bir zarf düştü. Ne emrediyorsunuz? Polis müdürü lâkaydane bir tavurla söylendi: — Gene şerirlerden birinin tehdidi olacak... Bir nöbetçi ile müdüriyete gönder. Karakol komiseri şu sözleri de ilâve etti: — Zarfın üstünde : “Çok müs- tacel,, ibaresi var... Polis müdürü düşündü : — Tayyare hangi istikamete uçtu. — Şimale doğru.. — Demek ki enginlere açıldı? — Evet.. Ve şimdi bulutlara karıştı. Artık göremiyoruz. — O halde vakit kaybetmemek için zarfı açınız ve münderecatını bana okuyunuz! Polis müdürü birdenbire göz- lerini açtı kulaklarında gürültülü bir ses çınladı. Karakol komiseri mektubu açınca evvelâ imzasına bakmıs ve: — Ben kadınların hoşlanıyorum, dedi, halbuki siz... Mis Barney, mühendis Kayt'e verdiği cevapta : ruhlarını seven erkeklerden — Hopkins.. Hopkins.. Diye bağırmağa başlamıştı. Polis müdürü şaşırdı arkadaş- larına: — Hopkins den mektup geldi... Diyerek komisere, mektubu süratle okumasını söyledi. Komiser kıkeliyerek şu satırları okudu: “Müdir efendi, “Dün Amerikaya hareket eden (Torino) vapurunu takibe gidi- yorum, Muavinlerimden birini, bir polis tayyarsile bana yar- dımcı göndermenizi rica ederim.,, Hopkins Polis müdürü, telefondan aldığı bu kelimeleri yüksek sesle birer birer (o tekrarlıyordu. Hopkinsin muavinleri hem sevinmişler, hem de biraz evvelki sözlerini hatırlı- yarak mahcubiyetlerinden önlerine bakmışlardı. Polis müdürü: — Hopkins hepimizi etti. Diyerek telâşla ayağa kalktı. Polis müdürü, o gün mezun olan en zeki detektiflerden (Tim- Tom) u müdiriyete davet etmişti. Tim-Tom herhangi bir hadisede en sonra imdada giden, Hopkin- sin en genç muavinlerinden biriydi. Tim-Tom hem meşhur bir tay- yareci, hem de Manş denizini yüzerek geçen meşhur bir yüzü- cüydü. Polis müdiriyetinden aldığı müs- tacel bir telgraf üzerine derhal müdiriyete geldi. Hopkinsin tay- yaresine binerek havalandı. Polis müdürü Hopkinsin mey- dana çıktığını kimseye bildirmek istememişti. (Torino) vapuru telsiz telgraf cihazile mücehhezdi. Bu haber Londrada şayi olursa, Hopkinsin (takibata başladığını telsizle gemiye bildirecekleri şüp- hesizdi. Polis müdürü bu ibtimali nazarı dikkate alarak çok ketum davranıyordu. Tim - Tom'un Londra afakında uçtuğunu - Maalesef - gazeteciler haber almışlardı. Tim- Tom havada uçmazdı. Bir kaç gazetenin maceraperest muhabirleri tayyarelerine binerek Tim - Tomun arkasından havalan- dılar. mahçup beyhude ( Arkası var) Kadın, erkeğin randevusuna gelmiştir. Erkek, gayet memnun. Onun için fev- kalâde hazırlanmış. Sofralar, içkiler. Akşama kadar beraber kalacaklarını sarıyorlar. Bu esnada kapının zili çalınır. Erkek — Korkmayın, merak- lanmayın. Dondurma ısmarlamış- tım. O gelmiştir. Kadın — Ah, dondurmaya da bayılırım. Erkek — Gidip (getireyim. ( Erkek çıkar. Kadın bu esnada, çantasından çıkardığı pudra ile