28 Temmuz 1952 Masal olanlar:57 sene evvelki sefaret resmi kabulleri Bir yanda mavi salon, öte yanda kırmızı renkte yaldızlı taht salonu.. Paşa sefireye demiş ki: “Paranız var, hürsünüz, niçin kendiniz raksediyorsunuz. Eğer benim hatırım içinse...,, RT Istanbuldaki Fransız sefarethanesi Sefirin akrabası bulunan gene o fransız kadınının hatıraları 1857 kış mevsimi: Fransa sefareti, zevkli neşeli toptantılara vesile oluyor. Biz daha Istanbulda değil iken, M. Thouvenel bir resmi balo vermiş. Muharebe bitip Kırımdaki fransız askerinin arkası alındıktan sonra, ilk defa olarak sefaretin salonları umuma açıldı. Bu resmi kabul, zarafet ve kibarlığı herkes tarafından tasdik edilen kuzinimin yani sefirenin mevcudiyetile daha parlak bir hal almıştı. Ortadaki büyük salon, bem- beyaz, avizelerden yayılan ziya- larla apaydınlık. Her tarafta ay- nalar. Bunlar Versailles sarayını hatırlatacak raddede değilse bile gene muhteşem. Bir yanda mavi salon; öte yanda, kırmızı renkte ve yaldızlı taht salonu; büfenin bulunduğu cihette bilârdo mahalli. Yüksekteki tribünde mükemmel orkestra. Dans fasıla verince Macar hava- ları: başlıyor. Her tarafta çiçekler; hareket, neş'e, eğlence. Beyoğlu kibar halkını, olarak ilk defa görüyorum. Açıkca itiraf edeyim: Bu kadar güzel kadının, bu derece güzel gözün bir araya gel- diğini, hayatımda ilk defa görü- yorum. Bu emsalsiz simalar ara- sında en hoşuma giden, “İstanbul incisi ,, ismi verilen ve bu unvanı hakketmiş bulunan kadındır. Ne dilber bir çehre, ne cazibeli ve müstesna bir endaml!.. Bu kadın, Caratheodori ailesin- ve madam Spiridion Baltazzi idi. Madam Thouvenelin dans etmiye- ceğine zahip olduklarından herkes beni davete koşuyordu. Çok güzel mazurkalar yapıldı. Beyoğlunun bu kibar tuvaletleri, Parisin büyük terzilerinden “ Ro- ger,, in dikişi. Buradaki banger, sarraf, tüccar, gemi mücehhizi gibi kimseler, Galatadaki ticarethanelerinde bol bol para kazanıyorlar ve düşün- meden para harceden zevcelerine karşı pek cömert davranıyorlar, Bizim bu baloya, hükümet rica- linden bazıları da davetli idi. O akşam en ücra salonlardan biri, bu fesli zevata tahsis edildi. Zira bunlar, en eğlenceli içtimalar arasında bile bir çeyrekten fazla duramıyorlar; derhal çubuklarının başı ucuna seğirtiyorlar. Girip çıkış arasında, kapılar açılıp kapandıkça, çubuklardan toplu | yayılan duman ve koku, salonlara yayılıyor; hattâ tuvaletlere bile siniyor. Fesliler, dansları ( seyrettikçe kimbilir neler düşünüyarlardı? Bir tarihte, Istanbuldaki sefa- retlerden birinde, gene böyle bir balo veriliyormuş. Davetliler ara- sında bulunan yüksek rütbeli bir paşa, sefireye demiş ki: — Paranız var, hürsünüz; niçin kendiniz raksediyorsunuz? Eğer benim hatırım için oynıyorsanız, lütfun bu derecesi fazladır. Bunun da sebebi yok değil Çünkü, Istanbulun âdeti mucibince cariyeler raksederler ve onların oyunu seyredilir. * . Evvelki gün, sefarethanemizde gene hareketler oldu. Parise fevkalâde elçilikle giden Acem sefiri, mösyö Thouveneli ziyarete gelecekmiş. Sefir, yirmi kadar sefarethaneye geldiler. Hepsinin başında, astrakandan kalpakları; arkalarında, açık renk elbiseleri var. Küçücük boyda, Iran atlarına binmişler. Atların eğerleri, pek nadide acem nakışları ve halıları ile bezenmiş. Istanbuldaki Iran sefiri de refa- kat ediyordu. Bu zat, pek eski ve asil bir aileye mmensupmuş. 