> 19 Haziran 1937 Akşam Tefrika No. 97 m 19 Haziran 1932 Alacaya bir doktor lâzım | SEBA MELİKESİ | İ BELKIS Firaun'un kızı, kendisini zehirlemeğe gelen Rodit'e sordu: “Süleyman, Sebalı çingene ile izdivaç etmek istiyormuş, öyle mi? ,, — Sen bana bir defa daha söz vermiştin... Fakat sözünde dur- madın ! — Buna siz mani oldunuz! Ben ber şeyi hazırlamıştım... Siz: “Benim (başkasının o saadetinde gözüm yok!,, dediniz.. Cesaretimi kırdınız! — Gene ayni fikirdeyim, Rodit! Prensesin hayatına kasdetmek, günün birinde kendimi de ayni akibete sürüklemek demektir. Rodit, Melikenin bu işe çok mütemayil (olduğunu ( anlayınca bütün zekâ ve şeytanatile (Belkıs)i iğfale çalıştı : — Siz bu işe karar vermezse- niz, dedi, Firaun'un kızına fırsat vermiş olacaksınız.. Çünkü o da sizi imha etmek istiyor! Belkıs birdenbire hiddetlenerek ayağa kalktı: — O büyücü kadın benden ne istiyor? Diye bağırdı. Rodit ilâve etti: — Kıskanıyor.. Ve kıskançlık, pekâlâ bilirsiniz ki insanı her fenalığa sevkeder, Melikem! — O halde derhal müdafaa hattını tesis etmek lâzım.. — Fikrime iştirâk ediniz; bu kadarı kâfi.. Melike biraz tereddütten sonra cevap verdi: — Peki.. Yakayı ele vermemek şartile bu işi hemen bitirmelisin! — Bu işi bu gec: yapmak istiyorum. © — Çok acele etme! — Bu gece ele geçirdiğim fırsatı kaçırmak istemem, Melikem! Sam yeni istihkâmları teftişe gitti. Ancak sabaha karşı gelir, O yokken faaliyete geçmeliyim. —AÂlâ... Güzel bir fırsat. Fakat işe nasıl başlıyacaksın? — Bugün Prenses falcı (Tama- ra) yı aratmıştı, Falcı karıyı gör- müş gibi davranarak dairesine giderim,. Ve kendisine bir şerbet vererek zehirlerim. » .. Rodit sözünde durmuştu. Meli- kenin yanından ayrılınca, hemen Perensesin dairesine koştu. Firaun'un kızı ruhen çok muz- taripti. Mermer bir havuzun ba- şında dolaşan tavus kuşlarına kendi elile yem veriyordu. Prenses, Roditi görünce sevindi. - — Tam vaktinde geldin, dedi, Sebadan gelen şu büyük tavus üç günden beri birşey yemiyor. Sen onun huyunu bilirsin! Rodit tavusun yanına yaklaştı: — Limon kabuğu yemişse has- talanmıştır. Biraz süt verelim. — Bizim eski tavuslar limon kabuğunu severek yiyorlar ve bastalanmiyorlar, Rodit! — Sebada limon yoktur. Hal- buki bizim tavuslarimız doğduğu günden beri limon yemeğe alış- kındırlar. Bu 'esnada cariyelerden biri bir tabak süt getirdi. tavusun önüne koydular. Prenses tavusa biraz süt içir- dikten sonra, havuzun kenarına oturdu. — Iki günden beri görünmi- yordun, Rodit | Nerelerdesin? —Vakit bulup gelemedim, Meli- kem! Sam çok haşin bir adam. Sert ve hissiz bir kaya parçasına benziyor. — Kocandan şikâyet mi etmek istiyorsun ? mara Yazan: ISKENDER FAHRETTİN — Hayır.. Fakat, şikâyet etmi- yecek kadar da memnun değilim. — Rahatsız mısın ? — Hayır.. Fakat, rahat da de- | ğilim. Rodit'in sözleri prensesin hoşuna gidiyordu. (Dakikalar (o saatlere kalboldukça neşesi (artıyordu. Havuzun etrafında dolaşmağa baş- lıyan hasta tavusun (iyileştiğini gören prenses parmağındaki yü- züklerden birini çıkarıp Rodit'e uzatarak : — Şevgili tavusumu ölümden kurtardın, dedi, bu hizmetine mukabil sana babamın verdiği şu kıymetli yüzüğü hediye veriyorum. Rodit yüzüğü aldı ve prensesin dizini öptü : — Bu hediyenizi ölünciye kadar parmağımdan O çıkarmıyacağım , melikem! Beni ne kadar çok sevdiğinizi şimdi anladım. — Seni bütün cariyelerimden fazla severim! Fakat, sen bana Süleyman'ın gizli işlerinden malü- mat