Sahife 10 Akşam Tarih sahifeleri Köprülü ve Kolber karşı karşıya Iki kükümdar yanında iki devlet adamı. XIV Luide kaçli şövalye ruhile kral ruhu çarpıyor! Hint yolu ticareti Türkiye ile paylaşılmalı. Osmanlı - Fransız münasebatı niçin gergin? Fransız elçisi Koca Köprülüye hürmette kusur edince... Avcı Sultan Mehmedin yüksek veziriâzamı Köprülü Fazıl Ahmet paşa harplerle devletin şevket ve kudretini iade için yoruluyor iken XIV Luinin muktedir devlet adamı Kolber Fransanın sinai .ve ticari büyük menfaatlerini muhafazaya ve tevsie bütün meycudiyetile çalışıyordu. XIV Lui hem saltanat sürmek, hem hükümeti idare etmek ister iken Avcı Sultan Mehmet yalnız saltanatla iktifa ederek hükümeti Fazıl Ahmet paşanın kudretli eline bırakmıştı. Ahmet Paşa mutlak ve sonsuz salâhiyeti ohaiz bir vekil gibi bareket edebildiği halde maliye nazırı OKolber fikirlerini kabul ettirmek için omüşkülât içinde yuvarlanıyordu. Köprülüler (devrinde Devleti aliye ile Fransanın siyasi münase- betleri gergin geçmiştir. Bu gerginliğin sebepleri fransız- ların osmanlı düşmanlaşına yar- dımları, diğer devletler mümes- sillerinin entrikaları, şahsi müna- feretler idi: Garp ocakları kor- sanlarının (o fransız (gemilerine tecavüzleri de , fransızları (o fena kızdırıyordu. XIV Lui yakın şark siyasetinde açık ve kat'i bir hattı hareket takipetmiyordu. On yedinci asrın ilk nısfında Avrupada hristiyanlar o arasında Osmanlı imparatorluğunun temsil ettiği islâm âlemi üzerine bir haçlı seferi tertibi fikri hayli kuvvetlenmişti. Istanbulun büyük tutulmuş Obüyük (okumandanlar “ hristiyan şarkın ,, tahlisi için bütün Avrupanın müttehit ordu- ları nasıl sevkedileceğini düşünü- yorlardı. Garbin fikri ve içtimai tarakki- leri karşısında hâlâ orta zaman hayatı geçiren Osmanlı imparator- luğunun tahrip ve taksimi için plânlar hazırlanıyordu. Herkes XIV Luiyi bu Ehlisalibin tabii reisi gibi görüyordu. Osmanlı imparatorluğunun her cihetine sokulmak yolunu bulan Kapüsen ve Cezvit opapasları keşşaflık vazifesini yapıyor, şark bristiyanlarının ogözleri önünde fransız kuvvetinin azametini par- latmağa uğraşıyorlardı. Osmanlı diyarındaki rum ve ermeni klise- leri reisleri bile XIV Luiyi Allah tarafından şark (hristiyanlarının tahlisine (memur addettiklerini kendisine bildirmekten çekinmi- yorlardı. Fransızlar Türker aleyhine Av- rupaca tasmim edilen tertipleri alkışlayor, mükaddes harbin ilâ- rını talep ediyorlardı. Fakat Lui tereddüt ediyordu. Bir haçlı seferi (oaçmak için Fransanın canına susamış düş- manlarının zorlu sademelerine uğ- radığı tehlike günlerinde Devleti aliyenin yaptığı kuvvetli müdahele ile nasıl kurtulmuş olduğunu unut- mak lâzım idil Bir gün yine aynı vaziyete düşebileceğini (o düşün- memeliydi! e Seleflerinin Fransa emniyet ve azametinin bir sırrı gibi kendisine devretlikleri siyasi meslekten ayrılmalıydıl Islâm âlemine karşı garp hris- tiyanlarına riyasetle hareket pek tatlı ve şahane bir zevk ve hulya idi; fakat akıl ve basiret kendisine Osmanlı imparatorluğu gibi bir kuvvet menbaını son ibtiyat ser- mayesi makamında saklamağı tavsiye ediyordu. Ümitburnu - Hindistan cazibesine deniz yolunun açılması Akdenizin umu- mi ticaretini büyük rahnelere uğratmıştı Ittihaz ettiği tedbirlerle fransız ticaretine hayli vüs'at vermiş olan Kolber Hindistan ticaretini yine Akdenize tahvili etmeği düşünü- yordu. | 5 Kolberin projesine göre mevcut fransız - hint şirketinin gemileri Hindistan mallarını Süveyşe geti- recek, bu mallar teşkil edilecek Şark şirketinin