pudralanır. Dudağının boyasını tazeler. Derken, erkek içeriye girer. Mahçuptur. ) Ah, cicim | Kadın — Ne oldu? Erkek — Gelen, dondurma değilmiş. Kadın — (erkeğin sesinin per- desinden tagayyür) Ya?... Neymiş. Erkek — Şey... Kadın — Ne? Erkek — Şey... Oğlum. Kadın — (Biran tereddütten- sonra:) Ay, siz evli misiniz? Erkek — ( Canlı bir sesle: ) Hayır, hayır. ( Sesinin perdesini değiştirerek:) Vaktile evlenmiştim. Kadın — Sonra boşandınız mı? Erkek — Evet. Kadın — Peki, demek bir oğ- lunuz oldu? Erkek — Evet.. Insan bir has- talığa yakalandı mı, mutlaka izi kalıyor. Kadın —) (Erkeğe bakarak: ) dogrusu, bundan haberim yoktu. Bakın hele! Bakın hele.. Ben sizi öyle genç sanıyordum ki.. Adeta çocuk telekki ediyordum. Erkek — (Tehalükle:) Ancak otuz beşindeyim. Kadın — Öyle amma.. ( Erkeğle hâlâ dikkatle bakar.) Tuhaf şey.. Sizin vaktile evli bulunduğunuza katiyen ihtimal veremiyorum. Ga- ribime gidiyor. Siz, aile babası! Siz, baba.. Allah allah.. Şaşıyorum! Erkek — (somurtğan: ) Bunda şaşacak ne var ki?.. Kadın — Bundan bana evelce niçin bahsetmediniz? Bir oğlunuz olduğunu neden söylememiştiniz? Erkek — Iftihar edilecek şey mi ki öğüneyim? Kadın — Elbette... Niçin? Erkek — Niçin olacak?... Iki dakikadan beri bana baktığınız nazarlarla karşılaşmak istemiyor- dum da... Kadın — Nasıl nazarlar? Erkek — Beni daha yaşlanmış, aile babası olmuş, sırtına bir takım vazifeler yüklenmiş telâkki ediyorsunuz... Kadın — Böyle bir erkek naza- rımda fena erkekmidir sanıyor sunuz? Erkek — Maamafih, iki daki- kadenberi odaha az hoşunuza gidiyorum. Kadın — (Gevşek bir ifadeyle:) Hiç de değil Erkek — Esasen, benim evlili- ğim pek kısa sürdü. Ancak dört ay sonra ayrıldık. Kadın — (müstehzi:) Her halde bir aşk izdivacı (oyapmıştınız, değil mil Erkek — Tabii!.. Lâkin, dört ay içinde, biribirimizi sevmediği- mizi anladık... Aksi gibi, bu kısa zaman içinde çocuğumuz oldu. Kadın — Çocuk kaç yaşında? Erkek — Durun bakıyımım... Kadın — (Taklidini yaparak:) “Durun bakıynım,, haydi, küçük tün, küçültün... Erkek — Valahi küçültmek değil... Kaç yaşında olduğunu sahiden de hatırlıyamıyorum... Takriben sekizindedir! Kadın — Maşaallah... Koskoca adam... Erkek — Ammada yaptınız... Kadın — Onu bir gün bana gösterin kuzum. Erkek — ( Biraz sıkılgan ) Za- ten burada... Kadın — Nasıl? Erkek — Yemek odasına koy- dum. Orada oturuyor. Kadın — Ne münasebet?.. Bu- raya niçin geldi? Bir aşkın ba şlangıcı... a Erkek — Yemek yemeğe.. Bu gün günüdür de... Kadın — Anlıyamıyorum. Erkek — Çocuk, annesinin ya- nındadır. Ayda ancak bir kere bana gelir... Nasıl olduda bugün, onun günü olduğunu hizmetçi haber vermedi ?... Daima o haber verir de farkına varırım. Yoksa, dal- gınlıkla unuturum... Hay aksilik hay... Simdi oğlanı ne yapayım?.. Kimse de yok ki bir yere gez- meğe göndereyim... Annesi kapı- dan