17 Temmuz 1937 Tefrika No. 125 17 Temmuz 1932 SEBA MELİKESİ | BELEIS Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Süleyman, düşmanın hücumundan kurtulmak için, izdivaca hazırlandığı (Belkis) i Moaplılara teslime karar vermişti !1! Omuzumdan yaralandım.. Ölü- yorum... Bana bir yudum su veren yok mu? Sarayda herkes bir ağızdan nefes alıyor gibiydi. Nöbetçiler bile ayak seslerini duyurmamak için bahçenin kumları üzerinde yürüyorlardı. Cariyeler birer birer sarayın dehlizlerine inmeğe başlamışlardı. Belkıs bu vaziyet (o karşısında birden bire şaşırıp kalmıştı. Işin şakası yoktu. Moap hâki- mi sert, gaddar bir adamdı. Eğer Moaplılar oJerüzalemi zapteder- lerse, Seba Melikesinin vaziyeti de müşkülleşecekti. Daha şimdiden bir çok tahmin- ler, rivayetler dönüyor, vakit he- nüz öğle olmamışken, Belkısin cariyeleri korkusundan Süleymana dahalet ediyordu. Beni Israil hükümdarı sarayın pencerelerinden birini bırakıp di- gerine koşmağa başlamıştı. Bu esnada sarayın gizli kapıla- rından biri açıldı ve müdafaa ordusundan bir asker gelerek hükümdara şu haberi getirdi: — “Moap hâkiminin bir teklifi var: Bu akşam Seba melikesi Belkıs, bir esiri harp sıfatile teslim edildiği takdirde Moap orduları geriye dönüp gidecekler. Iki saat zarfında kat'i bir cevap verilmediği takdirde Jerüzalem baştan başa yağma edilecektir., Süleyman bu ağır teklif karşı- sında, «ordudan gelen askere verecek cevap bulamadı.. Yanında oturan Belkısın yüzüne baktı. Seba Melikesinin tüyleri ürper- mişti : — Bu küstahlık, dedi... Bir in- sanın misafirine el uzatmaktan daha büyük alçaklık olur mu? Süleymana iki saat mühlet veriyorlardı. Hükümdar : — Düşünelim... Diye kekeledi.. çıkardılar. Beni Israil hükümdari pence- reden ayrılamıyordu. Askeri dişarıya Sion dağının etrafını düşman askeri sarmıştı. Süleyman, babasının tahtına oturduğu günden beri, memleke- tinde bu derece tehlikeli. bir hadise ile karşılaşmamıştı. Moap- lılar, Beni Israil hükümdarına ne cüretle harp ilân ediyorlardı? Odada iki hükümdar baş başa kalınca konuşmağa başladılar: — Düşman ordusu etrafımızı sararken, sizin askerleriniz uyku- yamı dalmışlar..?! — Bizim ordu karargâhı Zahle civarındadır. Düşman Sion yamaç- larından kahbece hücum etmiş... — Ordunuzun yetişmesine im- kân yokmu? —Lâzım gelen emirleri verdim. Müdafaa vazifesini tecrübeli bir kumandana tevdi ettim. Fakat... — Bir emri vaki oldu. Düşma- nın avcundayiz, değilmi? Süleyman mahcubiyetinden önü- ne baktı. Belkıs bir teklifte bulundu: — Bana müsaade ediniz: Sa- raydaki hassa askerlerini arkama alıp düşmanın üzerine yürüyeyim.. Belkisin, Filistinde, Beni Israil hükümdarını müdafaa için düşman üzerine yürümesi tarihte unutul- maz bir hâdise olacaktı. Süleynizm bu teklifi kabul ede- mezdi. Ya Belkis muzaffer olur da düşmanı defederse !?.. Bu hâdise halk üzerinde ne tesir yapmazdı? Zaten isyana müheyya bir hal- de bulunan fakir tabaka arasın- da derhal; — “Işte, tapılacak hükümdar- gördünmü? atına binince düşman üzerine yürüdü ve memleketi bir avuç serserinin istilâsından kurı tardı.,, Gibi hükümler verilecek ve Süleymanın tahtı büsbütün tehli- keye düşecekti. Halbuki, Moaplılar yalnız (Bel- kıs) ı istiyorlardı. Seba Melikesi, muvakkaten, Moap hakimine verilmekle Süley-# manın nesi