vermiyorsun! — Cariyeniz hükümdarın gizli işlerine nasıl vakıf olabilirim, Me- likem? Siz ona herkesten çok daha yakınsınız! Sarayda hizme- tinize âmade otuzdan ziyade cariye var. Bunların duyacakları haberleri benim işitmeme imkân var mıdır? , — Sen Süleymanla herkesten fazla temasdasın, Rodit! Ben senin ne kadar mütecessis bir kız oldu- ğunu bilirim! Sen istersen herkesi elde eder ve herşeyi kolaylıkla öğrenebilirsin! Nasıl ki, dev cüs- seli adamı da ufacık zekânla avu- cunun içine aldın! Bu muvaffaki- yet sarayda senden başka bir kıza nasip olmadı. — Benden ne öğrenmek isti- yorsunuz, Melikem? Firavunun Kızı fikirlerini gizle- medi : — Süleyman ile Belkis gizli görüşüyorlarmış... Aralarında ce- reyan eden muhaverelere şahit olmadın mı? Ben, biliyorsun ki, çoktanberi odamdan bir yere çıkmıyorum. Fakat, aleyhimdeki dedikodular kulağıma aksediyor: Süleyman Sebalı çingene ile iz- divaç etmek istiyormuş, öyle mi? (Arkası var) M. Hoover yeniden Cemahi müttehide reisicuhurluğuna namzet Şikago, 17 (A.A.) — Cumhuri- yetçiler konvnasiyonu Cemabhiri müttehide Reisicumhur namzetli- ğine tekrar M. Hooveri intihap eylemiştir. EMLÂK SAHiPLERİ! Emlâkiniz yn lee kiracı Emlâkinizin kiralarını muntaza- Emlâkinizin men tahisil edebilmek varıdatını temin edebilmek bususatında mutghassısla- Emlâk vın tecrübesinden istifade edebilmek için Kasabada eczahane de mevcut değildir Alaça, 14 (Hususi) — Çorumun şirin bir kazası olan Alacada belediye heyeti yeniden intihap edilmiştir. Yeni beldiye reisi şeh- rin tam ortasında olan beldiye binasının yanında küçük fakat çok güzel bir park yaptırmıştır. Fakat bu parkın şehrin ihtiya- cını temin etmediğini gören bele- diye reisi daha büyük bir park yaptırmağa başlamıştır. Yeni park Alaca mektebi binasının alt tara- fındadır. Şimdiden anlaşıldığına nazaran bupark pek büyük ve çok mükemmel birşey olacaktır. Alacanın 100 - 150 seneden beri çirkin bir halde duran helâ- ları vardır. Bunlar pek pis ve çirkin bir halde oldukları için belediye hemen bunları yıktır- mıştır. Bu eski helâların yerine yeni ve sihhi helâ yapılmıştır. Alacanın bir mezbehaya şiddetle ihtiyacı vardır. Belediye gelecek sene için şehirde asri bir mezbaha yapmağa karar vermiş ve bunun içinde bütçesine lâzım olan tahsi- satı koymuştur. Fakat ne yazık ki bü sene belediye varidatı pek azdır. Alacanın bir doktora şiddetle ibtiyacı vardır. Beş altı seneden beri teşebbüs edildiği halde ne çare ki Alacaya bir doktor getirt- mek kabil olamamıştır. Bundan bir müddet evvel Alacada bir eczahane açılmıştı. Fakat doktor ve imtihan vermiş eczacı olmadığı için bu eczahane de kapatılmıştır. Eczahanedeki ilâçlar toptan satıl- mıştır. Eczahanesizlik ve doktor- suzluk yüzünden bilhassa adliye pek ziyade sıkıntı çekmektedir. Bir yaralı çıksa muayenesi ve tedavisi için Çoruma gönderil- mektedir ve mecruh hastalığı hakkında kati bir rapor almak için Çoruma birkaç kere gidip gelmek mecburiyetinde Okalmak- tadır. Bu gidip gelmelerden usanan mecruh çok defa: — Ben davamdan vaz geçtim.. Deyip işin içinden çıkmak iste- mektedir. Bu suretle cerh vaka- ları tahkikatı aylarca uzamaktadır. Ismet paşa kız enstitüsü Ankara 17— Bazı arızalar yüzün- den açılma merasimi yapılamayan Ismet Paşa kız enistitüsünün küşat resmi dün yapılmıştır. Merasimde başvekil Ismet Paşa vekiller me- buslar, obükümet erkânı hazır bulunmuştur. Merasim münasebe- tile maarif vekili Esat