yp Sabife 8 İbnissuudun ziyafetleri Akşam Köpek | balıkları ağızlarının tadını bilir, zenci yemez, beyazlara koşarlar Ibnissuut, esasen SaklBiliğin de nehyettiği veçhile debdebe ve saltanata meyyal değildir. Pek demokrat bir hükümdardır. Çarşı ve pazarda, sokakta giderken her hangi yalın ayak bir bede- vinin İbnissuuda yaklaşarak kırk yılık bir destgibi, o kadar samimi ve lâübali, elini omuzuna koyarak: — Keyf Halek ya Abdülaziz? Keyfin nasıl, nasılsın demektir. Kralın asıl ismi Abdülazizdir. demesi her vakit görülebilir. Bedevi hattâ bir hükümdar için bile unvan, lâkap bilmez. Kralın da veliahtın da, © prenslerin de karşısına sadece adile çağırarak ve bir (nasılsın bakalım?) diyerek çıkar. * Ibnissuudun eskiden beri ana baba yuvası, Necit kıtasında (Elhassa) kasabasıdır. Burası çöl ortasında büyücek bir köydür. Mekkede yeni tamir ve tevsi ettiği bir (saray)ı vardır. Diğer şehirlere gittiği vakit eşraftan birinin evine misafir olur. Her sene iki üç defada ( Cidde ) ye gider. Cidde, Hicazm, hattâ Necidin” de, yani bugün memleketin en büyük olmanı olduğu için, bilhassa bütün ecnebi mümessil- lerinin, bankaların, vapur acente- lerinin, büyük şirketlerin bulum- dukları merkez olduğundan ehem- miyeti vardır. (1) İbnissuut Ciddeye gelince yüz elli, iki yüz kişilik ziyafetler ver- meği âdet edinmiştir. lik gün bütün ecnebileri, şehrin âyan ve eşrafını kabul eder ve arkasından ziyafetini verir, bu ziyafetlere sefir ve konsoloslar, bütün ecnebiler, rüesayı memurin ve eşraf davet edilir. Ibnissuut sofrada sağına Tür- kiye cumhuriyeti mümessilini s0- luna İngiliz mümessilini alır. Hü- kümdarın bu ziyafetleri hemen daima iyi havalara - yağmur se- nede bir veya iki defa yağar ve soğuk bir kaç haftaya münhasırdır- tesadüf ettiğinden, sofralar bele- diye dairesinin damına kurulur. Masaların üzerinde et, balık, sebze, pilâv, hamur işleri tatlılar yemişler, çeşit çeşit koca koca tabaklar dizilmiştir. Yalnız zeytin yağı ile başları hoş olmadığından yemekler hep sade yağlıdır. Sofrada nutuk irat etmek âdeti yoktur. Kral yemek esnasında sofradakilerle güzel güzel konuşur, sohbet eder. Vah e memnu şeylerden olduğundan bittabi çalgı da yoktur. Esasen Krallık dahiline ne resmi, ne bususi bando gibi şeylerde bulunmaz. Gümrüklerden gramo- fon, plâk gibi şeyler, hattâ ut teli bile geçemez. Sofrada içki, müskirat da ara- mayınz, bol bol buzlu ayran ve şerbetler. Yemekten sonra gene damda bir müddet oturulur, kahveler, çaylar içilir. Kahve de bizim bildi- ğimiz kahve değildir. Kavruk muş havanda döğülmüş, ibrikte kaynatılmış, şekersiz, kakuleli kahve... Dört beş siyahi köle mevzun adımlarla ortaya çıkarlar, kraldan başlayarak sıra ile misafirlere kulpsuz fıncanlarla - fakat fıncanların dibinde, ancak iki yudumluk - kahveyi uzatırlar, (kâfidir) demek için boş fıncanı ters çevirmeniz lâzımdır, o zaman fincantoplayan köle sallana sallana gelir ve fıncanınızı alır... Kahveler ne kadar acı ise çaylar da o kadar tatlıdır. (il Hicazdaki bütün hiristiyanlar Cid- dedirler. Bunların adedi de elliyi geçmez. Cidde havalisindeki zenciler Nihayet kral kalkar, misafirle- rinin