eksilecekti? Belkıs ayağa kalkmıştı. Uzaktan görünen düşman ordu- sunu göstererek: — Ben bu kalabalığın hepsini bir anda dağıtabilirim, diyordu, Sebada buna benzer kaç kabile hücumuna maruz kaldım. Fakat, hepsini mağlup ve perişan ettim.. Haydi, rica ederim, kararınızı veriniz, hemen hazırlanayım! Belkısın bu sözü Süleymanın cesaretini büsbütün kırmıştı. Bu teklife muvafakat cevabı vermek, onun için: — “Gel, şu tahta sen otur!,, Demekle müsavi idi. Her ne pahasına olursa olsun, Belkısın bu fedakârlığına karşı, hissiyatına mağlüp olarak: — Peki... Diyemedi. Süleyman bu hadise karşısında nefsini de imtihan ediyordu. Beni Israil hükümdarı iradesine tamamile sahip olduğunu anladı. Etrafının düşmanla mubat oldu- ğunu görmekle berâber, itidal ve muhakemesini kaybetmemişti. Ilk şaşkınlığı olunca, hadise karşısınde esaslı tetbirler almağa mecbur oldu. Evvelâ Beni İIsral (tahtını Moaplıların bhücumundan kurtar- mak lâzımdı. Moap hâkimile bilâhere hesap- laşmak üzere, derhal yapılacak bir iş vardı: Moaplıların teklifini kabul etmek. Gerçi bu, Süleymanın o güne kadar gösterdiği misafirperverliği ve zarafetile ölçülemiyecek kadar kaba ve bayağı bir hareket ola- caktı. Zihninden bu kararı verir- ken, Belkısın yanında çok küçük düşeceğini biliyordu. Fakat, harpte zarafet ve incelik aranamazdı. Her şeyden evvel Beni Israil tah- tını kurtarmak lâzımdı. Süleyman, Belkısın yanına s0- kuldu: — Melikem, dedi, siz de ülkeler idare etmiş, cesaretile şöhret bul- muş bir tacıdarsınız! Saltanatınızın zail - her ne pahasına olursa olsun - düşman hücumundan masun kalmasını arzu eder- siniz! Ben sizin teklifinizden ziya- de düşman teklifini kabule karar verdim ! Belkısın benzi sapsarı olmuştu. Hayretle Hükümdarın yüzüne baktı : — Beni, bir harp esiri gibi düşmana teslim etmeğe muvafakat | mi ediyorsunuz ? (Arkası var) »? | Morfin, kokain Man Tedavi için ye için yeni bir üsul bulunmuş? Son gelen Alin gazeteleri, heroin, morfin, kokain ve sair zehirli maddelere müptelâ olanları tedavi eden yeni bir keşiften, yeni bir ilâçtan bahsediyorlar. Bu ilâcın kâşifi, maruf Alman kimyagerlerinden ORodolf Siro- kaverdir. Profesör Sirokaver sene- lerce, sıcak memleketlerde Ame- rikada tetkikatta bulunmuş, son zamanlarda Sovyet hükümetinin daveti üzerine zehirli maddeler enstitüsünün idaresini ele almıştır. Profesör o Sirokaver morfin, heroin, kokain gibi zehirli mad- delere karşı açtığı şiddetli müca- dele ile şöhret kazanmıştır. Profesör bu yeni ilâcı hakkında, kendisile . görüşen Neues Winer- tageblat gazetesi, muharririne ati- deki izahatı vermiştir: — Zehirli maddeleri kullanmak ibtilâsına karşı bir ilâç bulmak bulunuyordum. Geçen ağustosta morfin ibtilâsına karşı pek mü- essir olan ilâcı buldum ve bunada morfin ismini verdim. Benim ilâcım, morfin gibi insa- nın vücudunda ayni tatlı ürper- meleri, tatlı rehaveti uyandırmakta dır. Şu farkla ki, morfin zehirli olduğu halde, benim ilâcım zehirli değildir. Ilâcımın da morfine nis- petle, ne kadar kullanılsa, bir iptil& şeklini alamamasıdır. Yani morfin: kullananlar, gün geçtikçe daha yüksek bir doz almadan rahat yâşiyamadıkları halde benim ilâcım, onu kullananlara morfin iptilâsını tatmin ettikten sonra | morfine karşı bir istikrah uyan- dırır. Işte benim Toxikomanları tedavi