bey bir nutuk söylemiştir. Başvekil enstitüyü çok mükem- mel bulmuştur. Mektebin bu seneki programına tavuk, arı, keçi, koyun bakmak ve yetiştirmek gibi av çiftliği dersleri de ilâve olun- rouştur. | Bazı vilâyetlerin ilga edileceği haberi doğru değil Ankara, 16 (A. A.) — Bazı gazeteler dahiliye vekâleti tarafın- EMLAK İDARESİ umurunda kesbi ibtisas etmiş olan UMUM EMLÂK ACENTESİ müessesesine MURACAAT EDiNiZ! Adresi Bahçekapı, Taş han No,20-21-22 Telefon: 20307 i dan tanzim ve Büyük Millet Meclisine arzedilmiş olan vilâyet | teşkilâtı hakkındaki kanun lâyi- | hası münasebetile bazı vilâyetlerin | ilga edileceğini yazmışlardı. Bu neşriyat doğru değildir. Zira, bahsı geçen kanun lâyihası | yeni teşkilât yapmağa veya mev- cut vilâyet teşkilâtının tadil ve | ilgasını istihdaf etmmeekte münha- sıran (o vilâyetlerdeki (o dahiliyeye ait bürolarda memur kadrolarını vilâvetlerin vüsat ve ehemmiyetine göre tayin ve tesbit eylemektedir. Kadri efendi, kendinin filosof oldu- | gunu söylüyor. Koltuğunun altında bir kalın kitapla dolaşıyor. Nuru Osma- niye civarında bir birahanenin arka bahçesinde Lemi ile cimdallı oynuyor. . Ayni zamanda, ilimle o derece meşgul ki, kitabını sahife sahife okumaktan geçemiyor. Fakat, Lemi'yi güzel çocuk olduğu için kendine dost tutan ve ona para yediren omahudelerden OKoca Emine, oğlanın mütemadiyen para kaybetmesine içerliyor. Birgün Kadri efendinin hilesini | yakalıyor. Meğer, kitabın içine isakam- biller saklar, hile yaparmış. Kavgayla birahaneden ayrılıyorlar. Koca Emine ile âşıkı, acele acele yürüyorlardı. Saat benüz yedi buçuk bile olmamıştı. Divan- yolu hayli kalabalıktı. Insanlar, kaynaşıyordu. Otomobil korneleri tramvay çanları birbirine karışı- yordu. Lemi, yolda yürüyenleri dirsekliyor, itiyor, sümüyor; onların ihtar ve tekdirlerine aldırış bile etmiyordu. Kâbus içinde yuvar- lanıyor gibiydi. Etrafında cereyan eden şeylerden hiç birinin far- kında olmıyordu. Koca Eminenin vakaya dair söylediği sözleri, şöyle bir, üstünkörü dinliyordu. Asıl zihnini meşgul eden şey, metresinin, manasız bir mesele çıkararak (kendisini böyle, vakti kerahatta sokak ortasına atma- | sıyd:! Halbuki şimdi, ne âlâ! bi- rahanenin arka bahçesinde otu- racak, dublesini içecek, oyununu oynavacaktı. Hay aksilik hayl Koca Emine'ye karşı, kalbinde büyük bir hiddet hissediyordu. Sanki Oondan kaçmak ister gibi, adımlarını sıklaştırmış, yü- rüyordu, Koca Emine ise, arkadan gelerek habire söyleniyordu: — Her akşam kaybetmesi el- bette doğru (değildi... oŞansl | Şansl... Bu ne bu?... Daima onun Şansı tutacak değildi ya... Bir az da seninki tutsaydı... Za- ten o kitabı önünde gördüğüm vakit şüphelenmek aklıma gel- mişti. Bir dalavera döndüğünü sezmiştim. i Şimdi artık, Kadirga tarafların- da tenha bir sokağa sapmışlardı. Oğlan daha hızlı yürüyordu. Koca Emine, bütün süratile yürümek suretile ona ancak yaklaşabili- yordu. Sözlerini işittirebilmek için, daha yüksek sesle konuşuyordu : — Şaştığım şey, senin biçbir- şeyden şüphelenmemen... Şüphe- lenmiyordun, değil mi? Lemi, birşeyler khomurdandı; amma ne homurdandığı işitilmedi. Bu homurtuyu pek beğenemediği için, Emine bir müddet sustu, Sonra karanlık bir sokağa saptılar. Lemi, adımlarını ( yavaşlattı. Mendilini çıkarıp alnının terini sildi. Emine, bu anı, kendini meth etmek, iyiliğini hatırlatmak için muvafık buldu. — Ben bu adamın ne mal olduğunu yüzüne bakar bakmaz anlarım. Senin o Kadiri efendinin ne meymenetsiz bir herif oldu- ğunu haber vermiştim. Lâkin sözlerine devam edemedi. Lemi, onu bir köşeye çekti. Iki yanağına şiddetli (birer tokat indirdi. Ayni zamanda kafasını duvara çarptırdı. — Kahpe!