elini sıkarak ayrılır, gider. * Ibnissuudun Beril verdiği ilk ziyafetlerde, çol ile şehrin bu ilk telâkilerinde, bazı garip sah- neler de görülmüştür. (o Meselâ ziyafet sofrası kurulmuş, her şey hazırlanmış, başta kral olmak üzere bütün davetliler yerlerine oturmuşlar.. Kırk yıllık yer sofra- sının ilk defa masa üstüne çıktığını gören eski sofra hizmetçileri, kendi kendilerine düşünmüşler : — Peki, biz şimdi nasıl a edeceğiz? Ve hiç kimseye sormak Tüze munu hissetmeden kararlarını vermişler : — Mademki sofra masanın üs- tüne çıkmıştır, o halde biz de çıkmalıyız | Ve ayaklarından terliklerini fır- latarak, bir hamlede masaların üzerine fırlamışlardır. Bunun ki- min emrile yapıldığının farkına varılamadıği için ilk ziyafette entarilerini dalgalandıra dalgalan- dıra otuz kırk hizmetçi yalın ayaklarile (masaların üzerinde, fakat biç bir tabağa ve ya bar- dağa çarpmadan, büyük bir ma- haretle mekik dokumuşlar, misa- firlere hizmet etmişlerdir. . .. Tbnissuut, nezdine giden ilk Türkiye ocumhutiyeti mümessili için vaktile Şerif Hüseynin ika- met ettiği büyük biyayı tahsis etmiştir. Bu nezaket eseri halkça da çok iyi görülmüştür. Bir zamanlar Şerif Hüseynin Bahriahmere karşı oturduğu bal- konda şimdi Türk bayrağı dak galanıyor. “. Kuru, çıplak, kum deryaları, kayalıklarla uzanıp giden Bahri- ahmerin Asya kıyısında hiç bir mamure yoktur. Karşı taraf, Afrika sahili ise baştan başa İngilizlerin, Italyanların ve Fran- sızların elindedir. Oralarda yeni yeni limanlar, şehirler tesis edil- miştir. Bahriahmerin verdiği en güzel şeyler, eşine başka hiç bir denizde rast gelinemiyen pek lezzetli balıklarla, incidir. Öyle balıklar çıkar ki insan pişirip yemeğe kıyamaz, allı, mavili, yeşilli, morlu.. Renk renk, seyrine doyum olmayan ve o nisbette leziz balıklar.. Bu balıklar ekseyriya şişle tu- tulur.. Yüzlerle insan bir ellerinde birer fener, bir ellerinde bir şiş, paçalarını sıvayarak denize dalar- lar.. Şap oyuklarına, yosunlara girmiş, uyuklayan balıkları şişle- yerek (arkalarındaki (o sepetlere atarlar.. v Fakat bu güzel balıkların ya- nnıda, biraz açıkta sürü sürü “köpek balıkları da vardır. Bahri- ahmerde denize düşen, boğulmak- tan ziyade köpek balığından korkmalıdır. Geçenlerde orada yanan fransız Filippar vapuru yolcularının bir çoğunun da bu balıklar tarafın- dan kapıldığını ajanslar haber vermişlerdi. Köpek balıkları ağızlarının tadını bilen balıklardır. Siyahilere kat- iyen dokunmazlar, hattâ onlardan kaçarlar, beyaz et isterler. Bu sebeple yazın sıcaklarda zenciler her istedikleri noktada denize serbestçe ( girebildikleri (halde, beyaz insanlar sığ, emin yer ararlar. * .. Dilimizdeki ( Şapa oturmak ) tabiri de Bahriabmerden gelir. Filhakika bu denizin her tarafı, görünmiyen şap adacıkları ile doludur. Orada bilhassa sahile yakın noktalarda büyük vapurlar gibi küçük yelkenliler ve sandallar da denizde şaplar arasındaki dar yolları takip etmek mecburiyetindedirler. Bir parça sağa veya sola dönmek (sapa oturmak) için kâfidir. Ekser yerlerde bu yollar da derin değil- dir. Bazen de birden bire sular çekiliverince yollardaki merakip Sidukları yerde