30 senedir, Istanbulda sefirmiş. Mem- leketinin eski âdetlerinden hiç birini terketmemiş. Daima milli kisvesini giyiyor. Entarisi, (fevkalâde nakışlarla, inciler ve mücevherlerle müzeyyen. Zamanla biraz solgunlaşmış. Her halde, ecdattan kalma olduğu muhakkak. En keskin Iran ıtrıyatından da sürmüş. Elleri kınalı olduğundan kıpkırmızı idi. Zannedersem ya- naklarında da kırmızılık vardı. Fransızcayı az konuşuyordu. Kendilerine hâs olan âdapı mua- şeret ve nezaketten katiyen ay- rılmayor. maiyetile * “» Ingiliz sefarethanesinde verilen ve mükellef bir akşam yemeği ile neticelenen ziyafette pek şa- yanı dikkat oldu. Sofrada, Sadrâzam (meşhur Mustafa Reşit paşa ile oğlu ve hünkârın damadı, Ali Galip pa- şanın arasında oturdum. Istanbul ekâbirinin arkasında, Avrupalılaştırılmış elbiseleri gör- mek, insana garip geliyor. Fes ve uzun redingot. Yanımdaki sadrıâzam paşa, ev- velki devirdekiler gibi değildi. Başında, sim ve sırmalı, mücev- herli beyzi kavuğu, sırtında, ka- kum kürklü beyaz saten entarisi yok. Bunları giymiş olsaydı daha calibi dikkat olmıyacak mıydı? Mustafa Reşit paşa, eğer doğ- ruyu söylemek lâzımsa, öyle zan- nedildiği gibi heybetli ve göste- rişli değil, Boyu kısa; yüzü mülâyim, na- zarları donuk. Ekâbir arasında, görüşmek şere- fine mazhar olduğum kimselerden farksız, fakat her halde değerli ve kıymetli, Tatlı bir ahenk, samimi bir sesle konuşuyor; şayanı hayret derecede fransızca görüşüyor. Şurasını da itiraf etmeli bu zevat, kadınlara karşı pek mültefit ve nazik muamelede bulunuyorlar. Reşit paşa ile görüşmek, benim için pek hoş oldu. Paşanın, bilhassa son günlerde Ingiliz sefirinin, tesiri altında ol- duğu söyleniyordu. Bu vaziyet, beni bir kat daha alâkadar etmişti. Paşanın fazla muhteris olduğu, kendisiyle daima mücadelede bulu- nan rakiplerini pek kıskandığı mütevatırdı. Ceneral, Baraguay - d'Hillers'in ( makamatı mukaddese ) işleri dolayısile, Istabulu oterketmesine sebep müşarünileyhtir. Bu diplomatik ziyafetin en bü- yük hususiyeti, Osmanlı impara- torluğunun en başta gelen kim- selerini bir araya toplması. Sofranın iki müntehasını, Seras- ker paşa ile Ulah prensi Ribesco işgal ediyor. Fransızlar, ne delerse desin, ben kendi . hesabıma İngiliz sefi- rinden ve ailesinden pek memnu- num. Onlardan daima hürmet ve hüsnü kabul gördüm. Gece, kırmızı elbiseli İngiliz zabitleri ve bir-çok babhriyeliler salonları doldurmuştu. Balo, bir akşam evvelki bizim balo derecesinde cazip olmadı. Sefirin kızları, Londradan nefis tuvaletler getirtmişler ve vücutla- rının güzelliğini ve tenasübünü daha arttırmışlardı. Beyaz tülden jüplerini, inci kordonlar raptediyor. Korsajlar, Oucen Elisabethi takliden Windsor sarayındaki eski tabloları andırı- yorlar. (Başlarında, orengârenk saç fileleri, beyaz güller siyah kadifeden büyük fiyangolar. Sermet Muhtar Pancar mahsulü Uşak ve havalisinde yağmura intizar edilmektedir. Yağmursuz- luk yüzünden pancar mahsulü geçen seneye nazaran az olacaktır. Dün de yazdığımız gibi, buna mukabil Trakyada pancar mahsulü iyidir, yalnız Alpullu civarındaki bazı pancarlara bir kurt arız olmuştur, bununla mücadele edil- mektedir. Memurin kooperatifi neler satacak? Izmir, 26 — Memurin koope- ratifi ayın iptidasında sade yağ, pirinç, şeker, zeytinyağı, sabun, kahve ve ekmek tevziine başlıya- caktır. Kooperatif ekmeği narbtan bir kuruş aşağı olarak temin et- miştir. Diğer maddeler toptan fiat üzerine memura verilecektir. Yazan: Ceneral A. F. Oglander Eğer zayiatımız hakkında eserde yazılan şeyler doğru ise Gelibolu yarımadası muharebelerinde ingi- lizlerin en son verdiği zayıatı bu Türk topunun attığı şarapnelin ika etmiş olduğuna hükmetmek icap eder. Türklerin kapısını çalmalı idi Çanakkale muharebelerine işti- rak eden İngiliz askerlerinden Thomas Brent te yazmış olduğu | bir mektupta Çanakkale muhare- belerini istihzarda İngilizlerin boş boğazlık yaptıklarından şu suretle şikâyet etmiştir: Ceneral Aspinall » Oglanderin eseri Gelibolu yarım adası hare- kâtını şimdiye kadar görülmemiş surette