gemilerile Avru- paya tevzi olunmak üzere Mısır iskelesinden Marsilyaya naklolu- nacak idi. Ticaret) âleminde bu yeni bir inkılâp olacaktı. Hindistan - Ümit- burnu yolu ehemmiyetten ıskat edilecek, Hindistan ticaretinin bü- yük kısmı fransız inhisarina geçe- cekti. Fakat bu iş ancak Devle- tialiye ile itilâf ve menfaatlerin bir kısmı ona terkedilmek şartile başarılabilirdi. Fransa Kralı ise Devletialiyeye (o karşı bir haçlı seferine kendisini teşvik eden müessirata bigâne kalmıyordu. Avrupa ahvaline, terakkiyatına tecessüs ve istifaza gözüyle bak- mağı ihmal eden Devletialiye ricali müteassıbane bir ogurur içinde hristiyanların siyaset ve menfaatlerine karşı bir istihkar hissi taşımakta devam eyleyorlardı. Luinin şahsiyetinde Haçlı ordu- larını sevk ve idare etmek isteyen şövalye ruhile Fransanın siyasi ve ticari menfaatlerini gözetmek istayen Fransa kralı ruhu daimi e mücadele halinde görünmekte idi. Lui buiki siyasetten birini bütün icapları, neticelerile tercih edecek yerde bunları mezcetmeyi düşünüyordu; hem faydasından ziyade parlaklığile cazip bir haçlı seferinin şerefini, hem Osmanlı imparatorluğu ile siyasi ve ticari münasebetlerin menfaatlerini te- min ve muhafaza eylemek isti- yordu. Dürüst olmıyan bu siyaset fena neticeler veriyordu. Avcı Sultan Mehmet saltana- tının iptidalarında sadaret maka- mında sık, sık tebeddüller olmuştu. Ihtiyar Köprülü Mehmet paşa- nın sadarete gelişi bir çok taraf- larca hüsnü telâkki edilmemişti; onun da makamını uzun müddet muhafaza (edebilmesini (mucip ayrıca bir sebep görülemiyordu. Avcının cülüsundan beri deği- şen sadrıâzamlara yapılan tebrik ziyaretlerile verilen hediyeler hep boşa gitmişti. Fransız elçisi Mös- yö Dö Lahe (Lahaye) bu düşün- celerle Köprülüye de edilecek ziyaretin, verilecek (hediyelerin beyhude olacağına zahip olmuş, diğer elçilerin hareketine ve ken- disine edilen vesayaya imtisal eylememişti. Vakıa Koca köprülünün mevkiini tarsin eylediğini anlayınca o da ziyaretini yaptı, mutat hediyele- rini takdim etti; lâkin artık iş işten geçmiş, bu defa ziyarette, hediyeler de hakikaten boşa git- miştil Çünkü Köprülü bu tarzı hare- ketten derin bir infial duyarak elçiye kin bağlamıştı ve şiddetli bir mukabele ile ondan intikam almağı tasmim eylemişti. Fakat gururuna ihtiyat ve tedbiri de ilâve eden bir devlet adamı sıfa- tile bunun için bir fırsat çıkma- sına intizar etti, Bu fırsat da gecikmedi: Şifralı mektup meselesi, Süleyman Kâni TIBBI MÜSAHABE Sayfiyelere ehem- miyet vermeli Bir hastanız olupta doktor size “ Tebdili hava lâzım, dediği zaman, eğer başınıza geldise kim bilir ne kadar müşkülâta duçar olmuşsunuzdur. Sayfiye yerini tayin etmek, ev aramak, münasip bir ev bulmak gibi çok mühim dertlerler uğra- şacaksınız .. Bereket versin ki sağlam iken bir yere, bir iki ay olsun istirahat etmek için gitmeği âdet ve vazife edinmemişizdir. Yoksa her zaman bu müşkülâtla çarpışacaktık!.. Bizde tebdili hava demek, mut- lâka bir hastalık dolayısile say- fiyeye gitmek demektir. Halbuki asıl mesele sağlamların hasta olmamak için istirahat etmeleridir. Sağlam bir adama, dimağını, vü- cudunu dinlendirmek için ve tek- rar çalışmaya hazırlanmak için açık havada istirahat kadar kuv- vetli bir ilâç yoktur. Fakat bir hastanız olupta bu ibtiyaç pek kati bir şekilde tebarüz edince bir çok müşkilâtla uğraşmaya mecbursunuz. Bunların en mühimmi ev meselesidir. Ibtiyacınıza göre, halinize muvafık bir ev bulmak ne güçtür. Sonra bu evin temizliği.. Acaba sizden evel bu evde