hemen şaplara binerler. .. Ibnissuudun denize - belki de Bahriahmer denizden başka her şeye benzediği için - pek merakı yoktur. Onun sevgilisi at ve otomobildir. Çöl attan, birden- bire otomobile atlamıştır. Oraları ne kağnı, ne araba görmüştür. Şehirdeki tek atlı arabalar istisna edilirse çöl baştan başa hayvana koşulan bir şey bilmez.. Otomobile de Seyyare ve ya Tor- mobil derler... Gümrüklerden Oo mütemadiyen otomobil girer, çöl mesafelerini, çölün esrarengiz vüs'atini yok eden bu (makine) ler vakıa deveci bedeviyi zarardide etmiyor değil fakat Hicaza şimendifer yapmağa kalkıştığımız zaman (develerimiz işsiz kalacak, olamaz ) diye kıya- meti koparan bedevi, şimdi me- deniyetin bu hırçın çocuğuna ses çıkarmıyor, boyun eğiyor. Beş altı sene evvel yorucu, hasta edici bir seyahatle iki günde gidilen Mekkeye şimdi otomobil ile iki saatte gidiliyor. Yalnız Şap denizi gibi çölün de kendine mahsus tehlikesi var: Baştan başa yol olan çölde geçilecek noktaları iyi bilmek lâzımdır. Şoförler çöl yv 17 Haziran 1932 Tefrika No 58 Se 17 Hazira 1932 BEŞ YÜZ MİLYON İNSANA HÜKMEDEN KADIN Tarihi aşk, ve Nakıli ; Menşei itibarile tam Çinliydi. Mançu ırkının kendi ırkı üzerinde bükümsürmesine aleyhtardı; ve derunen Mançulardan nefret eder- di. Halbuki, imparatoriçe, Ye- Honun memlekette takip ettiği siyaset, münhasıran Mançu siya- setiydi ve Çinlilerin aleyhine müteveccihti. Weng, Çinin selâmeti için Mançu hanedanının bükümranlı- ğını yıkmak emelindeydi. Şaşılacak şeyl Imparator üzerinde tesir ve nüfuzu öyle büyük olmuştur ki, inkılâpçı fikirlerini ona da aşıla- mak imkânını bulmuştu. Impara- torun fikri, esasen, Ye- Ho'nun istibdadına karşı son derecede hazırlanmış bulunuyordu. Plânlarını mevkii tatbika koya- bilmesi için yardım olsun. Diye, Weng, imparatorun yanına cenu- bun meşhur asilerinden ve pro- pagandacılarından Kang'ı |1| da celbetmişti. Bu inkılâpçı da, son derecede Mançu düşmanıydı. Muhafazakâr fikir ve fırkanın da aleyhtarıydı. Yavaş yavaş, Kang (ki, gayet tahsilli ve zeki bir adamdı) - zavallı imparatorun körpe dimağı üzerinde son derece müessir oldu. Halbuki, haddi zatında, bu delikanlı ancak bir şey düşün- mekte ve arzu etmekteydi: Ye- Ho'dan kurtulmak | Hakikaten de, imaprator Ke- nang-Sio'nun vaziyeti tahammül edilir gibi değildi. Son derece haysiyetşikendi: Ne zaman yaz- lık saray'a gitse, müstebit tey- zesi ve yengesi kendisini kabul edeceği esnada, diz çökmüs ve başını iğmiş “vaziyette bekle- meğe mecbur kalırdı. Harem ağaların istihfafkâr nazarlarına maruz kalır ve buizzetinefsi kes- reden vaziyete tahammül eyliye- mezdi. Çinde gizliden gizliye çalışan bir inkılâp fırkası vardı. Inkılâpçı maksatlarını gizliyen bu fırka ile Mançu amalini perverde eden şimal ekseriyeti arasında ilk çarpışmalar olmağa başladı. Wong, imparator tarafından siyanet edildiği için, ilk önceleri bazı muvaffakıyetler elde etti. Meselâ, eskiden, hükümet me- muru olmak için klâsik bir imti- hana tabi olmak zarureti vardı. Bu mecburiyet ilga edildi. Lâkin, Ye-Ho işe derhal el attı ve ilk tetbir olarak Weng'i Pekin'den (o uzaklaştırıp (o kendi memleketine yolladı. (2) Asıl