İri Sahife 8 — aa — Akşam — ——— Sırbistanda herkes kral ve diktatörün aleyhinde.. Bir zamanlar her yerde kralın resmi görülürdü, şimdi bu resimler ortadan kayboldu Belgrat 12 (Hususi muhabiri- mizden ) — Son senelerde, şayanı hayret bir itina ve gayretle imar edilen Belgradın göbeğini ve en güzel yerini sarayı krali işgal ediyor. Daha bir müddet evveline kadar saray, zevk ve neşe men- baı idi, Bugün ise bir kasvet ve meraret merkezidir. Saray civa- rında oturan halka, bunun sebe- bini soracak olsanız, alacağınız cevap: — Kralın zevk ve neşesi yok! sözünden ibarettir. Bir sene zarfında, Sırp milletinin fikir ve hislerinde vuku bulan tahavvül, şaşılacak derecede bü- yüktür. Halk bir iki sene evveline kadar kralı taabbüt derecesinde seviyordu. Halbuki bugün krala karşı lâkayıttır. Geçen sene her tarafta, hattâ otomobillerde bile kralın resmi eizzeden biri imiş gibi asılı bulu- nuyordu. Halbuki, bugün nerede arasanız, kralın bir resmini bula- mazsınız. Acaba halkın efkâr ve hissiya- tında vuku bulan bu derin tahav- vülün sebep ve hikmeti nedir? Burada halk arasında, pek ziyade taammüm etmiş türkçe bir darbı mesel vardır: Sürüden ayrılan koyunu, kurt kapar. İşte kral Aleksandrın ba- şma da meşhur darbı meselin tazammun ettiği felâket geldi. Şu farkla ki, kral sürüyü terketme- miş, fakat hiristiyan diktatörü ceneral Zifkoviç, onu sürüden uzak bir yere götürmüştür. Bugün kral Aleksandr, milletin gözünden düşmüş bir hükümdar vaziyetindedir. Yİ Kraliçe Mari resmi kıyafetile ve hasta bakıcı halinde Şarman paran senn Halk “Beyaz el,, cemiyeti hafi- yesinin reisi olan ceneral Zifko- viçin bütün emirlerine körü kö- rüne itaat eden kralı bir türlü affetmek istemiyor. Kral aleksandr, ceneral Zifko- Manisada güzel bir sergi Manisa yardımcı kadınları biçki yurdu mensupları (X işaretli müdür Zahide H.) altında bu seneki sergide teşhir dilen eserler Manisa 18 (Hususi) — Güzel Manisamızın dikiş ve biçki yurdu- nun bir senelik mesaisi eserleri Gazi mektebinde teşhir olunmuş ve hanımlarımızın gösterdikleri terakki pek ziyade takdir edilmiştir. Manisamızın tatlı ve asude hayatında açılan bu sergiyi ziyaret etmek kadar insana iftihar hisleri veren pek az şey vardır. Başta Şükriye Abbas hanım olduğu halde yurdun müdürü Zahide hanımın mesaisi çok şayanı takdirdir. — Muammer «rc ÇA ÇO Şa Belgratta Traziya meydanı viçin tahakkümünden kurtulduğu gün, belki de halkın kalbinde kaybettiği mavkii tekrar işğal "edebilir. Fakat kralın Zifkoviçin ve “beyaz el,, cemiyeti hafiye- sinin pençesinden yakasını sıyır- masına imkân ve ihtimal yoktur. Çünkü Karageorgeviç ohanedan mevkiini, saltanatını, buna med- yundur. Bundan otuz sene evvel kral Aleksandr Obrenoviç ile kraliçe Drağayı, sarayı basarak yatak odasında öldüren ve bu günkü hanedanı, saltanat manasına getiren beyaz el cemiyeti hafiye- sinin reisi, Sırbistanın bugünkü diktetörü aynı ceneral Zifkoviçti. O zaman ceneral Zifkoviç mülazim oldu. Kral Aleksandr Okrenoviç ile zevcesini oOöldüren suikastçileri onların odasına sokan bugünkü ceneral Zifkoviçti. (Sırbistanda kazan kaynıyor. Bunun en bariz delili de Beyaz El cemiyetine karşı Maribor şehrinde keşfedilen mukabil hafi cemiyettir. Bu ce- miyeti hafiyeye Maribordaki gar- nizon zabitanı ile bazı siyasi adamlar girmişlerdir. Bu hafi çe- miyetin gayesi Beyaz El cemiye- tini dağıtmak, halka hürriyerlerini iade etmek ve derhal serbest intihabata tevessül eylemekti. Fakat Beyaz el cemiyeti, bunu haber aldı ve bu mukabil hafi cemiyet efradını tevkif ettirerek komünistlik cürmü ve ihaneti vataniye töhmetiyle mahkemeye verdirdi ve elebaşılarını idama mahküm ettirdi. Bu son mahkü- miyetler, halkın Beyaz el cemi- vetine ve onun reisi olan ceneral Zifkoviçe karşı beslediği nefreti şiddetlendirmiştir. “XX Tefrika No. 9 Ana - Kız a 22 Temmuz 1937 22 Temmuz 1932 Rakabeti Nakili: (Vâ - Na) Filhakika, çok geçmeden daldı. Manasız ve silik rüyalar gördü. Çok geçmeden uyandı. Uyandığı zaman, boğazını müthiş bir ha- raretin yaktığını hissetti. Şakak- larını, sanki omadeni iki daire sıkıyordu. Pencerelerde, hafif bir ışık belirmişti. Bu ışık, perdelerin aralığından sızıyordu. Meliha, evvelâ, yatağının içinde oturdu. Elektriği yakmağı düşündü. Perdelerden sızan ışığa rağmen, düğmeyi el yordamile buldu. Lâmbayı yaktı. Yataktan güçlükle kalktı. “— Aman, bir aspirin alayım! - diye düşündü. - burada hastala- nırsam pek saçma bir şey olur doğrusu.,, Üzerine böyle kırıklık arız ol- masının sebebini düşündü: “ — Yoruldum, sinirlendim de... Yahut, ihtimal, dün akşam azıcık soğuk almışımdı: Bu sıcak havalar (tehlikeli... Yahut, bu sinirlilik beni bu hale soktu. Ayağa kalktı. El çantasını aradı. Bu çantanın içinde ilâçları vardı. Fakat çantayı bulamadı. Evet, yatağa girerken çıkardığı elbiseler, (o kâmilen © şezlong'un (chaise longue) üstüne atılmıştı. Lâkin, el çantası orada yoktu. Bu altın fermoir'lı bir Isveç çan- tasıydı. Meliha, sinir ağrılarından müthi ş surette muztarip bulunduğu için, yanmda müsekkin ilâçlar gezdirirdi. “ — Bak hele... » diye kendi kendine söylendi .- bu menhus çantayı dün akşam Transtevere lokantasında unuttum. Evet, evet... Onu, arkamda ki iskemlenin üs- tüne koymuştum. Aklıma geldi. Oldu mu şimdi olan işler ?.. Ya- nımda hiç bir iliç yok.. Hattâ Pyramidon (— piramidon) bile yok.. Bu saatte zile de basık maz. Bu büyük otellerde hizmet- çileri bu saatte uyandırmak âdet değildir. , Cidden erkendi. Romada eylül ayında, şafak beş sularında söker. Meliha düşündü: “— Peki, şimdi ne yapacağım! Tekrar yatmak mı?.. Fakat, kat- iyen uyuyamam.. Ah, başım, ah, başım... Aman ne kadar da ağ- riyor.., Yatağına dönmek üzere iki adım attı. Fakat dimağına, fikir geldi. “ — Anneme gidip onu uyan- dırsam ?.. Onda daima aspirin filân bulunur..,, Maamafih, tereddüt etti? “« — Zavallı anneciğimi saat beşte uyandırmak ? Şimdi mışıl mışıl uyuyordur. Uykusunun en ansızm bir tatlı yerindedir, Her halde uyan- dığma memnun olmayacaktır. Böyle şeylere sinirlenir.. Fakat, of, of!.. Başım öyle ağrıyor ki.., Kararını verip yatağına tekrar döndü. Yatağının ayak ucuna konul- muş olan peignoir'ını aldı. Terliklerini giydi. Kapıya doğru yürüdü. Sürgüyü çekti. Koridora çıktı. Şimdi, koridorun bol aydınlığı içindeydi. Tavanın lâmbaları söndürülme- mişti, Ortalıkta hiç bir gürültü yok. Bu sükütilik hali, bizzat Meli- haya da sirayet etti. Ayaklarınm ucuna basarak koridorda yürüdü. Kendi odasısın kapısını açık biraktı. 216 numaralı odanın önünden geçti. Bu, kocasının odasiydi. 217 nci odaya geldi. Bu, annesinin odasıydı. Odanın önüne kadar geldi. Kapıyı vurmak için, elini kak dırdı. Parmağını tam dokunmak üze reydi. İşte tam bu esnada, parmağı kapıya dokunmadan.. .. kapı kendiliğinden açıldı. Meliha, dona kaldı..' Zira, odadan, kocasının çıktığını gördü. Kocasının. Hasanın.. Hasanın sırtında gecelik pija- ması vardı. Hasan, annesinin odasından, sırtı koridora müteveccih olarak çıkıyordu. Tokmağı gıcırdatmadan, gürültü etmemek için son derece ihtiyata riayet ederek, kapıyı kapadı. Ancak kapıyı kapadıktan ve sırtını bu tarafa döndükten sonra Melihanın mevcudiyetini keşfetti. Meliha, gözleri fal taşı gibi dehşetli açılşmış, nefesi tıkanmış rengi bal mumuna dönmüş bir halde ona bakıyordu. Sendeliyordu. Düşmek üzereydi. Hasan: — A... - diye hafif bir feryat kopardı. Meliha, nefes almak için büyük bir kuvvet sarfederekt — Siz misiniz? - diye kekeledi. Sonra, bir iki adım daha geriledi. Duvara dayandı. Boğulur gibi, tekrarladı: — Sen misin? Kocasına, şimdiye kadar daha hiç “sen, dememişti. (Arkası var) İY Ingilterede kadınlar arasında av merakı çok taammüm etmiştir. Kadınlar kafile halinde ava gidiyorlar. Resmimizde bir kadın avcı grupu görülüyor.