kim oturmuştur? Lâzım gelen tathiratı fenniye yapılmış mı, yapılabilmiş mi?.. Ekseriyetle ahşap olan bu kira evlerinin hak- kile temizlenmeleri hemen kabil değildir. Bilhassa bu evlerin için- deki ot minder, kerevet gibi temiz- lenmesi kabil olmayan eşyaların sari bir hastalık çıktıktan sonra mutlak yakılması lâzımdır. Sayfiye yerlerinde halkın temiz, ucuz ve rahat yaşamasına dikkat etmelidir. Çünkü bunların yüzde doksanı hastalardan ibarettir. Me- selâ bir sene Heybeliadada gö- zümle gördüm: Et motörle mez- bahadan geliyordu, bazen motör her nedense geç kalırdı. Saat bir, bir buçuk et yoktu. Hasta sahiplerinin telâşla gözleri denizde motörü bekleyişleri ne acıklı idi. Halbuki buralara daha yakından (meselâ Haydarpaşadaki mezba- hayı işleterek) et verilebilirdi.. Bugüne kadar İstanbulun en ehemmiyetli ve lüzumlu bir sayfiye yeri olan Adaların hâlâ su mese- lesini yoluna koyamadık. Su gibi en lüzumlu ihtiyacın temin edile- memesi ne fenadır. Bir hastanız olup da oralara düştüğünüz zaman bunun ehem- miyetini anlarsırız.. Bu dertlerin üzerine ilâve olarak bugün bir de Kartal ile Pendik arasında yapılan çimento fabrika- sırın dumanı bir mesele oldu. Hakikaten Istanbulun çok güzel sayfiye yerleri olan Pendik, Ya- kacık, ve Adaları bu çimento fabrikasının dumanı âdeta sis gibi boğuyor. Gece gündüz hali faaliyette olan bu (fabrikanın mütekâsif ve boğucu dumanı rüz- gâr istikametine tabi olarak bu üç yerden birini (Yakaçık, Adalar, Pendik) kaplıyor. Sabahleyin herkesin gözü fab- rikanın dumanındadır. Bu duman çok dafa Pendik üzerine gidiyor. O zaman Yakacıktan (Pendik) i sis içinde kaybolmuş görürsünüz, Bazen Otamamile (o Büyükadayı kaplayor, pek nadir Yakacığa geliyor. Boğucu, sıcak, pis kokulu bir du- man.. Bu sayfiyelerde pep zayıf ve kansız, müteverrim, vereme müs- tait sinirli hastalar bulunuyor. Bunları düşünecek yok mu?. Fabrika buraya yapılırken sayfi- yeler nazarı ehemmiyete alınarak çıkaracağı dumanı imha etmek ve ona göre tertibat alınması düşünülmemiştir. Acaba bunun bugün yapılması kabil değil midir. Hastaları odüşünmek hepimiz için insani bir vazifedir. Dünyada en acınacak kimseler hastalardır. Sıhhatte olanlar hakiki bahti- yarlardır. Fakat düşünmeli ki sıh- hat ebedi değildir. Yarın hepini- zin hasta yatağına düşmesi mu- kadder ve muhakkaktır. Dr. Ekrem Emin 28 Temmuz 1932 Tefrika No. 15 28 Temmuz 1932 Ana - Kız Rakabeti Naklli: (Vâ - Nü) Leylâ (o hanımefendi, koridor cürmü meşhudunu damadının ağ- zından dinlediği vakit o derece kayıtsız o davranmışken, o şimdi Meliha tarafından odadan koğul- ması üzerine, işi mühimsemiş, fevkalâde iztırap çekiyordu. Meliha onu odasindan koğsun?.. Meliha.. Kızı Meliha... Yatağı ucunda, uykusuz olarak üç gün üç gece beklediği Meliha?... Evvelâ, yüreğinden vurulmuş gibi bir tahassüs duydu. Sonra, bir korkunun, meçhul bir korku- nun içinde kıvrandığını, ezildiğini hissetti, Esef ve korku arasında lıyordu. Kızını daima büyük bir muhab- betle sevmişti. Kızının da kendini sevdiğini daima hissetmiş ve bu muhabbetten büyük bir zevk duy- muştu. Ne oluyordu?... Bu nasıl işti, ne demekti? Şimdi, böyle, bıçakla kesilir gibi, kızile mütekabil samimiyeti kesilecek miydi ? Alâkaları kal- mıyacak mıydı ?.. Hasan, onu, hastaneden otele getirirken, evvelâ : — Imkânı yok... » diye inildi- yordu. - İşte bunun imkâni yok... Mutlaka buhran halindeydi de beni tanıyamadı, başkası sandı. Yoksa, beni koğmasına imkân yoktur. Bir kızın, bilhassa Meliha gibi terbiyeli bir kızın, annesine “def- ol