hem alâka uyandıracak hem de dersi ibret olacak bir “yolda yazmıştır. Ders olacak en mühim noktası eserin son kısmındadır. Burada Çanakkale muharebelerinde ingi- lizlerin uğramış oldukları umum hezimet ve muvaffakıyetsizliklerin amili esasisi, muharebe başlamaz- dan evvel istihzaratın yapılmasında son derecede ihmal olduğu ehem- miyetle kaydedilmiştir. Bilhassa Çanakkale boğazına berri ve bahri icra edilecak müşterek hücum hakkında evvelden ifşaat yapılarak türklerin keyfi- yetten haberdar edilmiş olmaları son derecede mühim bir ibret dersi ve ihtar teşkil etmektedir. Bu münasebetle garp cephe- sinde siperler içinde bir silâh arkadaşımla aramızda cereyan eden bir mubavereyi hatırlıyorum. Bu zat Çanakkale muharebele- rinde büyük şöhret kazanan on birinci fırkanın berhayat kalan efradından biri idi, Iyi hatırlıyorum ki Çanakkale muharebelerinin çoğunu görmüş geçirmiş olan silâh arkadaşım yana yakıla siperde bana şu söz- leri söylemişti: “Işte biz geliyoruz diyor gibi Türklerin kapısını çalacak yerde dosdoğru Gelibolu yarım adasına gitseydik Türkleri şaşırtarak eme- İlimize nail olurduk,,, Lâyemut bir eser Maruf gazetecilerden omister Compton Mackenzie yazdığı bir makalede şu suretle beyanı mü- talâa etmiştir: Liva ceneral Aspinall - Oglander şayanı gıbta bir zatır. Beşeri gay- ret ve himmetlerin en mümtaz ve en yüksek menakıbı ebediye- sinden birini teşkil eden Çanak- kaledeki askeri ve bahri harekâtta başlangıcından en sonuna kadar hazır bulunduktan sonra Çanakkale seferinin tam ve mevsuk bir tari- ÇANAKKALE muharebeleri — SARMAN 28 Temmuz 1932 Tercüme eden: Muharrem Feyzi Bir asker: «İşte biz geliyoruz » diyor gibi Türklerin karşısına çıktık diyor Yirmi beşinci alayımızın palamu'lıktaki karargâhı hini bütün cihana ifşa etmek gibi şerefli bir vazifeye memur edil miştir. Mumaileyhin önüne konulan vazife en muktedir ediplerin bile cesaretini kıracak kadar müşkül ve ağırdır. Çünkü bu vazifeyi ifa edecek zatın kalemi kılıcı kadar keskin ve güçlü olması lâzım geldiğinden son derece de zorluk çekecektir. Bu muktedir asker muharrir deruhte ettigi vazifeyi ifa ederken ibtimal bir çok defa acıacı şikâ- yet ederek feryat etmiştir. Çünkü naklettiği (maceraları karilere, vakayii teşkil eden he- sapsız ve birçok renkli aksamı ile zibnini şaşırtmaksızın gayet vazıh ve açık bir surette arz ve tasvir etmek mecburiyetinde bulu- nuyordu. Ceneral Aspinall- Oylander bu uzun ve "sıkıntılı imtihanı ancak büyük bir azmü himmet, ikdam ve sebat yorulmak bilmez sây ve gayret sayesinde muvaffakıyetle geçirmiştir. Bu tükenmez ve fev- kalbeşer mesaiinin mahsulü olan “Gelibolu seferinin resmi tarihi,, nin Yunanı kadim müverrihi Thucydidesin el yazma tarihi gibi lâyemut ve ebediyet temin etti- ğine hükmedilebilir. Trajedi insanın ruhunu temizlediği gibi... Bu ölmez eser hakkında tenkit ve mütalâa serdetmeğe teşebbüs etmezden mukaddem uzun müd- det tefekkür ve teemmülde bulun- dum. Meşhur Yunan hekimi Aristonun “Trajedi insanın ruhunu temizlemelidir,, sözünü hatırladım. Hakikaten Çanakkale muharebe- lerine ait bu destanı okuyanların ruhunu temizlemektedir. Bu sahifelerde ismi geçen sima» ların çoğunu şahsen tanıyorum. Şimdi bunlar benim için bu günlük mevcudiyetlerinin sıfatla- rını kaybetmişıer velâkin alelâde beşerin favkinde birer vücut kes- betmişlerdir. Zemin ve zamanı titreten bu vaka ve hadiselerden bazılarını yakından bilen benim gibi bir adamın bile akıl ve şuurunun ma- ziye ait nazarlarının şahadetine mutabık görünmeyen ve ruhunu temizleyen Gelibolu seferi resmi tarihindeki nakil ve tasavvurlar mutavassıt bir kariin akıl ve hayas line Frova efsanesi gibi sihirkâr ve uzaklara ait görünmiyecek midir? (Devamı var)