otomobille bırakıp gitmiş. Ançak akşam üzeri geç vakit uşağını yollatıp aldırtır. Kadın — (Canı sıkılarak) a... (Bir süküt.) Erkek — (Mahçubane:) Müsaa- de eder misiniz: Sofraya bir ta- kım daha ilâve edeyim... Kadın — (Büsbütün canı sıkı- larak:) Oooo... Erkek — (Mütereddit:) Maa- mafih... Kadın — Sofranıza bakın, azi- zim. Onu mahsustan küçük seç- miştiniz: Aramızda kimse olmasın diye... Habuki, görüyorsunuz... Erkek — Peki, ne yapalım? Kadın — Yapacağımız gayet basit... (şapkasını alır.) Erkek— Ay.. Gidecek misiniz? Kadın— Kalmam kabil mi ki?... Düşünün: Yemegimiz, aşıklar ara- sında bir yemek olacaktı... Hal- buki, aramızda bir çocuk... Erkek — Bittabi, şayet bilsey- dim, haber gönderir, gelmemesini tenbih ederdim... Kadın — Unutkanlığınız saye- sinde ne lâtif bir gün geçiriyorum... tıpkı demin söylediğiniz gibi... Erkek — Beni dinleyin... Kadın — Bırakın beni, bırakın... Gideceğim... Cuma, sabahleyin iyi başladı. Amma, öğle üzeri, bir yağmur, bir yağmur... ortalığı sel götürmeğe başladı. Insan, tak- vimine, evelden falcılıkla yazma- malı! (okur: ) Cuma 8 nisan bir büyük aşk başlıyacak. Bura- dan “şayet isterseyi ,, siliyorum (ve orada bulduğu bir kurşun ka- lemle siler.) Erkek — Aman, ne yapıyor- sunuz?... Bari cumartesi gününün sahifesine “bu gün gelecek!,, Diye yazın. Kadın — Cumartesi meşgulüm. Erkek — Pazar? Kadın — Kocam seyahatından dönecek. Eekek — Peki, ne zaman bu- luşacağız öyleyse ?.. Kadın — Bilmem!... çıkarken hiddetlidir.) Erkek — (Arkasından yürür: ) Fakat ben sizi seviyorum, sevi- yorum. Kadın — işidecek ... Çıkarlar. Erkek, biraz sonra, somurtkan, geri döner... Yanında, küçük çocuk. Erkek — (Kendi kendine :) Ar- tık beni dünyada affetmez.. (Ço- cuğa:) Haydi, gir, baydi... (Çocuk, cılız bir yavru, babasına yanağını uzatır.) Ne var? Çocuk — Seni görmeğe geldim, baba... (Yanağını uzatmakta de- vam eder.) Erkek — Geldiğin zaman öp- tümdü ya!.. Çocuk — ( Yanağını çeker:) Sahi ! (Bir süküt. ) Erkek — (Sinirli: ) Pardösünü çıkar. Şapkanı da oraya bırak... Haydi, orada kakılıp durma.. Evin yabancısı değilsin ya... Çocuk — Değilim, baba... (Oğlan dolaşmağa başlar. Baba, sinirli sinirli bir sigara yakar.) Erkek — (mırıldanır) of, hay allah müstahakını versin.. Çocuk — Babacığım! nede güzel robe de chambre'ın var.. Erkek — Çok söyleneceğine burnunu silsen daha iyi edersin.. Çocuk — (Bozularak ) peki, baba... (Burnunu siler, bir süküt.) Erkek — Bu ay, mektepte ne yaptın? Hocaların senden memnun mıydılar? Çocuk — Evet, baba... Erkek — Eh, iyi öyleyse... (dalgın.) (Dışarı Susun... o Oğlunuz — aa > Çocuk — Yalnız tarih hocası —— menun değil... Birde sarf Erkek — (Dalgın. Dinlemez: ) eh, iyi öyleyse... Çocuk — ( Şaşırır. ) (Bir zaman * geçer... asabi asabi dolaşır. ) Erkek — Aç mısın? Çocuk — Evet, baba. Erkek — Sofraya