buradan! ,, diye haykırması kabil midir? Söyle, Hasan.. Kabil midir?.. Meliha, beni mutlaka tanı- yamamıştır, buhran geçiriyordu. Iti- zar edecektir, değil mi? Hasan, cevap vermemeği daha muvafık buluyor, susuyordu. Bunun üzerine, Leylâ hanıme- fendi, gayet samimi olan şuur- suzluğunu pek âlâ hulâsa eden şu sözleri söyledi : — Hem niçin efendim?.. Bana bu muameleyi yapmasına sebep ne ?... Bunun hiç bir sebebi yok... Hasan bey, Meliha'nın annesini kovması için sade bir değil, iki üç sebep görüyordu. Fakat bu işin münakaşasını daha müsait bir zamana tehir etti. (Esasen otele avdet etmişlerdi. Leylâ hanımefendi, üç gün üç gece süren yorgunluğunun, uyku- suzluğunun birdenbire üzerine bir kâbus gibi çöküp çullandığını hissetti, Odasına çıktı. Yatağına yattı. Hasan bey, onu uyuyor vazi- yette bırakarak, gerisingeri döndü; hastaneye gitti. Üc saat sonra, hastaneden döndüğü vakit, o da şaşırmış, perişanlaşmış bir haldeydi. boca- Şüphesiz ki üç kişi arasında tahaddüs eden vaziyeti iyi kavra- mamış olan hastabakıcı ile doktor, ( kavramadıkları | isabetti Yeme) Hastanın ikinci ayılıştan sonra söylediği sözleri, Hasana aynile naklettiler. Meliha, annesini görmeği “kati- yen,, istemiyordu. Fakat, kocasını görmeği istiyordu. Lâakal, bunu kabul ediyordu. Bu haberi öğrenince, Hasan, son derece sıkılarak: — Ya.. Tuhaf şeyl - diye mırık danmaktan kendini alamadı. Safdil bir kadın olan hastaba- kıcı bu çekingenliği hayret mesa- besinde kabul etti. — Aman, efendim! -dedi.- An- nesine her nedemse bir meseleden dolayı kızmiş olacak,.. Bu güzel hanımı nahak yere sinirlendirme- yin... Hem, unutmayın ki bu nevi baygınlıklar esnasında, bir insanın oOdimagında teşevvüşler busule gelebilir ve incir çekirde- ğini doldurmıyaçak bir meseleyi büyültebilir. oZaman geçtikten sonra, tabii hali avdet edecektir, emin olun... Meliha harım, hidde- tini unutacaktır. Lâkin, asabiyeti ve hastalığı devam ettiği müd- detçe, istemediği şeyleri ona zorla yaptırmak pek zararlıdır... Onun için tavsiye ederim. Bir müddet ona gözükmesin... Zaten Hasan, Leylâ hanımefen- diyi tekrar Meliha'nın yanına sokmağı aklından bile geçirmi- yordu. Hastanın kendisini kabul etmek niyetinde olduğunu o ögrenince, Hasan derhal otele döndü. Uykuya henüz dalmış olan Leylâ hanım efendiyi uyandırdı. Hastanede öğ- rendiklerini ona anlattı. Hasanın böyle gelip de ken- dinden fikir sorduğuna, hotbehot hareket etmediğine, Leylâ hanr- fendinin belki memnun olması lâzımdı. Lâkin memnuniyetini izhar etmedi. Damadının söylediklerini şaşkın şaşkın dinlerken: — Peki amma ne için? Ne için?. - diye tekrarlayıp duruyordu. Artık, Hasan da sinirleniyordu. “Niçin,, olur muyduya?... Hem kızına âşıkını koca diye ver, hem âşıkını “kızımla bu mesele hakkında anlaştım!,, diye aldat.. Hemde “niçin... niçin, deye söylen. Mantıksızlığı, asabi bir tavurla, Leylâ hanım efendiye bir iki cümlede anlattı. — Canı niçin böyle şeyler söy- lüyorsun? Bu kız sizi seviyor mıydı? Seviyor mu?... Siz onu seviyor miy- diniz, seviyor musunuz ?.. “Hayır!,, değil mi? (Arkası var) AAA Bursada mektep kampları Bursa 23 (Hususi) — Bu sene mektep kampları için Mudanya Arnavutköyü ye çivarı tercih edildi. mekteplerinin talebesi on beş gün süren kaptan döndüler. Ri Birinci lise, sanat ve ziraat birinci lise talebesini kamp kıyafetile gösteriyor. Sıcaklar iyice bastığı halde Uludağda her sene kurulan kamplardan henüz eser yoktur. Bu sene dağda kamp kurulmasına müsaade edilmiyeceği, orman kanununun tatbik edileceği söyleniyor.