17 Temmuz 1932 Akşam m m Sahife 7 - ar ———a— 0 Masal olanlar : 75 sene evvelki bir sünnet düğünü Bir paşa mütemadiyen soruyordu: Nasıl çok eğlenceli değil mi? Boğazın her iki sahilindeki yollar donanmıştı, her taraftan fişekler havalanıyordu.. G0 Eski bir pazar kayığı Bu düğüne bizzat iştirak eden bir fransız muharriresi, hatıratında, gördüklerinisşöyle anlatıyor : “1857 senesinin temmuz ayında idik. Yazın en: sıcak günlerini geçiriyorduk. Şehzadelerin sünnet cemiyeti var, dediler. İstanbuldaki bütün ecnebi sefirlere, bu meyanda, fransız sefiri, eniştem M. Thouve- nel'e de davetrame gelmişti. Düğünün çok şatafatlı olacağı, binlerce çocuğun birlikte sünnet edileceği söyleniyordu. Döküne gidecekler hep hazır- landık. Istabli âmireden gönde- rilen üç arabaya bindik ve toz, toprak bulutu içinde yolu tuttuk. Dolmabahçe sırtlarındaki hali araziye sayısız çadır kurulmuş. Padişaha, şehzadelere, sultanlara, vükelâya, süferaya, ricali devlete, sıra ile ayrı ayrı çadırlar tahsis edilmiş, her birinin etrafına hen- dekler kazılmış, ipler gerilmiş. Kadınlı erkekli) mahşer gibi bir insan kalabalığı, Teşrifat (o memurları önümüze düştüler ve bizi, baştan üçüncü çadıra götürdüler. Birinci çadır padişaha, ikincisi sadrıâzama, üçüncüsüde fransız sefirine, yanı bize tahsis edilmişti. “ “Guruba”iki saat kadar vardı. Bir taraftan ortalık toza boğulu- yor, bir taraftan müziç bir hara- ret insânı bunaltıyordu. Parlak feraceli, pırıl pırıl elmaslı hanımlar, karşıya sıralanmış ara- lanmış arabaları dolduruyor, sün- net çocuklarının! etrafında karın- ca gibi insan karışıyordu. Davetlilere ikrâmlar tevali edi- yordu: Kahve, arkasından şerbet, daha arkasından dondurma ilh... Peyderpey, Sadrıâzam, vükelâ, rica (geldiler ve çadırlarına geçtiler. Canbaz oyunları başladı. Gayet yüksek iki sırığa gerilmiş olan ipte maharetler gösterildi. Hop- lanıldı, zıplanıldı. Arkasından tiyatro faslına sıra geldi. Önümüzdeki (o meydanda, (orta oyunu) dedikleri alaturka komedi başladı. Bilhassa kadın rolündekiler son derecede şayanı dikkat. Bunlar, bunlar bıyığını, sakalını bağlıyarak yaşmak ferace giymiş, kadın et- varı takmış koca koca erkeklerdi. Bir evin harem kısmında, ka- dınlar arasında geçen bir vaka temsil ediliyordu bir sürü kadının, karşı karşıya atıp tutarak yaygara ederken saç saça, baş başa gel- mesinden kıskançlığa taallük ettiği aşikârdı. , Piyesin nihayetine doğru baş roldeki erkek, eline tahta bir kılıç geçirerek meydana atıldı; hercü- merci dağıtarak oyuna hatime verdi. — Seyircilerin neşelerinden, katı- lacak derecede -kahkahalarından muhaverelerin pek tuhaf ve komik olduğu belli idi. O esnada çadırımıza uğramış bulunan bir paşa, bizi mütema- diyen soruyordu : — Nasıl? Alaturka komedi hoşunuza gitti mi? Çok hoş, çok eğlenceli değil mi? Bu oyun neticesi madam Thou- venel, ben ve sefarete mensup iki zat çadırdan çıktık. Şöyle, etrafı