ismi, mufassal olarak Kang- Yeou - Wei. yollarını iyi bilmezlerse küçücük bir yanlış manevra ile otomobili derhal kuma saplarlar. Kuma saplanan bir otomobil bataklığa dalmış gibi bazan saatlerle, hattâ günlerle kurtarılamaz. Orada lâs- tik patlaması veya herhangi başka bir ârıza ehemmiyetli sayılmaz, en korkulan şey kuma saplan- maktır. Gümrüklerden çeşit çeşit oto- mobiller geçer, dedik, fakat müs- kirat gibi, gramofon gibi, levanta ve kolonya gibi fotoğraf, resim de geçemez... Vahabilik fotoğrafı da hoş görmez. Vahabi idaresi Hicaza yerleşti- ğinden beri gümrük, yalnız bir defa, bir sandık fotoğrafın geç- macera romanı (va-Na) öldü. Bu zat, iki fırka arasında muvazene temin etmek vazifesini görüyordu. Tam bu aralık prens Kuong Siyasette müvazeneyi temin eden iki zıt cereyanm şiddetli surette catışmasına mani olan, ancak bu prens Kuong'tu... Onun .x.unı müteakip, ortalık, kendi kendiliğinden karışacaktı ; zddiyetler hâdlaşacaktı. Netekim, öyle oldu. Bunun üzerine, imparator Kuco- ng- Siu, cenubun meşhur inkr- lâpçısı Kang'ın nasihatını tuttu; Weng'i tekrar yanma getirtti. Hakiki bir darbei hükümet yap- mağa karar verdi. Bu maksatla, muallem ve Avrupa! tarzda yetişmiş askerin başında bu- lunan Yuan-Chi - Kai'yiKore'den getirtti. Imparator, bu mareşala, memlekette esaslı bir ıslahat yap- mak azminde bulunduğunu söy- ledi. Sonra da, bu mareşala istinat edip edemiyeceğini, ondan yar- dım görüp göremiyeceğini sordu. Youan-Chi-kai, Hiç de tereddüt etmeden imparatorun tarafında bulunacağına, hattâ bunun için kanını dökeceğine, canını vere- ceğine dair ahtı peymanetti. En büyük yeminini verdi. Lâkin, imparatorun huzurundan çıkan Mareşal, derhal, Ye-Ho tarafından çağırıldı. Ye-Ho, mareşalın ağzından girdi, burnundan çıktı. Onu, kısa bir zaman içinde kendi tarafına meylettirdi. Ne öğrenmek lâzımsa hepsini ağzından kaptı... Yeğeninin maksadını bu suretle öğrendikten ve emniyet hâsıl ettik- ten sonra, Ye-Ho doğrudan doğ- ruya kalkarak, onun sarayına bizzat gitti ve orada müthiş bir sahne bazırladı. Cenup inkilâpçısı Kongın tevkif edilmesi hususunda israr etti. Kouang - Liu, teyze yengesinin emrine itaat eder gibi göründü. Lâkin, bir harem ağası vasıtasile, Kong'a mevcut tehlikeden haber verdi. Başının çaresine bakmasını bildirdi. lnkilâpçı Kang, zaman kaybet- meden, saraydan kaçtı; Japonya- ya iltica etti, Fakat, oradada uzun seneler, Mançular aleyhine calışmakta devam eyledi. Ye-Ho. Bu inkilapcıyı elinden kaçırdığı için son derece hiddet- lendi. Lâkin bütün tehlikenin zail olduğu fikir ve kanaatına düştü. Artık, imparatorun bir daha kendi aleyhine baş kaldıramıya- cağını sandı. (Arkası var) Lü Bu resim sandığı gümrüğe gel diği zaman memurlar soruyorlar: — İçinde ne var? — Fotoğraf.. Fakat. — Ne cüret... Bilmiyor musunuz, yasaktı, geçemez! — Fakatl.. — Fakatı, makatı yok, katiyen olamaz! Tüccar telefona koşuyor, Mek» keyi kralın dairesini buluyor... Ve beş dakika sonra Mekkeden güm- rüğe emir geliyor: — Fotoğraf yasaktır... Fakat Gazi Mustafa Kemal paşa Hz. nin fotoğraflarını, hemde resim almadan bırakınız! K.D. mesine müsaade etmiştir. Oda