otur. Çocuk — Peki amma, yemek odasında sofra hazırlanmamış. Erkek — Sofra burada hazır... Görmüyor musun ? Çocuk — A... Burada mı yiye- ceğiz ? Erkek — Tabii... Çocuk — (Memnun) mı yeyeceğiz? Erkek — Elbette.. Çocuk — Bu cici şeyleri mi? Erkek — Evet. Çocuk — A... Erkek — Ne o? Çocuk — Birada var.. Erkek — Var. Çocuk — Ah, babacığım.. Bun- lar ne? Erkek — Siyah bavyar.. Balık yumurtası.. Ananas. Çocuk—(Ellerini çırpar.)0.. O.. (Kapı çalınır.) Erkek — Dondurma geldi. Çocuk — Vay !, Dondurma da mı var? Erkek — (canı sıkılarak) tabii.. Haydi sen, otur, otur... (Çocuk yalnız kalınca sofraya daha dikkatli bakar. Yemişlere, ihtiyatla parmağını sürer.) Erkek — (Dondurmayla girer.) Haydi, mademki açsın, ye bakalım. Çocnk — Bunları benim için mi aldırdın, baba... Erkek — Evet, evet... Çocuk — (Hıçkırmağa başlâr.) Erkek — Ne oluyorsun be?... Sana ne yaptım?... Ne dedim?... Ne azarladım, ne bir şey... Çocuk — (Ağlar) ah, baba... Erkek— Ne “ah baba,,sı yahu... Söylesene... Niçin ağlıyor sun? Çocuk ( Gözleri yaşlarla dolu:) Çünkü... Cünkü... Çünkü, beni sevdiğini şimdi anlayorum, baba bana, daha ilk defa olarak.. böyle şeyler aldın... Evine gele- ceğime dikkat etmişsin... (tekrar ağlar) Erkek — Demek bu güzel sof- rayı gördün, sana cici şeyler ha- zırladığıma baktın da... Onun için... Seninle alâkadar olduğumu anladın... Ağlayorsun öyle mi? Çocuk — (Ağlamakta devam eder.) Evet, baba... (Bir süküt, erkek, ayağa kal- kar. Çocuğa yaklaşır.) : Erkek — Demek ki a sevi- orsun, öyle mi, çocuğum z Çocuk Tabii değil mi, baba?!.. (Babasının kolları arasına atılır.) Erkek — Bu kadar seviyorsun ha?... (çocuk konuşamıvacak kadar beycanlıdır. Ağlar.) ağlama, ayol... hastalanacaksın... (çocuk babasının, göğsünde, gittikce daha fazla ağlar.) ağlama mini minim... Ço- cuğum!,.. Demek ki, seni sevmedi- ğimi sanıyordu, bu, içine hicrandı, öyle mi? (çocuk, söz söylemiyecek kadar ağlar - başile “Evet, işareti yapar.) vah yavrum! senin bu yi- yecekleri sevdiğini bilmiyordum. Erkek, bunları Sevilmediğini ( sanarak korku- yordun, ha?... o (çocuk başı ile gene “evet, £ yapar.) Baban seni sevmiyor sanıyordun öyle- mi? (Çocuk, başile gene “evet der.) (Halbuki sen beni sevi yordun.. (Gene “evet, işareti,) vah yavrum, vah! Cocuk — Baba... Erkak — Yavrum! (Oğlunun elini sıkar.) Çocuk — Ay. z Erkek — Elini acıttım, evlâ- dım ?.. Beni affet... Öyle kaba adamımki ... (Kadınları düşünür. Onlara karşı hiç de kaba değil dir. Onları okşamasını gayet iyi bilirim.) Bu iş başka iş... , Fakat bunu da öğreneceğim, görecek- sin. Ağlama, mini minim! Ağla- ma... (Çocuğun başını okşar. Kendi görzlerinde de bir damla yaş belirir. O esnada, gözüne takvim ilişir. Yüksek sesle okur.) Bugün 8 nisan. Büyük bir aşk başlıyacak. ( Baba oğul öpüşürlerken per- de ağır ağır iner. Nakili: (Hatice Süreyya)