biraz dolaşmak arzu etmiş- tik. Hanımlar tarafını tefrik eden hendekten ve ipten atladık. Ne kadar Türk hanımı varsa tecessüs ve merakla, dikkatli dikkatli bize bakıyorlar; gözlerini bizden ayırmıyorlar; binlerce nazar Yaşmaklı feraceli bir hanım bize dikilmiş, Biraz yürüdük. Konak arabaları arasında, Keçe- cizade Fuat paşanın haremi gö- zümüze ilişti. Bizi görür görmez tebessüm etmeğe, devekuşu tüyünden ma- mul nadide yelpazesini sallıyarak selâmlar vermeğe başladı. Ya- nında gelini, yani mahdumu Kâzım beyin genç ve güzel refikası bulunuyor, o da gülerek aşinalık ediyordu. Beyaz yaşmağı içinde ne zarif ve dilberdi. Aralıktan görülen müstesna gözleri öyle parlıyordu ki. Bu emsalsiz genç kadını yanı- mızdaki mosyöler görünce onlar da tenasüp ve lâtafetine hayran kaldılar. Biraz ötede yunan sefiresi ma- dam Condouriotise tesadüf ettik. Fatma sultanı arıyormuş; birkaç gün evvel kendisini ziyaret etmiş ve ahbap olmuşlarmış. Sultanın arabası gözüne çarpar çarpmaz, “iştel,, diye gösterdi. Bu araba, penbe renkte, altın yazılı, Trianondaki saltanat ara- baları nevindendi. Dört baklakırı at koşulmuştu. Sırmalı elbiseli dört seyis yedekte (bulunuyor, beygirlerin terbiyelerini tutuyordu. Madam Condouriotis sultana ellerile selâmlar vere vere araba- sına gitti ve fransızca görüşmeğe başladı. Sultan, fransızca olarak yalnız (memnun oldum, teşerrüf ettim) kelimelerinde başka söz bilmezmiş. Netekim biraz sonra, bizde de aynı kelimeleri tekrarladı. Süfera. ve vükelâ “çadırlarının biraz ilerisindeki" büyük çadır, nazârı dikkatimi celpetmişti. Bu merakımı gören madam Condo- uriotis dedi ki: — Pek o tarafa bakmayınız. Padişahın “biraderi Veliaht Ab- dülâziz efendinin çadırıdır. Alâ- kadar olmak buraca muvafıkı siyaset değildir. Vakit geçtikçe geçiyor. Karnımız açlıktan zil çalmağa başlıyordu. Daha yemekten ses seda yoktu. Çadırımıza döndüğümüz vakit bir de ne görelim? Bir yığın kimse, hepsi sofra kurmak maksadile gelmiş. Elle- rinde tabaklar, peçeteler, boşu boşuna dolaşıp duruyorlar; birbi- irlerine şaşkın şaşkın bakışıyorlar. Ortada gidip gelen ve bunlara nezaret eden hariciye nazırı da telâşta. Meğerse iş içinde iş varmış. Sadrıâzamın kâhyası, emir alma- dığı için, kiymettar çanakları, gümüş çatal bıçak takımlarını, bir türlü teslim etmiyor ve' sofra da hazırlanamıyormuş. Ekmekler de yanlışlıkla saray haznedarlarının. çadırına götürül- müş. Ayrıça ekmek tedarik edi- lecekmiş. Nihayet bin müşkülâtla emir alınıp levazım ikmal edilerek, saat dokuzu bulduktan sonra sofra başına geçildi ve ziyafet ol- dukça tatsız geçti. Damadı şehriyarı Ali Galip paşa pek mahcup kalmıştı. Çok şükür ki avdet gayet hoş oldu da kaçan keyfimiz biraz yerine geldi. Meşaleler, çanak mehtapları, fişek ziyaları arasında iskeleye indik. Dahmeler dağılıp etrafa yayıldıkça maazallah bir taraftan yangın çıkıverecek diye yüreğim ağızıma geldi, durdu. Kayığımıza