huğusurida kullandığım üsul, ilâcın kendilerinde uyandırdığı bu istik- raha istinat ediyor. Yani sağlam insanlar, morfin kullanmağa lüzum görmüyor, basta bünyeliler de morfin kullanmaktan artık bir zevk tatmıyor. Amerikada iken bu ilâç ve metodumla elliyi müteca- viz morfinomanı tedavi edebildim. Şimdi de ilâcım Berlinin en ma- ruf hastahanelerinde tecrübe edi- liyor. . Umarım ki bu ilâç saye- sinde beşeriyetin en büyük bir yarası tedavi edilebilecektir. Fındık talimatnamesi tadil edildi Bundan beş altı ay evvel bir fındık talimatnamesi yapılmıştı. Talimatnamenin tatbikatında bir çok noksanlar olduğu görülmüştür. Ofis, fındık tacirlerinin, Trabzon, Gireson, Ordu ticaret odalarının da mütalâasını alarak fındık tali- matnamesinde bazi tadilât yap- mıştır. Yeni telimatname iktisat vekâletinde tetkik edilmektedir. 1 Aylık abone 150 kuruş Muhterem karilerimize kolaylık Karilerimizden arzu edenler 150 kuruş mukabilinde gaze- temize bir ay için abone olabileceklerdir. Gazetemize biraylık abone kaydedilecek muhterem oku- yucularımızdan ricamız: 150 kuruştan ibaret olan abone ücretini müddetlerinin hilamından evvel ve vakti zamanında idaremize göndermek. Aksi takdirde gazete irsalâtında (o teahhür vukubulur ki bunu muhterem kari'lerimizin de arzu etimiyeceklerinden eminiz. için iki buçuk senedenberi tetkikatta bi Fuat Fadıl bez âşıktı. Gerçi, âşıklığın son perdesine vararak, yemek yiyemez, su içemez âşık- lardan olmamıştı. Esasen geniş omuzlu, iri kemikli, vardakosta bir oğlandı. Sevdiği kızın ismi Hadiye'ydi. Sarı saçlı, siyah gözlü, güzel en- hikâye damlı bir kız... Ve bu kızın manevi ciheti, maddi cihetinden aşağı değildi. Bir erkek bir kadını sevdi mi, onu bütün mevcudatın bhülâsası mesabesinde gördü mü, en basit üsul, o kadının ayaklarına atıl- ması : — Seni seviyorum! - Demesidir. Fakat, itiraf etmeli ki, bu üsul pek tepeden inme, pek yabancı bir üsuldur. Bu, tıpkı, salçasız, susuz bir yemeğe benzer... Fuat Fadıl bey, bu hakikatı bilmiyor değildi. Hayır, aşkını böyle tepeden inme ilân edemez- di. Bir kadına, doğrudan doğru- ya “seni seviyorum!,, demek pek yavan kaçacaktı. Başka tedbir- lere baş vurmak, dolambaçlı yol- lardan gitmek zarureti vardı. Meselâ, sevgiliyi mehtaba, yıldız- lara, perilere, güllere, deniz kızla- rına, meleklere, hurilere, kehke- şanlara benzetmeli... O zaman, sevgili, sizi can kulağile dinler: “— Aman beni seven bu deli- kanlı, ne rakik, ne ince adaml,, der... Zaten, insanlar da, böyle, aşk yüzünden şair (olurlar... Fuat Fadıl da niçin aşk yüzünden şair olmasın?... sikletinin seksen beş kilo, yanaklarının al al olmasının ne manii var?.. Bu şekil veşema- ilde bir adam şair olmıyacak diye ayet yok ya... Bu düşünceyle, Fuat Fadıl, bir “blok - not,, satın aldı. Yarım dü- zine kadar kurşün kalemi yonttu. Önüne bir seci ve kafiye lügati aldı. Saçlarını dağıttı. Çubuğunu yaktı. Masa başına geçti: — Hadiyeye manzum surette ilânı aşk edeyim... - diye düşündü. Aman yarabbi!... Bu vaziyette, kelimeler, nasıl da keçileşir, ka- tırlaşır... Bir türlü kalemir ucun- dan çıkmaz; sunuh etmez... Çok geçmeden, Fuat Fadıl da, işte böyle bir ilham inkıbazına tutulduğunu anladı. Kalemi bir türlü yürümüyor, yürümüyor.. Âşık bey, selefleri olan şairlerin muaveneti olmaksızın