- diye ( haykırdı. - beni rahat bırakmıyacak mısin? Ne vazifendi, geldin, oyunumuzu bozdun?... Musallat karıl... Koca Emine, kıyametleri kopa- rıyordu. I — Vay sen bana tokat atasın, beni dövesin ha?... Ulan ben se- nin velinimetinim bel... Seni tepe- den tırnağa kadar donattım... Mükafâtı bu mu?... Edepsiz, alçak! Lemi, sille tokata, Emine kü- fürlere devam ediyordu. — Elbiselerini de kafana çal.. Yarın, hepsini paket eder, getirir H e vor bir Midye | Kumar iptilâsı kafana atarım.. Haydi defol evine.. Lemi, ertesi gün, ta sabah- tanberi hüzün içindeydi. Koca Emine, ona artık tahammül edil mez bir mahlük görünüyordu. Sokaklarda yalnız başına dolaş- mağa başladı. Gündüz, ona, bit- mez tükenmez bir uzunlukta göründü. Öğleden sonra, bira- haneye gitmek zamanının yak- laştığını hissettiği müddetçe, izti- rabı daha artıyordu. Babıâli'ye doğru indi. Bir kitapçı dükkânının önünde odurdu. Derhal aklına mahut kitap geldi. Dükkândan içeri girdi: Sizde Muhakkafat kitabı var mı? - deye sordu. Bu kitap, filosofun (elindeki kitaptı Dükkâncı, bir çok raflara baktı. — Yok amma..- dedi.- başka Mesela, iyi kitaplarımız var.. Muhadderat romanı... bir kitaptı.. Siyah ciltliydi.. — Işte Muhadderat romanıda siyah ciltli. Gayet güzel bir romandır. Lemi: — Peki, verin bakalım... Kaç paraya?..- dedi. Kitabı pazarlıkla yüz yirmi kuruşa aldı. Sonra, gene sokak-. lara daldı. Dolaşmağa başladı. Saat altıda, belki tesadüfi olarak, mahut birahanenin önünden ge- çiyordu. Kapıdan başını soktu. Kadri efendinin iç bahçede, asma altında köşede oturduğunu gördü. Kitabı, önünde âçılmış duruyordu. e Lemi, dayanamadı, içeri girdi. Filosof, sanki dün hiç bir hari- kulâdelik olmamış gibi, ona elini uzattı. Oyuna başladılar. Kadri efendi, Lemi'nin masa üzerine koyduğu kitabı görerek, onu muayene etmek merakından nefsini yenemedi. Lemi, kitapcı nezdindeki teşeb- büsünü anlattı. Kadri efendi ise, dostane gülümsedi: ğ — Daha evvel bundan bana bahsetseydin sana benim kita- bımı satardım, azizim! -dedi.- Istersen benim felsefi Muhakkafat kitabımla senin Muhadderat ro- manını değiştirelim... Lâkin benim kitabım üç liralıktır. Yüz seken karuş fark vereceksin. — Pekil - diye, Lemi tehalükle, yüz seksen kuruşu verdi. Kitabı önüne çekti. Hiç anla- madığı karma karışık osmanlıca ifadelere tehalükle göz atmağa başladı. Kadri efendi, kitabı kendine doğru çekerek: Se — Azıcık dur! dedi. Delikanlı, filosofun pazarlıktan cayacağından korkmağa başlamıştı. Fakat, öteki, kitabı geri almak istemedi. Sadece yaprakları birer birer çevirmeğe başladı. Bu yap- raklar arasından bir maça papazı, bir orya kızı ve başka bir takım iskambiller çıkardı. Lemi, yanakları azıcık kızarmış bir halde, manzarayı seyrediyordu. Kitabın iskambillerden tahliyesi ameliyesi bittikten sonra, Kadri efendiye sordu: — Demek ki dünkü vakaya rağmen geri geleceğimi biliyor- dunuz? ” Metresi koca Emine, dayak hadisesinden sonra Lemi'yi koğdu. Oğlan, fabrikadaki işine yeniden devam mecburiyetinde kaldı. Ve her akşam, bu birahaneye devam ederek kazandığı paraları Kadri efendiye vermekte devam etti. Kendi yemedi, içmedi... Hâlâ, bu vazivet, böylece berdevamdır! Nakili; (Hatice Süreyya)