bindik. Deniz çar- şaf gibiydi; yaprak kımıldamıyordu. Hafif bulutlar arasında, berrak bir ay parlıyordu. Boğazın her iki sahilindeki yalılar donanmış; her taraftan fişekler havalanıyor. Ne kadar gemi varsa baştan aşağı rengârenk kandiller içinde, pazar kayıkları tıklım, tıklım. Gece yarısı, Tarabyadaki sefa- rethanenin rıhtımına yanaştık. Bu düğün 12 gün devam etti. Bu müddet zarfında gerek Babıâli gerekse diğer daireler kapalı kaldılar. Her gün, gece yarısına kadar vükelâ, vüzera, düğün yerinden ayrılmadı. Iş zımnında, kendilerile görüşmek mecburiye- tinde kalan sefaret erkânı ve tercümanları, çadırlarını ziyaret mecburiyetinde kaldılar. ,, Bu sözlere, bizler tarafından ilâve edilecek bir şey varsa, o da şudur: Tevekkeli orsa boca pala çalıp, yerimizde bile sayamayıp boyuna gerisin geriye basmamışız! Sermet Muhtar la a Tefrika numarası: 44 Yazan: Ceneral A. F. Oglander ÇANAKKALE muharebeleri 17 Temmuz 1932 Tercüme eden: Muharrem Feyzi İngilizler Çanakkale mağlübiyetinin » sebebini neye atfediyorlar? Suvla körfezinde Büyük Kemikli burnunun son kısmı ingilizlerin vazifesi yapılamı- yacak bir iş değildi Çanakkale sahnei harbi ingiliz baş kumandanı ceneral Hamilto- nun askerine takati ve kudreti fevkinde ağır ve müşkül vazife tahmil ettiği bir çok defa iddia edilmiştir. Ademi muvaffakıyetin bir sebebi olarak ileri sürülen bu iddia doğru değildir. Muvaffakıyetin son dakikada elden kaçmış olması da bunu ispat ediyor. Suvladaki Kireçtepe mühim mevkiine Türkler İngiliz- lerden ancak yarım saat evvel gelmişlerdir. Eğer İngilizler bey- hude vakit geçirmiyerek daha evvel davransalardı çoktan bu sırtı işgal etmiş olurlardı. Bura- sının işgalı ingiliz kuvvetlerine yükletilen yapılamıyacak biz vazife değildi. Suvla ve Anzaktaki teşebbüsler ilâs ettikten sonra vaziyet tamir olunabilir miydi? Bu sual sık sık irat edilmiştir, hâlâda irat edil mektedir. Ceneral Hamilton 17 ağustosta külliyetli takviye kıtaatı iştemişti. Bu kuvvetler çabuk gönderilseydi Ceneral Hamilton Gelibolu şibhi ceziresinde mühim bir mevzi elde etmek ve Çanak- kale boğazına hakim olmak mak- sadına nihayet nail olup olamıya- cağı hakkında henüz bir hüküm verilememiştir. Bu iş farz ve tah- min dairesinin haricine çıkama- mıştır. Joffre'nin teşkil ettiği engel Fakat şurası muhakkaktır ki gerek o zaman, gerek sonra Çanekkalede ingiliz kuvvetlerini iyice ve süratle takviye ederek “harekâtın şiddet ve gayret ile takip ve idame edilmesine başlıca mâni fransız başkumandanı ceneral Joffrenin muhalefeti olmuştur. Harbi umuminin garp cephe- sinde neticeleneceği mumaileyhte sabit bir fikir olmuştu. Ne fransız kabinesinin itirazı, ne de İngilte- renin ileri sürdüğü mahzurlar fransız başkumandanının bu fik- rini değiştirememiştir. Bu büyük engel Çanakkale harbinin sonuna kadar devam edip durmuştur. Maahaza şurası muhakkaktır ki teşrinisaninin ortalarında