şiir yazamı- yacaktı. Istiane gerekti. Füzuli? Nedim?.. Bu şairlerden mi medet umsun?.. Hayır!.. Esasen eski üsul şiirlerin manasını, kendi de anla- mıyor. Hatta, Abdülhak Hamit ve Tevfik Fikret'i de kıvıramıyor. Hem, maksadı açık söyleyen bir şiir göndermeli.. Mesela, gön- dereceği şiir öyle bir şiir olsun ki; “ Seni ben öyle sevdim ki.,, diye başlasın.. Hah, tamam!.. şarkı biliyor: «Seni ben öyle Fuat, böyle bir sevdim ki hayatım tarumar oldu Mısraını beğendi. Bunu, mürek- keple mor bir fantazi kâğıda yazdı. Fakat tek mısra kâfi değil.. Demek ki, şarkılardan iyi aşk şi- irleri zuhur ediyor. Daha buldu; altına yazdı: Endamının hayalini gözlerimden silemem, Bana sende acımazsan kimler acır, bilemem! Daha alta: Gözünün lem'ai siyahından (1) Göğsünün gizli gizli ahından Kalbe mesti veren nigâhından Belli şarkın kadınlarındandı. Hepsinin altına imzasını da attı. ânı aşk şiiri tamam... Mektubu yolladı. Sirkati şi'r e | Ikisi üç gün sonra, tesadi ettikleri vakit, Hadiye azıcık gun ve asabiydi. — O şiirleri bana siz mi yol” ladınız? - diye sordu. za Âşık, gözlerini mütevazıane veba iğerek: # — Evet... Böyle bir şey yağı,” mak cesaretini gösterdim!. - dedi, . — O şiirleri siz mi yaya Lİ Altında imzanız vardı .. b — Evet... K — Ya... Maşaallah... Öyl siz, büyük şairsiniz... ederim. Faat, uçmak için kanat açan, büyük bir kuş gibi, kolları açtı: — Tebrike değmez.. Bun dsi, | benim bir meziyetim yok. Şairi tabiatın bana hediyesi.. — Size böyle şiirler ilham j tiğim için gayet memnunum efe dim.. Bir süküt bhükümferma J Teb i m Fuad'ın kalbi, sahile yanaşac: 7 bir geminin yelkeni gibi heleca çarpıyordu. Genç kız: — Size, teşekkürümü nasıl if de edebilirim? - Diye sordu. Şair, doğrudan doğruya puse istemeği düşündü. buna cesaret edebilir Bizzat büyük şairler bile keke meden, dolambaçlı yollar t etmeden sevgililerinden öp istiyemezler. Bunu da düşündüğü için, sadece: ; — Bana küçük bir hedi T veriniz! - dedi. - size ait bulunan ehemmiyetsiz bir isterim... Bunun, benim ii manevi pek büyük bir kıym olacaktır.. Meselâ, meselâ, | tutam saçınız... xi Genç kız: 1 — Pek alâ... -Diye sevin haykırdı.- Size, bu akşam dan bir tutam yollarım.. Ertesi sabah, âşık, mi bir paket aldı. Açınca game tutam siyah saç!... Halbuki, sevgilisinin saçı a — sarısıydı. Derhal Hadiyeye koştu... — Bu ne?.. - dedi. - Bana si saç yolladınız?.. Yoksa, saçlı boyuyorsunuz da, bana h renkte olanlarını mı gönderdiniğ. — Hayır, benim saçlarım aslı dan sarıdır. — Peki, öyleyse, bana niçğ kendinize ait olmayan saçla gönderdiniz? 3 i Genç kız, bu suale adeta kı | mış göründü. ğe — Niçin mi?.. Çünkü siz bar kendi kafanızdan çıkmıyan şiirli gönderdiniz. Ben de size ken kafamın olmıyan saçlar verdiri Zira benim için yazılmıyan her şi 3 için saçımı kesecek olsam d dazlak kalmaz mıydım?.. Şükredi! eski devir de değildik... Yoks “ sirkati şiir edene kat'i zeb lâzımdır! ,, diye dilinizi keserl: Ve, böyle söyliyerek, sah şairi ebediyen atlattı. Nakili: (Hikâyeciği” | (4) Sevgilisinin siyah saçlı değil, siyj göz uğunu nâzarı itibara almıştı.ğ€ İlân tarifemiz 1 Teşrinievel 1931 tarihin den itibaren gazetemizin ilân ' tarifesi şu suretle | tesbiti edilmiştir: i Santimi B Ç kuruş 400 250 200 100 60 30 Sahife sahifelerde on iki sahifede ysmnona