Çanak- kale sahnei harbinde husule gelen vaziyet gayet ümitsiz olup takviye kıtaatının süratle gönderilmesile kurtarılacak gibi değildi. O tarihte Gelibolu şibhi ceziresini tahliye etmekten başka bir çare kalma- mıştı. Buna karşı makul başka bir çare göstermeğeimkân yoktu. O tarihte ceneral Joffrenin öte- denberi devam eden itiraz ve mu- halefeti yerinde idi. Lâkin daha evvel hakiki vaziyet ceneralın itiraz ye muhalefetine hak vermi- yordu. Ilk bahardaki ihmalin cezaları 1915 senesinin ilk baharında, Türkiye ve Balkan meselelerinin Çanakkale boğazının açılması suretile halledilememesinden va- him neticeler hüsule gelmiştir. Bu neticeler, Gelibolu şibhicezire- sinin tahliyesinden sonra da tesi- rini hisettirmiştir. Filvaki yarım ada her türlü tahminin hilâfına olarak tam bir muvaffakıyetle tahliye edilmiştir. Lâkin bu muvffakıyet ilk baharda yapılan ihmalin müstelzim olduğu gayet ağır cezalara nihayet ver- memiştır. İlk baharda Çanakkale meselesinin haledilememesinin dahz birç ok seyyiesini İngilizler ile müttefiklreimizi çekmeğe mecbur olmuşlardır. Çanakkale muharebesine devam edildiği takdirde ne kadar yeni kuvvete ihtiyac olacağı hakkında en son defa teşrinievvelde bir tah- min yapılmıştı. Bu tahmine göre Çanakkle boğazının dar yerlerinin açılabilmesi için İngiltereden ve Fransadan takriben 400,000 kişi- lik yeni kuvvetler celbedilmesi zaruri görülmüştür. Bu kadar büyük kuvveti garp sahnei harbinden ayırmak kabil olmadığından ilk “defa Gelibolu yarım adasının tahliyesi fikri ile- riye sürülmüştür. Ceneral Monronun o Gelibolu şiphiceziresinin tahliyesi için gös- terdiği lüzum hakikati halde garp cephesinden külliyetli ( kuvvtler geri alınmasını menetmek düşün- çesinden ileri gelmiştir. Tahliyenin faidesizliği Mumaileyhin oGelibolu | şibhi ceziresinin tahliyesi için yapınış olduğu tavsiye ve hazırlamış olduğu plânın kabulü ile itilâf devletleri- nin kuvvet menabiinin israf edil- mesinin önü alınacağı muhakkak addolunüyordu. Bunun için tahliyenin aleyhtar- ları bu kuvvetli delil ve lüzum karşısında omağlüp olmuşlardı. Gelibolu şibhi ceziresinin tahliye- sinden sonra itilâf devletlerinin Fransa sahnei barbinin haricine külliyetli miktarda kuvvetler gön- dermeğe mecbur olmıyacakları ve bütün kuvvet ve kudretlerini garp cephesindeki almanları taz- yike hasredecekleri zannolunmuştu Lâkin bu zan ve ümitler tahak- kuk etmemiştir. Itilâf devletleri Gelibolu yarım adasını tahliye etmekle burada bulunan azim miktardaki türk kuvvetleri başka cephelerde ve itilâf- devletlerinin aleyhindeki diğer teşebbüslerde istihdam edilmekte serbest kak mıştır. Ezcümle türkler Süveyş kanalı üzerine taarruz hareketinde bu- lunabilmişlerdir. Ingiltere hükü- meti ingiliz (imparatorluğunun ana muvasala hattı olan bu kanalı muhafaza ve müdafaa için Mısır- daki kuvvetlerini bir kat daha arttırmağa mecbur olmuştur. z (Devamı var)